83

Hani İsrailoğullarından: "Allah'tan başkasına ibadet etmeyin, anneye, babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara iyilik yapın ve insanlara güzel söz söyleyin. Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin" diye söz almıştık. Sonra sizden azınız müstesna yüzçevirdiniz, hâlâ da yüzçevirmektesiniz.

Âyetine dair açıklamalarımızı on başlık altında sunacağız:

1- İsrailoğullarından Alınan Bir Başka Söz

"Hani İsrailoğullarından... diye söz almıştık" âyetine dair daha önceden (27. ve 40. âyetlerde) açıklamalarda bulunmuştuk. Burada sözü geçen "alınan söz" hakkında farklı görüşler ileri sürülmüştür. Mekkî, bunun Hazret-i Âdem'in sulbünden zerreler gibi çıkartıldıkları vakit onlardan alınan söz olduğu görüşündedir. Bir başka görüşe göre ise bu, onlar hayatta oldukları sırada akılları başlarında iken peygamberleri aracılığıyla onlardan söz alınmasıdır, demiştir. Bu da yüce Allah'ın burada sözü geçen

"Allah'tan başkasına ibadet etmeyin..." âyeti ile dile getirilmiştir. Allah'a ibadet etmek ise O'nu tevhid etmek, rasûllerini tasdik etmek, kitaplarında indirdikleri gereğince amel etmek demektir.

2- Allah'tan Başkasına İbadet Etmeyin

"Allah'tan başkasına ibadet etmeyin" âyeti ile ilgili olarak Sîbeveyh bunun bir yemine taalluk ettiğini söylemektedir. Ona göre: Biz "Allah adına yemin olsun ki, Allah'tan başkasına ibadet etmeyeceksiniz" diye onlardan yemin almıştık, anlamındadır. el-Müberred, el-Kisaî ve el-Ferrâ', bunun uygun olabileceğini söylemişlerdir. Ubey ve İbn Mes'ûd bunu -sondan nûn harfini düşürerek- nehy olmak üzere: şeklinde okumuşlardır. İşte bundan dolayı ondan sonra gelen fillere: söyleyin, kılın, verin" şeklinde gelmişlerdir.

Burada "ibadet etmeyin" âyetinin hal ifade ettiği de söylenmiştir. Yani biz onlardan mîsaklarını muvahhidler olarak veya inad etmeyenler olarak... almıştık, anlamına gelir. Bu görüşü de yine Kutrub ve el-Müberred ileri sürmüştür. Ancak böyle bir açıklama şeklindeki kıraate değil de İbn Kesîr, Hamza ve Kisaî'nin okuduğu Allah'tan başkasına ibadet etmesinler... diye" şeklindeki okuyuşa uygun bir açıklamadır. el-Ferrâ', ez-Zeccâc ve bir topluluk da şöyle demiştir: Anlamı şöyledir: Biz onlardan Allah'tan başkasına ibadet etmemek, anne ve babaya iyilik yapmak ve kanları dökmemek üzere söz almıştık, anlamını ifade eder. Daha sonra -fiile mastar anlamı veren ile "be" harfi hazf edildiğinden fiil merfû' gelmiştir. Yüce Allah'ın:

"Bana Allah'tan başkasına... mı emredersiniz?" (ez-Zümer, 39/64) âyetinde olduğu gibi

el-Müberred: Bu bir yanlışlıktır, der. Çünkü Arap dilinde takdir edilen her bir söz de açıkça söylenmiş gibi amel eder. Mesela:Katettiğim (nice) belde" derken nice" lâfzı takdir edilerek amel eder.

Derim ki: Bu, bir yanlışlık değildir. İki görüş de doğrudur. Sîbeveyh'in naklettiği şu beyit bu iki görüşe de uygun bir kanıttır:

"Ey Savaşta hazır bulunmaktan ve zevkli şeylere şahit olmaktan azarlayarak beni alıkoymak isteyen kişi!

Sen beni ebediyyen yaşatabilir misin?"

Burada "hazır bulunmak" anlamındaki fiil, edatının takdir edildiği görüşüne göre nasb ile, hazf edildiği görüşüne göre de ref ile okunur.

3- Anne Babaya İyilik

"Anne babaya... iyilik yapın"; yani, onlara anne babaya iyilik yapın, diye emrettik.

