16

"Sakınsın O. Eğer vazgeçmezse, andolsun, onu perçeminden tutup sürükleriz, yalana günahkar perçeminden...".

"Kellâ" Hakkında

Ayetin başındaki "kellâ" ile ilgili olarak şu açıklamalar yapılabilir:

1) Bu, Ebû Cehil'i caydıran ve onu Allah'a ibadetten nehyedip de Lât'a ibadeti emretmesinden meneden öldürme veya onun boynuna basma gibi, ileri sürdüğü şeyleri hiçbir zaman yapamayacak, bu arzusuna ulaşamayacak. Aksine, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in talebesi olan (Abdullah b. Mes'ûd) onu öldürecek, göğsüne oturacak" demektir.

2) Mukâtil bu ayete şu manayı vermiştir. "Hayır hayır. O, Allah'ın kendisini gördüğünü bilmiyor. Bilse bile, bildiğinden istifade etmeyince, sanki bilmemiş gibi oluyor."

Hak teâlâ daha sonra, "Eğer vazgeçmezse" yani içinde bulunduğu halden, takibettiği yoldan vazgeçmezse, "Andolsun, onu perçeminden tutup sürükleriz, yalancı günahkar perçeminden" buyurmuştur. Bu ifadeyle ilgili olarak şöyle birkaç mesele var:

"Sürükleriz" İfadesi Hakkında

Ayetteki, "sürükleriz" ifadesinin ne demek olduğu hususunda şu izahlar yapılabilir:

1) Bu "Biz onun perçeminden tutar, çekerek cehenneme sürükleriz" demektir. Çünkü "şef ", birşeyi birşeye tıkmak ve onu şiddetli bir biçimde çekmek demektir. Buna göre ifade tıpkı, "O (kafirler), perçemlerinden ve ayaklarından yakalanırlar" (Rahman, 55/41) ayeti gibi olur.

2) "Şef ", vurmaktır. Buna göre ayet, "Biz onun yüzünü tokatlarız" demektir.

3) Bu, "Biz onun yüzünü karartırız" demektir. Nitekim dilci Halil şöyle der: "Bir şeyi, yüzünü ve derisini değiştirecek bir biçimde ateş yaladığı zaman, “Kad sefehatuhu'n-nâru” denilir. Çünkü "sef " üzerine, kazan konulan üç taş demektir. Bu taşlara, siyahlaşmış oldukları için bu ad vermiştir. Binâenaleyh "sefa", yanlarda-yanaklarda meydana gelen siyahlık demektir. Velhasıl yüzün karartılması, o şahsın hor ve hakir kılındığının bir işaretidir.

4) Bu ifade, "Biz onu damgalarız" manasınadır. Nitekim İbn Abbas (radıyallahü anh) "Onun hortumu (burnu) üzerine damga basarız" (Kalem, 68/16) ayetinin tefsirinde bahsedilen kişinin de yine Ebû Cehil olduğunu söylemiştir.

5) Bu, "Onu zelil kılarız" demektir.

Kıraat

Bu ifade, nûn-u müşeddede ile, “Lenesfeanne” şeklinde de okunmuştur. Bu sürükleme işini yapan Allah ve melekleridir. Nitekim Hak teâlâ, "Şüphesiz Allah da, Cebrail de, salih mü'minler de o peygamberin dostudur. Hepsine ilaveten melekler de onun destekçisidir" (Tahrim, 66/4) buyurmuştur.

İbn Mes'ûd (radıyallahü anh) bu kelimeyi "Ben sürüklerim" şeklinde okumuştur. Buna göre Allahü teâlâ, "Ey Muhammed, o kafiri hor ve hakir kılmayı üzerine alan Benim" demiş olur. Bu manada ayetin bir benzeri de, "Seni destekleyen O'dur" (Enfal, 8/62) ve "Sana sekîneti indiren O'dur" (Fetih,48/4) ayetleridir.

Nüzul Sebebi: Ebû Cehil ve İbn Mes'ûd

Buradaki "sef " (sürükleme) ile, bu kafirin Ahirette cehenneme sürükleneceği kastedileceği gibi, dünyadaki sürüklenişi de kastedilmiş olabilir. Dünyada sürüklenişi hususunda şu izahlar yapılabilir:

1) Rivayet olunduğuna göre Ebû Cehil, "Eğer Muhammed'i namaz kılarken görürsem, ensesine basacağım" deyince Allahü teâlâ bu sûreyi indirdi. Cebrail (aleyhisselâm)'ı, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e bunu Ebû Cehil'e okumasını, sonunda da Allah'a secde etmesini emretti. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de aynen böyle yaptı. Bunun üzerine Ebû Cehil, ensesine basmak için ona doğru koştu, ona yaklaşınca da, birden gerisin geri döndü. Ona, "Ne oldu?" denildiğinde de, "Benimle onun arasında, ağzını açmış bir hayvan gördüm. Eğer Muhammed'e doğru yürüseydim, kesinlikle beni yutacaktı" dedi. Cebrail (aleyhisselâm) ile Mikâil (aleyhisselâm)'in, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in iki omuzunda aslan şeklinde gözüktükleri ileri sürülmüştür.

