3

"Andolsun incire, zeytine, Sîna dağına ve şu emin şehre ki...".

Bil ki, buradaki mûşkil, "et-tîn" ve "ez-Zeytûn"un, kıymetli, nadir şeylerden olmayışlarıdır. Binâenaleyh, Cenâb-ı Hakk'ın, bu iki şeye yemin etmesi nasıl uygun düşebilir? İşte bu sorudan dolayı, bu hususta şu iki görüş mevcuttur.

İncir ve Zeytûn İle Yemin

Birinci Görüş: Tîn ve Zeytûn ile, maruf olan bu iki şey, yani incir ile zeytin kastedilmiştir. Çünkü İbn Abbas, "Evet, evet, bu sizin bildiğiniz incir ve zeytindir" demiştir. Bu görüşü savunanlar, incir ve zeytinin özelliklerine dair şunları naklederler:

İncirin Özellikleri

İncire gelince, bu kimseler şöyle derler: Bu, hem bir gıda, hem zevkine yenen şey, hem de bir ilaçtır. İncirin bir gıda olmasına gelince tabipler, bunun, güzel bir taam yiyecek, hazmedilmesi çabuk, mideye oturmayan, mizacı yumuşatan, terleme yoluyla dışarı atılan, balgamı azaltan, böbrekleri temizleyen, mesanedeki kumları ve taşları düşüren, bedeni besleyen, ciğer ve dalağın gözeneklerini açan bîr şey, bir gıda olduğunu belirtmişlerdir. O halde bu yemişlerin en iyisi ve en beğenilenidir. Rivayet olunduğuna göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e, bir tabak incir hediye edilmiş, ondan yemiş, sonra da ashabına, "Yeyiniz. Şimdi ben, şayet, cennetten bir meyvenin inmiş olduğunu söylemiş olsaydım, onun bu (incir) olduğunu söylerdim. Çünkü cennet meyveleri de, çekirdeksizdir. Binâenaleyh, onu yeyiniz; zira o incir, basuru sona erdirir, ayaktaki romatizma (ağrılarına) da faydalı olur" buyurmuştur. Ali ibn Musa er-Rıdâ (radıyallahü anh)'dan da, şöyle dedikleri rivayet edilmiştir: "İncir, ağız kokusunu giderir, saçları uzatır ve felce karşı da bir güvencedir."

İncirin bir ilaç olmasına gelince, bununla bedendeki fazlalıkların atılması hususunda tedavi yapılır.

Bil ki incirin, bahsettiğimiz şeylerin dışında kalan, daha nice şöyle özellikleri vardır:

1) İncirin dışı da içi gibi olup, mesela bir ceviz gibi değildir. Çünkü, cevizin dışı sert kabukludur. Ve mesela, bir hurma gibi de değildir Çünkü hurmanın içinde, çekirdek vardır. Tam aksine biz diyoruz ki, mesela ceviz ve karpuz gibi dışı işe yaramayan, ama içi çok güzel olan meyveler olduğu gibi, mesela hurma ve erik gibi, içi değil de dışı güzel olan meyveler vardır. Ama incire gelince, onun hem dışı hem de içi güzeldir.

2) Üç çeşit ağaç vardır. Birisi va'deder, va'dinde durmaz (yani, meyve verecekmiş gibi yapar, ama vermez). Bu, "şeceretu'l-hilâf" (vadinden cayan ağaç) denilen Sülağan'dır. İkincisi va'deder ve va'dini yerine getirir. Bunlar da, mesela elma vs. gibi, ilk önce tomurcuklanıp, çiçek açan, daha sonra da meyve verenlerdir. Üçüncüsü de, va'dden önce, meyvesini sergileyen, bol bol veren ağaçtır. Bu da, incir ağacıdır. Çünkü incir ağacı meyvesini, çiçek açarak va'd etmezden önce verir. Hatta sözü değiştirip şöyle de diyebilirsin: İncir, iddia etmeden önce, manayı, özü ortaya koyan bir ağaçtır. Bunu da geçerek şöyle diyebilirsin: İncir, kendisini çiçekle, yaprakla gizlemeden önce meyvesini veren bir ağaçtır. Halbuki elma, kayısı ve diğerleri ise işe, önce kendisinden başlar, daha sonra başkalarını görürler. Ama incir ağacına gelince, bu ağaç, kendisine ihtimam göstermeden önce başkalarına değer verir. Binâenaleyh diğer ağaçlar, Hazret-i  Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, "Önce kendinden başla, sonra geçimini üzerine aldığın kimselere başa" Müslim, Zekât, 95, 97, 106 (2/717-718-721). hadis-i şerifîindeki muamele erbabı gibi oldukları halde, incir Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) gibidir. Zira Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), menfaat konusunda işe önce başkasından başlardı. Eğer artan birşey kalırsa, sonra onu kendisi alırdı. İncir ağacı da Hak teâlâ'nın, "Kendilerinin ihtiyacı olsa bile, mü'min kardeşlerine öncelik verirler" (Haşr, 59/9) beyanıyla methettiklerindendir.

