22O ki; yeryüzünü sizin için bir döşek, göğü de bir bina yaptı. Gökten bir su indirip onunla sizin için rızık olmak üzere meyveler çıkardı. Artık siz de bildiğiniz halde Allah'a eşler koşmayınız. "O ki yeryüzünü sizin için bir döşek, göğü de bir bina yaptı.." âyeti ile ilgili açıklamalarımızı altı başlık halinde ele alacağız: "O ki... yaptı." Buradaki kelimesinin anlamı, -iki mef'ûle geçişli olduğundan dolayı- "yaptı, meydana getirdi" şeklindedir. Bazı yerlerde yarattı anlamına da gelir. Yüce Allah'ın şu âyetinde olduğu gibi: "Allah ne bahire, ne şaibe, ne vasile... kılmıştır (yaratmıştır)" (el-Maide, 5/103); "Karanlıkları ve aydınlığı yaratan" (el-Maide, 6/1) Bu fiil kimi yerde "adlandırdı" anlamına gelir. Yüce Allah'ın şu âyetinde olduğu gibi: "Hâ, Mim. Apaçık (yol gösteren) kitap hakkı için. Muhakkak Biz onu akıl edesiniz diye Arapça bir Kur'ân kıldık." (ez-Zuhruf, 43/1-3); "Onun kullarından bazısı O'na bir kısım isnad ettiler." (ez-Zuhruf, 43/15); "Ve onlar Allah'ın kulları olan melekleri de dişiler kıldılar." (ez-Zuhruf, 43/19) Yani onlara dişi adlan taktılar. Bu fiil kimi zaman "almak" anlamına da gelir. Şairin şu sözlerinde olduğu gibi: "Onların ısırılmaları hoşuma gidiyor" "Onlar öyle bir ısırıldılar ki onları ısıran azı dişi, eti kemiklerinden ayırıyor." Kimi zaman bu kelime fazladan da gelebilir. Bir başka şairin şu sözlerinde olduğu gibi: "İkiyi dört kişi görmeye başladım Biri de iki, yaşlılık beni yıkınca." Yüce Allah'ın: "Karanlıkları ve aydınlığı yarattı" (el-En'am, 6/1) âyetinde yer alan bu kelimenin fazladan geldiği de söylenmiştir. (.........) aynı anlamına gelir. Şair der ki: "Zayıfların işini aşarak; gece boyu yol aldı; Geceyi oldukça eski (Âd kavminden kalma) derin kuyuya dümdüz sarkıtılan ip gibi kıldı (durmaksızın yol aldı) "Döşek" demek, yeryüzünü üzerinde yattıkları, karar ve rahat buldukları yer kıldığı anlamına gelir. Dağlar, sert kayalıklar ve denizler gibi döşek durumunda olmayan ise, yeryüzünün döşek gibi kullanılan yerlerinin faydasına var olan bölgelerdir. Çünkü dağlar, kazıklar gibidir. Yüce Allah'ın şu âyetinde olduğu gibi: "Biz yeri bir beşik, dağları da kazıklar yapmadık mı?" (en-Nebe, 78/6-7) Denizlerde ise, birçok faydasının yanında yolculuk yapılır. Yüce Allah'ın şu âyetinde olduğu gibi: "Ve denizlerde insanlar için faydalı şeylerle (yüklü) akıp giden gemilerde..." (el-Bakara, 2/164) Şâfiî mezhebi ilim adamları derler ki: Bir kişi bir döşek üzerinde geceleyin yatıp uyumamak üzere yemin etse, yahut bir kandilin aydınlığında kalmamak üzere yemin etse ve yerin üzerinde yatıp uyuşa veya güneşin aydınlattığı bir yerde otursa yeminini bozmuş olmaz. Çünkü örfen kullanılan bu ifadeler (Kur'ân-ı Kerîm'de kendilerine bu ismin verilmesine rağmen) bu nesneleri anlatmıyor. Mâlikîler ise, bu gibi hususları da yeminler ile ilgili kabul ettikleri asıl ilkeye göre hükme bağlamışlardır. Onlara göre yeminlerde kullanılan ifadeler niyete yahut sebebe veya yeminin hakkında sözkonusu olduğu o döşek ve yaygıya hamledilir (yorumlanır.) Şayet bunlardan herhangi birisi sözkonusu değilse, o vakit örfe başvurulur. "Göğü de bir bina yaptı." Göğün yeryüzüne göre durumu, ev için tavanın durumu gibidir. Bu bakımdan âyeti hak olan yüce Rabbimiz şöyle