158Şüphe yok ki Safa ile Merve Allah'ın alâmetlerindendir. Her kim Beyt'i hacceder veya umre yaparsa onlar arasında güzelce tavaf etmesinde kendisi için bir vebal yoktur. Gönül isteği ile her kim bir hayır işlerse gerçekten Allah, şükredenlerin ecrini veren ve herşeyi çok iyi bilendir. Âyetine dair açıklamalarımızı dokuz başlık halinde sunacağız: 1- Âyetin Anlaşılmasına ve Nuzül Sebebine Dair Rivâyetler: Buhârî'nin Âsım b. Süleyman'dan rivâyetine göre şöyle demiş: Enes b. Mâlik’e Safa ile Merve hakkında sordum. Şöyle dedi: Biz bunların (arasında tavaf etmenin) cahiliyye işlerinden olduğu görüşünde idik. İslâm gelince onlardan uzak durduk. Yüce Allah da: "Şüphe yok ki Safa ile Merve Allah'ın alâmetlerindendir. Her kim Beyt'i hacceder veya umre yaparsa onlar arasında tavaf etmesinde kendisi için bir vebal yoktur" âyetini indirdi." Buhârî, Cenâiz 43 (2) Buhârî, Hacc 80. Tirmizî'nin de rivâyetine göre Urve şöyle demiş: Ben Âişe'ye şöyle dedim: Safa ile Merve arasında tavaf etmeyen herhangi bir kimse aleyhinde bir şey olduğu görüşünde değilim ve ben ikisi arasında tavaf etmemeye de aldırmıyorum. Bana şöyle dedi: Kızkardeşimin oğlu, ne kadar kötü birsöz söyledin. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) da müslümanlar da (ikisi arasında) tavaf ettiler. Müşellef’deki tağût olan Menat için ihlal eden (hacc için telbiyede bulunan) kimseler. Safa ile Merve arasında tavaf etmezlerdi. Bunun üzerine yüce Allah: "Her kim Beyt'i hacceder veya umre yaparsa onlar arasında tavaf etmesinde kendisi için bir vebal yoktur" âyetini indirdi. Eğer durum senin dediğin gibi olsaydı: "Onlar arasında tavaf etmemesinde kendisi için bir vebal yoktur" denmesi gerekirdi. ez-Zührî der ki: Ben bunu Ebû Bekir b. Abdurrahman b. el-Haris el-Hişam'a zikrettim ve bunu beğendi ve: Şüphesiz ki bu, bir ilimdir, dedi. Ben ilim ehlinden birtakım kimseleri şöyle derken dinledim: Safa ile Merve arasında tavaf etmeyen Araplar şöyle derlerdi: Bizim bu iki taş arasında tavaf etmemiz bir cahiliyye işidir. Ensar'dan olan başkalan ise şöyle dediler: Bizler, Beytullah'ı tavaf etmekle emrolunduk, Safa ile Merve arasında tavaf etmekle emrolunmadık. Bunun üzerine yüce Allah: "Şüphe yok ki Safa ile Merve Allah'ın alâmetlerindendir" âyetini indirdi. Ebû Bekr b. Abdurrahman der ki: Gördüğüm kadarıyla bu âyet-i kerîme hem bunlar, hem berikiler hakkında inmiştir. (Tirmizî) der ki: Bu hasen sahih bir hadistir." Tirmizî, Tefsir 2. sûre 12. Buhârî de bu manada bu hadisi rivâyet etmiştir. Oradaki rivâyette yüce Allah: "Şüphe yok ki Safa ile Merve Allah'ın alâmetlerindendir" âyetini indirdi; denildikten sonra şu ifade yer almaktadır: Âişe dedi ki: "Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) her ikisi arasında tavaf etmeyi bir sünnet olarak uyguladı. Herhangi bir kimsenin ikisi arasında tavaf etmeyi terketmesi yakışmaz." Sonra bunu Ebû Bekr b. Abdurrahman'a haber verdim de şöyle dedi: Şüphesiz ki bu bir ilimdir, daha önce bunu işitmemiştim. İlim ehlinden birtakım kimselerin -Âişe'nin zikrettiklerinden başka- şunu sözkonusu ettiklerini dinledim: Menat için ihrama giren birtakım kimselerin hepsi Safa ile Merve arasında tavaf ediyorlardı. Allah