3"Felaket kapısını çalacak olan (kıyamet), nedir o felaket kapısını çalacak? O felaket kapısını çalacak olanı sana bildiren nedir?". Bil ki ayetlerle ilgili birkaç mesele var: "Kar' alabildiğine vurmak ve yüklenmektir. Daha sonra zamanın büyük hadiseleri "kâria" diye adlandırılmıştır. Nitekim Hak teâlâ, "Yaptıkları şeyler yüzünden, başlarına kâria gelip çatacak"(Ra'd,31) buyurmuştur. Arapların, "Köle, deynekle dövülür" şeklindeki sözleri de bu köktendir. "Kamçı" manasındaki "mihra' " da "Kur'ân'ın kariaları ve "Kapıyı çalmak" deyimleri de böyledir. fiili, "Kılıçlarla vuruştular" manasındadır. Alimler, "karia"nın, kıyametin isimlerinden biri olduğunda ittifak etmişlerdir. Ama kıyamete bu adın niçin verildiğinde şu değişik izahları yapmışlardır: 1) Bunun sebebi, kendisinden dolayı, mahlukatın can verdiği o sayhadır. Çünkü ilk sayhada akıllar zail olur. Nitekim Hak teâlâ "Gökte ve yerde bulunanlar, (o zaman) düşüp kendisinden geçer" (Zümer, 68) buyurmuştur. İkinci sayhada (sûra üflenişte) ise, İsrafil (aleyhisselâm) hariç, bütün mahlukat ölür. Allahü teâlâ daha sonra onu da öldürür. Sonra diriltir. O, sûra üçüncü defa üfler. Böylece herkes dirilip kalkar. Bu sûrun, kendisinde bütün ölüler sayısınca delikler bulunan ve herkese ait bir deliğin yer aldığı; Allahü teâlâ'nın her bedeni, o belli delikten, kendisine ulaşan o nefha sayesinde dirilttiği rivayet edilmiştir. Bu izahı, Hak teâlâ'nın, "Onlar, ancak bir sayha beklerler"(Yasin, 49) ve "O ancak bir sayhadır, nâradır" (Sâffat, 19) ayetleri de destekler. 2) Ulvî ve süflî kütleler, âlem tahrib edilirken, birbirlerine alabildiğine çarparlar. İşte bu çarpma (kar') sebebiyle kıyamete "kâria" denilmiştir. 3) Kâria, dehşetiyle, çılgınlığı ile, insanların kalblerini hoplatıp, çarptıran (kâria) olandır. Bu, göklerde, göklerin çatlayıp varılmasıyla; güneş ve ayda, onların söndürülmeleriyle; yıldızlarda, onların saçılmalarıyla; dağlarda, onların unufak edilip atılmalarıyla; yeryüzünde, onun dürülüp değiştirilmesiyle olur. Bu, Kelbî 'nin görüşüdür. 4) Kıyamet, Allah düşmanlarını, ilahi azab, hizy ve ibretâmiz cezalarla korkutur, kalblerini hoplatır ve döver. Bu, Mukâtil'in görüşüdür. Bazı muhakkik alimler, bunun, Kelbî'nin görüşünden daha evla olduğunu; çünkü Hak teâlâ'nın, "(Mü'minler ise) o günün korkudan emindirler" (Neml, 89) buyurduğunu söylemişlerdir. (......) ifadesinin i'rabı hususunda, şu izahlar yapılmıştır: 1) Bu bir "tahzîr"dir. Çünkü tahzîr, hem ref, hem de nasb caizdir. Nitekim sen, yani "Aslandan sakın" dersin. Binâenaleyh ref de caizdir, nasb da caizdir. 2) Burada, şöyle bir takdir vardır: "Size, o "kâria", Cenâb-ı Hakk'ın, "Kabirlerin içindekiler çıkarıldığı zaman"(Âdiyât, 9) ayetinde haber verildiği biçimde gelecektir." 