222Sana ay halinden sorarlar. De ki: "O bir ezadır. Ay halinde kadınlardan uzak durun ve temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın. İyice temizlendiler mi o zaman Allah'ın size emrettiği yerden onlara yaklaşın. Gerçekten Allah, çokça tevbe edenleri ve çokça temizlenenleri sever." Bu âyete dair açıklamalarımızı ondört başlık halinde sunacağız: Yüce Allah'ın: "Sana ay halinden sorarlar" âyeti ile ilgili olarak Taberî es-Süddî'den soranın Sabit b. ed-Dahdah olduğunu zikretmektedir. Soranın Huseyd b. Hudayf ile Abbas b. Bişr olduğu da söylenmiştir. Çoğunluğun kabul ettiği görüş de budur. Katâde ve başkalarının belirttiklerine göre bu sorunun sebebi şudur: Araplar Medine ve civarında ay hali olan kadınla birlikte yemek yemekten, onunla aynı meskende bulunmaktan uzak durmak hususunda İsrailoğullarının yolunu izliyorlardı. Bunun üzerine bu âyet-i kerîme nazil oldu. Mücâhid de der ki: Ay halinde kadınlardan uzak duruyor fakat ay hali süresinde de kadınlara arka yoldan yaklaşıyorlardı. Bunun üzerine bu âyet-i kerîme nazil oldu. Müslim'in Sahih'inde Enes'ten gelen rivâyete göre yahudiler aralarında bir kadın ay hali oldu mu onunla birlikte yemek yemez ve evlerde onunla bir arada bulunmazlardı. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın ashabı Hazret-i Peygamber'e bu durumu sordular. Bunun üzerine yüce Allah: "Sana ay halinden sorarlar. De ki: O bir ezadır, ay halinde kadınlardan uzak durun" âyetini sonuna kadar inzal buyurdu. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bunun üzerine: "Nikâh (cima) dışında herşeyi yapabilirsiniz." Durum yahudilere ulaşınca: Bu adam bize kendisinde muhalefet etmedik hiçbir şey bırakmak istemiyor, dediler. Useyd b. Hudayr ile Abbad b. Bişr gelip şöyle dediler: Ey Allah'ın Rasûlü, yahudiler böyle böyle diyor. Biz onlarla cima etmeyelim mi? Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın yüzü değişti. Onlara kızdığını zannettik. Onlar dışarı çıkınca karşılarında Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a hediye olarak süt getirildiğini gördüler. Hazret-i Peygamber arkalarından haberci gönderdi; onlara o sütten içirdi. Biz de onun onlara kızmadığını öğrenmiş olduk. Müslim, Hayz 16. İlim adamlarımız şöyle demiştir: Yahudilerle mecusiler ay hali olan kadınlardan uzak duruyorlardı. Hıristiyanlar ise ay hali olan kadınlarla cima ediyorlardı. Yüce Allah, bu ikisi arasında mu'tedil olanı emretti. 2- "Ay Hali: Hayd" Kelimesi ile İlgili Sözlük Açıklamaları: Yüce Allah'ın: "Sana ay halinden sorarlar" âyetinde yer alan el-mahîd kelimesi: Ay hali demektir ve masdardır. Ay hali olan kadına hâid ve hâida denilir. el-Ferrâ' bu açıklamayı yaptıktan sonra şu mısrayı da delil göstermiştir: "Temiz olmaksızın kendisiyle zina edilen hâida (ay hali kadın) gibi." Çoğulu: Huyyad ve havâid gelir. Hayda: Bir defa ay hali olmak demektir. Hîda isimdir. Çoğulu hiyad gelir. Hîda aynı zamanda kadının ay hali iken tutunduğu bez demektir. Âişe (radıyallahü anhnhâ) dedi ki: Keşke bir kenara fırlatılıp atılmış bir hida (ay halinde tutunulan bez) olsaydım. Mahîda da o demektir. Çoğulu mehâid gelir. (Âyet-i kerimede kullanılan şekliyle): el-mahîd kelimesinin zaman ve mekân ifade ettiği de söylenmiştir. Aynı zamanda hayd (ay halinin) kendisi hakkında da kullanılır. Ancak bu şekliyle aslında zaman ve mekân hakkında kullanılır, ay hali (hayd) hakkında kullanılması ise mecazidir. Taberî der ki: Mahîd, haydin (ay halinin) adıdır. Ru'be'nin (yaşamak ve geçimlik anlamına gelen ve vezin itibariyle onun gibi olan) el-Ayş kelimesini (maîş şeklinde) kullandığı bu beyiti de bu açıdan bu kelimeye benzemektedir: "Maîşin (geçimin) sıkıntılarını sana şikâyet ediyorum. Yıllar geçti ki o yıllar benim tüyümü yolmuştur." Kelimenin asıl anlamı akmak ve kaynamak ile ilgilidir. Sel taştığı zaman "hâda ve fada" tabirleri kullanılır. Ağaç hakkında bu fiil kullanıldığı takdirde, içindeki rutubeti, nemi aktı demek olur. Havuz anlamına gelen "el-hayd" da burdan gelmektedir. Çünkü su ona hayd eder (akar). Araplar kimi zaman "ya" yerine "vav," "vav" yerine de "ya"yı kullanır. Çünkü her ikisinin de (çıkış yeri mahreçleri) aynı yerdendir. İbn Arefe der ki: Mahîd ve hayd, kanın o yere gelip toplanmasıdır. İçinde su toplandığından dolayı da havuza bu isim verilmiştir. Kadından belli vakitlerde kan aktığı zaman onun bu halini ifade etmek üzere: Hâdat, dereset, areket, tamisat filleri kullanılır. Şayet belli olmayan günlerde ve ay hali kanının geldiği damardan başka yerlerden kan akarsa, o takdirde; istihaza oldu denilir. Bu durumda olan kadına da mustahâda denilir. Bu açıklamaları İbnu'l-Arabî yapmıştır. Ay hali olan kadın hakkında sekiz isim kullanılmıştır: Hâid, ârik, fârik, tâmis, dâris, kabir, dâhik ve (sonu peltek se ile): tâmis. Mücâhid, yüce Allah'ın: "Fe dahiket (ay hali olan kadının isimlerinden birisi olan dâhik ile aynı köktendir): Güldü" (Hud, 11/71) kelimesi "ay hali oldu" demektir, diye açıklamada bulunmuştur. Yüce Allah'ın: "Onu gördüklerinde onu büyük bir varlık (ay hali olan kadının isimlerinden olan kabir ile aynı kökten) gördüler." (Yusuf, 12/31) anlamının; ay hali oldular, şeklinde olduğu da söylenmiştir. Buna dair açıklamalar ileride yeri gelince (belirtilen yerde) gelecektir. 