60Hani Mûsâ, kavmi için su istemişti. Biz: "Asan ile taşa vur" dedik. Hemen ordan on iki pınar fışkırıverdi. Her İnsan topluluğu su alacağı yeri öğrenmişti. "Allah'ın rızkından yeyiniz, içiniz ve yeryüzünde fesat çıkartmakla taşkınlık yapmayınız." Âyetine dair açıklamalarımızı sekiz başlık altında sunacağız: Yüce Allah'ın: "Hani Mûsâ, kavmi için su istemişti" âyetinde yer alan ve "su istedi" anlamına gelen kelimesindeki ilk "sin" harfi istek sin'i diye bilinir. "İste'leme, istahbere, istensara: öğrenmek istedi, haber almak istedi, yardım istedi" gibi. Yani kavmi için su ihtiyacının karşılanmasını istemişti anlamındadır. Araplar: "sekaytu" ve "eskaytu" lâfızlarını aynı anlamda (suladım, su verdim) kullanırlar. Şair (Lebid) der ki: "Kavmim Mecdoğullarının da suyunu verdi Numeyr'in de Hilâloğulları kabilelerinin de sularını verdi o. Bu fiilin ziyadesiz şeklinin su içirmek anlamına, başında hemze getirilmesi halinde ise suya giden yolu göstermek anlamında olduğu da söylenmiştir. İstiska suyun bulunmaması ve yağmurun yağmaması halinde sözkonusu olur. Durum böyle olduğu takdirde o vakit kulluğun, fakrın (Allah'a ihtiyacın) meskenet ve zilletin samimi tevbe ile birlikte açığa vurulması gerekir. Peygamberimiz Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) istiskada bulunmuş, (Allah'tan yağmur yağdırılması talebini yapmış), bunun için mütevazi, mütezellil (Allah huzurunda alçalarak), başı önüne eğilmiş, ağır ağır tazarru (yalvarma) ve niyaz ile namaz kılınan yere çıkmıştır. Bu konuda örnek olarak o bize yeter. Bize gelince inat ve kulların Rabbine muhalefet etmekten başka hiçbir şeyimiz yok. Ne tevbe sözkonusu, ne de başka bir halimiz. Bize nasıl yağmur yağdırılsın? Şu kadar var ki Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) İbn Ömer tarafından rivâyet edilen bir Hadîs-i şerîfte şöyle buyurmuştur: "Onlar mallarının zekâtını vermeyecek olurlarsa mutlaka semâdan onlara yağmur yağdırılmaz. Eğer hayvanlar olmasa asla onlara yağmur yağdırılmaz." İbn Mâce, Fiten 22. İnşaallah bu hadis bütünüyle ileride gelecektir. Açıkladığımız şekliyle namaz kılınacak yere çıkmak, hutbe ve namaz istiskanın sünnetidir. İlim adamlarının çoğunluğu bu görüştedir. Ebû Hanîfe'nin görüşüne göre ise namaz kılmak ve namaz kılınacak yere çıkış istiskanın sünnetinden değildir. Ona göre istiska sadece duadan ibarettir. Buna Enes (radıyallahü anh)'dan rivâyet edilen Buhârî ve Müslim'de yer alan sahih hadisi delil göstermiştir. Buhârî, İstiska 6-10; Müslim, İstiska 8, 9. Ancak bu hadiste onun lehine bir delil yoktur. Çünkü o hadiste sözü edilen şey çabucak kabul olunan bir duadan ibarettir. O bakımdan dua ile yetinilmiş ve diğerlerine gerek görülmemiştir. Hazret-i Peygamber bununla bir sünneti beyan etmek kastında değildi. Hazret-i Peygamber, böyle bir sünneti beyan etmeyi kastedince bunu fiiliyle açıkladı. Nitekim Abdullah b. Zeyd el-Mâzinî'nin rivâyetine uygun olan da budur: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) namaz yerine