85Sonra işte sizler birbirinizi öldürüyor ve içinizden bir fırkayı yurtlarından çıkarıyor, aleyhlerinde günah ve düşmanlıkla yardımlaşıyorsunuz. Eğer size esir olarak gelirlerse onlar için fidyeleşirsiniz. Halbuki onların çıkarılmaları size haram kılınmıştır. Yoksa siz kitabın bir kısmına inanıyorsunuz da bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? İçinizden böyle yapanın cezası dünyada horluk ve zilletten başkası değildir. Kıyâmet gününde de azâbın en şiddetlisine döndürülürler Allah yaptıklarınızdan gafil değildir. "Sonra işte sizler birbirinizi öldürüyor..." âyetindeki "siz" mübtedâ olarak ref mahallindedir. İ'râb olmayan bir kelimedir. Çünkü zamirdir. Bu kelimedeki "te" harfinin ötreli olması şundandır: Müzekker ve tekil hitabda esrelidir. Bu harf tesniye yada çoğul zamirde kullanılacak olursa, damme (ötre)den başka bir hareke kalmadığından ötreli gelmiştir. "işte...ler" ile ilgili olarak el-Kutebî der ki: İfade "işte ey...ler" takdirindedir. en-Nehhâs der ki: Bu Sîbeveyh'in görüşüne göre yanlıştır ve câiz değildir. ez-Zeccâc da der ki: Bu edat o kimseler ki..." anlamındadır. "Öldürüyorsunuz" anlamındaki fiil de sıla cümlesine dahildir ve: "Sonra siz öldürenlersiniz..." anlamındadır. Şöyle de denilmiştir: "İşte...ler" anlamındaki kelime, mübtedâ olarak merfû', "siz" zamiri öne alınmış bir haber, "öldürüyorsunuz" anlamındaki fiil de, "işte...ler"den haldir, "işte...ler" anlamındaki kelimenin "yani" anlamındaki bir fiil takdir edilerek nasb mahallinde olduğu da söylenmiştir. ez-Zührî: "(........): Öldürüyorsunuz" âyetini (yine aynı anlamda olmak üzere (........) şeklinde birinci te'yi ötreli, ikincisini de şeddeli olarak okumuştur. Yüce Allah'ın: "Öyleyse Allah'ın peygamberlerini niçin öldürüyordunuz?" (el-Bakara, 2/91) âyetini da bü şekilde okumuştur. Bu âyet-i kerîme Kur'ân-ı Kerîm'in muhatablarına yöneliktir. Bunun geçmişteki atalarına ait kabul edilmesi ihtimali yoktur. Bu âyet-i kerîme yahudilerden Kaynuka, Kurayza ve Nadiroğulları hakkında nazil olmuştur. Kaynukaoğulları, Kurayzaoğullarının düşmanı idiler. Evsliler Kaynukaoğulları ile, Hazrecliler ise Kurayzaoğulları ile antlaşmah idiler. Nadiroğulları ile Evs ve Hazrecliler ise kardeş durumundaydılar. Kurayza ve Nadiroğulları da aynı durumdaydılar. Daha sonra bunlar birbirlerinden ayrılmış ve birbirleriyle Savaşır olmuşlardı. Arkasından Savaş kalkar, bu sefer fidye ile karşılıklı olarak esirlerini kurtarırlardı. İşte yüce Allah, bu durumları dolayısıyla onları ayıplayarak: "Eğer size esir olarak gelirlerse onlar için fidyeleşirsiniz" diye buyurmaktadır. "Tezâharûne: Yardımlaşıyorsunuz" âyeti sırt anlamına gelen "zahr"dan türetilmiştir. (Sırtsırta veriyorsunuz, anlamında). Çünkü biri ötekini böylelikle güçlendiriyor, dolayısıyla "sırt" durumunda oluyordu. Şairin şu sözleri de böyledir: "Aynı evin arkaları gibi birbirinizle yardımlaştınız Bir tek kişiye karşı fakat yine de birbirinize denksiniz." Günah (ism): İşleyenin yerilmeyi hak kazandığı fiildir. Düşmanlık (udvan): Zulümde ve zalimlikte haddi aşmakta, aşırıya gitmektir. (......) kelimesini Kûfeliler şeddesiz olarak okumuşlar ve ikinci te'yi birincisinin ona delaleti dolayısıyla hazfetmişlerdir. Medineliler ile Mekkeliler ise bu kelimeyi (...........) şeklinde şeddeli olarak okur, yakın olduğu için ikinci te'yi zı harfine idğam ederler. Bunun aslı ise (............) şeklindedir. "Eğer onun aleyhine yardımlaşmanız" (et-Tahrim, 66/4) âyetinde de böyledir. Katâde, bu kelimeyi (.......) şeklinde okumuştur. Bunların hepsi yardımlaşmak anlamım ihtiva etmektedir. Yüce Allah'ın: "Kâfir, Rabbine karşı yardımcıdır?" (el-Furkan, 25/55) âyeti ile: "Bundan sonra melekler de yardımcıdır" (et-Tahrim, 66/4) âyeti de böyledir. "Eğer size esir olarak gelirlerse onlar için fidyeleşirsiniz. Halbuki onların çıkarılmaları size haram kılınmıştır" âyetine dair açıklamalarımızı altı başlık halinde sunacağız: "Eğer size esir olarak gelirlerse" âyeti şarttır. Cevabı ise: "Onlar için fidyeleşirsiniz" âyetidir. Ebû Ubeyd der ki: Ebû Amr şöyle derdi: Başkasının eline geçenlere "üsârâ" denilir, ele geçirilen esirlere de "esrâ" denilir. Ancak dilciler Ebû Amr'ın bu söylediğini bilmemektedirler. Bu kelime olsa olsa "sekâra" ve "sekrâ" demek türündendir. Hamza dışında kalan cemaat bu kelimeyi "üsârâ" şeklinde okurken Hamza da esrâ şeklinde okumuştur. -Esir alınan kimse anlamına gelen- "me'sûr" kelimesinin çoğuludur. Ebû Hâtim bu kelimenin çoğulunun esârâ şeklinde yapılamayacağını söylerken ez-Zeccâc da sekârâ denilebileceği gibi esârâ da denilebileceğini söylemiştir. Muhammed b. Yezid'den ise şöyle dediği nakledilmektedir: (Tekilde) esir, (çoğul olarak) üserâ gelir. Zarif ve zurefâ gibi. İbn Fâris der ki: Esir kelimesinin çoğulu esrâ ve üsârâ gelir. Burada bu kelime her iki şekilde de okunmuştur. Çoğulunun "esârâ" şeklinde geldiği de söylenmiştir. Ancak pek güzel bir söyleyiş değildir. Bu kelime kendisi ile yükün bağlandığı deri parçası demek olan "isâr"dan türetilmiştir. Çünkü esir'in de esaret bağları sağlam bağlanır. Araplar: "Devenin hörgücü üzerindeki yükünü bağladı" demek istediklerinde bu kelimeyi kullanırlar. Daha sonra bağlanmasa dahi esir olarak alınan herkese bu ad verilmiştir. el-A'şâ der ki: Ve şiir, beytinde beni öyle bir kayda bağladı ki (şairlikte en ileri dereceye ulaştığını anlatmak istiyor). Yükün önündeki ve terkiye binen kadının tuttuğu tahta parçasını sağlam bağlayanlar (âsirat)ın kayıtladığı (bağladığı) gibi." Yüce Allah'ın: "Esirlerini Biz pekiştirdik" (el-İnsan, 76/28) âyetinde -ki "esr" yaratmak anlamındadır. Adamın üsresi ise, onun kavim ve kabilesi, topluluğu anlamındadır. Çünkü o bunlar vasıtasıyla güç kazanır. "Eğer size esir olarak gelirlerse onlar için fidyeleşirsiniz." âyetinde "fidyeleşirsiniz" anlamına gelen kelimesini Nâfi', Hamza ve Kisaî bu şekilde okumuş, diğerleri ise şeklinde okumuşlardır. Bu kelime fidadan