67

Hani Mûsâ kavmine: "Allah size bir sığır boğazlamanızı emrediyor" demişti. "Bizi alaya mı alıyorsun?" dediler. "Cahillerden olmaktan Allah'a sığınırım" dedi.

Bu âyetin;

"Hani Mûsâ kavmine:

"Allah size bir sığır boğazlamanızı emrediyor" demişti" bölümüne dair açıklamalarımızı dört başlık halinde sunacağız:

1- Allah Emrediyor...:

"Allah size bir sığır boğazlamanızı emrediyor." Ebû Amr'dan gelen rivâyete göre o

"emrediyor" anlamına gelen kelimeyi sükûn olarak ve ağırlığı dolayısıyla "re" harfindeki ötreyi hazfederek şeklinde okumuştur. Ebû'-l-Abbas el-Müberred ise, bu câiz değildir, demiştir. Çünkü "radıyallahü anh" harfi i'rab harfidir. Yani i'rabın harekesinin üzerinde görülmesi gereken harftir. Bu harfin i'rabı ötredir. Ebû Amr'dan sahih olarak gelen rivâyet ise onun harekeyi gizlice çıkarttığı şeklindedir. "Boğazlamak"ın ne demek olduğu daha önceden 49. âyet 10. başlık açıklanmış olduğundan burada tekrarlamanın anlamı yoktur.

2- Kur'ân'ın Anlatımında İlahi Üslup:

" Allah size bir sığır boğazlamanızı emrediyor" âyeti tilavet itibariyle önceden gelmektedir. Daha sonra gelecek olan

"hani siz bir canı öldürmüştünüz." (âyet 72) âyeti ise anlam itibariyle ineğin kesilmesiyle ilgili olarak açıklanan bütün hususlardan daha önce olmuştur. Daha önce olması, da caizdir. "Öldürmüştünüz" ifadesinin de nüzul itibariyle daha önce olması, buna karşılık sığır kesme emriyle ilgili açıklamaların sonradan inmiş olması da caizdir. Yine olayın sıra şeklinin âyetlerin okunuşundaki sıraya uygun olması da mümkündür. Sanki yüce Allah onlara bir sığır kesmeyi emretmiş, daha sonra onu kesmişler arkasından sözü geçen öldürme olayı meydana gelmiş, daha sonra da bu ineğin bir parçası ile maktule vurmaları emredilmiş gibidir. O takdirde

"hani siz bir canı öldürmüştünüz" âyeti az önce belirttiğimiz birinci görüşe göre mana itibariyle önce demek olur. Çünkü âyetin başına "vav" harfinin gelmesi sıralanışının böyle olmasını gerektirmez. Hazret-i Nûh kıssasında da Kur'ân-ı Kerîm'de bunun benzerini görüyoruz. Orada önce tufan'dan ve tufanın bitmesinden şu buyruklarıyla söz etmektedir:

"Nihayet emrimiz gelip de tandır kaynayınca dedik ki: Her birinden ikişer çift ile aleyhinde önceden söz geçmiş olanlar hariç olmak üzere, aile halkını ve îman edenleri içine yükle. Zaten onunla birlikte çok az sayıda kimseden başka îman eden olmadı." (Hud, 11/40) Bu âyette onlardan helâk olanların helâk edildikleri sözkonusu edildikten sonra şu:

"Dedi ki: Binin içerisine, onun akması da durması da Allah'ın adıyladır" (Hud, 11/41) âyetini atfetmiştir. Böylelikle hitabında gemiye binmeyi daha sonra zikretmiştir. Bilindiği gibi onların gemiye binişleri helakten önce olmuştu. Yüce Allah'ın:

"Kendisinde eğrilikten eser bulunmayan o dosdoğru kitabı kuluna indiren Allah'a hamdolsun" (el-Kehf, 18/1-2) âyetinde de durum böyledir. Bu ifadenin takdiri şu şekildedir: O kulunun üzerine kitabı dosdoğru halde indirmiş ve onu eğrilikten uzak kılmıştır.

Bu türden ifadeler Kur'ân-ı Kerîm'de pek çoktur.

3- Boğazlamak ve Kesmek:

Koyunların boğazlanmasının (zebh) daha uygun olduğu hususunda ilim adamları arasında görüş ayrılığı yoktur. Develerde ise kesmek (nahr) daha uygundur. İneklerde ise her iki görüş de ileri sürülmüştür. Boğazlamanın daha evla olduğu söylenmiştir. Çünkü yüce Allah'ın inekler hakkında sözkonusu ettiği odur. Diğer taraftan kesilme yeri ile boğazlanma yeri birbirlerine de yakındır. İbnu'l-Münzir der ki: Ben boğazlanması gerektiği halde kesilen veya kesilmesi gerektiği halde boğazlanan hayvanların etlerinden yemeyi haram kılan kimsenin olduğunu bilmiyorum. Bununla birlikte Mâlik bunu mekruh görmüştür. Ancak kişi birşeyi mekruh görmekle birlikte onu haram kabul etmeyebilir de.

