7

"Seni kaybolmuş bulup da, yolunu doğrultmadı mı?".

Bil ki bazı kimseler, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in işin başında mü'min olmadığı, Allahü teâlâ'nın ona daha sonra hidayet edip, peygamber kıldığı kanaatindedirler. Bu cümleden olarak Kelbî, bu ayete, "Sen sapık kavmin içinde bir kafir idin de, O Allah seni tevhide iletti" manasını verirken, Süddî de, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in kırk yıl, kavminin dini üzere olduğunu söylemiştir. Mücâhid ise bu ayete, "Sen hidayetten uzak iken, Allah seni bu ayete, "Sen hidayetten uzak iken, Allah seni dinine iletmedi mi?" manasını vermiştir. Bu görüşte olanlar, görüşlerine şu ayetleri de delil getirirler: "Sen, kitab nedir, iman nedir bilmezdin" (Şûra, 42/52); "Sen, daha önce gafillerden idin" (Yusuf, 12/3); "Eğer şirk koşarsan, şüphesiz amellerin boşa gider" (Zümer, 39/65). İşte bu ayetler, bu mananın doğru olmasını gerektirir, bu ayet de, bunun doğru olduğuna delalet edince, bu ayeti bu manaya hamletmek gerekir.

Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Hayatı Boyunca Hidayette

Ama alimlerin çoğu, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, ömrü boyunca, bir an dahi küfür içinde olmadığında müttefiktirler. Mu'tezile ise, bunda hoşlanılmayan bir şey bulunduğu için, peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) de aklen böyle bir şeyin söz konusu olamayacağını söylemişlerdir. Biz ehl-i sünnet alimlerine göre ise, böyle bir şeyin olması aklen imkansız değildir. Çünkü bir şahsın önce kafir iken, derken Allah'ın imanı nasib edip de, sonra da peygamberlik vererek ikramda bulunması aklen caizdir. Ne var ki, mümkin olan bu şeyin, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in tahakkuk etmediğine dair naklî delil vardır. Bu da, "Sizin arkadaşınız, ne saptı ne de azdı" (Necm, 53/2) ayetidir.

Dalaletin Muhtemel Yirmi Manası

Alimler bu ayetin izahı sadedinde şunları söylemişlerdir:

1) İbn Abbas (radıyallahü anh), Hasan el-Basrî, Dahhâk ve Şehr b. Havşeb'den rivayet olunduğuna göre, bunlar ayete, "Rabbin seni nimetin bilgilerinden ve şeriatın hükümlerinden habersiz olarak bulup, seni bu bilgilere iletmedi mi?" manasını vermişlerdir. Bu mana, "Sen kitab nedir, iman nedir bilmezdin?" (Şûra, 42/65) ve "Sen daha önce gafillerden (habersizlerden) idin" (Yusuf, 12/3) ayetleriyle de anlatılandır.

2) Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), kendisini dedesine teslim etmek istediğinde, süt annesi Halime'yi kaybetmişti. Süt annesi Halime, Hübel putunun yanına girmiş ve bu problemini ona arzetmiş. Derken putlar düşüşmeye başlamışlar. Halime o esnada, "Bizim helakimiz bu çocuğun eliyle olacak" diyen bir ses duymuştur. Bu hususta uzun bir hikaye vardır.

3) Merfu olarak rivayet edilen bir hadis-i şerifte, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle demiştir: ... "Küçük bir çocuk iken ben dedem Abdülmuttalib'i kaybetmiştim. Açlıktan nerdeyse ölecek vazıyete geldim. Nihayet Allah beni ona kavuşturdu". Bu hadisi, Dahhâk nakletmiş ve Abdulmuttalib'in, Kâ'be'nin örtüsüne yapışarak şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Ya Rabbi çocuğum Muhammed'i Bana geri ver. Ne olur onu bana geri ver ve bana lütufta bulun. Abdülbuttalib bu beyti-duayı tekrar ederken, devesine binmiş ve kucağında da Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) olduğu halde, Ebû Cehil gelir ve şöyle der:

"Senin bu oğlundan neler gördüğümüzü sen bilemezsin?" dedi. Bunun üzerine Abdulmuttalib, "Bu da niçin?" deyince, Ebû Cehil şöyle dedi:

"Ben devemi çöktürdüm, onu terkime bindirdim, ama devem bir türlü kalkmadı. Ancak onu kucağıma alınca kalktı. Böylece bu deve adeta, "Ey ahmak adam, imâm (lider) budur. Öyle ise, daha nasıl muktedinin (uyanın) arkasında durabilir" dedi."