Yüce Allah bu âyet-i kerimede anne baba hakkını tevhid ile birlikte sözkonusu etmiştir. Çünkü ilk varlık Allah tarafındandır, ikinci varoluş olan eğitim ve terbiye ise anne-baba aracılığıyladır. Bundan dolayı yüce Allah onlara karşı şükredici bir halde olmayı, kendisine şükretmek ile birlikte sözkonusu etmiş ve:

"Bana ve ana babana şükret diye (insana vasiyet ettik)." (Lukmân, 31/14) diye buyurmaktadır. Anne babaya iyilik (ihsan), onlarla ma'ruf bir şekilde geçinmek, onlara karşı alçakgönüllü olmak, emirlerini yerine getirmek, vefatlarından sonra onların mağfireti için dua etmek, onların sevdikleri kimseleri gözetmek suretiyle olur. Nitekim buna dair açıklamalar yüce Allah'ın izniyle İsrâ Sûresi'nde (23 ve 24. âyetlerde) etraflı bir şekilde gelecektir.

4- Yakın Akrabalar:

Burada

"akrabalar" da

"anne baba"ya atfedilmiştir. Yani biz onlara akrabalık bağlarına riâyet etmek suretiyle akrabalarına iyilik yapmalarını da emrettik. Yine buna dair açıklamalar yüce Allah'ın izniyle Muhammed Sûresi'nde (47/22-24. âyetlerde) yapılacaktır.

5- Yetimler:

"Yetimlere" âyeti de aynı şekilde atfedilmiştir. "Yetâmâ," yetim kelimesinin çoğuludur. Âdemoğulları arasında yetimlik babayı kaybetmekle, hayvanlarda ise annenin kaybedilmesiyle olur. el-Maverdî'nin naklettiğine göre Âdemoğulları arasında annenin yitirilmesi halinde de yetimlik sözkonusudur. Ancak bilinen husus birincisidir. Yetim kelimesi asıl itibariyle tek olmak demektir. Mesela, yetim bir küçük çocuk, denildiği zaman babasından ayrı tek başına kalmış çocuk anlaşılır. "Yetim bir beyit" ise kendisinden önce ve sonra şiir bulunmayan bir beyit demektir. "Yetim bir inci" eşsiz bir inci demektir. Bunun aslının geciktirmek anlamında olduğu da söylenmiştir. O bakımdan babasını yitirene "yetim" denilmiştir. Çünkü ona yapılan iyilik, iyi davranış gecikmeli olarak ulaşır.

Fiilin şekilleri (tasrîfî; çekimli): ile şeklinde gelir. Her iki şekli de el-Ferrâ' zikretmiştir.

"Allah onu yetim bıraktı" ise: şeklinde söylenir.

Bu âyet, yetime şefkat duymaya, onu himaye ve koruma altına alıp malını muhafaza etmeye delalet etmektedir. Nitekim ileride buna dair açıklamalar, Nisa Sûresi'nde (4/2. âyette) gelecektir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) da: "Ben ve -kendisinin olsun başkasının olsun- yetimi koruyup gözeten kimse ile şu ikisi gibi cennette birlikte olacağız" demiş ve (hadisin senedinde yer alan ravilerden birisi olan) Mâlik, şehadet parmağı ile orta parmağını işaret etmiştir. Bu hadisi Ebû Hüreyre rivâyet etmiş, Müslim de bunu Sahihinde kayd etmiştir. Müslim, Zühd 42. Ayrıca bk. Buhârî, Talâk 25, Edeb 24; Ebû Dâvûd, Edeb 123; Tirmizî, Birr 14; Muvatta’', Şear 5; Müsned, II, 375, V, 333

İmâm (hadis) hafız(ı) Ebû Muhammed Abdülgani b. Saîd, Ebû Said el-Basrî Hasen b. Dinar'dan -ki o el-Hasen b. Vasıl'dır- dan rivâyetle dedi ki: Bize el-Esved b. Abdurrahman, Hissân'dan, o Ebû Mûsâ el-Eş'arî'den, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan rivâyetle dedi ki: "Bir yetim bir toplulukla birlikte yemek kablarının üzerine (sofralarına) oturacak olursa şeytan onların kaplarınayaklaşamaz." el-Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, VII, 160, hasen bir hadis olduğu kaydı ile.

