6

"O bir yetim olduğunu bilip de, (seni) barındırmadı mı?".

Bu ifadeyle ilgili birkaç mesele vardır:

Tenasüb

Bu ayetin daha öncekilerle münasebeti şöyledir: Allahü teâlâ, "O, bir yetim olduğunu bilip de..." buyurmuş, Hazret-i Peygamber de, "Evet, ey Rabbim.." deyince, Allah, "O vakitte yaptığın taatler mi daha kıymetli, yoksa şu andaki mi, bir bak!?" demiş, bu sebeple de, mutlaka, "Şu andakiler" denilmesi gerekmiştir. Bunun üzerine de Cenâb-ı Hak, şöyle buyurmuştur. "Sen, küçük ve aciz bir çocuk iken, biz seni terketmedik.. Tam aksine, seni eğittik, büyüttük ve Arş'ın tepe noktalarına çıkacak seviyeye yükselttik. Ve sana, "Sen olmasaydın, sen olmasaydın, Biz, kainatı yaratmazdık.." dedik. Ve şimdi sen, bu merhaleden sonra, seni terkedeceğimizi mi düşünür, zannedersin..."

“Elem yecidke” ifadesi Hakkında

Ayetteki, “Elem yecidke” ifadesi, "bilme" anlamına gelen vücûd kökünden olup, mansub olan ifadeler, “Vecede” fiilinin iki mef'ûlüdür. Buradaki "bulma" işi, Allah'ın bulması olup, mana, "Allah seni, yetim olarak bilip de, seni barındırmadı mı?" şeklindedir.

Yetim

Alimler, "yetim"in ne olduğu hususunda şu iki izahı yapmışlardır:

Birinci İzah: Tarihçilerin naklettiğine göre, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in annesi, ona hamile iken, babası Abdullah ibn Abdilmuttalib vefat etmiştir. Derken, Allah'ın Resulü, dünyaya gelmiş; kendisini, dedesi Abdülmuttalib ve annesi Amine ile beraber bulmuştur. Ama, altı yaşında iken, annesi Amine de ölmüştür. Böylece, dedesiyle beraber kalmıştır.

Annesinin ölümünden iki yıl sonra, dedesi de vefat etmiştir. Artık, Allah'ın Resulü sekiz yaşındadır. Dedesi Abdülmuttalib (ölümünden önce), onun amcası Ebû Tâlib'in himayesinde kalmasını öğütlemiştir. Zira, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in babası Abdullah ile Ebû Tâlib, aynı anadandırlar. Böylece, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, dedesinin ölümünden sonra, Allah kendisine peygamberliği verinceye kadar, onun işlerini yürüten şahıs, Ebû Tâlib olmuştur. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), uzun bir süre, Ebû Tâlib'in desteğiyle yaşamıştır. Derken, Ebû Tâlib de vefat etmiştir. Ama geçen bu süre içinde, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in üzerinde kesinlikle yetimlik emareleri görülmemiştir. İşte böylece, Cenâb-ı Hak, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e bu nimetini hatırlatmıştır.

Rivayet olunduğuna göre, Ebû Tâlib, kardeşi Abbas'a şöyle demiştir: "Sana, Muhammed'den sudur ettiğini gördüğüm şeyleri anlatayım mı?" deyince, Abbas,"anlat" dedi. Bunun üzerine Ebû Tâlib şöyle dedi:

