3"Alevli bir ateşe yaslanacak". Ayetle ilgili bazı meseleler vardır: Allahü teâlâ, Ebû Leheb'in geçmişteki halinden, onun helak içinde olup, malının ve kazancının da hiçbir fayda sağlamadığı şeklinde haber verince, bu sefer de, onun gelecekteki halinden, "... ateşe yaslanacaktır" buyurarak haber verdi. (......) ifadesi, yâ'nın fethası ile ve şeddeli ve şeddesiz olmak üzere, dammesi ile okunmuştur. (Gaybî haber). Bu ayet-i kerimeler, şu üç açıdan gaybdan haberler kapsamaktadır: 1) Ebû Leheb'in helak ve hüsran içinde olacağını haber vermek. Ki, aynen böyle olmuştur. 2) Onun, malından ve kazancından yararlanamayacağını haber vermesi. Bu da böyle tahakkuk etmiştir. Hazret-i Abbas ve Ümmü Fadl'ın Müslüman Olması Rivayet olunduğuna göre, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in azadlısı Ebû Rafi' şöyle der "Abbas ibn Abdilmuttalib'in yanında hizmetli idim; İslâm evimi şereflendirmişti. Böylece hem Abbas, hem Ümmü'l-Fadl, hem de ben müslüman olmuştum. Abbas, Kureyş'ten korkuyor ve müslümanlığım saklıyordu. Ebû Leheb, Bedir'e gitmemiş, yerine As İbn Hişâmı göndermişti. Savaşa katılmayan herkes, yerine bir başka adamı göndermişti. Bedir harbinin haberi geldiğinde, biz, kendimizde bir kuvvet hissettik. Ben, zayıf bir kimseydim, Zemzem odasında ok yapıyor, okluk çubukların kabuğunu soyuyordum. Orada oturuyordum; Ümmü'l-Fadl yanımda oturuyordu. Gelen haber bizi sevindirmişti. Derken ansızın, iki ayağını da sürüyerek Ebû Leheb gözüktü. Derken, odanın gerili ipine oturdu. Sırt ilaydık. O böylece oturuyorken, birden insanlar, "İşte bu gelen Ebû Süfyan ibnu'l-Haris ibnu Abdilmuttalib'dir" demeye başladılar. Bunun üzerine Ebû Leheb ona, "Yeğenim, ne haber?" dedi. O da, "O topluluk bizimle karşılaştı; bizi diledikleri gibi öldürmeleri için omuzlarımızı onlara (adeta) bağışladık. Allah'a yemin olsun, bununla birlikte insanları iyice düşündüm. Sonra bizleri, yer ile gök arasını doldurmuş kır atlara binmiş olan beyaz tenli adamlar karşıladı..." diye cevap verdi. Ebu Râfl, sözüne devamla şöyle der: "Odanın gerili ipini kaldırdım ve "Bunlar, vallahi meleklerdir" dedim. Bunun üzerine o (Ebû Leheb), beni tuttu ve yere yatırarak dövdü. Sonra üzerime çökerek beni dövdü; zayıf bir adamdım ben. Bunun üzerine Ümmü'l-Fadl kalktı ve bir sopa alarak başına vurdu ve yardı başını. "Efendisi yok diye, sen onu zayıf mı buldun? Allah'a and olsun ki, biz, uzun zamandan beri mü'miniz. Muhakkak ki Muhammed, doğru söylemektedir.." dedi; bunun üzerine o, zelil bir biçimde çekip gitti. Allah'a and olsun ki o, bundan sonra sadece yedi gece yaşadı; derken Allah ona, Kara kızıl hastalığını musallat kıldı; bu hastalık da onu öldürdü. Andolsun ki, iki oğlu onu iki ya da üç gece bekletmiş ve gömmemişti de, o evinde kokmaya başlamıştı... Kureyş, bu hastalıktan ve onun bulaşmasından, insanların taundan korkması gibi korkup sakınıyordu. "Biz bu çıbandan korkarız" diyorlardı. Sonra onu defnettiler ve (kuyulayarak) bıraktılar. İşte Cenâb-ı Hakk'ın, "Ona, malı da, kazancı da fayda vermedi" ifadesinin manası budur işte." 3) Bu ayet, onun cehennemlik olacağını haber vermektedir. Bu da aynen tahakkuk etmiştir; zira o küfür üzere ölmüştür. Ehl-i sünnet ve'l-cemaat uleması, "teklif-i mâ'lâ yutak"ın mevcudiyetine, Cenâb-ı Hakk'ın Ebû Leheb'i, iman ile mükellef kılmış olmasıyla da istidlalde bulunmuştu. Haber verdiği her hususta Allah'ı doğrulamak, iman cümlesindendir. Allah'ın haber verdiği şeylerden bir tanesi de, Ebû Leheb'in iman etmeyip cehennemliklerden olduğudur. Böylece o, iman etmeyeceğine inanmakla mükellef tutulmuştur. Bu ise, iki zıddın arasını aynı anda cem etmekle mükellef tutmak olur ki, bu, imkansızdır. Ka'bî ve Ebu'l-Huseyn el-Basrî bana, "Ebû Leheb şayet iman etmiş olsaydı, bu haber, onun iman etmiş olduğunu haber verme olurdu, yoksa onun iman etmemiş olduğunu haber verme değil" şeklinde cevap verirken, Ka'dî ise buna şöyle cevap vermiştir: "Allah'ın yapmayacağını haber verdiği şeyi faraza, yaptığı söylense durum nasıl olur?" diye soru ile cevap vermiştir ki bizim buna cevabımız şudur: "Buna, "evet" ya da "hayır" ile cevap vermek doğru olmaz" Bil ki, bu iki cevap da gayet yetersizdir. Birinci cevaba gelince, şu sebeptendir. Çünkü bu ayet, Allah'ın Ebû Leheb'in iman etmeyeceğine dair verdiği haberin bir gerçek olduğuna delalet etmektedir. Onun iman etmeyeceğine dair olan doğru haber, imanın varlığına, zevali imkansız ve zati bir münafatla aykırıdır. Cenâb- Hak her ne zaman, bu haberin mevcudiyetiyle birlikte onu iman etmekle mükellef tutunca, böylece onu, iki aykırı şeyi aynı anda yapmakla mükellef kılmış olur. İkinci cevaba gelince, bu da birincisinden elde edilir. Çünkü biz, onların, dilleriyle "evet" ya da "hayır" demelerini istemiyoruz; daha doğrusu aklın sarih açıklaması, "imanın bulunmadığına dair haber ile, imanın mevcudiyetine dair haber arasında, hem doğruluğun hem de zatî ve öz itibariyle aykırılığın bulunduğunu dile getirmektedir. Binâenaleyh, diğeri bulunduğu halde, iki zıddan birisini gerçekleştirmeyi teklif etmek iki zıddın birleştirmeyi teklif etmek olur. Bu problem, muarızımız ister lisanıyla bir şey desin ya da sussun, ortada olan bir husustur. |
﴾ 3 ﴿