Yine Hüseyn b. Kays'den -ki o Ebû Ali er-Rahabî'dir- o İkrime'den, o İbn Abbâs'tan dedi ki: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Müslümanlar arasındaki yetim kimseyi kendi yiyeceğine ve içeceğine -Aziz ve celil olan Allah onu zengin edinceye kadar- ortak ederse; mutlaka onun günahları mağfiret olunur. Mağfiret olunmayacak bir günah işlemesi hali müstesna. Allah her kimin iki kerimesini alır ve sabrederse ecrini Allah'tan umarsa mutlaka günahları mağfiret olunur." Ashab: İki kerimesi dediğiniz nedir? diye sorunca Hazret-i Peygamber şöyle buyurdu: "İki gözü. Her kimin de üç kızı yahut üç kızkardeşi olur, onlara gereken harcamalarda bulunur ve onlara iyilikte bulunursa bunu da onlar ondan ayrılıncaya (evleninceye) kadar ya da vefat edinceye kadar sürdürürse - mağfiret olunmayacak bir amel işlemesi hali dışında - şüphesiz günahları mağfiret edilir. " Hadisin değişik yollarla ve kısmen rivâyetleri için bk. Müsned, III, 283, V, 29

Hicret eden bedevi Araplardan birisi bunun üzerine Hazret-i Peygamber'e seslenerek: Ey Allah'ın Rasûlü, ya iki tane olursa! diye sorar. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) da: "İki tane olsa dahi" diye cevap verir. İbn Abbâs bu hadisi rivâyet ettiği vakit şöyle derdi: Allah'a yemin ederim. Bu, anlamı iyice bilinemeyen ve oldukça şerefli hadislerden birisidir.

6- Parmaklarla Yapılan İşaretlerin Anlamı:

Baş parmağa bitişik olan (şehadet parmağına; söven anlamına): es-sebbâbe" denilirdi. Cahiliyye döneminde bu parmağın ismi buydu. Çünkü onlar bu parmağın işaretiyle sövüyorlardı. Allah, İslâm'ı gönderince onlar bu isimden hoşlanmadılar, o bakımdan o parmağa muşîre (işaret eden) dediler. Çünkü tevhidi söyledikleri sırada bu parmakla Allah'ın tevhidini işaret ediyorlardı. Bu parmağa yine es-sebbâhe (çokça teşbih eden) ismi da verilir. Bu şekilde adlandırılması Vâil b. Hucr ile başkaları tarafından rivâyet edilen hadiste zikredilmektedir. İşaret parmağının "teşbih eden" anlamında: "sebbâhe" diye anıldığı bazı hadislere örnek olmak üzere bk. Müsned, I, 78, III, 407, IV, 309, V, 250; Ebû Dâvûd, Tâhare 52; Nesâî, Tahâre 84; Dârimî, Rikaak 46 vb.

Şu kadar var ki, dilde bu kelime yine cahiliyye döneminde bilinen şekliyle kullanılmaya devam etti. Ve bu daha çok kullanılır oldu. İşaret parmağından "sebbâbe" diye söz edilen hadislere örnek olarak bk. Buhârî, Nikâh 23, Edeb 24; Müslim, Mesâcid 113, 115; Ebû Dâvûd, Salât 115, Menâsik 56; Tirmizî, Mevâkît 103 vs...

Yine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın parmakları hakkında gelen rivâyetlerde onun işaret parmağının orta parmağından daha uzun olduğu, orta parmağının işaret parmağından daha kısa olduğu, yüzük parmağının da orta parmağından daha kısa olduğu belirtilmektedir. Yezid b. Harun'un şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Bize Abdullah b. Miksem et-Taifî haber verdi, dedi ki: Bana halam Miksem kızı Sare anlattı. O Kerdem kızı Meymûne'nin şöyle dediğini dinlemiş: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın yaptığı Veda Haccında ben de vardım. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı devesi üzerinde gördüm. Babam ona bazı hususlara dair sorular sormuştu. Küçük bir kız iken onun baş parmağa bitişik olan (işaret) parmağının uzunluğundan hayrete düştüğümü biliyorum.

Hazret-i Peygamber'in: "Ben ve o cennette şu ikisi gibi birlikte olacağız" diye buyurması ile bir başka Hadîs-i şerîfte: "Ben, Ebû Bekir ve Ömer kıyâmet gününde şöylece haşredileceğiz" buyurup üç parmağını işaret etmesi ile o, diğer insanlara karşı bunların işgal edecekleri mevkii ve onlara ihsan edilecek şerefi kastetmek istemiştir. Yani biz bu şekilde şereflenmiş olarak haşredileceğiz.