gelmektedir. Fidâ ise ellerinde bulunan esirler için fidye istemek demektir. el-Cevherî der ki: "Fidâ" kelimesinin ilk harfi esreli okunursa, hem med ile hem kasr ile söylenir. Üstün ile okunursa yalnız kasr ile söylenir. Meselâ: Babam sana feda olasıca, kalk!" denilir. Araplar arasında yalnızca harf-i cer olan lâm harfinden önce gelmesi halinde "fidâin" şeklinde esreli ve tenvin ile kullananlar da vardır. Bunlar "fidâin lehe; sana feda olsun" derler. Çünkü bu, dua anlamını kast ettikleri bir nekiredir. el-Asmaî de en-Nâbiğa'ya ait şu beyiti nakletmektedir: "Yavaş ol! Feda olsun sana bütün kavimler Ve artırıp durduğum bütün mallar ve evlâtlar..." Fidyesini ödeyip kurtarmayı ifade etmeyi anlatmak için de: "Fedâh" ile "fâdâhu" denilir. "Kendisini ona fidye kıldı" anlamında: "Fedâhu binefsihî" denilir. "Cuiltu fidâde: Sana feda olayım" deme halini anlatmak için: "Feddâhu, yufeddîhi" fiili kullanılır. Biri birinin fidyesini ödediği zaman: Tefâdev (fidyeleştiler) denilir. Fidye, feda ve fidâ hep aynı anlamdadır. Belli bir miktar ödedikten sonra kişinin kendisini kurtarmasını ifade etmek üzere "fâdeytu" denilir. Hazret-i Abbas'ın Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e: Hem kendimin fidyesini ödedim, hem Akif’in fidyesini ödedim" Buhârî, Salât 42, Cihâd 172, Cizye 4. demesi de bu türdendir. Bu fiil ikincileri harfi cerli olmak üzere iki mef'ûl alan geçişli bir fiildir. Kendimi malım karşılığında ve onu malım karşılığında fidye ile kurtardım, denildiği zaman "malım" kelimesinin başına be harf-i cerri gelmiştir. Şair de der ki: "(Ey kadın) Dur ve esirini fidye ödeyip kurtar, çünkü benim kavmim ile Senin kavmin gördüğüm kadarıyla bir araya gelmezler." 4- Yurtlarından Çıkarılmanın ve Esirleri Kurtarmanın Hükmü: "Halbuki onların çıkarılmaları size haram kılınmıştır." "O" anlamındaki "huve" zamiri hususunda mübtedâ olur ve "yurtlarından çıkanlmâları"na racidir. "Haram kılınmıştır" anlamındaki "muharremun" kelimesi onun haberidir. "İhrâcuhum: çıkarılmaları" ise "o" zamirinden bedeldir. Bu zamir anlatılan olaya ait bir zamir, ondan sonraki cümle de onun haberi kabul edilebilir. Yani: Oysa durum şu ki: Onları çıkarmak size haramdır. Buna göre "ihrâcuhum: çıkarılmaları" ikinci bir mübtedâ, "muharramun: haram kılınmıştır" onun haberi olur. Cümle olarak da, mübtedâ olan "o" zamirinin haberi olur. "Haram kılınmıştır" anlamındaki meçhul fiilde, "çıkarılma"ya ait bir zamir bulunmaktadır. "Haram kılınmıştır" anlamındaki fiilin mübtedâ, "çıkartılmaları" anlamındaki fiilin, meçhul fiilin mef'ûlü ve "haram kılınmıştır" fiilinin haberinin yerini tutan bir kelime olması ve cümlenin bütünüyle "o" zamirine dair haber olması da mümkündür. el-Ferrâ' burada "o" anlamındaki zamirin (i'râbda mahalli olmayan) bir imâd olduğunu ileri sürmüştür. Basralılara göre ise bu hatadır ve anlamsızdır. Çünkü imad söz başında kullanılmaz. "ve huve" kelimesi -ötrenin ağırlığı dolayısı ile- "vehve" şeklinde