Kur'ân-ı Kerîm'de Beyt'in tavafını sözkonusu edip Safa ile Merve'den söz etmeyince şöyle dediler: Ey Allah'ın Rasûlü, biz Safa ile Merve arasında tavaf ediyorduk. Allah da Beytullah'ın etrafında tavaf etme emrini indirdiği halde Safâ'dan söz etmedi. Safa ile Merve arasında tavaf etmemizin bizim için bir mahzuru var mıdır? Bunun üzerine yüce Allah: "Şüphe yok ki Safa ile Merve Allah'ın alâmetlerindendir" âyetini indirdi. Ebû Bekr der ki: Benim işittiğim şu ki bu âyet-i kerîme her iki kesim hakkında nazil olmuştur: Cahiliyye döneminde Safa ile Merve arasında tavaf etmekten çekinen kimseler ile daha sonra İslâm geldikten sonra yüce Allah Beyt'in tavafını emredip de Safa (ile Merve)yi sözkonusu etmediğinden dolayı Beyt'in tavafından sonra bilinen şekilde söz edinceye kadar ikisi arasında tavaf etmekten çekinen kimseler hakkında nazil olmuştur. Buhârî, Hacc 79. Hazret-i Âişe'den gelen bu rivâyetin değişik şekilleri için bk: Buhârî, Umre 10, Tefsir 2. sûre 21 ve 53. sûre 3; Müslim, Hacc 259-261; Ebû Dâvûd, Menâsik 55;" Tirmizî, Tefsir 2. sûre 12; Nesâî, Menâsik 168; İbn Mâce, Menâsik 43; Muvatta’', Hacc 129; Müsned, VI, 162, 227. Tirmizî Âsım b. Süleyman el-Ahvel'den şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Enes b. Mâlik'e Safa ile Merve hakkında soru sordum da şöyle dedi: Safa ile Merve cahiliyye döneminin şe'airinden (alâmetlerinden) idi. İslâm gelince ondan uzak durduk. Bunun üzerine Yüce Allah: "Şüphe yok ki Safa ile Merve Allah'ın alâmetlerindeadir. Her kim Beyt'i hacceder ve umre yaparsa onlar arasında güzelce tavaf etmesinde kendisi için bir vebal yoktur" âyetini indirdi. (Devamla) dedi ki: Bu ikisi arasında tavaf (yani sa'y) tatavvudur. (Nitekim yüce Allah daha sonra şöyle buyurmaktadır:) "Gönül isteğiyle kim bir hayır işlerse gerçekten Allah şükredenlerin ecrini veren ve herşeyi çok iyi bilendir." Tirmizî der ki: Bu hasen, sahih bir hadistir." Tirmizî, Tefsir 2. sûre 13. Bu hadisi Buhârî de rivâyet etmiştir. Buhârî, Hacc 80. İbn Abbâs'tan şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Cahiliyye döneminde şeytanlar bütün gece boyunca Safa ile Merve arasında sesler çıkartırlardı. Bu ikisi arasında putlar da vardı. İslâm gelince Müslümanlar: Ey Allah'ın Rasûlü, dediler; biz Safa ile Merve arasında tavaf etmeyiz. Çünkü bunlar şirk (koşulan) varlıklardır. Bunun üzerine bu âyet-i kerîme nazil oldu. Hâkîm, el-Müstedrek, II, 271, Müslim'in şartına göre sahih olduğu kaydıyla. eş-Şa'bi der ki: Cahiliyye döneminde Safa üzerinde İsaf, Merve üzerinde de Naile adında birer put vardı. Tavaf yaptıklarında bu putlara sürünürlerdi. Müslümanlar bundan dolayı her ikisi arasında tavaf etmekten imtina ettiler. Bunun üzerine bu âyet-i kerîme nazil oldu. Sözlükte Safa kelimesinin asıl anlamı düzgün taş demektir. Burada ise Mekke'de bilinen tepenin adıdır. Merve de aynı şekilde bir tepenin adıdır. Bundan dolayı âyet-i kerimede her ikisinden de harf-i tarifli olarak söz edilmektedir. Anlatıldığına göre Safâ'ya bu adın veriliş sebebi seçilen (mustafa) Hazret-i üzerinde durmasıdır. Onun bu adından dolayı buraya da Safa denilmiştir. Hazret-i Havva ise Merve üzerinde vakfe yaptığından buraya da kadın ismi