110

Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin ve kendiniz için ne hayır gönderirseniz, Allah nezdinde onu bulacaksınız. Şüphesiz Allah işlediklerinizi çok iyi bilendir.

Bu âyetlerin:

"Kitap ehlinden bir çoğu hak kendilerine besbelli olmuşken içlerinde yerleşmiş olan kıskançlıktan dolayı sizi imanınızdan sonra küfre döndürmek isterler" bölümüne dair açıklamalarımızı iki başlık halinde sunacağız:

1- Kitap Ehlinin Kıskançlığı:

"... içlerinde yerleşmiş olan"; yani herhangi bir kitapta böyle bir davranışı bulmaksızın ve bu şekilde davranmaları kendilerine emrolunmadığı halde

"yerleşmiş olan kıskançlıktan dolayı sizi imanınızdan sonra küfre döndürmek isterler", temenni ederler. Bu kelimeye dair açıklamalar daha önceden 96. ayette geçmiş bulunmaktadır.

Kâfirler olarak (küfre)" kelimesi, Sizi döndürmek" fiilinin ikinci mef'ülüdür. İçlerinde yerleşmiş olan" ifadesinin "isterler" anlamındaki fiile ya da "kıskançlık" anlamındaki mastar kelimeye de taalluk etmesi mümkündür. Buna göre: kelimesi üzerinde vakf yapmak gerekir. mef'ûlün leh'tir. Yani onlar bunu duydukları kıskançlıktan ötürü isterler. "İçlerinde yerleşmiş olan" ibaresi onların bu kıskançlığı, herhangi bir kitaba dayanmaksızın ve buna dair kendilerine bir emir verilmeksizin besledikleri anlamındadır.

Yani onların böyle bir kıskançlığı herhangi bir kitaba dayanmaksızın ve emrolunmaksızın kendiliklerinden duydukları anlamını, "kıskançlık" kelimesi de vermektedir. O bakımdan "içlerinde yerleşmiş olan" ifadesi pekiştirmek ve onları susturmak üzere kullanılmıştır. Nitekim yüce Allah başka yerlerde (benzer bir şekilde) şöyle buyurmaktadır:

"Onlar ağızlarıyla söylüyorlar."(Âl-i İmrân, 3/167);

"Elleriyle kitabı yazarlar" (el-Bakara, 2/79);

"Ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki.." (el-En'am, 6/38)

Bu âyet-i kerîme yahudiler hakkındadır.

2- Kıskançlığın Türleri:

Kıskançlık yerilmiş ve öğülmüş olmak üzere iki türlüdür. Yerilmiş olan kıskançlık, müslüman kardeşi üzerindeki Allah'ın nimetinin zevalini temenni etmektir. Bu arada o nimetin sana gelmesini istemen ile istememen arasında da fark yoktur. Yüce Allah'ın Kitab-ı Kerîm'inde şu âyeti ile yerdiği kiskançlık Bu kelimeye dair açıklamalar daha önceden 96. âyette geçmiş bulunmaktadır. türü işte budur:

"Yoksa onlar Allah'ın kendilerine lütfundan verdiği şeyler dolayısıyla insanları mı kıskanıyorlar?" (en-Nisâ, 4/54) Bu kıskançlığın yeriliş sebebi bir bakıma yüce Allah'ın hikmetsiz iş yaptığı ve lâyık olmayan kimseye nimet verdiği anlamını ihtiva etmesinden dolayıdır.

Övülen kıskançlık ise sahih hadiste Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın ifade ettiği şu türüdür: "Yalnız iki şeyde kıskançlık olur. Allah bir kimseye Kur'ân'ı vermiş (yani öğrenmesini sağlamış) o da gece ve gündüz bu Kur'ân ile kâim olmaktadır (gereğince amel etmekte, uygulamakta ve o Kur'ân'ı okuyarak uzun uzun namaz kılmaktadır). Diğerine ise Allah bir mal vermiştir, o da gece gündüz bu malını infak edip durmaktadır." Buhârî, İlm 15, Zekât 5, Ahkâm 3, Temenni 5, İ'tisâm 13; Müslim, Müsafirîn 268; İbn Mâce, Zühd 22; Müsned, I, 385, 432, II, 9, 36.

