11"Gerçekten o gün Rableri onlardan, tamamıyla haberdardır". Bil ki burada şöyle birkaç soru sorulabilir: Birici Soru: Ayetteki bu ifade, Cenâb-ı Hakk'ın o gün onları bilişinin, kendisine haber verilme sebebiyle olduğu vehmini vermektedir. Bu ise, Cenâb-ı Hakk'ın bu hususta daha önce bilgisi olmamasını gerektirir. Halbuki böyle bir şey Allah için imkansızdır?" Buna şu iki şekilde cevap veririz: 1) Hak teâlâ sanki şöyle demek istemiştir: Bilmeyen, bilgi sahibi edilmesi ile, bilir hale gelir. Peki, hep alim olan, hep bilen bir zat, senin halinden haberdar olamaz mı? 2) Hak teâlâ'nın her an bilmesine rağmen, bu bilme işini, "o gün" demek suretiyle, kıyamet gününe tahsis edişinin hikmeti, o günün, ceza günü oluşundan ve mülkün kime ait olduğunu yeniden bir kere daha vurgulamasından ötürüdür. Buna göre Hak teâlâ sanki, "Bu gün hükmü" geçerli bir hâkim, fetvası geçerli bir âlim yoktur. Sadece Ben varım" demek olmuştur. Nice alimler, hadise esnasında cevabın ne olduğunu bilemez, daha sonra onu hatırlar. İşte bu sebeple Hak teâlâ adeta, "İşte Ben, böylesi bir alim değilim" demek istemiştir. Kalbin Ameli ve Uzuvların Ameli İkinci Soru: Cenâb-ı Hak, "ve göğüslerde olan şeyler, derlenip toplandığı zaman..."buyurarak, niçin özellikle kalbin işi olan amellerden bahsetmiş de, uzuvların işlerini zikretmemiştir? Cevap: Çünkü dış organların (uzuvların) amelleri, kalbin amellerine bağlıdır. Çünkü kalblerde sevkedici şeyler, irade ve düşünceler meydana gelmemiş olsaydı, uzuvların fiilleri de meydana gelmezdi. İşte bu yüzden Hak teâlâ, kalbin amellerini zemmetmeyi esas almış ve meselâ, "Kalbi günahkar... "(Bakara, 283) buyurmuş; yine medhederken de kalbin işini esas alarak, "Kalbleri tirtir titrer"'(Enfal, 2) buyurmuştur. Üçüncü Soru: Cenâb-ı Hak niçin buyurmuş da, "kalblerde olan şeyleri..." dememiştir? Cevap: Çünkü kalb, rükuu bineğidir ve tabii olarak, marifetullahı ve Allah'a hizmeti arzular. Aslında bu hususlarda karşı çıkan, "nefs"dir. Nefsin yeri ise, göğse yakın bir yerdir. İşte bu yüzden Hak teâlâ, "İnsanların suduruna, göğüslerine vesvese verir..." (Nas, 5) buyurmuştur. "Allah'ın göğsünü islâm'a açtığı kimse..." (Zümer,22) buyurmuş ve göğsü, İslâm'ın yeri olarak zikretmiştir. Dördüncü Soru: ifadesindeki "hüm" zamirleri, insana racidir. Halbuki "insan", lafız olarak müfreddir? Cevap: İnsan kelimesi, mana bakımından cemidir ve bu husus, Hak teâlâ'nin "Şüphesiz insan, bir hüsrandadır"(Asr, 2) ayetinde de böyledir. Ama Cenâb-ı Hak o surede, "Ancak iman edenler ... müstesna"(Asr,3) buyuraraka, bu ifadeleri cemî olarak getirmiştir. Eğer "insan" kelimesi cemî (çoğul) olmasaydı, böyle getirmesi doğru olur muydu? Bil ki ayetle ilgili olarak, geriye iki mesele kalır: Ayet, Hak teâlâ'nın, zaman olarak cüziyyatı da bildiğine delalet etmektedir. Çünkü O, Kendisinin o gün bütün canlıların ne halde, ve ne durumda olduklarını bildiğini açıkça ifade etmektedir. Binâenaleyh Allah'ın, zamanın cüziyyatını bilmeyeceğini söyleyenler kafir olurlar. Rivayet edildiğine göre Haccfic, dil sürçmesi ile buradaki (......)'yi, nasb ile (......) şeklinde okumuş, dolayısıyla da, "habir"in başındaki "lâm'ı, hata olmasın diye düşürmüş. Bu, onun, fesahatini anlatmak için zikredilmiş bir hadisedir. Fakat bazı alimler, ayeti değiştirmeye yeltendiği için bunun bir küfür olduğunu söylemişlerdir. Ebû's-Simâl'in de ayeti bu şekilde okuduğu nakledilmiştir. Allahü teâlâ en iyi bilendir. Salat ü selâm, efendimiz Hazret-i Muhammed'e, âline ve ashabına olsun (amin)! |
﴾ 11 ﴿