226Hanımları hakkında yemin edenler (îlâ yapanlar) için dört ay beklemek vardır. Şayet dönerlerse şüphesiz Allah Gafûrdur, Rahîmdir. Bu âyetlere dair açıklamalarımızı yirmidört başlık halinde sunacağız: Yüce Allah'ın: "Hanımları hakkında yemin edenler (îlâ yapanlar) için.." âyetinde geçen "Ha yapanların anlamı yemin edenlerdir. Bu kelimenin masdari: "îlâ, eliyya, elve ve ilve" ...diye gelir. Ubey ile İbn Abbâs (aynı anlamda olmak üzere): diye okurlar. Bilindiği gibi bu kelime "îlâ yapanlar"ın tefsiridir. Yine aynı anlamda olmak üzere: şeklinde de okunmuştur. Bu kökten: "Âlâ, yu'lî, ilâen ve teellâ, teelliyen, i'telâ, i'tilâen" denilir. Yüce Allah'ın: "Sizden fazilet ve bolluk sahibi kimseler yakınlara... yemin etmesinler (ye'telî)" (en-Nûr, 24/22) âyetindeki "ye'telî" de bu köktendir. Şair de şöyle demiştir: Temin ettim mutlaka bir kaside terennüm edeceğim, Sen ve o, bu kaside (sebebi) ile benden sonra bir örnek olacaksınız." Bir başka şair de şöyle demektedir: "Yeminleri az ve yeminini korur Eğer yemin edecek olsa dahi onu yerine getirir." İbn Dureyd de şöyle demektedir: "O gayretli ve çalışkan develere dair bir yemin (ettim); Onlar (o develer) ile geniş çöllerin ortasına dalınır." Abdullah b. Abbas der ki: Cahiliyye döneminde îlâ bir sene, iki sene ve bundan fazla olurdu. Onlar ki kötülük yapmak istediklerinde bu yolla kadına eziyet etmeye çalışıyorlardı. Onların bu şekildeki Hâlan dört aya indirildi, bundan daha aşağı süre kim yemin ederse o hükmî bir îlâ değildir. Derim ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de îlâ yapmış ve boşamıştır. îlâ yapmasının sebebi ise hanımlarının ondan karşılayamayacağı kadar masraf istemeleridir. Müslim'in Sahih'inde de böyledir. Müslim, Talâk 30 vd. Hazret-i Peygamber'in ilâsına dair rivâyetlerin kaydedildiği bazı yerler: Buhârî, Savm 11, Mezâlim 25, Nikâh 91, Talâk 21, Eymân 20; Müslim, Siyam 22-25; Tirmizî, Talâk 21; Nesâî, Siyam 14, Talâk 32; İbn Mâce, Talâk 24; Müsned, I, 34, 235, II, 56, 298, III, 200, 329, 334, 341, VI, 33, 105, 315; el-Bennâ, Minhatu'l-Ma'bûd, I, 315-316; el-Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, IV, 7 vd... Bunun sebebinin Hazret-i Zeyneb'in, Hazret-i Peygamber'in hediyesini geri çevirmesi ve buna kızarak onlara îlâ yapması olduğu da söylenmiştir. Bunu da İbn Mâce zikretmektedir. İbn Mâce, Talâk 24. 2- îlâ Kimin îçin Bağlayıcıdır? Talakın bağlayıcı olduğu herkes için îlâ da bağlayıcıdır. Hür, köle ve sarhoş için îlâ bağlayıcıdır. Aynı şekilde sefih ve velayet altında bulunan kişi de baliğ ve deli olmadığı takdirde böyledir. Hayalan burulmuş kimsenin -eğer zekeri kesilmemiş ise- durumu da böyledir. Yaşlı bir kimsenin de -bir hayat belirtisi ve güç kalmış ise- durumu da böyledir. Mecbub (zekeri kesilmiş) olanın îlâ yapması hakkında Şâfiî'nin farklı görüşleri vardır. Bir görüşe göre böyle bir kimsenin îlâ hakkı yoktur. Bir diğer görüşe göre îlâ yapması sahihtir. Birinci görüş daha sahihtir, Kitap ve Sünnete daha yakındır. Geriye dönmek yemini kaldırır. Söz ile geri dönmek ise îlâyı kaldırmaz. Yeminde yasaklanan şeyi yerine getirmeyi engelleyen yemin kaldığı sürece ilânın hükmü de kalır. Dilsizin îlâsı kendisinden anlaşılacak anlaşılır bir yazı veya işaret ile olursa onun için bağlayıcıdır. Arapça konuşamayan kimsenin de kadınlarından îlâ yapması aynı şeydir. 