İşte bu cümleden olarak İbn Abbas (radıyallahü anh) da, Cenâb-ı Hakk'ın, Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'yı düşmanının elinde koruyup muhafaza ettirdiğinde, Musa (aleyhisselâm)'ya yaptığı gibi, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'i de dedesine, düşmanının eliyle getirmiştir.

4) Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Hazret-i Hatice (radıyallahü anh)'nin kölesi Mesyere ile birlikte çıkınca, bu kafir köle onun devesinin yularından çekiyordu. Derken Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) yolunu kaybetti. İşte bunun üzerine Allahü teâlâ, Cebrail (aleyhisselâm)'i bir insan kılığında indirdi ve Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'i Cebrail (aleyhisselâm) kılavuzladı.

Şu da rivayet edilmiştir: "Ebû Tâlib onu Şam seferi için yanına almıştı. Derken Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kayboldu. Allah ona, yolunu buldurdu."

5) Arapça'da, "Su sütün içine karışıp kaybolduğunda, “Dalle'l-mâu fi'l-lebeni” denilir. Buna göre ayetin manası, "Sen, Mekke'de kafirler arasında kaybolmuştun. Derken Allah seni güçlendirdi de, böylece dinini galib getirebildin" şeklinde olur.

6) Araplar çölde tek olan, adeta çöl içinde kaybolmuş ağaca, "dâlle" derler. Buna göre Hak teâlâ sanki, "O beldeler, sen hariç, içinde Allah'a iman ve marifetullah meyvesini taşıyan hiç bir ağaç bulunmayan bir çöl gibidir. Binâenaleyh sen, bu cehalet çölünde yetişen, tek bir ağaçsın. Ben seni böylece tek, adeta yitmiş olarak buldum ve senin sebebinle, insanları hidayete erdirdim" demek istemiştir ki Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, “El-hikmetu dâletu'l-mü'mini” "Hikmet, mü'minin yitiğidir" Keşfü'l-Hafa 1/363. hadis-i şerifi de bunun bir benzeridir.

7) Bu, "Allah seni, küçük bir çocuk iken, marifetullah'dan habersiz olarak bulup da, sende akıl, hidayet ve marifet yaratmadı mı?" demektir. Nitekim Hak teâlâ, bir başka ayette, "Allah sizi, analarınızın karnından, siz bir şey bilmez iken alarak çıkardı" (Nahl, 16/78) buyurmuştur. O halde bu ayette geçen, "dâli" ile, "ilimden boş" manası kastedilmiş olup, "yanlış inançlara kapılmış ve sapıtmış" manası kastedilmemiştir.

8) Bu, "Sen, peygamberlikten bî-haberdin; böyle birşey arzusunu bile taşımıyordun. Bu aklına bile gelmiyordu." Çünkü yahudi ve hristiyanlar, peygamberliğin İsrailoğullarına mahsus olduğunu iddia ediyorlar. Dolayısıyla Ben, seni, kesinlikle bir arzu ve düşüncen bulunmayan, nübüvvete ilettim" demektir.

9) Bazan kavmin reisine, kavmi murad edilerek, bu şekilde hitab edilir. Buna göre bu ayet, "Senin kavmini sapmış olarak bulup da, senin ve şeriatın sayesinde doğruya iletmedi mi?" manasında olur.

10) Bu ifade, "seni sapıtan kimlerden ayrı, onlardan uzak tek başına bulmadı mı? Binâenaleyh senin onlardan uzaklığın her ne zaman ileri olursa, onların sapıklıkları da o nisbette ileri olur. İşte bu sebeple, seni onlara karışmaya, içlerine girmeye ve onları apaçık olan bu dine davet etmeye iletmedi mi?" demektir.

11) Bu, "Seni, hicretten uzak, Kureyş'in elinde şaşkın ve onlardan ayrılmayı arzulayan biri olarak bulmadı mı?" Halbuki Allah'ın izni olmadan, hicret etmen mümkün değildir. Binâenaleyh Allah, hicretine müsaade edip, Ebû Bekir es-Sıddîk (radıyallahü anh)'i de, hicrette sana yoldaş kılıp, seni Ümmü Ma'bed'in çadırına iletip, Sürâka hadisesinde olanlar olup, dindeki kuvvet ortaya çıkınca, ayetteki “Fehedâ” "yolunu doğrulttu" ifadesi ile murad edilen şey olmadı mı?" demektir.

12) Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), kıbleyi bilmiyordu. O hep kıblesinin, Kâ'be olmasını temenni edip duruyordu ve bunun mümkün olup-olmadığını bilemiyordu. İşte Hak teâlâ onu, "Seni, razı olacağın bir kıbleye çevireceğiz" (Bakara, 2/144) beyanıyla bu arzusuna iletmiştir. Böylece Hak teâlâ, bu şaşkınlığı, bilememeyi, "dalâlet" diye adlandırmıştır.

13) Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), tâ işin başında Cebrail (aleyhisselâm) gözükünce, o, bunun Cebrail (aleyhisselâm) olup-olmadığını bilememiş ve bundan alabildiğine korkmuştu. Derken, kendisini o dağdan atmak, intihar etmek istemişti. İşte Allahü teâlâ, ona bu hususta hidayet etti, böylece bunun Cebrail (aleyhisselâm) olduğunu anladı.

14) "Dalâl", sevgi ve muhabbet manasınadır. Bu tıpkı, "Şüphesiz sen, o eski dalailindesin (sevgindesin)" (Yusuf, 12/95) ifadesinde olduğu gibidir. Buna göre mana, "Sen hep o sevgiyi yaşıyorsun. Binâenaleyh Ben seni, sevdiğine kendi vasıtasıyla hizmet edebileceğin şeriat ahkamına ilettim" şeklinde olur.

15) Bu, "Sen dünya işleri, ticaret ve benzeri şeyleri bilmiyordun. Bunlara seni Ben ilettim ve böylece ticaretinde kazanç sağladın; çok kâr elde ettin. Derken Hatice, böylece sana meyletti" demektir ki bu da, "Senin dünyaya vukufiyyetin yoktu. Dinden başka birşey bilmiyordun. Dolayısıyla artık bundan sonra, sana dünya işlerini de öğrettik" demektir.

16) Bu, "Kavmin içinde adeta kaybolmuştun. Onlar sana eziyet ediyorlardı. Senin tebaa olarak kalmana bile rızâ göstermiyorlardı. Derken Allah senin işini takviye etti ve seni, onların amiri-reisi yaptı" demektir.

17) Bu, "Sen kaybolmuştun. Göklerin yollarını bilemiyordun. Binâenaleyh Ben sana bu yolları gösterdim. Böylece Miraç gecesinde, göklere çıkarıldın" demektir.

18) Bu, "O seni dâll, yani unutan birisi olarak bulup da, hidayete erdirmedi mi, yani sana hatırlatmadı mı?" demektir. Çünkü Hak teâlâ, "O kadınlardan birisi unutursa, diğeri ona hatırlatsın diye..." (Bakara, 2/282) ayetinde "dalâlet" kelimesini "unutma" manasına kullanmıştır. Bu böyledir. Çünkü Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), miraç gecesi, Cenâb-ı Hakk'ın heybeti yüzünden, denilmesi gerekli şeyleri unuttu da, Allahü teâlâ ona, Kendisini nasıl medh-ü sena edeceğini hatırlattı. Böylece Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), "Sana yapılacak sana layık, medh-ü senaları sayamam" diyebildi.

19) Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), her ne kadar kalben (aklen) Allah'ı tanıyor idiyse de, peygamber olmazdan önce, müşriklere karşı açıktan muhalefet gösteremiyordu. İşte onun bu hali, "dalâlet" diye ifade edilmiştir.

20) Hazret-i Ali (radıyallahü anh), Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ehl-i cahiliyyenin yaptıkları şeylerden sadece iki şey yapmaya yeltendim. Ama her defasında Allah, benimle istediğim o şey arasına girip, bana mani oldu. Artık bu iki şeyden sonra, Allah bana peygamberlik görevi ile ikramda bulunana kadar (ve ondan sonra), hiçbir kötü şey yapmaya yeltenmedim. (O iki şey de şu idi:) Bir gece, Mekke'nin yüksek yerlerinde benimle beraber koyun güden Kureyşli bir çocuğa "Keşke benim koyunlarıma da göz-kulak olsan da, Mekke'ye gidip gençlerin sohbetlerine (eğlencelerine) katılsam" dedim ve bu istekle oradan ayrıldım. Derken yolumun üzerindeki ilk eve vardım ve bir def-zurna (eğlence) sesi duydum. Onlar, "falan oğlu falan, falan kızla evleniyor" diye ilan ediyorlardı. Onları seyredeyim diye oturdum. Allah bana bir uyku verdi, ben de uyuya kaldım. Güneşin dokunuşu beni uyandırdı." Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) sözüne şöyle devam eder: "Arkadaşımın yanına döndüm. O bana, "Ne yaptın" diye sorunca, "Birşey yapmadım" deyip, hadiseyi anlattım. Yine bir başka gece arkadaşıma aynı şeyi söyledim. Derken Allahü teâlâ, bana bir uyku verdi, yine güneşin dokunuşu beni uyandırdı. Artık bu iki şeyden sonra, Allah bana risalet görevi ile ikram edinceye kadar, böylesi mâlâyânî (lüzumsuz) şeylere yeltenmedim. Kenzü'l-Ummal, 11/32135, 12/35438.

Seni Gayre Muhtaç Etmedi

7 ﴿