3) Bu ağacın özelliklerinden birisi de şudur: Diğer ağaçların meyveleri düşürüldüğünde, artık o yıl, yeniden meyve vermez. Ama incir böyle değildir, o hep hizmet sunmaya devam eder. Çünkü düşen meyvelerin yerine yenileri çıkar.

4) Bir kimse rüyasında incir görse, bu, zengin ve hayırlı bir adam olacağına delalet eder. rüyasında incir elde ettiğini görse, büyük bir mal varlığına kavuşacağına işarettir. İncir yediğini görse, Allahü teâlâ'nın ona çoluk-çocuk vereceğine bir işarettir.

5) Rivayet olunduğuna göre Hazret-i Âdem (aleyhisselâm)'den cennette o hata sadır olup, elbiseleri onu terkedince, incir yapraklarıyla örtünmeye çalıştı. Yine rivayet olunduğuna göre Hazret-i Âdem (aleyhisselâm), incir yapraklarıyla örtünmüş olarak cennetten inince yalnızlık hissetti de, etrafında ceylanlar dolaşmaya başladı. Böylece onlara alıştı ve o incir yapraklarının bazılarını onlara yedirdi. Allahü teâlâ, o ceylanlara hem şeklen, hem manen bir güzellik nasib etti, kanlarını da miske çeviriverdi. Ceylanlar yerlerine gidince, diğer ceylanlar bunlardaki o harikulade güzellikleri gördüler. Ertesi gün diğerleri de onlar gibi, Hazret-i Âdem (aleyhisselâm)'e geldiler. Hazret-i Âdem (aleyhisselâm) onlara da incir yapraklarından yedirdi. Allahü teâlâ bunların şekillerini de güzelleştirdi, ama kanlarını miske çevirmedi. Zira birinciler, birşey umarak değil, sırf Hazret-i Âdem (aleyhisselâm) için gelmişlerdi. Diğerleri ise, zahiren Hazret-i Âdem için; batınen de bu şeyleri umarak gelmişlerdi. İşte bu sebeple, Cenâb-ı Hak, bunların zahirini güzelleştirdi fakat batınlarını değiştirmedi.

Zeytinin Özellikleri

"Zeytin"e gelince, bu da mübarek bir ağaçtır. Bu, bir açıdan yemiş, bir açıdan katık, bir açıdan da ilaçtır. Zeytin ağacı, hemen hemen bütün beldelerde, bir terbiye ve bakıma ihtiyaç hissetmeden biter-büyür. Hem sonra zeytinin faydası, sadece kişinin bedenine gıda olmak değildir, o aynı zamanda lambaların da gıdası (yakıtı)dır ve bu yağlı bitki yağ namına hiçbirşey bulunmayan dağlarda biter. Bir kimse rüyasında, zeytin yaprağını aldığını görse, bu, onun en sağlam bir kulpa tutunduğuna bir işarettir. Bir hasta İbn Sîrîn'e "Rüyamda sanki bana, "İki lambayı ye ki şifa bulasın" denildiğini duydum" demiş. Bunun üzerine İbn Sirîn, "Öyle ise zeytin ye, çünkü zeytin lâ-şarkiyye ve lâ garbiyye, yani ne doğulu-ne batılı bir bitkidir, her yerde bulunur" demiştir.