verilmiştir. Bundan dolayı da bu tepenin ismi müennes (dişil)dir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. eş-Şa'bi der ki: Safa üzerinde İsaf, Merve üzerinde de Naile adında birer put vardı. İşte bundan dolayı birisinin ismi müzekker, öbürünün ismi da müennes oldu ve önce ismi müzekker olan sözkonusu edildi. Bu güzel bir açıklamadır. Çünkü zikredilen Hadîs-i şerîfler böyle bir manaya delalet etmektedir. Her ikisi arasında tavaf etmekten hoşlanmayanların hoşlanmayışlarının tek sebebi de budur. Bu hususta Allah mahzuru ortadan kaldırıncaya kadar bu böyle sürdü. Kitap ehlinin iddia ettiğine göre bu İsaf ve Naile Ka'be'de zina etmişler, yüce Allah da onları iki taşa dönüştürmüş ve onlardan ibret alınsın diye Safa ile Merve üzerine koymuştur. Aradan uzun zaman geçtikten sonra Allah dışında bunlara ibadet edilir olmuştur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Safâ'nın çoğulu "Safât" gelir ve düzgün taş anlamındadır. Safâ'nın tekil bir isim olduğu, çoğulun ise Sufiyyun ve Âsfâ şeklinde geldiği de söylenmiştir. Recez vezninde şair şöyle demiş: "Sanki onun iki ipi de üzerine saçılmış su damlalarından dolayı Düzgün taşlar üzerindeki kuşların pisliklerini andırıyordu." Taşın Safa ismini alması için beyaz ve sert olması şartının da bulunduğu söylenmiştir. Yine denildiğine göre bunun türediği kök dır. Yani toprak've çamurdan arınmış taş demektir. Merve (tekili merv gelir) ise nisbeten yumuşak küçük taşlar demektir. Sert taşlar demek olduğu da söylenmiştir. Doğrusu şu ki, Merve parçalanıp etrafı incelmiş sert ya da yumuşak her türlü taştır. Çoğunlukla bu tür taşlar hakkında merve tabiri kullanıldığı gibi sert olan taşlar hakkında kullanıldığı da olur. Şair der ki: "Yeri yumuşak bir ayakkabı" edindi Merve (sert taşlara) rast geldi mi de ezer geçer." Ebû Zueyb de der ki: "Öyle ki ben musibetlere karşı bir merve (sert taşlar) gibiyim; Muşakkardaki Safa kalası gibi her gün dövülen." Merve'nin siyah taşlar demek olduğu söylendiği gibi, ateş çakmaya yarayan parlak beyaz taşlar (çakmak taşı) olduğu da söylenmiştir. "Şüphe yok ki Safa ile Merve Allah'ın alâmetlerinden (şe'âirinden)dir." Allah'ın alâmetlerinden ve ibadet yerlerindendir. Şeâir kelimesi şe'îra kelimesinin çoğuludur. Şeâir, yüce Allah'ın alâmetlendirdiği ibadet yerleridir. Yani insanlar için alâmet olarak tesbit ettiği vakfe yeri, Sa'y ve kurban kesme yeridir. Şiar, alâmet demektir. Devenin hörgücüne bir demir batırmak suretiyle alâmet yapmaya, hediyelik kurbanların iş'ârı denilir. Şair el-Kümeyt der ki: "Onları ardı ardına nesil nesil öldürüyoruz. Sen onları şöyle görürsün: Kendileri kurban edilerek (Allah'a yaklaşılan) kurbanlıkların şeâiri gibi." 4- Haccın Kelime Anlamı: "Her kim Beyt'i hac eder" yani kasteder... Haccın asıl anlamı kastetmektir. Şair der ki: "Avfoğullarından gelip konaklamış pek çok aile görüyorum Bunların hepsi de zaferân ile boyanmış Zibrikanın örtü ve sarığını hac (ziyaret etmeyi kast) ediyorlar." Doktorun kafadaki yarayı elindeki mil ile derinliğini ölçmesi hakkında da bu tabir (Hacce) kullanılır. Nitekim şair şöyle demiştir: "Dibinde çökme olan beyin zarına kadar ulaşmış (me'mûme) olan yarayı haccediyor (elindeki mil ile derinliğini ölçüyor)." Daha sonra bu isim, Beytü'l-Haram'ı özel birtakım fiilleri yerine getirmek üzere kastetmek için kullanılır olmuştur. ".... veya umre yaparsa" yani ziyaret ederse. Umre ziyaret etmek demektir. Şair der ki: "Ma'meroğlu umre (ziyaret) yapınca Uzaktan uzağa, uzak bir yere yükseldi ve ileriye atılmak için ayaklarını bir araya topladı." 