"Ben onu yanımdan hiç ayırmadım. Onun hakkında hiç kimseye güvenmezken, onu, gece olsun gündüz olsun, onu nasıl yanımdan bir an ayırabilirdim?! Öyle ki ben onun yatağımda yatırıyordum. Bir gece ona, elbisesini çıkarmasını ve beraber yatmamızı emrettim. Ama, yüzünden, bundan memnun olmadığını, ancak ne var ki, bana karşı gelmek de istemediğini hissettim. İşte bunun üzerine o, "Ey amcam, elbisemi çıkarabilmem için yüzünü benden çevir... Çünkü, hiç kimsenin benim bedenime bakması uygun olmaz" dedi. Onun bu sözüne şaşırdım ve bakışlarımı başka tarafa çevirdim. Derken, yatağa girdi. Ben de o yatağa girince benimle kendisi arasında, engel oluşturacak bir bezin olduğunu gördüm. Allah'a yemin olsun ki, ben onu yatağıma her aldığımda, o son derece yumuşak ve adeta misk deryasına dalmışcasına güzel kokulu idi. Derken, onun bedenine bakma gayretine girdim. Ama, hiçbir şey göremedim. Çoğu kez, onun yatağımda olmadığını farkederdim. Onu aramaya kalktığımda ise, bana, "Amca, ben burdaysm.." diye seslenirdi. Ben de, tekrar yatağa dönerdim. Andolsun ki ben, çoğu kez, ondan beni hayrete düşürecek sözler dinliyordum. Bu iş, gecenin bir kısmı geçtikten sonra oluyordu. Biz, yerken, içerken besmele çekmiyor, yemenin içmenin sonunda da, "elhamdülillah" demiyorduk. Ama o, yemeğe başladığında, "Bir olan Allah'ın adıyla", "elhamdülillah" diyordu. Ben buna da taaccüb ediyordum. Hem sonra ben ondan, ne bir yalan ne bir kahkaha, ne bir cahiliyye adetinin sudur ettiğini görmediğim gibi, oynayan çocuklarla birlikte olduğunu da görmedim..." Bil ki, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) hakkında rivayet edilen ilginç olaylar, Râhib Behîra'nın ve diğerlerinin konuşmalarından dolayı, çok yaygındır.

İkinci İzah: Bu kelime, Arapların, “Durreten yetimeten” "Eşsiz inci" deyimindendir. Buna göre mana, "Rabbin seni, Kureyş arasında tek ve benzersiz olarak bulup da, seni himaye etmedi mi? Yani, sana, senin kendisine sığınacağın birisini, yani Ebû Tâlib'i hami kılmadı mı?" şeklinde olur.

“Âvâ” Kelimesi Hakkında

“Âvâ” ifâdesi “Uvâ” şeklinde de okunmuştur. Buna göre, ayetteki bu ifade şu iki manaya gelebilir: Bu kelime ya, yine “âvâhu” "Onu barındırdı" manasında, “Uvâhu” kökündendir; yahut da birisi birisine merhamet ettiğinde kullanılan “Uvâ lehu” kökündendir. Burada şöyle iki soru sorulabilir:

Minnet Etme Uygun Mu?

Birinci Soru: Cömert bir zatın, yaptığı iyiliği başa kakarak, "O, bir yetim olduğunu bilip de (seni) barındırmadı mı?" demesi nasıl güzel olur? Bu soruyu şu da pekiştirir: Allahü teâlâ, Firavun'un, onu zem sadedinde, "Seni, ey Musa, aramızda bir çocuk olarak bakmadık mı?" (Şuârâ, 26/18) dediğini nakletmiştir. Binâenaleyh, Firavun'dan sudur etmesi halinde kınanan şey, Allah'tan olunca nasıl güzel karşılanabilir?

