18"Şimdi meclisini çağırsın o. Biz de zebanileri çağırırız". "Nâdi"nin ne demek olduğu, (Ankebût, 29/50) ayetinin tefsirinde geçmişti. Ebû Ubeyde, ayetteki bu kelimeye "Meclisiniz halkını - adamlarını çağırsın" manasını vermiştir. Velhasıl nâdiye denilmez. İnsanlar oraya gidip-geldikleri, orada toplandıkları için oraya "nâdiye" ismi verilir. Mekke'deki "dâru'n-Nedve"ye de bu ad, işte bu yüzden verilmiştir. Çünkü onlar, "dâru'n-Nedve" de (meclislerinde), meşverette bulunmak için toplanıyorlardı. Buraya, burasının iyilik ve cömertlik yeri olmasından ötürü, yine "nâdiye" ismi verildiği de ileri sürülmüştür. Cenâb-ı Hak bu ayette, onların meclisine, tehekküm (istihza) için "nâdiye" demiştir, yani "senin iddiana göre sana yardım etmeleri için, o kerem ve cesaret ehli insanlan (!) haydi topla" demek istemiştir. Ebû Ubeyde ve Müberred, "zebâniye"nin müfredinin "zibniyetün" şeklinde olduğunu; aslının ise, "Onu defetti, yitti" manasındaki “Zebenethu” fiilinden olduğunu; insanların ve cinlerin azgınlarına da "zebani" denildiğini söylemişlerdir. Hem mana, hem de takdir açısından "ifrit" kelimesi de böyledir. Nitekim Arapça'da, "Falanca zebanidir, ifrittir" denilir. Ahfeş, bazı kimselerin, "zebaniyetün" kelimesinin müfredinin, "zebânî" olduğunu söylediklerini naklederken; diğer bazıları bunun müfredinin, "zâbin" şeklinde olduğunu söylemişlerdir. Diğer bazıları da bunun, tıpkı "ebâbîl" ve "abâdîd" kelimeleri gibi, kendi lafzında müfredi bulunmayan bir cemî olduğunu söylemişlerdir. Sözün özü, bu kelimeyle, azab melekleri kastedilmiştir. Bunların, çok ileri derecede kuvvetli olduklarında şüphe yoktur. Mukâtil, “Bunlar, ayakları yerde, başları gökte olan cehennem bekçileridir.” Derken; Katade, “Zebani”nin Arapça'da, “polis” manasına olduğunu ve bunların çok çetin, kuvvetli ve haşin melekler olduğunu söylemiştir. Cehennem meleklerine, bunlar, kâfirleri cehenneme fırlatıp attıkları için “zebani” denmiştir. Bu ayetle ilgili olarak iki görüş vardır: Birinci Görüş: Bu, "Adamlarını çağıracağına ve onlarla Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in davasını boşa çıkaracağına dair olan iddiasını yapsın. Çünkü eğer o böyle yapsaydı, Biz de meclisinin adamlarının, karşısında aciz kalacakları, zebanileri çağırırdık" demektir. İbn Abbas (radıyallahü anh) şöyle demiştir: "Eğer Ebû Cehil meclisini çağırsaydı, o anda zebaniler, kendisinin göreceği şekilde, onu kıskıvrak yakalarlardı." Ayetin bu ifadesinin, onun dünyada iken tıpkı bir köpek leşi gibi sürükleneceğine dair Allah'ın bir haberi olduğu ve bunun bedir günü gerçekleştiği ileri sürüldüğü gibi, "Hayır, ayetin bu ifadesi, ahirette zebanilerin onu cehenneme sürükleyeceğini anlatıyor" da denilmiştir. İkinci Görüş: Ayette bir takdim-tehir vardır. Buna göre mana, "Biz onun perçeminden yakalacağız ve ahirette zebanileri çağıracağız. Şimdi o da ahirette, meclisini çağırsın da, onlar onun bu haline mani olsunlar, mani olabilirlerse..." şeklinde olur. Buradaki Mucize “Felyed'u nâdiyeh” ifadesinin başındaki fâ, ayetin ifade ettiği hususun bir mucize olduğunu gösterir. Çünkü bu, o kafiri, meclisini ve kavmini davet hususunda tahrik etmektedir. O kafir her ne zaman bunu yapmaya yeltense, mutlaka (Allah'ın) zebanileri davet işi de olacaktı. Binâenaleyh o buna cesaret edemeyince bu, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in mucizesinin zuhur ettiğine delalet eder. Bu ifade meçhul olarak, “Senud'â” "çoğrılırlar" şeklinde de okunmuştur. Bunun başındaki "sîn", şek (şüphe-ihtimal) taşıyan bir ifade değildir. Çünkü bizzat Allahü teâlâ tarafından kullanılan, (umulur ki) lafzı, o şeyin muhakkak olacağını ifade eder. Hele de Cenâb-ı Hakk'ın, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e, onun için düşmanlarından intikam alacağını müjdelediği zaman... Belki de, buradaki ifadenin başındaki sîn ile, "Velev ki bir müddet sonrakiler olsa, mutlaka sana yardım edeceğim" İbn. Mace, sıyaim, 48 (1/557). ifadesi kastedilmiştir. Sakın Kafire İtaat Etme |
﴾ 18 ﴿