28

"Ey mutmain nefis, sen O'ndan razı O senden razı olarak, dön Rabbine".

Bil ki Allahü teâlâ, dünyaya meyledenlerin halini anlatınca, Kenisini tanıma ve kulluğu yerine getirme yolunu seçenlerin, halini anlatmak için: "Ey mutmain nefis..." buyurmuştur ki, bununla ilgili olarak şöyle birkaç mesele var:

İnsanın İhbar Manasında Kullanılması

Bu ifadenin takdiri, "Allah, mü'min kuluna, "Ey o ruh, ey o can..." demiştir" şeklindedir. Bu, Cenâb-ı Hakk'ın ya, tıpkı Hazret-i Musa (aleyhisselâm) ile dünyada iken konuşması gibi, o kuluna bir ikram olsun diye, kuluyla bizzat konuşmasıdır, yahut da bir melek vasıtasıyla kuluna hitab etmesidir. Kafffil şöyle der: "Her ne kadar bu hitap, zahiren bir emir ise de, mana bakımından bir haber cümlesi olup, takdiri, "Şüphesiz nefis mutmain olduğu zaman, Allah'a döner. Allah da ona, "Kullarım arasına, cennetime gir" der" şeklindedir." Kaffâl sözüne şöyle devam eder: "Emir cümlelerinin, haber cümlesi manasında kullanılmaları, arap dilinde pek çoktur. Bu, mesela arapların, "Utanmasan, istediğini yap", yani, "o zaman istediğini yaparsın" şeklindeki sözleri gibidir."

İtmi'nan Ne Demektir?

"İtmînân", "karar kılma - sebat etme" demektir. Bu karar kılışın nasıl olduğu hususunda şu izahlar yapılabilir:

1) Nefsin (ruhun), Hak ile içice yaşaması ve onu, hiçbir şek-şüphenin yenip, mahcup edememesi... Bu, "Fakat kalbim mutmain olsun diye (bunu istiyorum)" (Bakara, 2/260) ayetinden anlaşılan manadır.

2) Emîn, kendisine güvenen nefis, hiçbir korku ve kederin kendisini rahatsız etmediği bir candır. Bu tefsiri, Ubeyy b. Ka'b (radıyallahü anh)'ın “Yâ eyyetuhe'n-nefsu'l-mutmainneh” şeklindeki kıraati da destekler. Bu hususiyet, nefse bazan ölüm esnasında, "Korkmayın, üzülmeyin. Cennetle müjdelenin (müjdeler olsun cennet sizin)" (Fussilet, 41/30) hitabını duyduğu zaman; bunun ba's (diriliş) esnasında ve hiç şüphesiz cennete girerken hasıl olur.

3) Aklın hakikatlerine de uygun bir tefsire göre şöyle diyebiliriz: Hem nakli, hem de akli deliller, böylesi bir itminanın, ancak zikrullah ile meydana geleceğinde mutabıktırlar. Bu husustaki nakli delil, "Dikkat edin, ancak Allah'ın zikriyle kalbler mutmain olur" (Rad, 13/28) ayetidir. Akli delil ise, şu iki şekildedir:

1) Aklî kuvvet, sebepler zincirinde yükselmeye başladığında, her ne zaman zatı gereği "mümkin" bir sebebe varıp ulaştığında, akıl, bu sebebin başka bir sebebi olduğunu bilir, dolayısıyla burada durmaz, aksine herşeyden, daha üst şeye geçip tırmanmaya devam eder. Derken bu tırmanış, ihtiyaçların son bulduğu, zaruretlerin nihayete erdiği, zatı gereği vacibü'l-vücûd olan o yüce varlığa varıp dayanır. Binâenaleyh ihtiyaçlar o yüce varlığın katında sona erince, akıl da orada durur ve O'na yönelir ve artık O'ndan başkasına geçmez-yönelmez. Binâenaleyh akli kuvvet her ne zaman, mümkin varlıklardan birine dikkat etse ve ona yönelse, o şeyin yanında karar kılması imkansız olur. Fakat akıl, vacibü'l-vücûd'un celaline bakıp, herşeyin O'ndan olduğunu anladığında ise, bundan başkasına geçmesi imkansız olur. Böylece itminan'ın ancak vacibü'l-vücûd'un zikri ile elde edilebileceği sabit olur.