Aynı şekilde yetim himaye edenin de makamı yüksek olacaktır. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın parmaklarının durumunu bilmeyen bir kimse bu Hadîs-i şerîfi yakınlık makamında birbirlerine yakınlık ve bir arada olmak şeklinde anlamıştır ve yorumlamıştır. Ancak bu uzak bir ihtimaldir. Çünkü rasûllerin, peygamberlerin, sıddîklerin, şehidlerin ve salihlerin mertebeleri arasında fark vardır, bunların cennetteki makamları da değişik değişiktir.

7- Yoksullar:

"Yoksullara iyilik yapın" âyeti de aynı şekilde atıftır. Yani biz onlara yoksullara iyilik yapmalarını da emrettik.

(Yoksullar demek olan) mesâkîn: İhtiyacın sakinleştirdiği (hareketsizleştirdiği) ve zelil kıldığı kimseler demektir. Bu âyet sadaka vermeye, muhtaçları görüp gözetmeye, yoksul ve zayıfların durumlarını yakından takib etmeye teşvik anlamını da içermektedir. Müslim'in Ebû Hüreyre'den rivâyetine göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Dul kadının ve miskinin ihtiyaçlarını karşılamaya çalışan bir kimse, Allah yolunda cihad eden gibidir. -Zannederim şöyle de buyurdu:- Ve durmaksızın kıyam eden ile açmaksızın oruç tutan kimse gibidir." Müslim, Zühd 41; Buhârî, Edeb 25, 26

İbnu'l Münzir der ki: Tavus, kız kardeşlerinin ihtiyaçlarını karşılamaya çalışmanın Allah yolunda cihaddan daha faziletli olduğu görüşünde idi.

8- Güzel Söz:

"Ve insanlara güzel söz söyleyin." Bu âyetin masdar anlamına da geldiğinden dolayı, söyleyeceğiniz söz güzel olsun, anlamında olduğu söylenmiştir. İnsanlara güzelliği bulunan söz söyleyin, takdirinde olduğu da söylenmiştir. O vakit bu bizzat masdar olur, masdar anlamında olmaz. Hamza ve Kisaî ise hâ ve sîn harfini üstün olarak şeklinde okumuştur. el-Ahfeş der ki: Her ikisi de aynı anlama gelir. el-Ahfeş bu kelimenin "hüsnâ" şeklinde okunduğunu nakletmişse de en-Nehhâs: Arapçada bu câiz olmaz. Çünkü böyle bir ifade ancak elif lâm'lı olarak (el-hüsnâ) şeklinde olabilir. Bu, Sîbeveyh'in görüşüdür. Îsa b. Ömer ise "hüsünen" şeklinde okumuştur.

İbn Abbâs der ki: Bunun anlamı şudur: Yani Siz insanlara karşı lâ ilahe illallah deyiniz ve onlara bunu söylemelerini emrediniz. İbn Cüreyc de şöyle der: İnsanlara Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) hakkında doğruyu söyleyiniz. Onun (kitabınızdaki) niteliklerini değiştirmeyiniz. Süfyan es-Sevrî de şöyle demektedir: İnsanlara marufu emrediniz, münkerden sakındırınız. Ebû'l-Âl-iyye de der ki: Onlara güzel söz söyleyiniz ve sizin en güzel şekilde bağışlanmanızı istediğiniz gibi siz de onları en güzel şekilde bağışlayınız.

Bütün bunlar güzel ahlakın faziletli davranışlarına bir teşviktir. O bakımdan insanın insanlara yumuşak söz söylemesi, iyiye, kötüye karşı ehl-i sünnet olana da bid'atçi olana da -yağcılık yapmaya kaçmaksızın- güleryüzlü davranması gerekir. Ayrıca bu gibi kimselere karşı da onun bu sözleriyle bid'atçinin mezhebinden hoşnud olduğunu ifade edecek şekilde konuşmaması da gerekir. Çünkü şanı yüce Allah Hazret-i Mûsâ ile Hazret-i Harun'a:

"Ona yumuşak bir söz söyleyiniz" (Tâhâ, 20/44) diye buyurmuştur. O bakımdan başkasına söz söylemek durumunda olan bir kimse bilsin ki Mûsâ ile Harun'dan daha faziletli değildir. Karşısındaki günahkâr da Firavn'dan daha kötü ve habis değildir. Allah Hazret-i Mûsâ ile Hazret-i Harun'a Firavn'a karşı yumuşaklığı emretmiştir.