6- Safa ile Merve Arasında Sa'yetmek: "Onlar arasında tavaf emesinde kendisi için bir vebal yoktur." Yani günah yoktur. (Âyet-i kerimede geçen kelime: Cünâh şeklindedir.) Bu kelimenin aslı meyletmek anlamına gelen "cünûh"tan gelmektedir. Eğri olduklarından dolayı azalara "el-cevânilı" adının verilmesi de burdan gelmektedir. Hazret-i Âişe'nin bu âyet-i kerimeye dair açıklaması bundan önce geçmiş bulunmaktadır. İbnu'l-Arabî de şöyle demektedir: "Bu hususta söylenecek sözün tahkiki şudur: Bir kimsenin: "Bu işi yapmaktan dolayı senin için bir vebal yoktur" denildiği vakit o yapılan fiilin mubah olduğu ifade edilmektedir. Buna karşılık: Senin bu işi yapmamanda senin için bir vebal yoktur, denilmesi ise o fiilin terkedilmesinin mubah olduğunu ifade eder. Urve yüce Allah'ın: "Onlar arasında tavaf etmesinde kendisi için bir vebal yoktur" âyetini görünce şöyle dedi: İşte bu tavafın terkedilmesinin câiz olduğunun delilidir. Diğer taraftan şeriatın tavafın uygulanmasını esas aldığını, terkedilmesinde bir ruhsat görmediğini görünce bu iki çatışan durumun birbiriyle telif edilmesini istedi. Hazret-i Âişe de ona: "Onlar arasında tavaf etmesinde kendisi için bir vebal yoktur" âyetinin tavafın terkedilebileceğine dair delil olmadığını, aksine eğer: "Onlar arasında tavaf etmemesinde kendisi için bir vebal yoktur" şeklinde olsaydı terkine delil olabileceğini söyledi. O halde oradaki bu ifade tavafın terkinin mubah olduğunu belirtmek için değildir ve buna dair bir delil de taşımamaktadır. Aksine bu âyet, cahiliyye döneminde bu işi sakıncalı gören veya orada bulunan putları kastederek cahiliyye döneminde ikisi arasında tavaf eden kimselerin tavaf etmesinin bundan böyle mubah olduğunu ifade etmek için gelmiş ve bununla yüce Allah onlara eğer tavaf eden kimsenin batıl bir maksadı yoksa, tavafın sakıncalı olmayacağını onlara bildirmiştir." Denilse ki: Atâ'nın İbn Abbâs'tan rivâyetine göre İbn Abbâs: "Onlar arasında tavaf etmemesinde kendisi için bir vebal yoktur" şeklinde okumuştur. İbn Mes'ûd'un kıraatinde de böyledir. Ubey b. Ka'b'ın Mushaf ında da böyle olduğu rivâyet edilmektedir. Aynı zamanda Enes'ten de buna benzer bir rivâyet gelmiştir. Cevap şudur: Bu, mushafta bulunanın hilafınadır. Mushafta sabit olan kıraat, sahih olup olmadığı bilinmeyen bir kıraat dolayısıyla terkedilemez. Diğer taraftan Atâ, İbn Abbâs'tan bizzat işitmeksizin çokça mürsel rivâyet naklederdi. Bu hususta Enes'ten gelen rivâyet hakkında ise bunun sağlam bir şekilde zaptedilmediği söylenmektedir veya buradaki "(olumsuzluk ifade eden) lâ" te'kid için zaid olarak gelmiştir. Şairin dediği gibi: "Ben beyaz tenli kadınları alay ediyorlar diye kınamıyorum. Saçına ak düşmüş oldukça çirkin görünümlü kişiyi gördüklerinde." Burada olumsuzluk edatı olan (ellâ'daki) lâ zaid kabul edildiğinden tercüme edilmedi. 