6"Sakın!.. Çünkü insan muhakkak azar...". Bu ayetle ilgili birkaç mesele vardır: Nüzul Sebebi 1) Müfessirlerin ekserisi, buradaki "insan" sözü ile tek bir insanın kastedildiğini, bunun ise Ebû Cehil olduğunu söylemektedirler. Şimdi, bu görüşte olanlardan kimileri, bu sûrenin, buradan başlamak üzere, sonuna kadarki kısmın Ebû Cehil hakkında nazil olduğunu söylerlerken, “Eraeytellezi yenhâ” (Alak, 9) ayetinden itibaren sonuna kadar olan kısmın Ebû Cehil hakkında nazil olduğunu da söyleyenler bulunmaktadır. İbn Abbas şöyle demektedir: "Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) namaz kılıyordu. Derken Ebû Cehil geldi ve "Ben sana bunu yasaklamamış mıydım?" dedi de, bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onu kovdu.. Derken Ebû Cehil, "Vallahi sen, benim Mekke vadisinde en fazla taraftan bulunan kimse olduğumu biliyorsun.." dedi de, bunun üzerine Cenâb-ı Hak, "O vakit meclisini toplasın. Biz (de) zebanileri çağırırız..." (Alak, 96/17-18) ayetini gönderdi. İbn Abbas şöyle der: "Vallahi, o, şayet taraftarlarını çağıracak olsaydı, Allah'ın zebanileri onu kıskıvrak yakalayacaktı.." Cenâb-ı Hak, böylece sanki ona, Kendisini bir "alakdan, meniden yaratıldığını, dolayısıyla kibirlenmemesi gerektiğini anlatınca, o, böylece, tuğyan ve azgınlığını azdırdı ve Mekke'deki malı ve önderliği ile üstünlük tasladı. Rivayet olunduğuna göre Ebû Cehil, "Mekke'de benden daha kerimi yoktur.." dedi. Allah'ın laneti üzerine olsun, o, belki de bunu, Cenâb-ı Hakk'ın “Ve Rabbuke'l-ekrem” ifâdesine karşı söylemiştir. Bu görüşü savunanlardan bazıları, bu sûrenin, ilk nazil olan sûrelerden olmadığını iddia ederken, bazıları da şöyle demektedirler. Bu sûrenin başından itibaren beş ayet, ilk nazil olan ayetler olup, geriye kalan kısım ise, bundan sonra Ebû Cehil hakkında nazil olmuş olabilir. Daha sonra da Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e, bu kısmın, bu sûrenin sonuna eklenmesi emredilmiş olabilir. Çünkü, ayetlerin sıralanması, ancak Allah'ın emriyle olmuştur. Baksana, Cenâb-ı Hakk'ın (Bakara, 2/281) ayeti, müfessirlerce, en son nazil olan ayetlerdendir. Ama, bu, kendisinden şunca zaman evvel nazil olan bir sûreye yerleştirilmiştir. 2) Bu ayette geçen, "insan" sözüyle, tüm insanlar kastedilmiştir. Birinci görüş, rivayetler nazar-ı dikkate alınınca, her ne kadar daha açık ise de, ancak ne var ki, bu görüş, ayetin zahiri açısından doğruya daha yakındır. Çünkü Cenâb-ı Hak, insanı, bir "alaka"dan yaratmasına ve onu zengin kılıp nimetlerini ziyadeleştirmek suretiyle, ona, daha önce bahsetmiş olduğu pekçok nimet ve ihsanlarda bulunmasına rağmen, o insanın azdığını, günahlarda aşın gittiğini ve nefsinin arzularına uyduğunu beyan buyurmuştur ki, bu, bir tehdittir ve insanı, böyle bir tutumdan caydıran, men eden bir husustur. Sonra Cenâb-ı Hak, bu caydırıcilsğı, "Muhakkak ki Rabbinedir dönüş..." (Alak, 96/8) ayetiyle pekiştirmiştir ki bu, "O'nun dışında mâlik'in bulunmadığı yeredir dönüş..." demektir. Böylece, insandan sudur eden amellerden dolayı muhasebe tahakkuk edecek ve insan, yaptığı ile hesaba çekilecektir. Kellâ Edatı Hakkında Bu ayetin başındaki “Kellâ” ifâdesi hususunda şu izahlar yapılabilir: 1) Bu, Allah'ın nimetlerine tuğyanı ile karşılık vermek suretiyle küfrân-ı nimette bulunanlar için bir caydırma ve men etmedir. Burada, nankörlük yapan birisinden bahsedilmiş olmasa bile, ilgili söz, buna delalet etmektedir. 