çıktı, orada istiskada bulundu, ridasını ters çevirdi, sonra da iki rek'at namaz kıldı. Bu hadisi de Müslim rivâyet etmiştir. Müslim, İstiska 1, 3, 4; Buhârî, İstiska 4. İstiskanın diğer hükümleri ileride -yüce Allah'ın izniyle- Hûd Hûd sûresinde istiskâya dair herhangi bir bilgi yoktur. Buna dair bilgiler: Nûh, 71/10-12. âyetlerin tefsirinde gelecektir. Sûresi'nde gelecektir. Yüce Allah'ın: "Biz: Asan ile taşa vur, dedik" âyetinde yer alan "asa"nın ne demek olduğu bilinmektedir. Bu kelime, sonu maksur elif müennes ve aslı vav olan eliften oluşan bir kelimedir. Şair der ki: "Onun (kovasının ağzında çaprazlama konulmuş) iki asası üzerinde ince ve yırtık bir elbise vardır." Çoğulu "usiyy" ve "ısıyy" şeklinde gelir "A'sın" şeklinde geldiği de olur. "Asa, asacıktandır" diye bir deyim de vardır. Yani işin kimisi kimisindendir. Kişinin yolculuk yapmayı bırakarak ikamet etmesi halinde "asasını bıraktı" denilir. Bu da bir deyimdir. Şair der ki: "Asasını bıraktı ve ikamete koyuldu Yolcunun geri dönmekle gözün aydın olması gibi." Kur'ân-ı Kerîm'de de yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "O senin sağ elindeki nedir ey Mûsâ! Dedi ki: O asamdır, ona dayanırım.." (Taha, 20/17-18) Bu âyet-i kerimelerin tefsiri yapılırken yüce Allah'ın izniyle asanın faydalarından da söz edilecektir. "Asa" kelimesi bazen toplanıp bir araya gelmek ve ayrılıp dağılmak hakkında da kullanılır. İşte bu bakımdan İslâmî yönetime karşı çıkan Hâricîler hakkında "müslümanların asalarını böldüler" denilir. Onların birlikteliklerini ve kaynaşmalarını böldüler, demektir. Asa yarıldı, bölündü, denildiği zaman anlaşmazlığın ortaya çıktığı anlatılmak istenir. Şair der ki: "Savaş olup da asa yarılınca Sana da Dahhak'a da keskin bir Hint kılıcı yeter." Araplar arasında kullanılan "asanı ailenin tepesinden kaldırma" deyimi onları te'dip etmekten geri kalma demektir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Hacer (taş) da bilinen birşeydir. Asgarî çoğul sayısında "ahcâr" şeklinde, fazla olanlarda da "hicâr ve hicâre" şeklinde çoğul yapılması gerekir. Bununla birlikte hicâre nadiren kullanılır. İbn Fâris ve Cevherî böyle demiştir. Derim ki: Kur'ân-ı Kerîm'de bu el-Hicare kelimesi şu âyet-i kerimelerde kullanılmıştır: "Onlar taşlar gibidir." (el-Bakara, 2/74); "Şüphe yok ki kimi taşlardan..." (el-Bakara, 2/74); "De ki taş., olunuz" (el-İsra, 17/50); "Onlara taş atardı.." (el-Fil, 105/4); "Onların üzerine (yağmur gibi) taşlar yağdırdık." (el-Hicr, 15/74) gibi. Nasıl olur da böyle bir şekilde bunun çoğulunun kullanımı nadirdir, denilebilir? Ancak o bu ifadesiyle kıyas yoluyla nadirdir, fakat kullanımı ise çoktur, demek istiyorsa bu ifade doğru olur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. "Hemen ondan on iki pınar fişkırıverdi." ifadesinde bir hazf (düşürme) vardır. Bunun takdiri şudur: Mûsâ asasıyla taşa vurdu ve hemen ardından ondan on iki pınar fışkırıverdi... Şanı yüce Allah, vurmadan da taştan suyu fışkırtmaya ve denizi yarmaya