Talha b. Ömer der "ki: Ben Atâ'ya şöyle dedim: Sen yanında değişik, doğru olmayan görüşlere sahip birtakım insanların toplanıp bir araya geldiği bir kimsesin. Ben ise hiddetli bir insanım. Onlara bazen ağır sözler söyleyebiliyorum. Bana şöyle dedi: Hayır, böyle yapma. Yüce Allah:

"İnsanlara güzel söz söyleyiniz" diye buyurmaktadır. Bu âyet-i kerimenin kapsamına yahudiler ve hristiyanlar girmektedir. Ya hanif dinine mensup olan bir kimse nasıl girmez? Diğer taraftan Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan Hazret-i Âişe'ye şöyle dediği rivâyet edilmiştir: "Çirkin söz söyleyen bir kadın olma. Çünkü çirkinlik (fuhuş) eğer erkek kılığında bir varlık olsaydı çok kötü bir erkek olurdu." Sadece ilk cümlesi ile Müslim, Selâm 11; Müsned, VI, 22.

Denildiğine göre bu âyet-i kerimede "insanlar" ile Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) kastedilmiştir. Yüce Allah'ın şu âyetinde olduğu gibi:

"Yoksa onlar Allah'ın kendilerine lütfundan vermesi dolayısıyla insanları mı kıskanıyorlar?" (en-Nisâ, 4/54) Burada da sanki: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e güzel söz söyleyin" denilmiş gibidir.

el-Mehdevî'nin Katâde'den naklettiğine göre yüce Allahın: "Ve insanlara güzel söz söyleyin" âyeti cihadı emreden kılıç âyetiyle neshedilmiştir. Ayrıca bunu Ebû Nasr Abdürrahim, İbn Abbâs'dan da rivâyet etmiştir. İbn Abbâs der ki: Bu âyet-i kerîme ilk dönemlerde nazil olmuş, daha sonra kılıç âyeti bunu neshetmiştir.

İbn Atiyye de der ki: Bu, İslâm ümmetinin, İslâm'ın ilk dönemlerinde benzeri bir emirle muhatab alındığının delilidir. İsrailoğullarına dair haberde ve onlara verilen emirde ise herhangi bir nesh sözkonusu değildir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

9- Namazı Kılın, Zekâtı Verin:

"Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin" âyetine dair açıklamalar daha önceden geçmiş bulunmaktadır. Bk. el-Bakara, 2/3 ve 43. âyetlerin tefsiri Burada hitap İsrailoğullarınadır. İbn Atiyye der ki: Onların zekâtının kabulü ise çıkartıp bir yere koydukları ve kabul olunan üzerine ateşin inmesi, olunmayanın üzerine ateşin inmemesiyle anlaşılıyordu. Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın ümmetinin zekâtı gibi değildi.

Derim ki: Ganimetler hususunda bunun sabit olduğu gibi bunun da delil ile belgelenmesi gerekir. İbn Abbâs'tan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Onlara emrolunan zekât Allah'a itaat ve ihlâs idi.

10- "Ve Yüzçevirdiniz..."

"Sonra" Abdullah b. Selâm ve arkadaşları gibi

"sizden azınız müstesna yüzçevirdiniz."

Hitap, Peygamber Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in çağdaşlarınadır. Geçmişlerinin yüzçevirmelerinin bunlara nisbet ediliş sebebi de haktan yüzçevirmekte çağdaşlarının da geçmişleri gibi aynı yolda olduklarından dolayıdır. Nitekim şair:

"Bu benim (gördüğüm) Ehzem'den tanıdığım bir huy ve tabiattır"

demiştir.

"Hâlâ da yüz çevirmektesiniz" âyeti mübtedâ ve haberdir. Âyet-i kerimede geçen i'rad ve tevellî aynı anlamdadır (yüzçevirmek). Ancak kelime ve lâfızlarda farklılık vardır.

Tevelli'nin beden ile, i'râd'ın kalb ile yüzçevirmek olduğu da söylenmiştir.

el-Mehdevî der ki: "Hâlâ da yüzçevirmektesiniz" âyeti haldir. Çünkü tevelli'de zaten i'râd'a delâlet vardır. Hal olması durumunda ise ayetin bu bölümlerinin meali şu şekilde verilebilir: "Sonra sizin pek azınız müstesna, yüzçevirerek gerisin geri döndünüz.

83 ﴿