3- Kadından Gelen Kanlar, Hükümleri ve Ay Hali: Kadının, fercinden dışarıya çıkıp akan kanı görmesi halinde (kanın durumuna göre) üç ayrı hükmü olduğunu ilim adamları icma ile kabul etmişlerdir. Bunlardan birincisi, bilinen hayız, yani ay halidir ki, bunun kanı siyah, kırmızıya çalan bulanık bir kandır. Bundan dolayı kadın namazı ve orucu terkeder. Bunda görüş ayrılığı yoktur. Bu kan kimi zaman kesintisiz akar, kimi zaman kesilebilir. Eğer kesintisiz akarsa bunun hakkındaki hüküm değişmez, kesilecek olursa; mesela bir gün kan görür bir gün temiz olursa veya iki yahut bir gün kan görür iki yahut bir gün temiz olursa, kan gördüğü günlerde namazını terkeder, kesilmesi halinde gusledip namaz kılar. Sonra da kan gördüğü günleri birbirine ekler, aradaki temizlik günlerini de yok sayar. İddet beklediğinde olsun, istibrâ halinde olsun bunları temizlik olarak saymaz. Hayız (ay hali), kadınlarda yaratılıştandır. Onların bilinen ve mutad bir özellikleridir. Tabiatları gereğidir. Buhârî, Ebû Said el-Hudrî'den şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir kurban bayramı veya Ramazan bayramı günü namazgaha çıktı. Kadınların yanından geçince şöyle buyurdu: "Ey kadınlar topluluğu, sadaka veriniz! Çünkü sizler bana cehennem ehlinin çoğunluğu olarak gösterildiniz." Kadınlar: Bu nedendir ey Allah'ın Rasûlü? diye sorunca Hazret-i Peygamber şöyle buyurdu: "Sizler çokça lanet okur, kocalarınızın iyiliklerini inkâr ediverirsiniz. Ben akıl ve din itibariyle eksik olmakla birlikte, sizden herhangi birinizden daha çok kararlı bir adamın aklını baştan çıkartan bir kimse görmedim." Kadınlar: Aklımızın ve dinimizin noksanlığı ne demektir, ey Allah'ın Rasûlü? diye sordular, Hazret-i Peygamber şu cevabı verdi: "Kadının şahitliği erkeğin şehadetinin yarısı gibi değil midir?" Evet, dediler. Hazret-i Peygamber: "İşte bu, aklının noksanlığındandır. Peki ay hali olduğu zaman namazı terkediyor, oruç tutmuyor değil mi?" diye sordu. Onlar: Öyledir ey Allah'ın Rasûlü, dediler. Bu sefer Hazret-i Peygamber: "İşte bu da dininin noksanlığındandır" diye buyurdu. Buhârî, Hayz 6, Zekât 44 (akıl ve dinin noksanlık sebebini izah eden bölüm yok); Müslim, Îman 132 ve İbn Mâce, Fiten 19; (Abdullah b. Ömer'den az farkla); ayrıca bk. Tirmizî, Îman 6; Dûrimi, Vudû' 104, Salât 224; Müsned, I, 307, 425, III, 318. İlim adamları ay hali olan kadının orucu kaza edeceğini ancak namazı kaza etmesinin gerekmediğini icma ile kabul etmişlerdir. Çünkü Muâze yoluyla gelen hadis bunu gerektirmektedir. Muâze dedi ki: Âişe'ye şöyle sordum: Ay hali olan kadına ne oluyor ki orucu kaza ettiği halde namazı kaza etmiyor? Hazret-i Âişe şöyle dedi: Sen Haruralı mısın? Harûrî; Küfe yakınlarında Harûrâ'ya nisbet edilen kimse demektir. Harûriyye, Harûrâ'ya mensub, Harûrâ’lı kadın, demektir. Hâricîler, Hâricîlere mensub ve ay hali hususunda işi oldukça sıkı tutan ve birçok meselede işi yokuşa süren bir fırkadır. Nesâî, Hayd 17'ye dair haşiye'den. Ben: Hayır Haruralı değilim, fakat soruyorum, dedim. Şöyle dedi: Biz bu durumla karşı karşıya kalırdık da bize orucu kaza etmemiz emrolunur, namazı kaza etmemiz emrolunmazdı. Bu hadisi Müslim rivâyet etmiştir. Buhârî, Hayd 20; Müslim, Hayd 67, 69; Ebû Dâvûd, Tahâre 104; Tirmizî, Tahâre 97; Nesâî, Hayd 17, Siyam 64; İbn Mâce, Tahâre 133; Dârimî, Vudû 10 Ay hali kanı kesildi mi kadının bundan temizlenmesi -ileride de geleceği üzere- gusül ile olur. İlim adamları ay hali süresi konusunda farklı görüşlere sahiptirler. Medine fukahası der ki: Ay hali onbeş günden daha fazla olmaz. Onbeş ve daha aşağı olabilir. Onbeş günden fazla gelen kan, ay hali kanı değil, istihaza kanıdır. Mâlik'in ve arkadaşlarının mezhebi budur. İmâm Mâlik'ten şu da rivâyet edilmiştir: Ay halinin en aşağısı için de en fazlası için de belli bir süre yoktur. Bunun süresi kadınlarda görülen durumdan başkası olamaz. Sanki o, bununla birinci görüşünü terketmiş ve bu konuda kadınların adetlerine başvurmayı esas