buyurmuştur: "Ve Biz gökyüzünü korunmuş bir tavan yaptık." (el-Enbiya, 21/32) Üstte kalan ve gölge yapan herşeye "sema (gök)" ismi verilir. Buna dair açıklamalar daha önceden geçmişti. Burada yer alan : Bina" kelimesi üzerinde durak yapmak bir önceki âyetin sonunda yer alan kelimesi üzerinde durak yapmaktan daha güzeldir. Çünkü yüce Allah'ın: "O ki yeryüzünü sizin için bir döşek..." âyeti yüce Rabbın bir sıfatıdır. Meselâ Filân kişi bir ev yaptı" denilir. tabiride hanımı ile zifafa girdi, demektir. Bu ifadenin kullanılışının asıl sebebi şu olabilir: Hanımı ile zifafa giren kimse, gireceği gece hanımı için bir çadır kurardı. O bakımdan (sonraları) hanımı ile birlikte bulunan herkese: "bina eden" anlamına "bani" denilirdi. Duvarın bina edilmesi ise, asıl itibariyle iyice sağlamlaşıncaya kadar kerpiç kerpiç üstüne koymaktır. "Gökten bir su indirip onunla sizin için rızık olmak üzere meyveler çıkardı." Âyet-i kerimede "meyveler" anlamındaki kelimesinin tekili dur. Çoğunluğun: şeklinde geldiği de söylenmiştir şeklinde geldiği de, ve in çoğuludur. Buna dair geniş açıklamalar, yüce Allah'ın izniyle En'âm sûresinde (6/99. âyet 4. başlıkta) gelecektir. Kamçının yan taraflarındaki düğümler" demektir. Âyetin anlamı da şudur: Biz sizin için çeşitli meyvelerden ve türlü türlü bitkilerden size "rızık" olmak üzere çıkardık. Yani, sizin için yiyecek, hayvanlarınız için de yem olmak üzere. Nitekim yüce Allah şu âyetinde bu hususu şöylece açıklamaktadır: "Şüphesiz Biz suyu bol bol dökeriz. Sonra da yeri gereği gibi yararız. Böylece orda taneler bitiririz. Üzümler ve sebzeler, zeytinler ve hurmalar, sık ve bol ağaçlı bahçeler, çeşitli meyve ve otlaklar. Hem sizin için, hem de davarlarınız için bir fayda olmak üzere." (Abese, 80/25-32) Rızık ile ilgili açıklamalar daha önceden yeteri kadar yapılmış bulunmaktadır. Hamd, Allah'a mahsustur. Eğer: "Rızk" kelimesi, mülk edinmekten önce çıkan meyve ve mahsuller hakkında nasıl kullanılmıştır diye sorulacak olursa, şu şekilde cevap verilir: Çünkü bunlar mülk edinmeye hazır hale getirilir ve bunlardan yararlanmak mümkündür. Bu bakımdan bunlar bir rızıktır. 5- İnsan Diğer Yaratıklara Muhtaç Değildir: Bu âyet-i kerîme şanı yüce Allah'ın insanı bütün yaratıklara muhtaç olmaktan kurtardığının delilidir. Bu bakımdan Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu hususa işaretle şöyle buyurmuştur: "Allah'a yemin ederim sizden herhangi bir kimsenin, ipini alıp sırtı üzerinde odun taşıması, ister versin ister vermesin, herhangi bir kimseden dilenmesinden onun için daha hayırlıdır." Bu hadisi Müslim rivâyet etmiştir. Türlü sanat ve benzeri meslekler bütünüyle bu odun toplamanın kapsamı içerisine girer. Hırs, emel, dünya süsüne duyduğu rağbet sebebiyle kendisi gibi bir insana nefsini muhtaç eden bir kimse, Allah'a eş koşmanın yolunun ağzına gelmiş demektir. Bazı sufi ilim adamları şöyle demiştir: Yüce Allah bu âyet-i kerimede fakrın yolunu göstermektedir. Bu ise yeri yatılacak, çiğnenecek bir döşek, semayı örtü, suyu koku, bitkiyi de yiyecek edinmek, dünyada da dünya sebebiyle mahlukattan hiçbir kimseye ibadet etmemektir. Çünkü şanı yüce Allah, senin için kaçınılmaz olan şeyleri başka herhangi bir kimsenin sana minnet etmesine fırsat