Maide sûresinde yüce Allah'ın:

"Kestikleriniz müstesna" (el-Maide, 5/3) âyetini açıklarken boğazlamanın, boğazlayanın hükümleri ve şartlarına dair açıklamalar genişçe yapılacaktır -inşaallah-.

el-Maverdî der ki: Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır ya, onlara başka bir hayvanı değil de bir inek boğazlamaları emrinin veriliş sebebi, onların taptıkları buzağının cinsinden olduğundan dolayıdır. Böylelikle onların ta'zim etmeyi uygun gördükleri bir varlığın ne kadar önemsiz olduğunu onlara göstermek ve bu emri yerine getirmek suretiyle kalplerinde buzağıya tapma duygusunun gerçek mahiyetini ortaya çıkarmak istemiştir. Bu, ineğin boğazlanmasının bir gerekçesi veya hikmeti olmakla birlikte; neden böyle bir emir verilmiştir, şeklinde soru sorana cevap değildir. Ancak bunun hikmeti şudur: Allah maktul bir kimseyi canlı birisinin öldürülmesiyle diriltti. Böylelikle bu eşyayı zıtlarından var etmek hususundaki kudretini daha açık bir şekilde ortaya koymuş oldu.

4- Sığır (Bakara) Kelimesinin İştikakı:

"Bakara", dişinin ismi, "sevr" de erkeğin (öküzün) adıdır. Devenin dişisine "nâka" erkeğine "cemel", insanın erkeğine "racul" dişisine "imrae" denilmesi gibi.

Bakare kelimesinin "bakar"ın tekili olduğu da söylenmiştir. Erkekle dişisi arasında fark olmaz, denilmiştir. Bu kelimenin aslı yarmak anlamına gelen kelimesidir. İneğe sürmek suretiyle yeri yarıp toprağı altüst ettiğinden dolayı "bakare" denilmiştir. Ebû Cafer Muhammed b. Ali Zeynülabidin'e verilen "el-Bâkır" unvanı da buradan gelmektedir. Çünkü o ilmi derinliğine bilmiş, aslını öğrenmiş, yani onu yarmış idi.

"Bakire" ise, ortadan yarılan ve kolları yenleri bulunmayan boyundan geçirilip giyilen kadın elbisesinin adıdır. İbn Abbâs'tan, Hudhud hakkında "o yeri yardı (bekara)" dediği nakledilmiştir. Şemir der ki: O suyun bulunduğu yere baktı ve yerin altında suyun bulunduğunu gördü. el-Ezherî der ki:

"Bakar" cins ismi olup onun çoğulu "bakır" gelir.

İbn Arefe der ki: Bakîr, bakır ve beykûr (yaran) aynı anlamdadır.

İkrime ile İbn Ya'mer diye okumuşlardır.

es-Sevr ise "sîran" kelimesinin tekilidir (öküz demektir). Aynı zamanda erkekler arasından efendi kimse hakkında da bu tabir kullanılır. Yine bir parça kavurta da bu isim verilir. Sevr aynı zamanda deniz yosunu demektir. Belli bir dağın da özel adıdır. Araplardan bir kabilenin de ismi Sevr'dir. Hadîs-i şerîfte: "Akşam namazının vakti ise şafakın sevri (yani yayılmışlığı) kaybolmadığı süre devam eder." ifadesi gelmiştir. Müslim, Mesacid, 72; Nesâî, Mevakît 15 te "Akşam" anlamında "mağrib" şeklindedir. Kurtubi, "işa" diye kaydetmektedir. İşa da yerine göre "akşam" ile "yatsı hakkında müştereken kullanılabilir.

Bir başka Hadîs-i şerîfte de şöyle buyurulmuştur: "İlim taleb eden bir kimse Kur'ân-ı Kerîm'i tesvîr etsin" el-Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, VII, 165. Şemir der ki: Kur'ân-ı Kerîm'in tesvîr edilmesi okunması ve ilim adamlarından anlamlarının araştırılıp öğrenilmesidir. İbnu’l Esir der ki: Tesvîr etsin: Onu iyice araştırsın, manaları, tefsir ve kıraati üzerinde düşünsün, demektir. (en-Nihaye, I, 229)

Alaya Almak:

"Bizi alaya mı alıyorsun dediler?" Bu onların Hazret-i Mûsa'ya:

"Muhakkak Allah size bir sığır boğazlamanızı emrediyor" demesine karşılık verdikleri cevaplarıdır. Buna sebep olay şudur: Aralarında -adının Amir olduğu söylenen- bir maktul bulurlar. Onun kim tarafından öldürüldüğünü tesbit edemediler. Aralarında bu hususta anlaşmazlık çıktı. Bunun üzerine: Allah'ın Rasûlü aramızda iken birbirimizi öldürüp duracak mıyız dediler, Hazret-i Mûsa'ya varıp konu ile ilgili açıklama istediler. Bu husus Tevrat'ta Kasame'ye dair hükümler indirilmeden önce olmuştu. Hazret-i Mûsa'ya Allah'a dua etmesini istediler. Hazret-i Mûsâ da Rabbine sordu, O da onlara bir sığır kesmelerini emretti. Hazret-i Mûsa'nın bu dediğini işitince ve zahiren ona sorup da hakkında hüküm vermesini istedikleri olay ile ilgili bir cevap bulamadıklarından dolayı: Sen bizimle alay mı ediyorsun? dediler. Yani bizimle oyun mu oynuyorsun, bizi alaya mı alıyorsun? -Alay etmekle ilgili açıklamalar önceden (el-Bakara, 2/15. âyette) geçmişti.-