2) Bununla, Bedir günündeki hadise kastedilmiştir. Dolayısıyla bu ifade, Allahü teâlâ'nın, müslümanların o Ebû Cehil"in perçeminden (kakülünden) yakalayacaklarını; yasaklama işini yeniden yapınca onu öldürmeye sürükleyeceklerini müjdeleyen bir ifade olmuş olur. Binâenaleyh Ebû Cehil, bu engelleme işine yeniden yeltenince, Allahü teâlâ müslümanlara Bedir günü onun perçeminden tutma fırsatını vermiştir.

Rivayet olunduğuna göre, Rahman Sûresi nazil olunca, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), ashabına, "Sizden kim bu sûreyi, Kureyş'in ileri gelenlerine okuyacak?" dedi. Kureyş'in işkencesinden korktukları için ashab, buna cesaret edemeyip, ağırdan aldılar. Bunun üzerine Abdullah b. Mes'ûd (radıyallahü anh) kalkıp, "Ey Allah'ın Resulü, Ben (okurum)" dedi. Ama Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onu oturttu. Aynı şeyi tekrar sordu, yine İbn Mes'ûd (radıyallahü anh) kalktı. Bu iş, sonunda Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), yine İbn Mes'ûd (radıyallahü anh)'a müsaade edinceye kadar tekrarlandı. Halbuki Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) güçsüz ve cüssesiz olduğu için, bu işi onun yapmamasını istiyordu. Böylece İbn Mes'ûd (radıyallahü anh), Kureyş'in ileri gelenlerinin yanına vardı. Onları Kâ'be'nin etrafında toplanmış olarak buldu ve bu sûreyi okumaya başladı. Bunun üzerine Ebû Cehil kalktı, onu tokatladı ve kulağını yarıp kanattı. İbn Mes'ûd (radıyallahü anh) gözleri yaşlı bir vaziyette, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in yanına döndü. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onu bu vaziyette görünce, kalbi rikkate geldi ve başını kederli bir biçimde önüne eğdi. O sırada Cebrail (aleyhisselâm) gülerek ve müjdeli bir şekilde çıka geldi. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), "Ey Cibril, İbn Mes'ûd ağlarken sen gülüyorsun" deyince, Cebrail (aleyhisselâm), "İleride bunun sebebini anlayacaksın" dedi. Müslümanlar Bedir günü galip gelince, İbn Mes'ûd (radıyallahü anh), mücahidler arasında kendisinin de bir payı olsun diye, bir şeyler araştırıyor, ölüler arasında dolaşıyordu. Birden Ebû Cehil'i, baygın ve hırlar bir vaziyette önünde buldu. İbn Mes'ûd (radıyallahü anh) yine de, Ebû Cehil'in gücünün-kuvvetinin yerinde olabileceğinden, dolayısıyla kendisine zarar vereceğinden enşidelendi de, uzaktan mızrağını Ebû Cehil'in burnu üzerine koyup, dürttü. Belki de Hak teâlâ'nın, "Onun hortumu (burnu) üzerine damga basacağız" (Kalem, 68/16) ayetiyle kastettiği damga bu idi. Ebû Cehil'in güçsüz olduğunu ve kalkamayacağını anlayınca, usta bir biçimde üzerine çullandı, göğsünün üstüne oturdu. Ebû Cehil, gözlerini açıp onu görünce, "Ey küçük çoban, yemin olsun ki sen sarp-yüce bir yere çıktın" dedi. İbn Mes'ûd (radıyallahü anh) da, "İslâm üste çıkar, onun üstüne çıkılmaz" Kenzû'l-Ummal, 1/246. dedi. Ebû Cehli, "Arkadaşına (Muhammed'e) şunu ulaştır: Hayatımda, ondan daha çok öfkelendiğim-buğzettiğim hiç kimse yoktur. Şu öldüğüm anda da yine en çok öfkelendiğim odur" dedi. Rivayet olunduğuna göre Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onun böyle dediğini duyunca: "Benim Firavun'um Musa'nın Firavun'undan daha şedid. Çünkü onun Firavun'u (ölürken-boğulurken) "iman ettim" dediği halde, benimki, isyanını artırdı" buyurmuştur. Ebû Cehil daha sonra İbn Mes'ûd (radıyallahü anh)'a, "Başımı kendi kılıcımla kes. Çünkü bu daha keskin ve bilenmiştir" dedi. İbn Mes'ûd (radıyallahü anh) onun başını kesince, taşıyamadı. Belki de Allah Sübhanehû ve Teâlâ, şu sebeplerden ötürü, İbn Mes'ûd (radıyallahü anh) bu başı taşıyamasın diye, İbn Mes'ûd (radıyallahü anh)'u çelimsiz yarattı:

a) Herşeyden önce Ebû Cehil, bir köpektir. Köpek ise çekilir, sürüklenir.