kabul etmiş gibidir. Muhammed b. Mesleme der ki: Temizlik halinin asgarisi onbeş gündür. Bu, Mâlikî âlimlerinden olup Bağdatlı olanların çoğunluğunun tercih ettiği görüştür. Aynı zamanda bu Şâfiî'nin, Ebû Hanîfe ve her ikisinin arkadaşları ile es-Sevrî'nin de görüşüdür. Bu konuda sahih olan budur. Çünkü yüce Allah ay hali gören kadınların iddetini üç ay hali olarak ve küçüklük ya da yaşlılık sebebiyle ay hali olmayanın iddetini üç ay olarak tesbit etmiştir. Buna göre her bir kar' (temizlik hali) bir aydan bedel kabul edilmiş olur. Bir ay ise hem temizliği hem de ay halini bir arada ifade eder. Ay hali azaldığı takdirde temizlik süresi çoğalır. Ay hali arttığı takdirde bu sefer temizlik süresi azalır. Ay halinin azami süresi onbeş gün olduğuna göre bunun kaşılığında temizliğin asgarî süresinin de onbeş gün olması gerekir ki; bir ayda hem ay hali hem de temizlik hali tam olsun. Kadınların hilkat ve yaratılışlarında çoğunlukla görülebilen ve bununla birlikte Kur'ân ve Sünnetteki delaletlerden anlaşılan da budur. Şâfiî der ki: Ay halinin asgari süresi bir gün ve bir gece azami süresi ise onbeş gündür. Şâfiî'den İmâm Mâlik'in görüşüne benzer bir rivâyet de nakledilmiştir. Bu görüşe göre iş bu konuda kadınların kendi örflerine (her kadının kendi adetine) havale edilir. Ebû Hanîfe ve arkadaşları da der ki: Ay halinin asgari süresi üç gün, azamisi on gündür. İbn Abdi’l-Berr der ki: Bu görüşü kabul edenlere göre üç günden aşağı sürede görülen kan istihaza kanıdır. İlk görülmesi hali dışında namaza mani değildir. Çünkü o vakit bunun ne kadar süreyle devam edeceği bilinmez. Bundan sonra kadın o vakitlerin namazını kaza eder. Aynı şekilde Kûfelilere göre on günden fazla gelen kanın durumu, Hicazlılara göre de onbeş günden fazla gelen kanın durumu böyledir, o istihaza kanıdır. Şâfiî'ye göre ise bir gün ve bir geceden daha kısa süre gelen kan istihaza kanıdır. Evzâî ve Taberî'nin görüşü de budur. Ay halinin asgari süresi bir gün bir gece, azamisi onbeş gündür; diyenler arasında Atâ b. Ebi Rebah, Ebû Sevr ve Ahmed b. Hanbel de vardır. Evzaî der ki: Bizde sabahleyin ay hali olan, akşamleyin temiz olan bir kadın vardır. Bu konuda ilim adamlarının ay halinin azami süresi, asgari süresi, temizliğin asgari süresi, ve istizhâr ile ilgili destekleyici deliller ve hüccetlere dair ilim adamlarının açıklamalarını "el-Muktebes fi Şerh-i Muvatta’'ı Mâlik İbni Enes" isimli eserimizde zikretmiş bulunuyoruz. Şayet ay hali olan, bakire ve ay hali yeni başlayan birisi ise, Şâfiî'nin görüşüne göre kanı ilk gördüğünden itibaren on beş gün bekler. Sonra gusleder ve ondört günün namazını iade eder. Mâlik ise şöyle der: Namazı kaza etmez, fakat kocası ondan uzak durur. Ali b. Ziyad ondan şöyle der: Bu durumda yaşıtları kadar o da bekler. Bu, Atâ, es-Sevrî ve başkalarının da görüşüdür. Ahmed b. Hanbel der ki: Bir gün ve bir gece bekler. Sonra gusledip namaz kılar, kocası ise ona yaklaşmaz. Ebû Hanîfe ve Ebû Yûsuf der ki: On gün süreyle namazı bırakır, sonra gusleder ve yirmi gün süreyle namaz kılar. Yirmi günden sonra yine on gün namazı bırakır. Kanı kesilinceye kadar bu şekilde durumu devam eder. Bilinen günleri (adeti) bulunan kadın ise; bilinen günlerinden ayrı olarak ihtiyaten üç gün daha ekler (istizhâr). Mâlik'ten: Onbeş günü aşmadığı sürece bunu yapar; diye rivâyet edilmiştir. Şâfiî ise: İhtiyatta bulunmaksızın günleri bittiği takdirde gusleder, demektedir. Kadınlardan gelen ikinci tür kan doğum esnasındaki nifas (lohusalık) kanıdır. Bunun da ilim adamlarına göre belli bir sınırı vardır. Ancak bu hususta farklı görüşleri vardır. Bunun iki ay olduğu söylenmiştir ki bu, Mâlik'in görüşüdür. Kırk gün olduğu da söylenmiştir. Bu da Şâfiî'nin görüşüdür. Başka süreler de belirtilmiştir. Kadının temizlenmesi ise bu kanın kesilmesi ile olur. Bundan dolayı yıkanmak cünüblük dolayısıyla yıkanmak gibidir. Kadı Ebû Muhammed Abdülvehhab der ki: Ay hali ve nifas kanları onbir şeye engeldir: Bunlar, namazın vücubu ve sıhhati, orucun vücubu olmaksızın yalnızca sıhhati -aradaki farkın faydası şudur: Orucun kazası gerektiği halde, namazda kaza gerekmez-; fercde ve onun dışında cima, iddet, talâk, tavaf, mushafa dokunmak, mescide girmek, mescidde itikâfta bulunmak. Kur'ân okumak hakkında ise iki rivâyet vardır. Kadınlardan gelen üçüncü tür kan, adet kanı olmayan, kadınların tabiatı ve hilkati gereği gelmeyen kandır. Bu kan kopan bir damardan dolayı gelir. Bundan gelen kan kırmızı bir kandır, iyileşmedikçe bunun kesilmesi olmaz. Böyle bir kanın hükmü şudur: Bu kandan dolayı kadın tahirdir. Namazına, orucuna -ilim adamlarının icmaı ile- engel değildir. Bu konuda merfu olarak gelen rivâyetler de ittifakla bunu belirtmektedir. Şu şartla ki, bu kanın bir damar kanı olduğu ve ay hali kanı olmadığı bilinmelidir. Mâlik, Hişam b. Urve'den o babasından o Âişe (radıyallahü anha)'dan şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Ebû Hubeyş kızı Fatıma dedi ki: Ey Allah'ın Rasûlü, ben bir türlü temizlenemiyorum. Namazı terkedeyim mi? Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Bu bir damardır. Ay hali değildir. Ay hali zamanın geldiği vakit namazı terket. Adet miktarın gitti mi üzerindeki kanı yıka ve namaz kıl." Buhârî, Vudû' 63, Hayz 8; Müslim, Hayz 62; Ebû Dâvûd, Tahâre 107-109; Tirmizî, Tahâre 93; iVesdî, Tahâre 135; İbn Mâce, Tahâre 115; Muvatta’', Tahâre 104; Müsned, VI, 194, 464. Sahih olan bu Hadîs-i şerîf, lâfızlarının kısalığına rağmen, ay hali ve istihaza kam gören kadına dair hükümleri açıklamaktadır. Bu konuda gelen en sahih rivâyet budur. Bu, ayrıca Ukbe b. Amir ile Mekhul'den rivâyet edilen ay hali olan kadın, her namaz vaktinde gusleder, abdest alır, kıbleye yönelir ve oturarak yüce Allah'ı zikreder şeklindeki rivâyeti reddetmektedir. Yine bu hadiste ay hali olan kadının namaz kılmayacağı da belirtilmektedir. Aynı zamanda bu, ay hali olan kadının namaz kılmakla mükellef olduğunu kabul eden Haricilerden birtakımı dışında bütün ilim adamlarının icma ile kabil ettiği bir husustur. Bu hadis istihaza olan kadının ay hali dolayısıyla yaptığı gusülden başka bir gusülle yükümlü olmadığını göstermektedir. Eğer öyle bir yükümlülüğü olsaydı ona bunu emrederdi. Bu hadiste her bir namaz için yıkanması gerektiği görüşünde olanların görüşleri de reddedilmektedir, gündüzün iki namazını bir gusül alıp cem' edeceğini, akşamın iki namazını (akşam ile yatsıyı) da bir gusül alıp cem' edeceğini, sabah için de bir gusül alacağını kabul edenlerin görüşünü de reddetmektedir. Yine bu hadis, temizlik halinde bir daha temizlik haline kadar gusleder diyenlerin görüşünü de reddetmektedir. Said b. el-Müseyyeb'in de bir temizlikten bir temizliğe kadar şeklindeki görüşünü de reddetmektedir. Çünkü Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona bunların herhangi birisini emretmiş değildir. İstihzarı (ihtiyaten üç gün daha eklemeyi) kabul edenlerin görüşü de bu hadisle reddedilmektedir. Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ay halinin geldiğini ve bittiğini bildiği takdirde (bittikten sonra) gusledip namaz kılmasını ona emretmekte; ay hali gelip gelmeyecek mi diye beklemek üzere üç gün süre ile daha namazı terketmesini emretmemektedir. İhtiyat ise namazı kılmakta olur, namazı terketmekte olmaz. 5- Ay Hali Bir Rahatsızlıktır: Yüce Allah: "De ki: O bir ezadır" diye buyurmaktadır. Yani hem kadının hem de başkalarının ondan dolayı rahatsız olduğu birşeydir. Yani ay hali kanının kokusu rahatsızlık vericidir. Eza; genel olarak pis olan şeyi kinayeli olarak ifade eder. Hoşlanılmayan söz hakkında da kullanılır. Yüce Allah'ın şu âyeti bu kabildendir: "Sadakalarınızı eziyet ve minnet etmekle boşa çıkarmayın." (el-Bakara, 2/264) Yani hoşlanılmayan şeyleri işittirmek suretiyle boşa çıkarmayın. Yüce Allah'ın: "Ve onların eziyetlerini terket." (el-Ahzab, 33/48) Yani münafıkların verdikleri eziyeti bir kenara bırak; haklarında sana bir emir verilmedikçe onları cezalandırma! demektir. Hadîs-i şerîfte de: "Ve üzerinden ezayı izale ediniz" Buhârî, Akîka 2. diye buyurulmaktadır. Burda ezadan kasıt, doğumu esnasında çocuğun başında bulunan saçlardır. Yedinci günü bu saçları kesilir. İşte akika budur. Îmanın derecelerini belirten Hadîs-i şerîfte de şöyle denilmektedir: "Ve onun en alt derecesi ise yoldaki ezayı gidermektir." Müslim, Îman 58, Tirmizî, Îman 6; Nesâî, Îman 16; İbn Mâce, Mukaddime 9; Müsned, II, 379, 445. Yani yolda bulunan diken, taş ve buna benzer gidip gelene eziyet veren, rahatsızlık veren şeyleri bir kenara itmektir. Yüce Allah'ın: "Eğer size yağmurdan bir eziyet isabet ederse., üzerinize bir vebal yoktur.." (en-Nisa, 4/102) âyetinde de bu kelime kullanılmıştır. Buna dair açıklamalar ileride (4/102. âyet 11. başlıkta) gelecektir. 