7- Safa ile Merve Arasında Sa'yin Uygulaması: Tirmizî'nin Hazret-i Cabir'den rivâyetine göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'ye geldiğinde Beytullah'ın etrafında yedi defa tavaf etti ve: "Siz de İbrahim'in makamından bir namazgah edinin" (el-Bakara, 2/125) âyetini okudu ve Makam-ı İbrahim'in arkasında (iki rekat) namaz kıldı. Ardından Hacer-i Esved'e gitti, onu istilam etti. Sonra da: "Yüce Allah'ın (kelamında) başladığı ile biz de başlıyoruz" deyip (sa'yine) Safâ'dan başladı ve: "Şüphe yok ki Safa ile Merve Allah'ın alâmetlerindendir" âyetini okudu. Tirmizî der ki: Bu hasen sahih bir hadistir. İlim ehline göre uygulama da bu şekildedir. Tavafa Merve'den önce Safâ'dan başlanır. Eğer Safâ'dan önce Merve'den başlayacak olursa bu sayılmaz ve Safâ'dan başlar. Tirmizî, Hacc, 33, Tefsir 2. sûre 14. 8- Safa ile Merve Arasında Sa'yetmenin Hükmü: İlim adamları Safa ile Merve arasında sa'yın vücubu hususunda farklı görüşlere sahiptirler. Şâfiî ve İbn Hanbel sa'ym bir rükün olduğunu söylemişlerdir. İmâm Mâlik'in meşhur olan görüşü de budur. Çünkü Hazret-i Peygamber: "Sa'y yapınız, muhakkak Allah üzerinize sa'yetmeyi yazmıştır." Bu hadisi Darakutnî rivâyet etmiştir. Dûrakutnî, II, 255. Yazmak ise farz kılmak anlamındadır. Çünkü yüce Allah: "Oruç sizin üzerinize de yazıldı" (el-Bakara, 2/183) diye buyurmaktadır. Hazret-i Peygamber'in: "Beş vakit namazı Allah kulları üzerine yazmıştır" Muvatta’'', Salâtu’l-Leyl 14; Ebû Dâvûd, Vitr 2; Nesâî, Salât 6; İbn Mâce, İkame 194. diye buyurmaktadır. İbn Mâce de Şeybe'nin bir Umm veledinden (yani kendisinden çocuğu olmuş bir cariyesinden) şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı Safa ile Merve arasında sa'yederken ve bu arada: "el-Abtah (vadisi) ancak koşarak katedilir" diye buyurarak, Safa ile Merve arasında sa'y ettiğini gördü. İbn Mâce, Menâsik 43. Unutarak ya da kasten sa'yin bir tek şavtını (turunu) dahi terkedecek olsa beldesinden yahut hatırladığı yerden Mekke'ye geri döner, tavaf eder, sa'yeder. Çünkü sa'y ancak tavafa bitişik (onun ardından) yapılır. İmâm Mâlik'e göre bu ister hacda isterse de - farz olmamakla birlikte - umrede olsun böyledir. Eğer bu arada kadınlara yaklaşmış ise İmâm Mâlik'e göre menâsikinin tamamlanması ile birlikte bir umre ve bir hediye kurbanı gerekir. Şâfiî'ye göre ise sadece hediye kurbanı gerekir. Geri dönüp tavaf ve sa'yi yaptığı takdirde ise umrenin bir anlamı yoktur. Ebû Hanîfe ve arkadaşları es-Sevrî ve en-Nehaî de şöyle demektedirler: Sa'y vacip değildir. Hacılardan bir kimse sa'yi terkedip de sa'yetmeksizin ülkesine geri dönerse kurban keserek bunu telafi eder. Çünkü sa'y haccın sünnetlerinden bir tanedir. Bu, aynı zamanda İmâm Mâlik'in el-Utebiyyedeki İmâm Mâlik mezhebinde muteber bir fıkıh kitabı. Müellifi Muhammed b. Ahmed b. Abdilaziz el-Uteb (v. 254. H.)'ye nisbetle böyle anılır. bir görüşü olarak kaydedilmektedir. Hanefî mezhebinde Sây'ın hükmü vücubtur. Terkinin cezası da merhum müfessirimizin belirttiği gibidir. (Bk. Dr. ez-Zuhaylî, el-Fıkhu'l-lslâmî, III, 88,174). Hükmünü "sünnet" diye ifade etmesi Hanefî mezhebi ile diğer mezheblerin ıstılahlara dair tarif farklılıklarına bağlıdır. İbn Abbâs, İbn