Müfessirler, incir ve zeytinin, aslında şu yenilen iki şeyin ismi olduğunu, bunlarda işte böylesine üstün fayda ve özelliklerin bulunduğunu, dolayısıyla ayetteki bu kelimeleri zahiri manalarına hamletmek ve bunlardaki bu menfaat ve özelliklerden ötürü Allahü teâlâ'nın bunlara yemin ettiğine hükmetmek gerektiğini söylemişlerdir.

Maksad Malum Meyveler Değildir Yorumu

İkinci Görüş: Bu ifadelerle, şu bildiğimiz iki bitki kastedilmemiştir. Bu görüşte olanlar, şu izahları yapmışlardır:

1) İbn Abbas (radıyallahü anh) şöyle der: "Bunlar, Arz-ı Mukaddes'de bulunan iki dağdır. Bunlara Süryânice, "Tûr-u Tînâ" ve "Tûr-u Zîtâ" denilir. Zira bu iki bitki, bu iki dağda bitmektedir. Bundan dolayı Hak teâlâ sanki, bu ifadelerle, aslında peygamberlerin çıktığı beldeye yemin etmiştir. Binâenaleyh Hazret-i İsâ (aleyhisselâm)'nın doğduğu ve kendisinde incir ile zeytinin yetiştiği bu dağ, Şam beldesi olup, Şam çoğu İsrailoğlu peygamberin gönderildiği beldedir. Tûr, Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'nın, "beled-i emîn" (emin şehir) de Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in peygamber olarak gönderildiği yerdir. Binâenaleyh bunlara yemin etmek, aslında bu peygamberleri ululamak ve derecelerinin yüce olduğunu bildirmek içindir.

2) Buradaki incir ve zeytin ile, iki mescid kastedilmiştir. İşte bu cümleden olarak, İbn Zeyd, Tîn (incir) ile, Dımeşk (Şam) mescidinin; zeytin ile de Beyt-i Makdîs'in kastedildiğini söylerken; diğerleri, "Tîn, Ashab-ı Kehf'in Mescidi; zeytin de îliyâ Mescidî'dir" demişlerdir. İbn Abbas (radıyallahü anh), "Tîn"in, Cûdî Dağı üzerinde yapılmış olan, Nûh (aleyhisselâm) Mescidi; "Zeytin"in de, Beyt-i Makdis olduğunu söylemiştir. Bu görüşü benimseyenler bu fikri, bir taat yeri olduğu için, mescidlere yemin etmenin son derece güzel olacağından ötürü benimsemişlerdir. Dolayısıyla incir ve zeytinin çokça bulunduğu bu beldeler, bu mescidler olunca, Hak teâlâ da, Tîn ve Zeytin'e yemin etmekle yetinmiştir.

3) Tîn ve Zeytin ile, iki belde kastedilmiştir. Bu cümleden olarak, Ka'b, "Tîn, Dımaşk (Şam); zeytin ise Beyt-i Makdis'dir" derken, Şehr b. Harşeb, "Tîn, Küfe; zeytin ise Şam'dır" demiştir. Rabî'den bunların, Hemedân ile Hulvân arasında iki dağ olduğu da rivayet edilmiştir. Bu fikri benimseyenler de, Yahudi ve Hristiyanlar ile Müslümanlar ve Kureyş müşriklerinden herbiri kendi beldelerini suladıklarından ötürü ve Allahü teâlâ'nın bu beldelerin hepsine birden yemin edişinden ötürü benimsemişlerdir. Şöyle de denebilir: "Dımaşk (Şâm beldesi) ve Beyt-i Makdis'de dünya nimetleri, Tûr (dağında) ve Mekke'de ise din nimetleri vardır, çoktur."