2) Mukatil de şöyle der: "Bu ayetin manası, "Hayır, insan, kendisini " 'alaka"dan yaratanın, cahil iken onu alim yapanın Allah olduğunu bilmemektedir. Çünkü insan zenginleşince, azıyor, tekebbür ediyor ve kalben, dünya ve sevgisine iyice dalıyor, böylece de, bu durumlar hakkında tefekkür edemiyor ve bunlar hakkında düşünemiyor. 3) Sahibu-n Nazm olan el-Cürcanî de şunu zikretmektedir: "Buradaki “Kellâ”, “Hakkan” "gerçekten" anlamındadır, zira bu ifadeden ne önce, ne de sonra, “Kellâ” nın kendisi için cevap teşkil edeceği herhangi bir şey yoktur. Ve bu ifade, ulemanın, “Kellâ ve'l-kamer” (Müddessir, 74/32) ayeti hakkında, dedikleri gibidir. Çünkü onlar, bu ayetteki “Kellâ”nın, "Evet, aya yemin olsun ki..." anlamına geldiğini iddia etmişlerdir. Lâm İle Te'kid "Tuğyan", tekebbür ve temerrüddür. Bu ayet hakkında sözün özü şudur: Allahü teâlâ, bu sûrenin başında, herhangi bir insanın kendisine muttali olamayacağı ve hakikatlerine vakıf olamayacağı bir biçimde tevhidine, kudret ve hikmetine dair apaçık delillerden bahsedince, bunun peşinden, bu delillerden gaflet etmedeki asıl sebebin, dünya sevgisi, mal, makam, servet ve kudret tutkusu olduğunu belirtmiştir. Çünkü, kalb körlüğünün gerçek sebebi, işte ancak budur. Buna göre şayet, "Firavun rububiyyet iddiasında bulundu. Ama Cenâb-ı Hak onun hakkında, "Firavun'a git, çünkü o azdı" “Tağa” (Nâziât, 79/17) buyurmuş, ama burada ise, Ebû Cehil hakkında “Leyetğâ” buyurmuş, böylece, bu fiili lâm ile pekiştirmiştir. Binâenaleyh, bu ilave lamın sebebi nedir?" denilirse, biz deriz ki: Burada şu izahlar yapılabilir: 1) Cenâb-ı Hak, Musa (aleyhisselâm)'ya, "Firavun'a git, çünkü o azdı..." demiştir. Ama bu söz, Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'nın Firavun'la karşılaşmasından, ona delilleri sunmasından ve onun da, rububiyyet iddiasında bulunmasından önce söylenmiş bir sözdür. Ama, burada Cenâb-ı Hakk'ın ayeti, Ebû Cehil, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'i çirkin bir biçimde karşılayıp onun fiilini yadırgayınca, Resulünü teselli için zikretmiştir. 2) Firavun, onca saltanatına rağmen, küfrü, söz olmaktan öteye geçmemiş, Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'yı öldürmeye ve ona eziyyet etmeye yeltenmemiştir. Ama Ebû Cehil'e gelince, mevkiinin bunca azlığına rağmen, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'i öldürmeye ve ona eziyyet etmeye niyetlenmiştir. 3) Firavun, başlangıçta Hazret-i Musa (aleyhisselâm)'ya ihsanda bulunmuş, ölürken de, "Amentü" demiştir. Ama, Ebû Cehil'e gelince, ta çocukken Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e haset etmiş, son nefesinde de, "Muhammed'e benim öldüğümü ve bana ondan daha kötü birisinin gelmemiş olduğunu söyleyin..." demiştir. 4) Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ile Hazret-i Musa (aleyhisselâm), peygamber iseler de, Hazret-i Muhammed (aleyhisselâm) (habîb), kelîm (Hazret-i Musa) (aleyhisselâm) karşısında, elin, göz mukabilinde olması gibidir. İnsan, gözünü elinden çok daha fazla korur. Hatta, gözünü eliyle korur. İşte bu sebepten dolayı, buradaki mübalağa ve tekid daha fazladır. |
﴾ 6 ﴿