3- îlâ Hangi Yeminler ile Gerçekleşir? İlim adamları îlânın hangi yeminlerle gerçekleşeceği hususunda farklı görüşlere sahiptir. Kimileri îlâ yalnızca Allah'ın İsmi ile yemin edilmesi halinde gerçekleşir, demişlerdir. Çünkü Peygamber efendimiz şöyle buyurmuştur: "Kim yemin edecekse ya Allah adına yemin etsin ya da sussun." Buhârî, Şehâdât 26, Edeb 74, Eymân 4; Müslim, Eyınân 3; Muvatta’', Nüzûr 14; Dârimî, Nüzûr 6; Müsned, II, 7, 11. Şâfiî de yeni (cedid) görüşünde böyle demiştir. İbn Abbâs da der ki: Karısıyla cima etmeyi engelleyen her yemin îlâdır. Şa'bi, Nehaî, Mâlik, Hicazlılar, Süfyan-ı Sevrî, Iraklılar, bir diğer kavlinde Şâfiî, Ebû Sevr, Ebû Ubeyd, İbnu'l-Münzir, Kadı Ebubekr b. el-Arabî hep bu görüştedir. İbn Abdi’l-Berr der ki: Kendisi sebebiyle yeminini bozmadıkça karısıyla cima yapamayacağı her bir yemini yapan kişi bu yemin ile îlâ yapmış olur. Şu şartla ki yaptığı bu yemin dört ay süreden fazla olmalıdır. Kim Allah adına yahut O'nun sıfatlarından bir sıfata veya Allah adına kasem ederim yahut Allah'ı şahit tutarım veya Allah'ın ahdi, keffareti, misakı, zimmeti üzerime olsun diyecek olursa, o kimse îlâ yapmış olur, îlânın hükmüne bağlı kalmalıdır. Şayet Allah'ın ismini anmaksızın, kasem ederim veya azmederim diyecek olursa bir görüşe göre; yüce Allah'ın ismini murad etmiş veya niyet etmiş olması hali dışında o kimse hakkında îlâ sözkonusu olmaz denilmiştir. Bunu yemin kabul eden kimselerin görüşüne göre böyle demek îlâ olur. İleride buna dair açıklamalar da yüce Allah'ın inziyle Maide Sûresi'nde (5/89. âyet 8. başlık) gelecektir. Eğer oruç adına hanımı ile ilişki kurmamak üzere yemin etse ve: Seninle ilişki kursam bir ay yahut bir sene oruç tutmak borcum olsun, diyecek olsa bu kimse de îlâ yapmış olur. Aynı şekilde hac, talâk, köle azad etmek, namaz veya sadaka türünden yerine getirmesi lazım gelen herşey de böyledir. Bütün bunlarda aslolan yüce Allah'ın: "Hanımlarına yemin edenler..." âyeti olup arada herhangi bir fark sözkonusu etmemesidir. Sadaka veya muayyen bir köleyi azad etmek ya da muayyen olmayan bir köleyi azad etmek ile îlâ yapan bir kimsenin bu üâsı da onun için bağlayıcı (lazım)dır. 4- İnşaallah Diyerek îlâ Yaparsa: Allah İsmi ile ilişkide bulunmamak üzere yemin etse ve istisnada bulunup inşaallah diyecek olsa, o kimse îlâ yapmış olur. Eğer hanımı ile ilişkide bulunacak olursa İbnu'l-Kasım'ın Mâlik'ten rivâyetine göre ona keffaret düşmez. İbnu'l-Macuşûn el-Mebsut'ta. ise böyle bir kimse îlâ yapmış