6- İstihûza Kanı Gören Kadın ile Cima Etmek: İstihâza kanı gören kadın ile cimayı yasak kabul edenler itihaza kanının akmakta olduğunu delil gösterip şöyle derler: Her kan bir ezadır. Elbiseden, bedenden yıkanması gerekir. Bu bakımdan ay hali kanı ile istihâza kanının tene değmesi arasında bir fark yoktur. Çünkü hepsi pisliktir. Namaza gelince; sünnette hakkında ruhsat varid olmuştur. Sidiğini tutamayanın namaz kılması gibi. Bu İh/ahim en-Nehaî'nin; Süleyman b. Yesar'ın, el-Hakem b. Uyeyne'nin, Âmir eş-Şâ'bi'nin, İbn Sîrîn ve ez-Zührî'nin de görüşüdür. el-Hasen'den bu konuda farklı rivâyet gelmiştir. Hazret-i Âişe'nin de görüşü budur. Hazret-i Âişe, kocası ona yaklaşmaz, der. İbn Uleyye, el-Muğire b. Abdurrahman da bu görüştedir. Muğire b. Abdurrahman, İmâm Mâlik'in ashabının en üstünlerinden idi. Ebû Mus'ab da bu görüşte idi ve buna göre fetva verirdi. Buna karşılık ilim adamlarının Cumhûru şöyle demiştir: İstihâza kanı gören kadın oruç tutar, namaz kılar, Ka'be'yi tavaf eder, Kur'ân okur ve kocası da pna yaklaşır. Mâlik de der ki: Fıkıh ve ilim ehlinin kabul ettiği budur. Kanı çok olsa dahi böyledir. Bunu Mâlik'ten İbn Vehb rivâyet etmiştir. Ahmed b. Hanbel de şöyle derdi: Bu durumunun uzaması hali müstesna, kocasının ona yaklaşmamasını daha çok severim. İstihâza kanı gören kadın hakkında İbn Abbâs'tan şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Kan topukları üzerine aksa dahi kocasının ona yaklaşmasında bir mahzur yoktur. Mâlik de der ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Bu bir damardır ve ay hali değildir." Az önce, dördüncü başlıkta geçti. Bu ay hali olmadığına göre ve kadın namaz kıldığına,göre kocasını ona yaklaşmaktan alıkoyan ne olabilir ki? İbn Abdi’l-Berr der ki: Aziz ve celil olan Allah, istihâza kanı hakkında namazı engellemediği şeklinde hüküm verdiğine ve bu durumda ay hali olan kadının ibadetinden farklı bir şekilde ibadet etmesini emrettiğine göre; fukahanın icma ettikleri diğer kanlar gibi, o kanın da yıkanması hususu dışında ay hali ile ilgili hükümlerden herhangi bir hükmü bunun hakkında vermemek icabeder. 7- Ay Halinde Kadından Uzak Durmak: Yüce Allah'ın.- "Ay halinde kadınlardan uzak durun" âyetinden kasıt eğer "el-mahid" kelimesi masdar olarak kabul edilirse, ay hali süresinde; eğer isim olarak kabul edilirse ay hali mahallinden uzak durun, demek olur. Bu nehiyden maksat, cimaı terketmektir. Ay hali olan kadının tenine değmek (mübaşeret) ve ondan neyin mubah olduğu hususlarında ilim adamlarının farklı görüşleri vardır. İbn Abbâs ve Abîde es-Selmanî'den rivâyet edildiğine göre o, ay hali olduğu vakit hanımının yatağından erkeğin ayrı kalmasını daha güzel görürdü. Ancak bu, ilim adamlarının konu ile ilgili görüşleri dışında kalan şâz bir görüştür. Her ne kadar âyetin genel oluşu bunu gerektiriyor ise de bu konuda sabit olmuş sünnet, bunun hilafınadır. İbn Abbâs'ın bu durumuna teyzesi Meymune vakıf olmuş ve ona: Sen Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın sünnetinden yüz mü çeviriyorsun? diye çıkışmıştır. Mâlik, Şâfiî, Evzaî, Ebû Hanîfe, Ebû Yûsuf ve oldukça büyük bir ilim adamı topluluğu der ki: İzar (bel ile dizkapağı arasını örten peştemal)ın üstündeki yerlerden istifade edebilir. Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisine: Ay hali olduğu vakit hanımımdan bana helal olan nedir? diye sorana şöyle cevap vermiştir: "Üzerine izarını bağlasın, ondan sonra sen daha yukarısından istifade edebilirsin." Muvatta’', Tahâre 93; Ebû Dâvûd, Tahâre 82. Hazret-i Peygamber'in ay hali olduğu sırada Hazret-i Âişe'ye: "Üzerine izannı bağla sonra yatağına dön" Muvatta’', Tahâre 94; Umm Seleme'den rivâyetle: Buhârî, Hayz 4; Müslim, Hayz 5 (yakın lâfızlarla). şeklindeki sözü de buna delildir. es-Sevrî, Muhammed b. el-Hasan, Şâfiî Mezhebi'nin bazı âlimleri kanın geldiği yerden uzak durur, demişlerdir. Çünkü Peygamber efendimizin: "Nikâh (cima) dışında herşeyi yapabilirsiniz" Ebû Dâvûd, Nikâh 45; İbn Mâce, Tahâre 125. hadisi bunu ifade etmektedir. Bu hadis daha önceden geçmiştir. Aynı zamanda bu Davud'un da görüşüdür. Şâfiî'nin sahih olan görüşü de budur. Ebû Maşer, İbrahim'den o Mesrûk'tan şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Âişe'ye hanımımdan ay hali iken bana helal olan nedir diye sordum o: Fercin dışında herşey, dedi. İlim adamları der ki: İzannı bağlamış halde ay hali olan kadına mübaşeret etmek, ihtiyat ve zeriayı (harama giden yolu) kesmek içindir. Diğer taraftan kocaya bacakları mubah kılınacak olsa, bu icma ile haram kılınmış bulunan kanın geldiği yere ulaştıran bir yol olabilir. O bakımdan ihtiyaten uzak durması emrolunmuştur. Bizatihi haram kılınan ise kanın geldiği yerdir. Bu açıklama ile konu ile ilgili rivâyetlerin ifade ettiği manalar uyum göstermekte ve aralarında bir çelişki kalmamaktadır. Başarı Allah'tandır. 