Bu kıskançlığın anlamı ise gıpta etmektir. O bakımdan Buhârî bu hadisin yer aldığı bölümün başlığını: "İlim ve Hikmette Gıpta Etme" Buhârî, İlim 15. diye koymuştur. Gıptanın gerçek mahiyeti ise müslüman kardeşinin sahip olduğu hayır ve nimetinin benzerinin de -ondaki hayır zail olmaksızın- sende olmasını temenni etmektir. Böyle bir şeye "münafese (hayırlarda yarış)" adının verilmesi de mümkündür. Yüce Allah'ın:

"O halde yarışanlar bunun için yarışsınlar" (el-Mutaffifîn, 83/26) âyeti de böyle bir anlam ifade etmektedir.

"Hak kendilerine besbelli olmuşken" yani hakkı apaçık gördükten sonra... Burada haktan maksat, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) ile onun getirdiği Kur'ân-ı Kerîm'dir.

"Allah'ın emri gelinceye kadar affedip görmezlikten gelin." âyetine dair açıklamalarımızı da iki başlık halinde sunacağız:

1- Affetmek:

Yüce Allah'ın:

": Affedin" âyetinin asli: şeklindedir. Önce ağırlığı dolayısıyla ötre hazf edildi. Sonra da iki sakin arka arkaya geldiğinden vav hazf edilmiştir.

Af, günah sebebiyle sorumlu tutmayı terk etmek demektir. Görmezlikten gelmek (saflı) ise günahın insan ruhunda bıraktığı etkisini ortadan kaldırmaktır. Kişinin işlediği suç ve günahtan yüzçevirmek halinde kullanılır. Birinden yüzçeviren ve onu terkeden kişi bunu ifade etmek üzere "yani ondan yüz çevirip ona ilişmedim," tabirini kullanır. Yüce Allah'ın şu âyeti de bu türdendir:

"Zikri (Kur'ân'ı) size bildirmeyi terk mi edelim?" (ez-Zuhruf, 43/5)

2- Bu Âyet ve Kıtal:

İbn Abbâs'tan gelen rivâyete göre bu âyet-i kerîme yüce Allah'ın:

"Kendilerine kitap verilenlerden... îman etmeyen kimselerle kendi elleriyle cizyelerini verinceye dek Savaşınız" (et-Tevbe, 9/29) âyeti ile neshedilmiştir. Bunu nesneden âyet-i kerimenin:

"Müşrikleri nerede bulursanız öldürünüz" (et-Tevbe, 9/5) âyeti olduğu da söylenmiştir.

Ebû Ubeyde şöyle der: Savaşın terkedilmesini tavsiye eden her bir âyet-i kerîme Mekkîdir ve Savaş emriyle neshedilmiştir. İbn Atiyye de: Bu âyet-i kerimenin Mekkî olduğuna dair hüküm vermesi zayıf bir görüştür. Çünkü yahudilerin inad edip diretmeleri Medine'de olmuştur, der.