el-Cahderî ise "mı ediyorsun?" kelimesini "mı ediyor?" şeklinde okumuştur. Yani kendi aralarında böyle konuştular, demek olur. Hazret-i Mûsâ da onlara: "Cahillerden olmaktan Allah'a sığınırım" diye cevap verdi. Çünkü doğru yolu araştıran ve bu maksatla soru soran bir kimseye istediğinin dışında bir cevap verip alay etme yolunu tutmak bir cahilliktir. Hazret-i Mûsâ da böyle bir şeyden Allah'a sığındı. Çünkü cahillik peygamberlere yakışmayan, makamlarına aykırı bir durumdur. Ayrıca cahillik ilmin de zıddıdır. Onlar "bizimle alay mı ediyorsun?" diye yüce Allah'tan aldığını kendilerine bildiren kimseye karşı cahillik ettikleri gibi, o cahillik etmeyerek ondan Allah'a sığınmıştır. (Söyledikleri) böyle bir söz zahiren o sözü söyleyenin itikadındaki bozukluğu gösterir. Mucizesi ortaya çıkmış bir peygambere böyle diyen ve: Allah sana bunu mu emrediyor, sen bizimle alay mı ediyorsun? diye söyleyen bir kimsenin imanı sahih olamaz. Eğer o günlerde herhangi bir kimse Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in bir sözü ile ilgili olarak bu ifadeyi kullanmış olsaydı, o kimsenin tekfir edilmesi gerekirdi. Bazıları bu sözü söyleyenlerin kaba, katı tabiatlı oluşlarından ve masiyet yoluyla söylendiği kanaatindedir. Nitekim Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Huneyn ganimetlerini paylaştırırken birisi Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a: "Bu kendisi ile Allah'ın rızasının aranmadığı bir paylaştırmadır." Buhârî; Hums 19; Müslim, Zekat 140-141 demesiyle bir başkasının: "Adaletli davran ey Muhammed!" Müslim, Zekat 142. demesini andırmaktadır. Bütün bunlar esasen cahilliğin çirkinliğine ve dini ifsad ettiğine son derece açık bir delildir.

Kıraat Farkı:

Yüce Allah'ın: "Alay" kelimesinin vav ile hemze arasında okunacak şekilde hemzesinin tahfif edilmesi caizdir. Hafs bunu fethalı bir vav olarak okumuştur. Çünkü bunun aslı, öncesi ötre bulunan fethalı bir zammedir. "Ze" harfinden dammenin hazf edilmesi ve şeklinde okunması da caizdir. Nitekim Kûfeliler böyle okumuştur. Yüce Allah'ın:

"kimse O'na denk değildir." (el-İhlas, 112/4) âyeti de böyledir. el-Ahfeş Îsa b. Ömer'den şunu nakletmektedir: Birinci harfi ötreli ve üç harfli bütün isimler hafif ve sakil olmak üzere iki türlü okunur. kelimeleri gibi. vezninde olan kelimeleri gibi.

Yüce Allah'ın:

"Ve O'na kullarından bir kısmını (eş) koştular" (ez-Zuhruf, 43/15) âyeti ise böyle değildir. Çünkü bu "cüz"' kelimesinin aslı "fu'l" veznindedir. Yeri gelince İnşaallah açıklanacaktır.

Allah'ın Dini ile Alay:

Bu âyet-i kerimede Allah'ın dini, müslümanların dini ve ta'zim edilmesi gereken şeyler ile alay etmenin yasak olduğunun delili vardır. Böyle birşeyi yapmanın bilgisizlik olduğu, böyle bir işe kalkışanın azap tehdidine müstehak olduğunu da göstermektedir. Ancak şakalaşmak herhangi bir şekilde alay etmek değildir. Nitekim Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de ondan sonraki Raşid Halifeler de şaka yaparlardı. İbn Huveyzimendad der ki: Bize ulaştığına göre adamın birisi Ubeydullah b. Hasan'ın -Küfe kadısı olduğu sırada- yanına gelmiş, onunla şakalaşmış. Ona şöyle demiş: Senin bu cübben koyun yününden midir yoksa koç yününden midir? Adam şöyle demiş: Ey Hakim, cahillik etme. Ubeydullah ona: Sen şakanın cahillik olduğunu nerede gördün ki? diye sormuş adam bu sefer ona: Bu âyet-i kerimeyi okumuştur. Bunun üzerine Ubeydullah ondan yüzçevirmiştir. Çünkü o kimsenin şaka ile alay etmeyi birbirinden ayırdedemeyen bir bilgisiz olduğunu görmüştü. Halbuki bunlardan herhangi birisinin ötekiyle bir ilgisi yoktur.

67 ﴿