b) O, Kur'ân okuyunca İbn Mes'ûd (radıyallahü anh)'un kulağını yarmıştı. Böylece kulak kulağa bir kısaslaşma olacak.

c) Hak teâlâ'nın, "Perçeminden tutup sürükleriz" buyurarak haber verdiği tehdidin gerçekleşmesi için... Böylece onun başı, ön tarafından sürüklenmiştir. Çünkü İbn Mes'ûd (radıyallahü anh), onun başını taşıyamayınca, kulaklarını deldi, oralardan ip taktı ve onu sürükleyerek Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e götürdü. İşte tam bu sırada Cebrail (aleyhisselâm), Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in yanında gülüyor ve "Ey Muhammed, kulağa karşılık kulak... Fakat burada, kulağın yanısıra bir de baş var" diyordu. Ebû Cehil'in öldürülmesi hususunda lafız olarak değil de mana olarak nakledilenler bundan ibarettir ki bütün bunlar, Hak teâlâ'nın "perçeminden tutup sürükleriz" ifadesinin manasıdır.

Nâsiye

Nâsiye, alındaki saç, yani kaküldür. Ama bazan, saçların bittiği yere de "nâsiye" denir. Fakat Hak teâlâ burada, bununla Ebû Cehil'in bütün yüzünü ve başını kastetmiştir. Belki de bunun sebebi, onun kakülünü taramayı ve onu güzelleştirmeye fazla ihtimam göstermesidir. O, saçlarının siyah olmasına ve siyaha boyamaya önem verirdi. İşte Allahü teâlâ ona, saçlarıyla birlikte yüzünü de siyahlaştıracağını haber vermiştir.

Yalancı Nâsiye

"en-Nâsiye"nin başına harf-i tarif getirilmek suretiyle "marife" yapılmıştır. Buna göre Hak teâlâ sanki şöyle demek istemiştir: "Sizce maruf olan, bilinen nâsiye, onun kendisidir. Fakat bu nâsiyenin özellikleri sizce meçhuldür. Yani, o, söz bakımından, yalancı, fiil bakımından suçlu bir nâsiyedir." Allahü teâlâ bu nâsiye'yi, "yalancılık"la nitelemiştir. Çünkü bu nâsiye (perçem sahibi), "Muhammed'i peygamber olarak göndermedi" diyerek Allah'a karşı; "O ya sihirbazdır, ya yalancıdır, yahut peygamber değildir" demek suretiyle de peygambere karşı yalan söylüyordu. Onun yalanının, "Mekke vadisinde en çok taraftarı (adamı) bulunan benim" şeklindeki sözü olduğu da söylenmiştir.

Günahkâr Nâsiye

Cenâb-ı Hak bu nâsiye (sahibini), "hâtıe", yani hatalı-günahkar diye de tavsif etmiştir. Çünkü bunun sahibi, Allah'a karşı direten bir nankördür. Nitekim Hak teâlâ, "O (pis) akıntıları ancak hâtıeler, günahkarlar yer" (Hakka, 69/37) buyurmuştur. "Hâtı" ile "muhti'" arasındaki fark şudur: Hâti', yaptığının karşılığını gören, bundan dolayı hesaba çekilen; "muhti" ise, (bunu hataen yaptığı için), hesaba çekilmeyen, muaheze edilmeyendir.

Hak teâlâ tıpkı yüzleri, "Onlar Rablerine bakacaklardır" (Kıyame, 75/23) ayetinde, "nazır" (bakan) diye niteleyişi gibi, "nâsiye"yi (kakülü) de "yalancı" diye nitelemiştir.

İ'rab

Ayetteki "nâsiye" kelimesi, "en-Nâsiye"den bedeldir. Nekire olduğu halde, marife olan o kelimeden bedel yapılması caiz olmuştur. Çünkü nekire olan bu kelime kazibe ve hatıe kelimeleriyle tasvif edilince, bir tür mariferik kazanmıştır.

Nâsiye Kelimesindeki Kıraatler

Ayetteki "nâsiyeten" kelimesi ref ile "nâsiyetün" şeklinde de okunmuştur. Buna göre takdiri, "O, yalancı ve hatalı bir nâsiyedir" şeklindedir. Bu kelime, nasb ile "nâsiyeten" şeklinde de okunmuştur. Ref ile okunuşu da, nasb ile okunuşu da şetm (zemm) üzeredir. (Onun kınamak için...).

O Adamlarını Toplasın, Biz De Toplarız

Bil ki Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Ebû Cehil'e ağır konuşup, bu ayetleri ona okuyunca, o, "Ben bu Mekke vadisinde, en çok taraftarı olan birisi olduğum halde sen beni kimle tehdid ediyorsun" deyip de, malını yedirdiği taraftarlarıyla övününce, Hak teâlâ'nın şu ayetleri nazil oluverdi:

16 ﴿