kadir idi. Ancak O, kulları için maksatlarına ulaşmalarında bir hikmeti açıklamak üzere sebepler ile sonuçları birbirlerine bağlamak ve âhirette de buna bağlı olarak sevap ve cezalarını vermek istemiştir. İnficâr (mealde: Fışkın vermek), yarılmak demektir. "Fecir yarıldı" tabiri burdan gelir. Suyun inficar etmesi, üzerinin açılması (ve kaynaması) anlamındadır. Fücrâ: Suyun kaynadığı yere denilir. (el-A'raf, 7/160'da geçen): el-İnbicâs ise inficârdan daha dardır. Çünkü önce inbicâs olur (yani su azar azar kaynar) daha sonra çevresi genişleyrek "inficâr" halini alır. İnbicâs'ın inficâr ve infitâk'ın aynı manaya geldiği de söylenmiştir. Bunu el-Herevî ve başkaları demiştir. Yüce Allah'ın: "Hemen ondan on iki pınar fişkırıverdi" âyetinde yer alan kelimesini Mücâhid, Talha ve Îsa şîn harfini esreli şeklinde okumuşlardır. Temimoğullarının şivesi budur. Böyle bir söyleyiş Temimoğullarının konuşmasında nadiren görülür. Çünkü onların izledikleri yol kelimeleri hafifletmektir. Hicaz halkı ise, bu kelimeyi -izledikleri yol kelimeyi ağır okumak olmakla birlikte- diye okurlar. Bütün bu bilgileri en-Nehhâs vermiştir. Ayn (mealde: pınar): kelimesi müşterek isimlerdendir. O bakımdan su gözü, insan gözü, dizkapağının gözü, (dizkapağının alt tarafındaki hafif çukur), güneşin gözü (yani güneşin parlak kısmı) denilir. Ayn, aynı zamanda güney tarafından gelen bulutun adıdır. Yine kesintisiz olarak beş veya altı gün süreyle devam eden yağmurun da adıdır. "Ayn'ı az belde" insanı az şehir demektir. Yine su kırbası ve benzeri su kaplarının kulplarına da "ayn" denir. Su gözü canlılardaki göze benzetilmiştir. Çünkü canlının gözünden yaş nasıl çıkıyorsa su gözünden de su öylece çıkar. Şöyle de açıklanmıştır: Canlının gözü en şerefli organlarından birisi olduğuna göre suyun kaynadığı göz de ona benzetilmiştir. Çünkü yeryüzündeki en şerefli yerlerden birisi de suyun kaynadığı yerdir. Mûsâ (aleyhisselâm), kavmi için Allah'tan su talep edince, Allah, asası ile bir taşa vurmasını emretti. Denildiğine göre bu taş koyun başı büyüklüğünde Tür dağında dörtgen bir taş idi. Bu taş bir çuvalın bir tarafına konulur ve yolculukta taşınırdı. Konakladıkları vakit konakladıkları yerin ortasına o taş getirilir, bırakılırdı. Nakledildiğine göre onlar bu taşı ayrıca taşımıyorlardı. Her bir merhalelik yol katettikçe ilk merhalede o taşın bulunduğu yer neresi ise ikinci merhalede de ona göre bir yerde bulunurdu. Böylesi ise mucize ve i'câz bakımından daha ileri derecededir. Bir görüşe göre yüce Allah, Hazret-i Mûsa'ya mutlak olarak herhangi bir taşa vurmasını emretmiş idi. Bu ise i'câz bakımından daha ileri bir seviyedir. Bir başka görüşe göre şanı yüce Allah, Hazret-i Mûsa'ya açıkladığı ve muayyen bir taşa vurmasını emretmiştir. Bu bakımdan "(taş anlamına gelen)el-Hacer" kelimesi tarifli olarak gelmiştir. Saîd b. Cübeyr der ki: Bu Hazret-i Mûsâ'nın yıkandığı zaman elbisesini üzerine bıraktığı taştır. Bu taş, Hazret-i Mûsa'nın elbisesi ile birlikte uçmuş ve yüce