2) Kulun sınırsız ihtiyaçları vardır. Allah'ın dışındaki herşey, Allah'ın imdadı müstesna, bekası ve kuvveti sonlu şeylerdir. Sınırsız-sonsuz olan ise, sonlu ile kuşatılamaz. Binâenaleyh kulun sınırsız ihtiyaçları karşısında, itminanın-istikrarın olabilmesi için, ancak Allah'ın sonsuz kemalinin bulunması gerekir. Böylece marifetullahı, Allah'dan başka bir maksad ile tercih eden hiçbir kimsenin mutmain olamayacağı; onun nefsinin de, nefs-i mutmainne olamayacağı; ama marifetullah'ı, başka şey için değil, ancak O'nun için isteyenin nefsinin ise, "nefs-i mutmainne" olacağı sabit olur. Böyle olan herkesin ünsiyeti Allah Sübhanehû ve Teâlâ ile, arzusu, Allah'a yönelik; bekası yine Allah ile, sözü Allah ile beraber olmuş olur. İşte bu sebeple de böylesi canlara, dünyadan ayrılırken, "Sen O'ndan razı, O, senden razı olarak dön Rabbine" denilir. Bu, insanın, ancak ilahi tefekkür kuvveti açısından veya tecrid ve tefridde (yani insanlardan uzak, tek başına olmada) kamil olduğunda faydalanabileceği bir sözdür.

Nefsin Mahiyeti ve Mertebeleri

Bil ki Allahü teâlâ, Kur'ân-ı Kerim'de, mutlak "nefis"den bahsederek, "nefse ve onu düzenleyene..." (Şems, 91/7); "Sen nefsimdekini bilirsin, ama ben senin nefsindekini bilemem" (Maide, 5/116); "Hiçbir nefis, göz aydınlığı olarak kendileri için (cennette) neler sakladığını bilmez" (Secde, 32/17) buyurmuştur. Bazan "nefs"i, kötülükleri alabildiğine emreden birşey olarak niteleyerek, "Şüphesiz nefis, alabildiğine kötülüğü emreder" (Yusuf, 12/53) buyurduğu gibi; bazan da, "Levvâme" (çok kınayan) (Kıyame, 75/2) diye tavsif etmiştir. Bazan da, bu ayette olduğu gibi, "mutmainne" diye tavsif etmiştir.

Bil ki senin zatının ve hakikatinin, bizzat kendisi (nefsi) "Ben yaptım. Gördüm. Duydum. Öfkelendim. Arzu ettim. Hayal ettim. Hatırladım" gibi ifadelerinde kendisinden "Ben" diye bahsederek işaret ettiğin şeydir. Fakat bu işaretle kendisine işaret edilen şey, şu iki sebepten ötürü, şu gördüğümüz bünye değildir:

1) "Ben" demek suretiyle kendisine işaret ettiğin şey, bu belli bünye malum değil iken, bazan malum olabilir. Halbuki malum olan (bilinen), malum olmayandan başkadır.

2) Bu bünyenin cüzleri, her an değişmektedir. Halbuki "ben" diye işaret ettiğin şey, değişmemektedir. O halde, zarurî ve kesin olarak, benim yirmi yıl önce mevcut olan şey olduğunu biliyorum. Halbuki değişen, değişmeyenden başkadır. Binâenaleyh "nefis" (bazı), bu bünye değildir. Sen, "Bir takım kimseler, "Nefis, cisim değildir. Çünkü biz, uzayabilen, derinliği ve genişliği olan, belli bir yer tutan, bir hakikati bulunan bir maddeyi bilmediğimiz halde, "Ben" demek suretiyle ona işaret etmeyi düşünebiliyoruz. Halbuki malum olan, malum olmayandan başkadır" diyorlar" diyebilirsin. "Nefis" ile ilgili karşı örüşe verdiğimiz cevabı, Lubâbu'l-işârât adlı kitabımızda yer almaktadır.