vermeksizin vermiş, bağışlamış bulunmaktadır. Nevf el-Bikalî der ki: Bir gün Ali b. Ebî Tâlib'in çıktığını ve yıldızlara doğru baktığını gördüm. Bana şöyle dedi: Ey Nevf! Uyuyor musun uyanık mısın? Ben: Hayır, mü’minlerin emiri, uyumuyorum dedim. Şöyle dedi: Dünyaya karşı zahid, âhirete rağbet duyanlara ne mutlu. İşte onlar yeryüzünü bir yaygı, toprağı yatak, suyunu koku, Kur'ân'ı, duayı büründükleri elbise ve şiarları haline getirmişlerdir. Dünyayı tıpkı Mesih (aleyhisselâm) gibi reddetmişlerdir... dedikten sonra bu haberin geri kalan kısımlarını da bildirdi. Bunun geri kalan kısımları bu sûrede yüce Allah'ın "Bana dua ettiğinde dua edenin duasını kabul ederim" (el-Bakara, 2/186) âyetini açıklarken -inşaallah- gelecektir. "Artık siz de bildiğiniz halde Allah'a eşler koşmayınız" âyeti bir yasak bildirmektedir. Ona denk, emsal ve benzer kimseler koşmayınız, demektir. Çoğul olan bu kelimenin tekili şeklindedir. Muhammed b. es-Semeyka işte bu şekilde bu kelimeyi tekil olarak şeklinde okumuştur. Şair der ki: "Allah'a hamd ederiz ve onun eşi yoktur Hayır onun elindedir ve O dilediğini yapar." Hassan da şöyle demiştir: "Sen ona eş (denk) olmadığın halde onu nasıl hicvedersin İkinizin kötü olanı hayırlı olanınıza feda olsun." Bu kelimenin mübalağa ifade eden şekilleri ile şeklinde gelir. Şair Lehid der ki: "Ta ki Senderî benim dengim olmasın Ve ta ki toplu kimseleri darmadağın edeyim." Ebû Ubeyde der ki: zıtlar demektir. en-Nehhâs der ki: "Zıtlar" anlamındaki kelime birinci mef'ûl, "Allah'a" anlamındaki kelime ikinci mef'ûl mahallindedir. el-Cevherî der ki: kelimesi, yukarılara doğru yükselen tepe demektir. Bir koku ismi olan "en-nedd", Arapça değildir. Yüzü doğrultusunda kaçıp giden deve hakkında da bu kelimeden türemiş olan fiil kullanılır. Bazıları (bu kökten gelen kelimeyi bundan dolayı: "O kaçışma günü" (el-Mu'min, 40/32) şeklinde okumuşlardır. Bir kimseyi teşhir etmek ve kusurlarını belirtmek için de aynı kökten olmak üzere ifadesi kullanılır. 7- Kâfir ve Münafıkların Bilgisizliği: "Artık siz de bildiğiniz halde" âyeti mübteda ve haberdir. Cümle hal mahallindedir. Burada hitap İbn Abbâs'tan gelen rivâyete göre kâfirlerle münafıklaradır. Daha önce mühür vurulmak, damgalamak, sağırlık ve körlük gibi buna aykırı niteliklerle onlardan söz etmişken, burada nasıl olur da onları "bilgi sahibi olmak" ile nitelendirmektedir? Buna iki türlü cevap verilebilir: "Siz de bildiğiniz halde" âyeti ile yüce Allah'ın yaratıkları yarattığı, suyu indirdiğine ve rızık olan mahsulleri yeşerttiğine dair bilgi kastedilmektedir. Onlar, bütün bu nimetleri kendilerine verenin Allah olduğunu, ortak koştukları kimselerin olmadığını bilirler. İkinci cevap: Mana şu şekilde de olabilir: Sizler düşünüp tetkik ettiğiniz takdirde güç ve imkan yönüyle O'nun vahdaniyetini bileceksinizdir. İşte bu âyette aklın kabul ettiği delillerin kullanılarak taklidin terkedilmesine, çürütülmesinin emredildiğine dair delil vardır. İbn Fûrek der ki: Âyet-i Kerîmenin mü’minleri kapsaması ihtimali de vardır. O vakit anlamı şöyle olur: Ey mü’minler, dini bırakıp irtidat etmeyin. Allah'ın bir ve tek olduğunu bildikten ve konu ile ilgili bilgisizliğiniz sona erdikten sonra Allah'a eşler, ortaklar koşmayınız. |
﴾ 22 ﴿