8- Ay Hali İken Hanımı ile Cima Edenin Hükmü: Ay hali iken hanımına yaklaşan kimsenin cezasının ne olduğu hususunda ihtilaf edilmiştir. Mâlik, Şâfiî ve Ebû Hanîfe, Allah'tan mağfiret diler, ayrıca ona birşey düşmez, derler. Aynı zamanda bu Rabia ile Yahya b. Said'in de görüşüdür. Dâvûd (ez-Zahirî) de böyle demiştir. Muhammed b. el-Hasen'den yarım dinar tasadduk eder, dediği rivâyet edilmiştir. Ahmed der ki: Abdulhamid'in Miksam'den, onun İbn Abbâs'tan onun Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan rivâyet ettiği şu hadis ne güzeldir: "Bir dinar yahut yarım dinar tasadduk eder. "Bu hadisi Ebû Dâvûd rivâyet etmiş ve sahih rivâyet böyledir demiştir. Müfyed, I, 272, 325; Ebû Dâvûd, Tahâre 105; Nesâî, Tahâre 172; İbn Mâce, Tahâre 123. O dedi ki: Ya bir dinar ya yarım dinar tasadduk eder. Taberî de bunu müstehab görmüştür. Şayet bu sadakayı vermeyecek olursa birşey düşmez. Bağdat'ta iken Şâfiî'nin görüşü de bu idi. Hadis ehlinden bir kesim şöyle demektedir: Eğer kan geliyorken cima ederse bir dinar vermesi gerekir, kanın kesilmesi esnasında cima ederse yarım dinar ödemesi gerekir. el-Evzaî der ki: Ay hali iken hanımına yaklaşan kimse bir dinarın beşte ikisini tasadduk eder. Bu hadislerin bütün rivâyet yolları Ebû Dâvûd'un ve Darakutnî'nin Sünen'leri ile başka kaynaklarda yer almaktadır. Ebû Dâvûd, Tahâre 105. Tirmizî'nin kitabında İbn Abbâs'tan Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın şöyle buyurduğu rivâyet edilmektedir: "Gelen kan kırmızı bir kan ise bir dinar, sarı bir kan ise yarım dinar (tasadduk eder)." Tirmizî, Tahâre 103. Ebû Ömer (İbn Abdi’l-Berr) der ki: İstiğfar ve tevbe dışında bu kişinin keffarette bulunmasını vacip görmeyenlerin delili İbn Abbâs'tan gelen bu hadisin muzdarip olmasından dolayıdır. Böyle bir hadis de delil olamaz. Ve aslolan zimmetin (yükümlülükten, borçtan) beri olmasıdır. Fakirin lehine olsun başkası lehine olsun onu bertaraf etmeyi gerektirecek ve hakkında ta'nın (ilmî tenkidin) bulunmadığı bir delil ile olmadıkça herhangi bir şeyin sabit olmaması gerekir. Böyle bir delil ise bu meselede bulunmamaktadır. Bk. el-İstizkâr, III, 186-188. 9- Temizleninceye Kadar Kadınlara Yaklaşmamak: Yüce Allah'ın: "Ve temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın" âyeti ile ilgili olarak İbn el-Arabî şöyle demektedir: Ben eş-Şaşi'yi nazar meclisinde şöyle derken dinledim: Eğer -radıyallahü anh harfi üstün olarak-: "La takrab: yaklaşma" denilecek olursa bunun anlamı bu fiili işleme demektir. Eğer radıyallahü anh harfi ötreli olarak (letakrub şeklinde) söylenirse bunun anlamı, ona yaklaşma olur. Nafi', Ebû Amr, İbn Kesîr, İbn Amir ve Hafs'ın ondan yaptığı rivâyetinde Âsım: " Temizleninceye kadar" diye ("ti" harfini sakin "he" harfini ötreli olarak) okumuşlardır. Hamza, Kisaî, Ebû Bekr ve el-Mufaddal'ın rivâyetinde Âsım, "ti" ve "he" harflerini şeddeli ve ikisini de üstün olarak şeklinde okumuşlardır. Ubeyy ve Abdullah'ın mushafında: şeklindedir. Enes b. Mâlik'in mushafında: Kadınlara ay hali olduklarında yaklaşmayınız ve onlar temizleninceye kadar onlardan uzak durunuz" şeklindedir. Taberî, "ti" harfinin şeddeli okuyuşunu tercih etmiş ve şöyle demiştir: Bu kıraat onlar gusledinceye kadar, anlamına gelir. Çünkü herkes kanın kesilmesinden sonra kadın temizleninceye kadar erkeğin, hanımına yaklaşmasının haram olduğunu kabul etmişlerdir. Taberî der ki: Görüş ayrılığı temizlenmenin (tuhr) mahiyeti ile ilgilidir. Kimisi su ile gusletmektir, kimisi namaz abdesti gibi abdest almaktır, kimisi ferci yıkamaktır, demiştir. İşte bu temizlik hanımın kocasına helal olmasını sağlar. Velevki ay halinden dolayı gusletmesin. Ebû Ali el-Farisî ise "ti" harfinin şeddesiz okuyuşunu tercih etmiştir. Çünkü bu (ay hali anlamına gelen) tamisa fiilinin zıddıdır ve bu fiil de sülâsidir (üç harflidir). Yüce Allah'ın: "İyice temizlendiler mi" su ile temizliklerini yaptılar mı, demektir. Mâlik ve ilim adamlarının Cumhûru bu görüştedir. Kanı kesilen ay hali kadına yaklaşmayı helal kılan temizliğin, cünub olanın temizlenmesi gibi su ile temizlenmek olduğunu kabul etmişlerdir. Teyemmüm veya başkası bu hususta yeterli değildir. Mâlik, Şâfiî, Taberî, Muhammed b. Mesleme, Medineliler ve başkaları böyle demiştir. Yahya b. Bukeyr ve Muhammed b. Ka'b el-Kurazî der ki: Ay hali olan kadın temizlenip ve su olmayan bir yerde teyemmüm edecek olursa gusletmese dahi kocasına helal olur. Mücâhid, İkrime ve Tavus der ki: Kanın kesilmesi ile o kadın kocasına helal olur, fakat abdest almak suretiyle. Ebû Hanîfe, Ebû Yûsuf ve Muhammed der ki: On gün geçtikten sonra kanı kesilirse gusletmeden önce karısına yaklaşması câiz olur. Eğer on günden önce kanı kesilmiş ise gusletmedikçe veya üzerine bir namaz vakti girmedikçe câiz olmaz. Ancak bu açıklanması mümkün olmayan bir tahakkümdür. Hanefilerin konu ile ilgili