Tûr-i Sînîn

Hak teâlâ'nın "Sina dağına (yemin olsun ki)" ifadesine gelince, buradaki "Tür" ile, üzerinde Allahü teâlâ'nın Hazret-i Musa (aleyhisselâm) ile konuştuğu dağ kastedilmiştir. Alimler, "sînîn" ve "sînâ"nın, bu dağın bulunduğu yerin iki ismi olduğunu ve bu yere nisbet edilerek böyle söylendiklerini söylemişlerdir. Müfessirlere gelince, mesela, İkrime'nin rivayetine göre, İbn Abbas (radıyallahü anh) "Tûr"un, dağ; "sînîn'in ise, Habeşce'de "güzel" manasına geldiğini söylemiştir. Mücâhîd de, "sînîn"e, "mübarek" manasını vermiş, Kelbî, "ağaçlı dağ" manasını vermiştir. Mukatil ise, "Nabatca'da, meyveli ağaçların bulunduğu her dağ "sînîn" ve "sînâ"dır" der. Vahidî de şöyle der: "Evlâ olan, "sînîn" kelimesinin, Tûr dağının bulunduğu yerin ismi olmasıdır. Sonra bu yer, güzelliğinden veya mübarek (bereketli) oluşundan ötürü sînîn ve sînâ adını almıştır. Kendisine muzaf olduğu için "sînîn"in, "Tûr"un sıfatı olması caiz değildir.

Emin Belde

Hak teâlâ'nın 'Ve şu emin şehre (yemin olsun ki)" ayetindeki "Beled-i Emîn"den murad Mekke'dir. Buradaki "emîn", âmin (emniyet veren) manasınadır. Keşşaf sahibi, "Bu ifade, Arapça'daki tıpkı "emîn" kimsenin, kendisine emanet edilen şeyi koruyup muhafaza etmesi gibi, kendisine gireni muhafaza ettiği için,”Emine'r-raculu, emanete fehuve âminun” "O adam emin oldu, o emindir" ifadesindendir. Yine aynı kökten olarak, fâ'iI sığasında, ism-i mef'ûl (güvenilen) manasında olması da mümkündür. Çünkü bu belde, Hak teâlâ'nın da, "Haremen Âminen" (Ankebût, 29/67) buyurarak, emniyetli olmakla nitelendiği gibi, her türlü endişe ve korkudan emin olunan bir beldedir" demiştir.

Mekke'nin Emîn Oluşu

Alimler, Mekke'nin, Harem Bölgesinin "emin" oluşu hususunda şu izahları yapmışlardır:

1) Allahü teâlâ burasını, inşaallah ileride de izahı geleceği üzere, o meşhur Fil (Ebrehe) Ordusu'ndan koruyup, emin kılmıştır.

2) Burası, senin için hemen hemen gerekli herşeyi bulundurmaktadır. Binâenaleyh ölümü haketmiş bir müslüman buraya iltica ettiğinde, güvenlikte olur, hatta yırtıcı hayvanlar ve av hayvanları bile, bu beldeye girip sığındıklarında, buranın eminliğinden istifade ederler, yani avlanılmazlar.

Hacer-i Esved'in Eminliği

3) Rivayet olunduğuna göre, Hazret-i Ömer (ra.), Hacer-î Esved'i öpmüş ve "Sen ne zararı, ne faydası olan bir taşsın. Eğer Resulüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın seni öptüğünü görmeseydim, seni öpmezdim" demiştir. Bunun üzerine, Hazret-i Ali (k.v) ona, "Fayda ve zarar vermeyeceğini kim demiş. O zarar da verir, fayda da verir. Çünkü Allahü teâlâ, Hazret-i Âdem (aleyhisselâm)'in zürriyetinden mîsâk (söz) alınca, bu mîsâkı beyaz bir kağıda yazdı ve o gün Hacer-i Esved'in bulunduğu rüknün (köşenin), bir dili, iki dudağı ve iki gözü vardı. Cenâb-ı Hak, "Ağzını aç" dedi ve bu kağıdı ağzına koydu, "Kıyamete kadar sana, yani bu mîsâka vefa göstereceklerin, buna karşılık Allah'dan vefa bulacaklarına şahid ol" dedi. Bunun üzerine Hazret-i Ömer (radıyallahü anh), "Ey Hasan'ın Babası, senin içlerinde yer almadığın bir toplumda ben de bulunmam" dedi.

İnsanın Ahsen-i Takvimde Yaratılışı

3 ﴿