ez-Zübeyr, Enes b. Mâlik ve İbn Sîrin'den sa'yin tatavvu olduğuna dair rivâyet gelmiştir. Çünkü yüce Allah: "Gönül isteği ile kim bir hayır işlerse (tatavvuda bulunursa)" diye buyurmaktadır. Hamza ile Kisaî meczum muzari olarak diye okurlar. Aynı şekilde şeklinde de okurlar. Geri kalanları ise mazi olarak diye okurlar. Tatavvu: Mü’min kişinin kendiliğinden bir işi yapması demektir. Buna göre her kim nafile olarak birşey yaparsa Allah onu şükür ile karşılar. Allah'ın kula şükretmesi ise itaatinin sevap ve ecrini vermesi demektir/ Bu konuda sahih olan görüş belirttiğimiz hususlar sebebiyle Şâfiî (yüce Allah'ın rahmeti üzerine olsun)ın kabul ettiği görüştür. Diğer taraftan Hazret-i Peygamber'in: "Menâsikinizi benden öğreniniz" Yakın ifadelerle: Müslim, Hacc 310, Ebû Dâvûd, Menâsik 77; Nesâi, Menâsik 220; Müsned, III, 318. diye buyurmuş olması da onun bu görüşünü desteklemektedir. Böylelikle bu, haccın mücmel ifadesini açıklayan bir beyan olur. O halde bunun (yani sa'yin) da farz olması gerekir. Hazret-i Peygamber'in rek'atlerinin sayısını açıklaması ve -sünnet ya da tatavvu olduğu üzerinde eğer ittifak olmamış ise- bu kabilden olan diğer hususlara dair beyanı gibidir. Tuleyb der ki: İbn Abbâs, Safa ile Merve arasında tavaf eden (sa'yeden) birtakım kimseler görür ve şöyle der: İşte bu anneniz İsmail'in annesinin size miras bıraktığı bir davranıştır. Derim ki: Bu, ileride İbrahim Sûresi'nde (İbrahim, 14/37. âyetin açıklamasında) açıklanacağı üzere Buhârî'nin hadisinde Buhârî, Enbiya 9'daki hadislere işaret etmektedir. de sabit olan bir husustur. 9- Ka'be ve Safa ile Merve Arasında Binekli Olarak Tavaf Edip Sa'yetmek: Ka'be'nin etrafında olsun Safa ile Merve arasında olsun özürsüz olarak binek üzerinde tavaf edip sa'y yapmak câiz değildir. Eğer özürlü olarak tavaf ederse bir kurban kesmesi gerekir. Özürsüz tavaf ederse eğer Beytullah'ın yakınında ise iade eder. Şayet oradan ayrılmış ise bir hediye kurbanı gönderir. Bunu bu şekilde söylememizin sebebi Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın bizzat tavaf ederek: "Menâsikinizi benden öğreniniz" diye buyurmuş olmasıdır. Bunu bir özür sebebiyle câiz kabul edişimiz ise Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın devesi üzerinde tavaf etmekle birlikte elindeki asâ ile rüknü (Hacer-i Esved'i) istilam etmesidir. Ayrıca kendisine "rahatsızım" diyen Hazret-i Âişe'ye: "Bineğinin üzerinde olduğun halde tavaf edenlerin arkasından sen de tavaf et" demiş olmasıdır. Buhârî, Hacc 64, 74; Müslim, Hacc 258; Ebû Dâvûd, Menâsik 48; Nesâi, Hacc 138, 139. Mezhebimize mensup ilim adamları deve üstünde tavaf etmekle bir insanın sırtında tavaf etmek arasında fark gözetmişlerdir. Eğer bir insanın sırtında tavaf edecek olursa bu yeterli değildir. O takdirde tavaf etmiş olmaz. Asıl tavaf eden onu taşıyan kimsedir. Şayet bir deve üzerinde tavaf edecek olursa o zaman bizzat kendisi tavaf etmiş olur. İbn Huveyzimendad der ki: Bu, ihtiyarî bir ayırım gözetmedir. Bunun yeterli olup olmamasına gelince; yeterlidir. Nitekim bayılıp da taşınarak tavaf ettirilen veya taşınarak Arafat'ta vakfe yaptırılan kimsenin (bu tavaf ve vakfesinin) yeterli olduğunu görüyoruz. |
﴾ 158 ﴿