Bazı kimseler de, "nefs"in, cismanî bir cevher, latif, saf, enasır-ı erbaadan meydana gelmiş kütlelere (maddelere) benzemekten uzak, nurani, semavi ve mahiyet itibariyle süfli (yerel) maddelerden farklı bir şey olduğunu söylemişlerdir. Binaenaleyh o cevher, bu kesif (maddi) bedene girdiğinde, beden can bulur. O bunu terkettiğinde ise, beden ölür. Birinci takdire göre, "tedbir" ve "tedbiri terketme" manasında, bu nefis, gelmekle dönmekle tavsif edilebilir; ikinci takdire göre ise, gelme-dönme, hakiki manada olmuş olur.

Ruhun Ezelî Olduğu İddiası

Eskilerden, nefsin ezelî ve ebedî olduğunu iddia edenler vardır. Bunlar, bu ayeti delil getirerek, "Bu, ancak bedenden önce de mevcut olan birşeye söylenebilecek bir sözdür" demişlerdir.

Bil ki bu iddia, bu sözün ne zaman söylendiği meselesine dayanır. Bu hususta şu iki izah yapılabilir:

1) Bu, ancak insan ölürken, söylenmiş bir hitabtır. Buna göre bu, ruhların bedenlerden önce (ezelî) olduğunu söyleyenlerin görüşünü kuvvetlendirir. Fakat ruhların (nefislerin), bedenlerden önce oluşundan, onların kadîm (ezelî) oldukları neticesi çıkmaz.

2) Bu hitab, öldükten sonra dirilişin gerçekleştiği ve kıyametin tahakkuk ettiği zamanla yapılmıştır. Buna göre mana, "Rabbine, yani Rabbin mükafaatlarına dön, kullarımın arasına, yani kendisinden çıktığın bedene gir" şeklindedir.

Mücessimenin Ayet Hakkındaki Yorumu

Mücessime, Hak teâlâ'nın “İlâ Rabbike” "Rabbine" ifâdesine tutunarak, buradaki “İlâ” harf-i cerrinin, inkita-ı gaye (mesafenin sonu) için olduğunu belirterek, (Cenâb-ı Hakk'ın bir mekanda olduğunu iddia etmişlerdir). Ama, bunun cevabı, ayet, "Rabbinin hükmüne, yahut Rabbinin mükafaatına, yahut da Rabbinin ihsanına dön" takdirindedir. Biraz önce bahsettiğimiz, akli kaideye varıp dayanan hakiki cevab ise şöyledir: Akli kuvvet, kendi akli seyri içerisinde vâcibü'l-vücûd bir zata varıp dayanıncaya değin, bir mevcuttan başka bir mevcuda, bir sebebten diğer bir sebebe geçip durur. Böylece işte burada, gayeler-mesafeler son bulur, hareketler sona erer.

“Râdiyeten Merdiyyeten” İfadesi Hakkında

Ayetteki, “Râdiyeten merdiyyeten” ifadesi, "verdiği mükafaatla sen O'ndan razısın; senin dünyada yaptığın amellerden ötürü de O senden razıdır" manasınadır. Bunun doğruluğunun delili, rivayet edilen şu husustur: "Rivayet olunduğuna göre, bir adam Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in yanında bu ayetleri okumuş, bunun üzerine Hazret-i Ebû Bekir (radıyallahü anh) "Ne kadar güzel" deyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) "Melek bu sözü sana da söyleyecektir" buyurmuştur.

28 ﴿