Allah, sonunda onu kavminin iftirasından temize çıkarmıştı. İbn Atiyye der ki: Bunun ayrı ve dörtgen bir taş olduğunda görüş ayrılığı yoktur. Bu taşın her bir tarafından Hazret-i Mûsâ o taşa vurduğu takdirde üç ayrı pınar fışkırırdı. Suya ihtiyaçları kalmayıp yola koyulduklarında bu suyun pınarları kuruyu verirdi. Derim ki: Peygamberimiz Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'a verilmiş olan, elinden ve parmaklarının arasından suyun kaynayıp coşması daha büyük bir mucizedir. Çünkü bizler, gece gündüz taşlardan suyun fışkırdığına şahit olmaktayız. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'in mucizesi olan et ve kan arasından su çıkacak şekilde bir mucize herhangi bir peygambere verilmiş değildir. Güvenilir İmâmların ve sağlam fukahanın Abdullah'tan yaptıkları rivâyete göre o şöyle demiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte idik. Su bulamadık. Ona bakır veya taştan bir su kabı getirildi. Elini ona soktu. Suyun parmaklarının arasından fışkırdığını gördüm ve: "Haydi, abdest almaya" dediğini duydum. el-A'meş dedi ki: Bana Salim b. Ebû'l Ca'd anlatarak dedi ki: Cabir'e o gün kaç kişiydiniz, diye sordum o: Binbeşyüz kişi, dedi. Hadisin lâfzı Nesâî'nindir. Nesâî, Tahâre 61. Bk. Buhârî, Eşribe 31; Menâkıb 25; Müsned, I, 402. 7- Su Almakta Karışıklık Yoktu: Yüce Allah: "Her bir insan topluluğu su alacağı yeri öğrenmişti" diye buyurmaktadır. Yani onların her bir kolunun kendisine ait olarak bildiği bir pınarı vardı. Başkasından içmiyordu. "Meşrab" kelimesi su alacak yer demektir. İçilen şey anlamına olduğu da söylenmiştir. İsrailoğullarındaki Kollar (Esbât), Arapların kabileleri gibidir. Bunlar, Hz Ya'kub'un on iki oğlunun soyundan gelenlerdir. Her bir kola ait bu pınarlardan bir pınar vardı ve ondan başkasından su almazdı. Atâ der ki: Taşın dört yüzü vardı. Her bir yüzünden üç pınar fışkırmaktaydı. Böylelikle her bir kolun (sıbtın) başkalarının kendileriyle ortak olmadığı ayrı bir pınarı vardı. Bize ulaştığına göre her bir kolda atları ve diğer binekleri dışında sadece ellibin Savaşçı vardı. Yine Atâ der ki: Hazret-i Mûsa'nın darbe indirdiği her bir yerde taşın üzerinde kadının memesini andıran bir tümsek belirir, önce terler daha sonra da su akıtırdı. Yüce Allah'ın: "Yiyiniz içiniz" âyetinde bir hazf vardır ki takdiri şöyledir: Biz onlara Men ve Selvayı yeyiniz, başlı başına ayrı taştan fışkıran suyu da içiniz. "Ve yeryüzünde fesat çıkarmakla taşkınlık yapmayınız" dedik. Bu âyeti ile yüce Allah, onlara ileri derecede fesat çıkartmalarını yasaklamaktadır. Çünkü "el-ays" ileri derecede fesat anlamındadır. Yünleri yiyen haşerenin adına da (aynı kökten): üsse (güve) denilmektedir. "Fesat çıkarıcılar olarak" anlamına gelen kelimesi haldir. Mananın tekrarlanması, kelimenin farklı olmasındandır. İşte bu âyetler ile ni'metlerin onlara mubah kılındığı, sayılıp döküldüğü ifade edilmekte, buna karşılık onların masiyetlerde ileri gittiği, bunların ise onlara nehyedildiği anlatılmaktadır. |
﴾ 60 ﴿