Derim ki: Doğrusu da budur. Buhârî ve Müslim'de Üsame b. Zeyd'den rivâyet edildiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), üzerinde Fedek'te dokunmuş kadife bulunan bir eşeğe binmişti. Arkasında da Üsame vardı. Hazret-i Peygamber, Bedir olayından önce Haris b. Hazrecoğulları arasında (mahallesinde) bulunan Sa'd b. Ubade'yi ziyarete gidiyordu. Yolda giderken -aralarında Abdullah b. Ubey b. Selûl'un da bulunduğu- oturan bir grubun yanından geçerler. Bu sırada henüz Abdullah b. Ubey İslâm'a girmemişti. O mecliste müslümanlar, müşrikler, putatapıcılar, yahudiler hep birlikte karışık oturuyorlardı. Müslümanlar arasında Abdullah b. Revâha da vardı. Eşeğin çıkardığı toz orada oturanların üzerine gelince İbn Ubey cübbesiyle burnunun üzerini kapattı ve: Bize toz çıkarmayınız, dedi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) da selam verdikten sonra durdu ve indi. Onları yüce Allah'ın yoluna davet etti, onlara Kur'ân-ı Kerîm okudu. Abdullah b. Ubey b. Selûl ona: Ey kişi, eğer söylediğin doğru ise bundan daha güzel bir şey olamaz. Fakat oturduğumuz yerlerimize kadar gelip o sözlerle bizi rahatsız etme. Sen kendi evine git, orada sana gelene onu anlatırsın. Abdullah b. Revâha ise şöyle dedi: Hayır, ya Rasûllallah, bizim oturduğumuz yerlerde de yanımıza gel, biz bu işi severiz. Bunun üzerine müşrikler, müslümanlar ve yahudiler karşılıklı olarak birbirlerine sövüp saymaya koyuldular. Az kalsın birbirlerine girişeceklerdi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) da onları teskin etmeye çalışıp durdu, sonunda teskin oldular. Daha sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bineğine bindi ve Sa'd b. Ubade'nin yanına varıncaya kadar yoluna devam etti. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Ey Sa'd, sen Ebû Hubab'ın -Abdullah b. Ubeyy'i kastediyor- şöyle şöyle dediğini duymadın mı?" Sa'd b. Ubade şöyle dedi: Ey Allah'ın Rasûlü, anam babam sana feda olsun, sen onu affet ve görmezlikten gel. Sana hak ile Kitabı indirene yemin ederim; Allah senin üzerine indirdiği hak ile seni bize gönderdiği sırada bu belde halkı ona taç giydirmek ve başlarına hükümdar olarak geçirmek üzere anlaşmış bulunuyorlardı. Fakat Allah, seni verdiği hak ile bunu geri çevirince, bu sebebten dolayı hevesi kursağında kaldı. İşte senin o gördüğün işi bundan dolayı yapmıştır. Bunun üzerine de Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onu affetti. Buhârî, Merdn 15; Müslim, Cihad 116.

Rasûllullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ve ashabı yüce Allah'ın emrettiği üzre müşrikleri ve kitap ehlini affedip bağışlıyor , eziyetlerine katlanıyorlardı. Yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır:

"Yemin olsun sizden önce kitap verilenlerden ve şirk koşanlardan incitici pek çok şey işiteceksinizdir." (Âl-i İmrân, 3/186) Bu âyet-i kerimede de: "Kitap ehlinden bir çoğu... sizi imanınızdan sonra küfre döndürmek isterler" diye buyurmaktadır. Resûlüllah (s. a) onlara karşı cihad emri verilip cihad için izin alıncaya kadar onları affetmeye dair bu âyetler gereğince amel ediyordu. Bedir gazasında kâfirlerin elebaşlarından ve Kureyş'in ileri gelenlerinden birtakım kimselerin öldürülmesi sonucunda Resûlüllah ve ashabı ganimet elde etmiş ve zafer kazanmış olarak geri döndüler. Beraberlerinde kâfirlerin elebaşları ve Kureyşlilerin ileri gelenleri de esir alınmıştı. Abdullah b. Ubey b. Selûl ve onunla birlikte bulunan müşrikler ve putatapıcılar: İşte bu artık kendisini gösteren, üstünlük sağlayan bir iş haline geldi, dediler, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a İslâm üzere bey'at ettiler ve İslâm'a girdiler.

"Allah'ın emri" yani Kurayzaoğullarının öldürülmesiyle Nadiroğullarının sürgüne gönderilmesi

"gelinceye kadar affedip görmezlikten gelin, şüphesiz Allah herşeye kadirdir. Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin." Bu emre dair açıklamalar ise daha önceden (3. ve 43. âyetlerde) yapılmış bulunmaktadır. Yüce Allah'a hamdolsun.