değildir, der. Bu daha sahihtir. Çünkü istisna yemini çözer ve yemin eden kimseyi âdeta yemin etmemiş duruma getirir. Çeşitli bölgelerdeki fukahanın görüşü de budur. Çünkü o, o fiili yapmakta kararlı olmadığını istisnada bulunarak beyan etmiştir. İbnu'l-Kasım'ın yaptığı rivâyetin açıklaması ise istisnanın yemini çözmediği esasına dayanır. Fakat istisna keffaretin sakıt olmasında etkili olur. Nitekim ileride Maide Sûresi'nde (yukarıda belirtilen yerlerde) gelecektir. Onun yemini baki ve akdolmuş olduğuna göre; ilânın hükmünü yerine getirmek de onun için lazım olur. Ona keffaret düşmese dahi. 5- Karısıyla İlişki Kurmamak Üzere Peygamber, Melekler veya Ka'be Adına Yemin Ederse: Şayet karısıyla ilişki kurmamak üzere Peygamber, melekler veya Ka'be adına yemin etse veya onunla ilişki kurarsam yahudi olayım, hıristiyan olayım ya da zinakâr olayım derse, bu kimse îlâ yapmış olmaz. Bunu Mâlik ve başkaları söylemiştir. el-Baci ise der ki: Bence bunun anlamı şudur: O kimse bunu kasem (yemin) olmayan bir şekilde irad etmiştir. Eğer bunu bu söyledikleriyle birlikte îlâ yapmak üzere veya başka sözlerle îlâ yapmak üzere irad etmesine gelince; el-Mebsut'taki ifadeye göre İbnu'l-Kasım'a şöyle sorulmuştur: Karısına: Sana merhaba olmasın, deyip bununla îlâ yapmayı kastederse îlâ yapmış olur mu? İbnu'l-Kasım şu cevabı vermiştir: Mâlik dedi ki: Talaka niyet ettiği her bir söz bir talaktır. Bunun ile talâk arasında ise hiçbir fark yoktur. 6- Kur'ân-ı Kerîm'de Sözü Edilen îlânın Mahiyeti: İlim adamları Kur'ân-ı Kerîm'de sözü geçen îlânın mahiyeti hakkında farklı görüşlere sahiptirler. İbn Abbâs der ki: Ebediyyen ona dokunmamak üzere yemin etmedikçe îlâ yapmış olmaz. Bir kesim ise şöyle demektedir: Bir gün, bir günden az veya daha fazla hanımına yaklaşmamaya yemin etse sonra da dört ay süreyle onunla ilişki kurmasa îlâ ile karısı ondan bain olmuş olur. Bu görüş İbn Mes'ûd'dan, Nehaî'den İbn Ebi Leyla, el-Hakem, Hammâd b. Ebi Süleyman ve Katâde'den rivâyet edilmiştir. İshak da bu görüştedir. İbnu'l-Münzir der ki: Pek çok ilim adamı bu görüşü reddetmiştir. Cumhûr der ki: îlâ karısıyla dört aydan fazla ilişki kurmamak üzere yemin etmesidir. Eğer dört ay ve daha aşağısına yemin ederse îlâ yapmış olmaz. Onlara göre bu katıksız bir yemin olur. Bu süre zarfında hanımıyla ilişki kurarsa ona birşey düşmez. (Ancak) sair yeminlerde olduğu gibi (keffârette bulunur). Bu, Mâlik, Şâfiî, Ahmed ve Ebû Sevr'in görüşüdür. es-Sevrî ve Kûfeliler ise şöyle derler: îlâ dört ay ve daha fazlasına yemin etmektir. Aynı zamanda bu Atâ'nın da görüşüdür. Kûfeliler der ki: Allah, îlâda beklemeyi dört ay süreyle tayin etmiştir. Nitekim vefat dolayısıyla iddet beklemeyi de dört ay on gün kılmıştır. Normal iddette ise üç kar' (ki Hanefilere göre ay hali olmak demektir) beklenir. Bundan sonra bekleme sözkonusu olmaz. Devamla derler ki: O halde bu süreden sonra îlânın sakıt olması icabeder. îlânın