4"Odun hammalı olan karısı da..,". Ayetle ilgili birkaç mesele vardır: (......) kelimesi, ism-i tasgir siğasıyla (......) şeklinde okunmuştur. Bu kelime, kınama (şetm) amacıyla mansub okunmuştur. Keşşaf sahibi, "Ben, bu (nasb ile) kıraati daha güzel buluyorum" demiş ve Ümmü Cemil'in kınamayı o istemiş ve sevmiş olanın bu güzel jestini, Allah'ın Resulünü anmaya vesile edinmiştir. Bu ifade, tenvinli olarak mansub ve ayrıca merfu olarak da okunmuştur. Ümmü Cemil, Harb'in kızı olup, Ebû Süfyan ibn Harb'in kız kardeşi, Muaviye'nin de halasıdır. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e karşı, amansız düşmanlık sahibidir. Müfessirler, Ümmü Cemil'in odun hammalı olması hakkında bu açıklamaları zikretmişlerdir. 1) O, demet demet diken ve pıtırak dikenleri taşıyor ve bunları, geceleyin Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in yoluna saçıyordu. Buna göre şayet, "O, şerefli ve varlıklı bir aileye mensub idi. Daha nasıl onun için, "O, odun hammalıdır" denilebilir?" denilirse, biz deriz ki: Malı çok olsa da, o, bayağı ve adi bir kimse idi. Ya da, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e olan aşırı düşmanlığından dolayı Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in yoluna atmak için, kendisine odun ve diken taşıtmıştır. 2) O, insanlar arasında laf götürüp getiriyordu. İşte, insanların arasını bozmak için, laf götürüp getiren kimseye, "Onlar arasında odun taşıyor", yani, "Aralarında ateş yakıyor" denilir. Nitekim, gevezelik yapan kimseye, "Geceleyin odun toplayan" ismi verilir. 3) Katâde'nin görüşü. Buna göre, o, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'i fakir olmakla kınıyordu. İşte bunun üzerine, odun taşımış olmakla ayıplanmış ve kınanmıştır. 4) Ebû Müslim ve Saîd ibn Cübeyr'in görüşü. Burada murad edilen, onun, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e düşmanlık hususunda yüklenmiş olduğu günahlardır. Çünkü bu, onu ateşe götürme konusunda, odun mesabesindedir. Bunun bir benzeri de budur. Cenâb-ı Hak, günah işleyen kimseyi, sırtında yük bulunduğu halde yürüyen bir kimseye benzetmiş ve "Muhakkak ki onlar, bir iftirayı ve apaçık bir günahı yüklenmişlerdir" (Ahzab, 58), "Onlar, günahlarını sırtlarında taşıyacaklardır..." (En'âm, 31) ve "Onu insan yüklendi..."(Ahzab, 72) buyurmuştur. (......) kelimesini merfu olarak okursan, burada iki izah şekli bulunur: 1) Kelimenin fiilindeki zamire atfedilmesi. Yani, "Hem o, hem de karısı yaslanacak" demektir. (......) ifadesi ise hal olur. 2) Mübteda olarak merfu okunması. ifâdesi ise haberdir. Esma (radıyallahü anh)'dan rivayet edildiğine göre Tebbet Sûresi nazil olduğu zaman, elinde taş olduğu halde gürültü ve zelzele içinde Ümmü Cemîl gelir. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ve Ebû Bekir (radıyallahü anh) içerde oturduğu halde mescide girer. Şöyle demektedir: "Kınanmış olarak terkettik onu. Dinini istemedik. Hükmüne de asi olduk..." Bunun üzerine Ebû Bekir, "Ey Allahın Resulü, o muhakkak ki sana geliyor, Seni görmesinden korkarım..." deyince, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), "O beni göremez..." buyurdu ve "Sen Kur'ân okuduğunda, seninle, ahirete inanmayanlar arasına sımsıkı bir perde gereriz..." (Isrâ, 45) ayetini okudu. Ümmü Cemîl, Hazret-i Ebû Bekir (radıyallahü anh)'e, "Anlatıldığına göre, arkadaşın beni hicvetmiş..." dedi. Ebû Bekir (radıyallahü anh), "Hayır, Kâ'be'nin Rabbine yemin ederim ki, o seni hicvetmedi" diye cevap verdi. O da, "Kureyş, benim, kendilerinin efendisinin ben olduğumu bilir" diyerek çekip gitti. Bu kıssa ile ilgili bazı bahisler bulunmaktadır: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e Baktığı Halde Görmemesi Birinci Bahis: Ümmü Cemil'in, aynı yerde oldukları halde, Ebû Bekir (radıyallahü anh)'i görürken Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'i görmemesi nasıl mümkün olur? Cevap: Bizim ulemamızın görüşüne göre, bu soru düşer. Çünkü, gerekli şartlar bulunduğunda idrak ve algılama caiz olup, vacib değildir. Zira, eğer Allah idraki yaratınca, görür; aksi halde görmez. Mu'tezile'ye gelince, onlar muhtelif açıklamalarda bulunmuşlardır: 1) Belki de Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ondan yüzünü çevirmiş ve sırtını dönmüştür. Sonra o, çok kızgın olduğu için araştırmamıştı. Ya da, Allah onun kalbine bir korku atmış, bu korku da onu, bakmaktan alıkoymuştur. 2) Belki de Cenâb-ı Hak, Hazret-i İsa (aleyhisselâm)'ya yaptığı gibi, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'i bir başka insana benzetti (de o, tanıyamadı). 3) Belki de Cenâb-ı Hak, Ümmü Cemil'in gözünün şualarını o cihetten çevirdi de böylece o, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'i göremedi. Bil ki, her üç durumda da problem kaçınılmazdı. Çünkü hiç bu üç izah ile de, bir şey hazır olup bulunduğu halde, onu göremememizin mümkün olduğunu anladık. Biz bunu caiz görürsek, o halde daha, yanımızda filler, borazanlar vb. şeyler bulunduğu halde bizlerin onları göremeyişimiz ve duyamayışımız niye caiz olmasın ki?! İkinci Bahis: Ebû Bekir, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, Ümmü Cemil'i hicvetmediğine yemin etti. Bu, mearîd (ifadenin geniş imkanlarını kullanma) babındandır. Çünkü, bir kere, Kur'ân, hicv olarak isimlendirilemez. Bir de o, Allah'ın kelamıdır, peygamberin kelamı değil. Böylece bu kıssa, mearîdin caiz olduğuna delalet etmiştir. Bu ayetteki bahislerle alakalı olarak, geriye şu iki soru kalmıştır. Birinci Soru: Cenâb-ı Hak niçin, ifadesiyle yetinemedi de, onu ayrıca, "odun hamalı" olarak da niteledi? Cevap: Denildiğine göre, Ebû Leheb'în Ümmü Cemil'in dışında iki karısı daha vardı. Allahü teâlâ da böylece, bir kimsenin, Cenâb-ı Hakk'ın onun karılarından herhangi birini kastetmiş olduğunu sanmamasını, aksine, yani Ümmü Cemîl olduğunun bilinmesini istedi. İkinci Soru: Kadınları zikretmek, kerem ve mürüvvet sahibi olana yakışmaz. O halde bunları zikretmek, Allah'ın kelamına nasıl yaraşır? Hele hele bu kadın, amcanın hanımı olursa?! Cevap: Kendilerini zikretmek, o iki kadının küfürleri sebebiyle Nûh (aleyhisselâm)'un hanımı ile Lût (aleyhisselâm)'un hanımı hakkında imkansız görülmeyince, kocası kafir olan kafire bir kadının zikredilmesi, haydi haydi tuhaf görülmez. |
﴾ 4 ﴿