3) "Kâriâ" mübtedâ olarak merfudur; haberi ise, ifadesidir. Kutruba göre ise, haber olan, ifadesidir. Buna göre şayet, "Sen bir şeyden bir şey ile haber verdiğinde, mutlaka ondan, ilave bir bilgi elde etmen gerekir. Halbuki,sözü, kişinin bunu bilmediğini ifade eder. Öyleyse, bu, daha nasıl haber olarak düşünülebilir?" denilirse, biz deriz ki: Bizim bu haberle, ilave bir bilgimiz olmuştur. Çünkü biz, o "kâria"nın, diğer "kâria" lar gibi olduğunu sanıyorduk. İşte bu cehalete nisbet edilmemiz ( (......) ifadesinin kullanılması) ile, bu "kâria"nın, şiddet ve dehşet bakımından, diğerlerinin çok çok üstünde bir "kârla" olduğunu anlamış bulunuyoruz. "O felaket kapısını çalacak olanı sana bildiren nedir?" ayeti hususunda şu izahlar yapılabilir: 1) Bunun manası, "Sen onun künhünü bilemezsin. Çünkü o, şiddet açısından herhangi bir ferdin, vehminin ve zannının yetişemeyeceği bir noktadadır. Sen onu, her ne türlü takdir edersen et, bilesin ki o, senin takdirinden daha büyüktür" şeklindedir. Buna göre Cenâb-ı Hak sanki, "Dünyanın bela ve musibetleri, bu "kâria"nin yanında, adeta bir "kâria" değildir. Dünyanın ateşi de, ahiretteki ateşin yanında, ateş değildir. İşte bu yüzden Cenâb-ı Hak, bu sûrenin sonunda, dünya ateşinin, ahiretinkinin yanında ateş olmadığına dikkat çekmek için, "harareti çetin bir ateş" (Kâria, 11) buyurmuştur. İşte böylece, bu açıdan, bu sûrenin başı ile sonu, birbiriyle mutabakat arzetmiş olur. Buna göre şayet, "Cenâb-ı Hak, bu sûrenin başında, buyurmuş, sûrenin sonunda ise, "Artık onun anası "Hâviye"dir. Onun mahiyetini sana bildiren nedir?" (Karia, 9-10) buyurmuş, ama "Hâviye"nin ne olduğunu sana bildiren nedir?" dememiştir. Şu halde, aradaki fark nedir?" denilirse, biz deriz ki: Fark "Kâria"mn, elle tutulur, gözle görülür bir şeyin "kâria"sı olmasıdır. Ama onun, "Hâviye" olması ise, böyle değildir. Böylece, iki yer arasındaki fark ortaya çıkmış olur. 2) Bu tafsilatı, Cenâb-ı Hakk'ın haber vermeleri ve beyanı dışında, hiç kimse bilme imkânına sahip değildir. Çünkü bu, meydana gelen şeyin, meydana gelişini anlatmaktır; yoksa, olması takdir edilen şeylerin takdirlerinden bahsetmek değildir. Binâenaleyh, bunu bilmenin yolu, "sem'iyyât - nakıi deliller"den geçer. Bu ayetin bir benzeri de "Hakka ... Nedir Hakka? O hâkka'nın ne olduğunu sana bildiren nedir?' (Hakka, 1-3) ifadeleridir. Daha sonra muhakkik alimler şöyle demektedirler: ihlâli ifâdesi, ifâdesinden, daha ileri derecede bir ifadedir. Çünkü, sonra gelenin, mutlaka daha beliğ ve ileri derecede olması gerekir. Çünkü maksat, alabildiğine bir dikkat çekmedir. Bu "alabildiğinelik - mübalağa" ise, ancak, o şey çok kuvvetli olduğunda söz konusu olur. Bu iki ifadenin mana açısından birbirleriyle mukayesesine gelince, "Hakka", daha ileridir. Çünkü aslında bu kelime, "adalet" manasıyla ilgilidir. Kâria ise, kalblere çok korkunç şeylerle baskı yaptığı için, ileri derecede bir ifadedir. |
﴾ 3 ﴿