ibareleri şöyledir:"... Şayet namaz kılmak için yeterli vakit bulduğu halde gusletmeyerek ve namaz vaktini geçirecek olursa, onunla ilişki kurmak câiz olur. Çünkü bu durumda o namazı kaza etmesi üzerine bir borç olur. Bu da onun hükmen tâhir olduğunu gösterir." (el-İhtiyar, I, 28) Halbuki ay hali olan kadın hakkında kanının kesilmesinden sonra, iddette beklemesi gerektiği hükmünü vermiş ve kocası ile ilgili olarak üçüncü ay halinden yıkanmadığı sürece kocası ona ric'at yapabilir, demişlerdir. Onların bu sözlerine kıyas yapılacak olursa; Medinelilere uygun olarak; gusletmedikçe ona yaklaşılmaması gerekir. Bizim delilimiz ise yüce Allah'ın bu konuda hükmü iki şarta bağlamış olmasıdır. Birincisi kanın kesilmesidir. Bu da yüce Allah'ın: "Temizleninceye kadar" âyetidir. İkincisi ise su ile gusletmeleridir. Bu da yüce Allah'ın: "İyice temizlendiler mi" âyetidir. Yani su ile guslettiler mi demektir. Bu da yüce Allah'ın şu âyetine benzemektedir: "Yetimleri nikâh çağına erdikleri zamana kadar deneyin..." (en-Nisa, 4/6) Burada hüküm -ki bu da malın yetimlere teslim edilmesinin câiz oluşudur- iki şarta bağlanmıştır. Birisi mükellef olanın nikâhlanacak çağa ulaşması, ikincisi onlardan reşid olduklarının tesbit edilmesi. Aynı şekilde yüce Allah boşanmış kadın hakkında şöyle buyurmaktadır: "Ondan sonra o kocasından başka bir erkeğe nikâhlanmadıkça ona (ilk kocasına) helal olmaz." (el-Bakara, 2/230) Daha sonra sünnette ise "useyle" (yani kadın ile cimadan kinaye) şartı koşulmuştur. Buna göre kadının ilk kocasına helal olması, aynı anda her iki şarta bağlıdır. Bu ise hem nikâh akdinin yapılması hem de kadın ile ilişkide bulunulmasıdır. Ebû Hanîfe görüşüne delil olmak üzere şöyle der: Âyetin manası koşulan şarttaki nihaî vaktin gelmesidir. Bu da bundan önceki nihaî maksat (gaye)a söz edilmiştir. Buna göre yüce Allah'ın: "Temizleninceye kadar" âyeti ("ta" ve "he" harfleri şeddesiz olarak) okunur ve bu da yüce Allah'ın şeddeli olarak okunan bundan sonraki: "İyice temizlendiler mi" âyetinin anlamının aynısına gelir. Şu kadar var ki, her iki söyleyiş bir âyet-i kerimede bir arada kullanılmıştır. Nitekim yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: "Orada tertemiz olmayı arzu etmekte olan erkekler vardır. Allah da temizlenenleri sever." (et-Tevbe, 9/108) el-Kümeyt de şöyle demektedir: "Ensar orada zelil değildiler Ve insanlar orada gaib ve saklı iken onlar, gaib ve saklı değillerdi." Aynı şekilde her iki kıraat de diğer iki âyet gibidir, o bakımdan onlarla amel etmek gerekir. Bizler (Mâlikîler) ise bu kıraatin her birisini ayrı bir manaya hamlediyoruz. Şeddesiz olanı en azından kanının kesilmesi haline hamlederiz. O bakımdan gusletmedikçe kocasının onunla ilişki kurmasını câiz kabul etmeyiz. Çünkü kanın geri dönmeyeceğinden emin olunmaz. Diğer okuyuşu ise azamî süre dolayısıyla kanın kesilmesine hamlederiz. O takdirde gusletmese dahi kocasının onunla ilişki kurması câiz olur. İbnu'l-Arabî der ki: Bu onların (Hanefîlerin) lehlerine olan en güçlü delildir. Birincisine cevap şudur: Bu fasihlerin söyleyecekleri söz türünden, beliğlerin üsluplarından değildir. Çünkü böyle bir anlayış aynı anlamdaki kelimelerin tekrarını gerektirir. Eğer bir kelimeyi mücerred bir manaya hamletmek mümkün ise insanların kullandıktan ifadelerde bile bunu tekrara hamletmeyiz. Nasıl herşeyi bilen ve hikmeti sonsuz olanın kelamında bunu yaparız? İkincisine cevap ise; bu âyetlerin her birisi ötekinden farklı bir anlama göre açıklanır. O bakımdan kanın kesilmesi esnasında ric'î talakta gusletmeden önceki ay halinin hükmü ne ise, onun hakkında başka bir hükmün verilmemesi gerekir. Halbuki onlar önceden de açıkladığımız gibi böyle demiyorlar. O halde bu kadın madem ki ay halidir, ittifakla da ay hali olan kadına yaklaşmak câiz değildir. Diğer taraftan onların bu söyledikleri, kanın azami süre sebebiyle kesilmesi esnasında ilişkinin mubah olmasını gerektirir. Bizim söylediğimiz ise mahzurlu olmasını gerektirir. Mahzurlu olmak ile mubah olmayı gerektiren, bir biriyle zıtlaştığı takdirde, onların sebepleri arasında hangisinin ağır bastığı tesbit edilmeye çalışılır ve mahzurlu olmaya iten sebebe ağırlık verilir. Nitekim Ali ve Osman (r. anhuma) cariye olarak iki kızkardeşi bir arada tutma hakkında böyle demişlerdir. Bir âyet bunu helal kılarken, diğer âyet bunu haram kılmaktadır. Haram kılmak ise evladır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. 