3"De ki: Sığınırım ben, insanların Rabbine, insanların padişahına, insanların ilahına". (......) ifadesi, hemzenin hazfı ve harekesinin "lam"a nakledilmesi ile (......) şeklinde okunmuştur. Bunun bir benzeri de, (Bakara, 260) kıraatidir. Kıraat imamları, "en-Nas' kelimesinde, imale yapılmaması hususunda icma (ittifak) etmişlerdir. Kisâî'nin, "nâs" kelimesi cer mahallinde olduğu zaman, bu kelimeyi imale ile okuduğu rivayet edilmiştir. Allahü teâlâ, bütün varlıkların Rabbidir. Fakat burada, tahsis yaparak, Kendisinin "insanların Rabbi" olduğunu söylüyor. Bunun sebebi şunlardır: 1) Buradaki istiaze (Allah'a sığınış), insanların göğüslerine (kalblerine) vesvese verenin şerrinden olmaktadır. Binâenaleyh sanki "İnsanlara vesevese verenin şerrinden, insanların işlerine hakim olan Rablerine sığınırım. O Rab, onların ilahıdır, mabududur" deniliyor. Bu tıpkı, "bir kölenin, tehlikeye maruz kaldığında hizmetinde bulunduğu, velisine yönelip yardım istemesi gibidir. 2) Alemde, mahlukatın en şereflisi insanlardır. 3) Bu istiaze ile emrolunan, insanlardır. İnsan bu sûreyi okuduğu zaman, sanki, "Ya Rabbi, ey malikim, ey ilahım, sana sığınırım" demiş olur. (......) kelimeleri, atf-ı beyandır ve "Ebû Hafs, Ömer el-Fâruk'un sîresi" ifadesi gibidir. Binâenaleyh Allahü teâlâ önce, kendisinin "İnsanların Rabbi" olduğunu belirtmiştir. Sonra "Rabb", melik olabileceği gibi, olamayabileceği için, "meliki'n-Nâs" "insanların meliki" olduğunu belirtmiştir. Çünkü mesela "rabbu'd-dâr (evin sahibi), "rabbul-metâ" (bu malın sahibi) deyimlerinde olduğu gibi ("rab", kelimesi, daha küçük manalara gelebilir). Nitekim Cenâb-ı Hak, "Hahamlarını ve rahiblerini, Allah'ın dışında rabler edindiler"(Tevbe, 31) buyurmuştur. Sonra "melik", ilah olabilir de, olmayabilir de, işte bundan dolayı Allahü teâlâ, "ilâhi'n-nâs" (insanların ilahı) buyurarak, "ilah" olduğunu beyan etmiştir. Çünkü "ilah"lık, O'na hastır ve O'nun bu sıfatta, hiçbir ortağı yoktur. Keza Allahü teâlâ, "Rabb" ismi ile başladı ki "rabb"î tedbir ve ıslah (yönetim ve reformu) demektir. Rubûbiyyet, Allah'ın başta gelen nimetlerindendir. Çünkü O, kulunu terbiye etti (yaratıp-kendisinin bir kul olduğunu, Allah'ın ise, meliki (padişahı) olduğunu anladı. Bunun üzerine "melik" ismi ile O'nu medh'ü sena etti. Sonra ibadet etmesinin gerekli vevacib olduğunu öğrenip, bu ibadete layık ve müstehak olanın, o ma'budu olduğunu anlayınca, O'nun ilah olduğunu anladı. İşte bundan dolayı, Allahü teâlâ, son olarak "ilah" ismini getirdi. Keza, kulun, Rabbisinden ilk öğrendiği şey, Rabbisinin kul üzerindeki zahiri ve batını, açık ve gizli nimetlerinden dolayı, O'na itaat eden bir varlık olması (gereği)dir. İşte böyle nimetleri olan, Rabbdır. Kul, Allah'ın sıfatlarını öğrenmekden, O'nun celalini ve mahlukattan müstağni oluşunu öğrenmeye geçmeye devam eder. İşte o zaman, O'nun bir "melik" olduğunu öğrenmesi gerçekleşir. Çünkü melik (padişah), başkalarının kendisine muhtaç olduğu, ama kendisi başkalarına muhtaç olmayandır. Sonra kul, O'nu böyle tanıyınca, O'nun celal ve kibriya bakımından, anlatılanların bütün anlattıklarının üstünde olduğunu; O'nun İzzet ve azametini tanımada akıllarının hayrete düştüğü bir zat olduğunu anlar. İşte o zaman, O'nu "ilah" olarak tanır. Nas" (insanlar) kelimesinin tekrar edilmesinin sebebi, Allah'ın bu sıfatlarının tekrar edilmiş olmasıdır. Çünkü atf-ı beyan, daha çok açıklamaya ihtiyaç duyar. Bir de, bu tekrar, insanların çok şerefli (kıymetli) olduklarını gösterir. Çünkü Allahü teâlâ, zatını adeta, insanlar için rab, insanlar için melik ve insanlar için ilah olarak tarif etmektedir. Eğer insanlar, mahlukatının en şereflileri olmasaydı, Kitab-ı Kerîm'i, Kendisini onların Rabbi, Meliki ve İlahı olarşk tanıtma ile bitirmezdi. "Maliki yevmi'd-dîn" (Fatiha, 3) ayetinde "mâlik" diye gelmesi caizdir ama, burada "mâliki'n-nâs" şeklinde gelmesi caiz değildir. Farkı şudur: "Rabbî'n-nâs" kısmı, Allahü teâlâ'nın, insanların "maliki" olduğunu da ifade etmektedir. Binâenaleyh, O'nun mâlik oluşunun yanısıra, melik olduğunu da ifade etsin diye, bunun peşisıra, "melik' isminin zikredilmesi gerekir. Buna göre eğer, "Fatiha Süresi'nde de Allahü teâlâ önce, "Rabbi'l-âlemîn" buyurup, sonra, "mâliki yevmi'd-dîn" (din gününün sahibi) buyurmadı mı? Binâenaleyh burada da lüzumsuz bir tekrar olmuş olması gerekmez mi?" denilirse, biz deriz ki: "Fatiha Sûresi'ndeki lafız, Allahü teâlâ'nın, alerhlerin Rabbi olduğunu anlatmaktadır. "Alemler" ise, filhâl (o anda) mevcud olan herşeydir. Yine Fatiha'daki ayet, Allahü teâlâ'nın din gününün maliki olduğuna, yani o güne kadir olduğuna delalet ediyor. Binâenaleyh orada, "rabb" kelimesinin muzaf olduğu şey başka, "mâlik" kelimesinin muzaf olduğu şey bir başka şeydir. Dolayısıyla bu bir tekrar sayılmaz. Bu sûrede ise, "melik" yerine "mâlik" denilmiş olsaydı, rabb ve mâlik, tek bir şeye muzaf olmuş olacaktı, Dolayısıyla da bundan, lüzumsuz bir tekrar ortaay çıkacaktı. Böylece aradaki fark, görülmektedir. Keza çeşitli kıraatların caiz oluşu, nüzule (ayetin o şekilde de inmiş olmasına) bağlıdır, kıyasa değil.. Buradaki "melik" kelimesi, ancak şazz kıraatlarda "malik" şeklinde okunmuştur. |
﴾ 3 ﴿