sakıt olması ise ancak dönüş (fey) ile gerçekleşir ki, bu da müddet içerisinde cimadır. Dört ayın bitiminden sonra ise (dört ay içerisinde dönüş olmadığı takdirde) boşanma sözkonusu olur. Mâlik ve Şâfiî, görüşlerine şöyle delil getirirler: Allah, îlâ yapan kimselere dört ay mühlet vermiştir. O bu süreyi eksiksiz olarak kullanabilir. Bu süre zarfında hanımının ona itiraz yetkisi yoktur. Tıpkı vadesi belli borçta olduğu gibi. O borcun alacaklısı bu vade tamamlanmadan önce alacağını istemek hakkına sahip değildir. İshak'ın -az sürede dahi yemin eden kişi ilişki kurmadığı takdirde îlâ yapmış olur- şeklindeki görüşünün açıklaması ise; dört aydan fazla yemin edenin îlâ yapmış olmasına kıyasendir. Çünkü bundan kasıt yemin ile zarar vermektir. Bu mana ise kısa sürede de vardır. 7- Dört Aylık Süre Geçtikten Sonra Hanımının Talebi Bulunmazsa: Hanımı ile dört aydan fazla süre ilişki kurmamak üzere yemin edip de dört ay bitmekle birlikte hanımı kendisinden istekte bulunmazsa ve durumu onu durdurmak kastıyla sultana (yetkili devlet organına) götürmezse o kişinin durumu hakkında ilim adamlarının farklı görüşleri vardır. Mâlik'e, arkadaşlarına ve Medinelilerin çoğunluğuna göre birşey gerekmez. Kimi ilim adamımız ise şöyle der: Dört ayın sona ermesiyle birlikte o bir ric'î talâk yapmış olur. Onların dışında kalanlardan kimisi de, şöyle der: Dört ayın bitmesiyle birlikte bir bain talâk sözkonusu olur. Sahih olan ise Mâlik ve arkadaşlarının görüşüdür. Çünkü îlâ yapan bir kimsenin boşamayı kullanabilmesi için şunlar gerekir: Evvela hakim karısının talebi üzerine ona dönmesini söyleyip (îlâsını) durduracak, o da ya ilişki kurmak suretiyle hanımına dönecek ve yemininin keffaretini ödeyecek ya da bosayacak. Hakim onu hanımına dönmedikçe veya boşamadıkça bırakmaz. Dönmekten (fey’) kasıt ise, kendisiyle cima yapılması mümkün olan kadın hakkında cima etmektir. Süleyman b. Yesar der ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın ashabından dokuz kişi îlâda durdurma yaparlardı. Mâlik der ki: Bizim de kabul ettiğimiz görüş budur. Leys, Şâfiî, Ahmed, İshak ve Ebû Sevr de bu görüştedir. İbnu'l-Münzir de bu görüşü tercih etmiştir. 8- İlâ Süresi Ne Zamandan Başlar? İlâ yapanın süresi, yemin ettiği günden başlar. Hanımının onunla davalaşıp durumunu hakime ilettiği günde değil. Şayet hanımı onun hakkında dava açar ve ilişki kurmayı kabul etmemesine razı olmazsa, hakim onun için yemin ettiği günden itibaren dört aylık bir süre tesbit eder. Bu süre zarfında hanımıyla ilişki kurarsa zevcesinin hakkına dönmüş olur ve yemininin keffaretini öder. Eğer dönmezse onun adına bir ric'i talâk yapar. Mâlik der ki: Eğer ric'at yaparsa iddet süresi içerisinde karısıyla ilişkide bulunmadıkça bu ric'ati sahih olmaz. el-Ebherî der ki: Çünkü bu boşama esasen (kadına) gelecek zararı defetmek için vaki olmuştur. Erkek ric'at yaptığı halde ilişki kurmayacak olursa, zarar yine kalmaya devam eder. O bakımdan ilişki kurmaktan kendisini engelleyecek bir özrü olması hali dışında ric'atin bir anlamı olmaz. Eğer bir özrü varsa (ilişkisiz olarak) ric'ati sahih olur. Çünkü zarar ortadan kalkmış olur. İlişki kurmaktan uzak durması ise hanımına zarar vermek istediğinden dolayı değil, özrü sebebiyledir. 