11- Kitap Ehli Kadın Gusletmeye Mecbur Edilir mi? İlim adamlarımız (Mâlikî mezhebi âlimleri) kitap ehli kadının gusletmeye mecbur edilip edilmeyeceği konusunda farklı görüşlere sahiptir. İbnu'l-Kasım yoluyla gelen rivâyetinde İmâm Mâlik, evet kocasının onunla ilişki kurmasının helal olması için gusletmelidir, der. Yüce Allah da şöyle buyurmaktadır: "Temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın. İyice temizlendiler mi o zaman Allah'ın sizlere emrettiği yerden onlara yaklaşın" diye buyurmakta ve su ile temizlenmelerini emretmektedir. Ayrıca müslüman kadın hakkında, diğerlerinden farklı gözle bir hüküm sözkonusu etmemektedir. Diğer taraftan Eşheb'in Mâlik'ten rivâyetine göre; ay halinden dolayı gusletmek üzere mecbur edilmez. Çünkü buna inanmamaktadır. Zira yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Eğer Allah'a ve ahiret gününe îman etmişlerse, Allah'ın kendi rahimlerinde yarattığını gizlemeleri onlara helal değildir." (el-Bakara, 2/228) Burada Allah'ın rahimlerinde yarattığı ise, ay hali ve hamileliktir. Yüce Allah burada görüldüğü gibi mü’min hanımlara hitap etmekte ve ayrıca: "Dinde zorlama yoktur." (el-Bakara, 2/256) diye buyurmaktadır. Mahmud b. Abdülhakem de bu şekilde görüş belirtirdi. 12- Ay Halinden Yıkanma Şekli: Ay hali sona eren kadının gusletme keyfiyeti cünüplükten gusletmenin aynısıdır. Bunun, için başının örüklerini çözmesine gerek yoktur. Çünkü Müslim'de Umm Seleme (radıyallahü anha)'dan şu rivâyet yer almaktadır: Dedi ki: Ey Allah'ın Rasûlü, dedim. Ben başımın örüklerini bağlıyorum. Cünüblükten yıkanmak için onları çözeyim mi? Hazret-i Peygamber şöyle buyurdu: "Hayır, başına üç defa su dökmen yeterlidir. Sonra da bedenine su dökersin temizlenirsin." Müslim, Hayz 58; Ebû Dâvûd, Tahâre 99; Tirmizî, Tahâre 77. Bir diğer rivâyette de şöyle denilmektedir: Ay hali ve cünüblük dolayısıyla örüklerimi çözeyim mi? Hazret-i Peygamber: "Hayır" demiştir. Müslim, aynı yer. Ebû Dâvûd ise şunu rivâyet eder: "Başına bir avuç su döktüğün her seferinde örüklerini de sık." Ebû Dâvûd, Tahâre 99 13- Temizlendikten Sonra Emredilen Yerden Kadınlara Yaklaşmak: Yüce Allah'ın: "İyice temizlendiler mi o zaman Allah'ın size emrettiği yerden onlara yaklaşın" yani onlarla cima edin. Bu emir mübahlık ifade eder. Burada "yaklaşmak" cimadan kinaye olarak kullanılmıştır. Bu bizim daha önce sözünü ettiğimiz temizlenmekten kasıt; su ile gusletmektir görüşümüzü pekiştirmektedir. Çünkü yüce Allah tarafından verilen emir sigası, ancak en mükemmel olan şekli hakkında olmalıdır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Bu âyette ...den; ...de anlamındadır. Yani yüce Allah'ın emrettiği yerde onlara yaklaşın, ki bu da ön taraftır. Buna benzer bir ifade yüce Allah'ın şu âyetidir: "Yerden neyi yarattılar bana gösterin." Yani yerden neyi yarattıklarını bana gösterin, demektir. Yine yüce Allah'ın: "Cuma gününden namaz için çağrıldığında."(el-Cumu'a, 62/30) Yani Cum'a gününde demektir. Şöyle de denilmiştir: Bunun anlamı size yaklaşmak için izin verilen yönde onlara yaklaşın. Yani oruçlu olmamak, ihramlı ve i'tikafta olmamak halinde demektir. Bu görüş el-Hasan'ın açıklamasıdır. İbn Abbâs ve Ebû Rezin ise der ki: Onlara temiz iken yaklaşın, ay hali iken yaklaşmayın. ed-Dahhâk da böyle demiştir. Muhammed İbnu'l-Hanefiyye de der ki: Bunun anlamı helal olarak onlara yaklaşın, zina yoluyla yaklaşmayın, demektir. 14- Allah Tevbe Edenleri ve Temizlenenleri Sever: Yüce Allah'ın: "Gerçekten Allah, çokça tevbe edenleri ve çokça temizlenenleri sever" âyeti hakkında farklı açıklamalar yapılmıştır: Tevbe edenlerden kasıt, günahlardan ve şirklerden tevbe edenler, temizlenenlerden kasıt ise cünüblük ve hadeslerden su ile temizlenenlerdir, diye Atâ ve başkaları tarafından açıklanmıştır. Mücâhid ise günahtan tevbe edip temizlenenler; yine ondan gelen bir rivâyete göre, kadınlara arka yoldan yaklaşmaktan tevbe edenler; demiştir. İbn Atiyye der ki: Sanki Mücâhid bu açıklamasını yaparken yüce Allah'ın, Lut kavmi hakkında bizlere naklettiği şu âyetini göz önünde bulundurmuş gibidir: "Onları ülkenizden çıkartın. Çünkü onlar fazla temizlenen insanlardır."(el-A'raf, 7/82) Çokça temizlenenlerden kasıt günah işlemeyenler olduğu da söylenmiştir. Şayet: Günah işleyen neden hiç günah işlemeyenden önce sözkonusu edilmiştir? diye sorulursa şöyle cevap verilir: Tevbe eden kimse rahmetten ümit kesmesin ve çokça temizlenen kişi de kendisini beğenmesin diye öne almıştır. Nitekim bir başka âyet-i kerimede de şöyle buyurulmaktadır: "Onlardan kimisi nefsine zulmedicidir, kimisi orta yolda mu'tedildir, kimisi de Allah'ın izniyle hayırlarda öne geçmiştir." (Fatır, 35/32) Nitekim yüce Allah'ın izniyle ileride buna dair açıklamalar (aynı âyet 2. başlık) gelecektir. |
﴾ 222 ﴿