"Kendiniz için önceden ne hayır gönderirseniz Allah nezdinde onu bulacaksınız." Hadîs-i şerîfte belirtildiğine göre "kul vefat ettiği takdirde insanlar: Geriye ne bıraktı der, melekler ise: Önünden ne gönderdi" derler.

Buhârî ve Nesâî'nin rivâyetlerine göre de Abdullah (b. Mes'ûd) dedi ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Hanginiz mirasçılarının malını kendi öz malından daha çok sever?" Ashab: Ey Allah'ın Rasûlü der, bizden kendi öz malını mirasçılarının malından daha çok sevmeyen hiç kimse yoktur. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu sefer şöyle buyurdu: "Hayır, aranızda mirasçının malını kendi öz malından daha çok sevmeyen hiçbir kimse yoktur. (Çünkü) senin malın önünden gönderdiğindir. Mirasçının malı ise geriye bıraktığındır." Bu lâfzıyla hadis Nesâî tarafından rivâyet edilmiştir. Nesâî, Vasâyâ 1; Müsned, I, 382. Buhârî'nin lâfzı ise şöyledir: Abdullah dedi ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Hanginiz mirasçısının malını kendi öz malından daha çok sever?" Ashab-ı kiram: Ey Allah'ın Rasûlü, dediler. Aramızdan kendi malını daha çok sevmeyen hiçbir kimse yoktur. Hazret-i Peygamber şöyle buyurdu: "Kişinin kendi öz malı önden gönderdiği, mirasçısının malı ise geride bıraktığıdır." Buhârî, Rikaak 12.

Ömer b. el-Hattâb (radıyallahü anh)'dan gelen rivâyete göre o bir seferinde (Medinelilerin mezarlığı olan) Beki' el-Garkad'ten geçip şöyle der: Selam size ey kabir ehli, bizden haberler şunlar: Sizin hanımlarınız evlendiler, evlerinize başkaları yerleşti, mallarınız da paylaşıldı. Söyleyeni görülmeyen bir ses ona şu cevabı verdi: Ey Hattab'ın oğlu, bizdeki haberler de şöyle: Önden gönderdiklerimizi gördük, infak ettiğimiz bizim kârımız oldu, geriye bıraktığımızı ise zarar ettik.

Şair ne güzel söylemiş:

"Ölümünden önce kendin için salih ameli önden gönder

Salih amel işle. Çünkü ebedi kalmaya imkân yoktur."

Bir başkası da şöyle demektedir:

"Ölümden önce, diller tutulmadan ve

Kendin için (ecri) umulur bir tevbeyi önden gönder."

Bir başkası da şöyle demiştir:

"Seni doğurduğunda annen, sen ağlıyor idin.

Çevrendekiler ise gülüyorlardı sevinçle.

Öyle bir gün için amelde bulun ki;

Ölümün gününde onlar ağladıklarında sen gülmelisin sevinçle."

Bir diğeri de şöyle demektedir:

"Hayırda yarış ve onun için elini çabuk tut. Çünkü geride olanı biliyorsun.

Önden hayır gönder, çünkü her kişi önden gönderdiğinin yanına gidiyor."

Bütün bunlardan da daha güzeli Ebû'l Atehiye'nin şu beyitleridir:

"Hayatta iken malınla mutlu olmaya bak,

Çünkü sen geriye ya ıslah edici veya fesat yapıcı kimseyi bırakırsın

Malını ifsad edici birisine bırakırsan o malı bırakmaz,

Salih kimse ise az olan malını artırır

Eğer gücün yeterse kendi nefsinin mirasçısı ol.

Çünkü kendisinin mirasçısı olan kişi doğru iş yapar."

"Şüphesiz Allah işlediklerinizi çok iyi görendir." âyetine dair açıklamalar ise daha önceden (96. âyet-i kerimede) geçmiş bulunmaktadır.

110 ﴿