Cevap: Bununla, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in kalbinin takviye edilmesi ve ona nimetlerin devam edeceğinin va'dedilmesi manası kastedilince, böyle denilmesi güzel ve yerinde olur. İşte, böylece bu başa kakış ile, Firavun'un başa kakması arasındaki fark, ortaya çıkmış olur. Çünkü, Firavun'un başa kakması, yaptığı iyiliği geçersiz kılan bir başa kakıştır. Çünkü Firavun'un maksadı, Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'ya, "Ne oluyor da, şimdi de sen bize hizmet etmiyorsun?" demektir. Halbuki, Allah'ın başa kakması, ona daha fazla nimetler vereceğini bildirme sadedindedir. Cenâb-ı Hak sanki, "Sana ne oluyor da, benden ümidini kesiyorsun. Seni terbiye etmeye başlamış olan ben değil miyim? Sen yaptıklarımı terkedeceğimi mi sanıyorsun? Tam aksine, hem sana, hem de ümmetine olan nimetlerimi tamamlamam gerekmektedir. Nitekim Hak teâlâ "Nimetimi size tamamlayayım diye..." (Bakara, 2/150) buyurmuştur. Sen, günü tamamlanmazdan önce çocuğunu düşünen hamile kadının bu hareketinin, geri tepen bir kusur olduğunu bilmiyor musun? Şimdi o kadın veya erkek, bir müdahele sonucu o çocuğu düşürürse, keffaret vacib olur ve zemmı hakeder. Binâenaleyh böyle bir terkediş, Hay ve Kayyûm olan zattan sadır olması nasıl makul sayılabilir? O halde şimdi, minnet eden, başa kakanın Allah olması ile Firavun olması arasındaki fark, ne kadar büyük bir farktır! Bunun bir benzeri de, o ümmet hakkında, onların içlerinden birisinin, "Üç kişiler. Dördüncüleri ise köpekleridir" (Kehf, 18/22) demesi ile, bu ümmet hakkında, "üç kişinin bir araya gelip fısıldaşması halinde, onların dördüncüleri O (Allah)dır" (Mücadele, 58/7) denilmesidir. Binâenaleyh dördüncüleri, köpekleri olan ümmet ile dördüncüleri Rableri olan ümmet hakkında hayli fark vardır.

İkinci Soru: Allahü teâlâ, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e şu üç şeyi minnet etmiş, sonra da ona, Rabbisinin nimetlerini hatırlamasını emretmiştir? Binâenaleyh bunlar arasındaki münasebet ve ilgiyi nasıl izah edersiniz?

Cevap: Bu münasebetin izahı sadedinde şöyle diyebiliriz: Borcu ödemek vacibtir. Borç, biri mali, diğeri in'âmî (iyilik, lütuf ve nimet cinsînden) olmak üzere iki türdür. İkincisi, daha güçlü bir vacibtir. Çünkü mali olan bazan ibra (af) yolu ile düşebilir. Ama ikincisi, ibra yolu ile daha da güçlenir. Mâlî olan, bir kere ödenince, borçlu taraf bundan kurtulmuş olur. İkincisini ise, ömür boyu ödemen gerekir. Sonra kul-köle mesabesinde olan bir mü'minin, o ufacık nimetinin karşılığını ödemek bile imkansız olduğuna göre, mûn'im-i azîm olan O yüce Allah'ın o koca koca nimetlerinin durumu ya nasıl olur?

İşte buna göre kul, sanki "Senin, içimdeki pisliklerimi dış derimle örttüğün gibi, af örtünle günahlarımı da örteceğine dair, senden bir müjde olarak, "Ey Rabbim Sen beni yokluktan varlığa, tığ gibi bir delikanlı olarak, dışı temiz içi berbat olarak çıkardın. O halde Senin o sınırsız nimetlerinin karşılığını vermem nasıl mümkün olabilir?" der. Bunun üzerine Allahü teâlâ, "Bunun yolu, kullarım hakkında sana yaptığım muameleyi yapmandır. Çünkü sen bir yetim idin, Ben seni barındırdım. Öyleyse bütün yetimlere sen de böyle davran. Sen şaşırmıştın, seni doğruya ilettim. Sen de bütün kullarıma böyle davran. Sen fakir ve muhtaçtın, seni ihtiyaçsız kıldım. O halde sen de kullarıma karşı bu şekilde davran. Hem sonra bunları yaparken sen, seni muvaffak kılmam, sana olan lütfum ve irşadım sayesinde yaptım. Şu halde hep bu nimetleri ve lütufları hatırlayıcı ol" buyurmuştur.

Doğru Yola Koyan O'dur

6 ﴿