3

"Senin sırtına ağır gelen o yükünü de kaldırıp attık".

Bu ayetlerle ilgili olarak birkaç mesele var:

Ayetin İfadesi

Müberred şöyle der: "Ayetin bu şekilde ifadesi, “Elem neşrah...” ayetinin, soru şeklindeki lafzına değil, manasına göredir. Çünkü sen, "Kaldırıp atmadık mı?" diyemezsin. Ancak, “Elem neşrah...” ayetinin manası, soru değil, olumlu “Şerehnâ” "şerh ettik, genişlettik" şeklindedir. Binâenaleyh bu ikinci ayet, genişlettik" şeklindedir. Binâenaleyh bu ikinci ayet, birinci ayetin lafzına değli, manasına göre getirilmiştir. Çünkü eğer bu ayet, birincinin zahirine (lafzına) atfedilmiş olsaydı, “Venedau anke” "yükünü kaldırıp atarız" şeklinde olması gerekirdi."

"Vizr" Kelimesi Hakkında

"Vizr", günah yükü demek olup, izahı "Onlar vizrlerini yüklenirler" (En'âm, 6/31) ayetinin tefsirinde geçti. Buradaki ayet, Hak teâlâ'nın, "Geçmiş gelecek günahlarını bağışlamak için..." (Feth, 48/2) ayeti gibidir.

Ayetteki “Ellezi Enkada Zahrake” "Sırtına Ağır Gelen" İfadesi Hakkında

Ayetteki “Ellezi enkada zahrake” "sırtına ağır gelen" ifadesine gelince, dilciler şöyle derler: "Bu hususta esas izah şudur: Yük sırta ağır geldiğinde, sırttan bir "nakîd", yani bir gıcırtı (hafif bir ses) duyulur ki bu, hayvanların sırtına yerleştirilen tahtervanın ve semerin, göç yükünün ve kaburgaların sesidir. Yahut da, üzerine yük vurulduğunda, devenin çıkardığı ses olup, bu, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e, günah yükünün ağır geldiğini anlatmak için, mecazi bir ifadedir.

Nebilerde İsmet Sıfatı

Peygamberlerin de günah işleyebilecekleri görüşünde olanlar, bu ayeti delil getirmişlerdir. Ama buna şu iki şekilde cevap verilir:

1) Peygamberlerin, küçük günah işleyebileceklerini söyleyenler, ayetteki "vizr"i küçük günahlar manasına almışlardır. Buna karşı, Hak teâlâ'nın, "Sırtına ağır gelen o vizr (yükün)" ifadesi, bunların büyük günah olduğuna delalet eder. Binâenaleyh daha nasıl bu ifade, küçük günahlar manasına alınır" denilmesin. Çünkü biz diyoruz ki küçük günahlar bağışlanmış olmasına rağmen, "sırta ağır gelen", "beli kıran" olarak tavsif edilmeleri, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, kendinden böyle bir şey sadır olması halinde, alabildiğine gamlanmasından ve buna son derece pişmanlık duyacağından ötürüdür. O sebeple zail olacak mükafaat büyük olduğundan dolayı bu şekilde bir tavsif yapılmıştır.

Bu, Mu'tezile'nin görüşüne göre yapılmış bir izahtır. Ama bunda şöyle bir problem vardır: O da şudur: Kâdî'ye göre, Cenâb-ı Hakk'ın küçük günahları affetmesi vacibtir. Halbuki Allahü teâlâ, bu ayeti, bir lutfunu ve ihsanını anlatmak için getirmiştir. Üzerine vacib olan birşeyi yerine getirmek suretiyle lütufta bulunduğunu söylemenin doğru olmayacağı ise malumdur.

Vizr'in Muhtemel Manaları

2) Buradaki "vizr" (yük), "günah"tan başka bir manaya hamledilebilir. Buna göre şu izahlar yapılabilir:

a) Katâde şöyle der: "Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, peygamberlik öncesi, cahiliyet döneminde geçmiş günahları vardı. Bu günahlar ona ağır geliyor, üzüntü veriyordu. Dolayısıyla Allah, bunları bağışladı."

b) Bundan murad, hakkıyla yerine getirme, gereklerini ifa etme ve hukukunu görüp gözetmeden ötürü, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in sırtına ağır gelen, nübüvvet yüklerinin hafifletilmesidir. Dolayısıyla Allahü teâlâ, işte bu yükü ona kolaylaştırmış ve böylece yükünü ondan almış, o, nübüvvet yükünü kolay taşır hale gelmiştir.