de okunur. Şairin şu beyitinde olduğu gibi: "Onun atışı ava isabet edip avı öldürmez Neden ola ki (avcı sayılır o) o avcılar arasında sayılmamalıdır. Başına lâm harfi ya da "summe: sonra" edatı gelmesi halinde de durum böyledir. Nitekim buna dair açıklamalar daha önceden Bk. el-Bakara, 2/29. âyet, onuncu başlık geçmiş bulunmaktadır. İlim adamlarımız der ki: Şanı yüce Allah, onlardan dört tane ahid (söz) almıştı: Öldürmeyi terketmek, yurtlarından çıkarmayı terketmek, birbirlerine karşı yardımlaşmayı terketmek ve esirlerini fidye ile kurtarmak. Onlar ise esirlerini fidye ile kurtarmak dışında emrolundukları bütün bu emirlerden yüzçevirmişlerdi. Bundan dolayı yüce Allah, onları Kur'ân-ı Kerîm'de kıyâmete kadar okunacak âyeti ile azarlayarak: "Yoksa siz kitabın" Tevrat'ın "bir kısmına inanıyorsunuz da bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz?" diye buyurdu. Derim ki: Allah'a yemin ederim biz de bütün sınamalarda haktan yüzçevirdik, birbirimize karşı yardımlaşır olduk. Keşke müslümanların yardımını alarak yardımlaşmış olsaydık... Nerde? Kâfirler ile birbirimizin aleyhine yardımlaştık. Nihayet kardeşlerimizi müşriklerin hükümlerinin hakimiyeti altında küçülmüş ve zelil olarak bıraktık. Lâ havle velâ kuvvete illâ billahil aliyyi’l-azîm. İlim adamlarımız der ki: Bir tek dirhem kalmayacak olsa dahi bütün esirlerin fidye ile kurtarılmaları farzdır. İbn Huveyzimendad der ki: Âyet-i kerîme esirlerin fidye ile kurtarılmalarının vacip olduğu hükmünü ihtiva etmektedir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den rivâyetler de bu doğrultuda gelmiştir. O esirleri kurtardığı gibi esirlerin kurtarılmalarını da emretmiştir. Müslümanların uygulamaları bu şekilde cereyan edegelmiş ve bu hususta icma gerçekleşmiştir. Esirlerin beytü'l-malden kurtarılmaları icabeder. Eğer beytü'l-malda (kurtaracak fidye miktarı) bulunmuyor ise bu bütün müslümanlar üzerinde bir farzdır. Bu sorumluluğu müslümanlar arasında yeteri kadar üstlenenler, farzın diğerlerinin üzerinden düşmesini sağlarlar. (Farz-ı kifaye). İleride buna dair açıklamalar da gelecektir. Bk. et-Tevbe, 9/71. âyetin tefsiri 5- Allah'ın Hükmüne Aykırı Hareket Edenlerin Cezası: "İçinizden böyle yapanın cezası dünyada horluk ve zilletten başkası değildir." el-Cevherî der ki: Hizy: Zelil olmak ve hakîr olmak demektir. İbnu's-Sikkît ise bir bela ve musibete duçar olmak demektir, der. ifadesi: Allah onu rezil ve rüsvay etsin, anlamına gelir. 6- Emre Aykırı Hareket Edenlerin Kıyâmet Günündeki Cezaları: "Kıyâmet gününde de azâbın en şiddetlisine döndürülürler." Burada "döndürülürler" anlamına gelen kelimesini el-Hasen dışındakiler bu şekilde okunmakla birlikte o, yâ harfi yerine te ile şeklinde hitap sîgasıyla okumuştur. (Buna göre anlamı: '"Azâbın en şiddetlisine döndürülürsünüz" şeklinde olur). "Allah yaptıklarınızdan gafil değildir." Bu âyete dair açıklamalar daha önceden (el-Bakara, 2/74. âyette) geçtiği gibi: |
﴾ 85 ﴿