c) "Vizr", câhilyye dönemindeki insanların, Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm)'in sünnetini değiştirmelerini, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in hoş görmeyişi manasınadır. Çünkü Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Allah onu kuvvetlendirip de, "Şimdi İbrahim'in dinine uy" deyinceye kadar, onlara karşı çıkamıyordu.

d) Bunlar, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e sanki kendi günahı gibi ağır gelen, ümmetinin günahlarıdır. Zira Hak teâlâ, "Sen onların içinde olduğun sürece, Allah onlara azab etmeyecek" (Enfal, 33) buyurup da böylece dünyada onlara azab etmeyeceğine, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e garanti verip, öbür dünyada da onlara şefaat edebileceği va'dinde bulunmaya kadar, ümmeti hakkında ne yapacağını bilemiyordu.

e) Bu, "sadır olması halinde, sırtına ağır gelecek olan, böylesi günahlardan koruduk" demektir. Böylece mecazi olarak, "koruduk" yerine, "kaldırıp attık" ifadesi kullanılmıştır. Rivayet edilen şu husus da bunu gösterir. Hazret-i Peygamber, peygamber olmazdan önce, def ve zurna dinlemek için, eğlenceli bir düğün yemeğinde bulunmuş. Ama Allahü teâlâ ona bir uyku vermiş ve ancak sabahın sıcaklığı onu uyandırmış.

f) "Vizr", Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in Cebrail (aleyhisselâm) ile ilk karşılaştığında, ondan duyduğu heybet ve korkudur. Çünkü bu esnada onu bir titreme almış ve neredeyse kendini o dağdan atacak olmuş. Derken kendine gelmiş ve Cebrail (aleyhisselâm)'e öylesine alışmış ki, şimdi de, ona olan iştiyakından ötürü, yine neredeyse kendisini o dağdan atacak hale gelmiştir.

g) "Vizr", Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in başına gelen eziyetler ve sövüp-saymalardır. Öyle ki (başlangıçta) bütün bunlar ona son derece zor geliyor ve kendisini titreme alıyordu. Derken Allahü teâlâ onu kuvvetlendirdi de, müşrikler yüzünü (Uhud'da) yaralarken bile, "Allah'ım, kavmimi hidayete erdir" diyecek hale geldi.

h) Eğer bu sûrenin inişi, amcası Ebû Tâlib ve hanımı Hazret-i Hatice'nin ölümünden sonra ise, yemin olsun ki, bunlardan ayrılışı Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e, büyük bir vizr (yük) gibi gelmiştir, İşte Cenâb-ı Hak, bu yük ve sıkıntısını, onu göklere çıkarıp, her melek tarafından karşılanıp selamlaması ile kaldırıp atmıştır. Böylece de Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in namı yücelmiştir. İşte bundan ötürü Hak teâlâ, "Senin namını da yükselttik" (İnşirah, 94/4) buyurmuştur.

i) Buradaki "vizr" (yük) ile ve "ağır gelme" ile Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, peygamberlik öncesi hayreti kastedilmiştir. Çünkü O, mükemmel aklıyla, Allahü teâlâ'nın, kendisi üzerindeki büyük nimetleri, kendisini yokluktan varlığa çıkarışını, hayat, akıl ve çeşitli nimetler verişini görünce, Allah'ın bu tür nimetleri, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) üzerinde öylesine bir ağırlık oluşturuyordu ki, neredeyse bu, utancından ötürü, onun belini kıracaktı. Çünkü Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Allah'ın üzerindeki nimetlerinin kesintiye uğramadan devam ettiğini görüyor, ama (bunlara karşılık) Rabbisine nasıl itaat edeceğini bilemiyordu. Binâenaleyh kendisine nübüvvet ve mükellefiyet gelip de, Rabbisine nasıl itaat etmesi gerektiğini öğrenince, utancı azaldı ve yükleri hafifledi. Çünkü cimri bir kimse, kendilerine hizmetle karşılıkta bulunmaksızın dahi, nimetlerin artışından utanmaz. Fakat kerim bir insan, herhangi bir hizmet ile de olsa, nimetlere karşılık veremez bir halde iken, kendisine durmadan nimet verildiğinde, bu durum, neredeyse utancından ölecek şekilde, onda bir yük oluşturur. Binâenaleyh nimet veren, bir tür hizmetle, nimet verdiğini mükellef tutunca, nimet ona hafif gelir ve günlü rahatlar.

Hazret-i Peygamber'în Ününün Yüceliği

3 ﴿