9- Kızgınlık Hali Dışında Hanın Hükmü: İlim adamları kızgınlık hali dışında ilânın hükmü hakkında farklı görüşlere sahiptirler. İbn Abbâs der ki: Kızgınlık ile yapılmadıkça îlâ olmaz. Ali b. Ebî Tâlib (radıyallahü anh)'dan gelen meşhur rivâyette de böyle denilmektedir. Leys, Şa'bî, Hasan ve Atâ da böyle demiştir. Hepsi der ki: îlâ ancak kızgınlık, aralarında çıkan bir kötülük, bir zorluk ve tartışma esnasında, ona zarar vermek kastıyla cima etmemek üzere yemin şeklinde olur. Bunun kapsamı içerisinde bir çocuğun durumunu düzeltmek ister bulunsun ister bulunmasın. Eğer kızgınlıktan dolayı yapılmamış ise bu îlâ olmaz. İbn Sîrîn ise: Yeminin kızgınlık halinde olması ile olmaması farketmez, o ilâdır. İbn Mes'ûd, Sevrî, Mâlik, Iraklılar, Şâfiî, mezhebine mensup ilim adamları ve Ahmed de bu görüştedirler. Ancak Mâlik şöyle der: Bir çocuğu ıslah etmeyi istemedikçe... İbnu'l-Münzir der ki: Daha sahih olan budur. Çünkü ilim adamları zihar, talâk ve sair yeminlerin kızgınlık ve razılık hallerinde farkları bulunmadığı hususunda icma ettikleri gibi, îlâ da böyledir. Derim ki: Kur'ân-ı Kerîm'in genel ifadesi de buna delalet etmektedir. Kızgınlık halini tahsis edebilmek için bir delile gerek vardır. Böyle bir delil ise, kabul edilmeyi gerektirecek bir yolla gelmemiştir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. 10- Yemin Etmeden Hanımına Zarar Vermek Kastıyla Hanımına Yaklaşmayanın Durumu: İlim adamlarımız der ki: Yaptığı bir yemin olmaksızın hanımına zarar vermek kastıyla hanımıyla ilişki kurmaktan uzak durana hanımıyla ilişki kurması emredilir. Eğer kabul etmez ve ona zarar vermek üzere ilişki kurmamayı sürdürürse, bu sefer belli bir süre tayin edilmeksizin karısı ile arası ayrılır. Şöyle de denilmiştir: Ona ilânın süresi tayin edilir. Bir diğer görüşe göre ise erkeğin hanımından uzak durması sebebiyle onun hakkında îlâ sözkonusu olmaz. İsterse yıllarca ona yaklaşmaksızın dursa bile. Fakat onu hanımına zarar vermek kastıyla (nikâhı altında) tutmaması hususunda öğüt verilir, Allah'tan korkması emredilir. 11- Çocuğunu Sütten Kesinceye Kadar Karısına Yaklaşmamak Üzere Yemin Edenin Hükmü: Fukaha, çocuğu bozulmuş süt emmesin diye çocuğunu sütten kesmedikçe karısıyla ilişki kurmamak üzere yemin eden ve bununla ona zarar vermek maksadını gütmeyen kimse hakkında farklı görüşlere sahiptirler. Mâlik'e göre süt emzirme süresi sona erinceye kadar karısının talepte bulunma hakkı yoktur. Çünkü burda kasıt çocuğun durumunu ıslah etmektir. Mâlik der ki: Ali b. Ebî Tâlib'e bu hususun sorulduğuna ve bunu îlâ olarak görmediğine dair rivâyet bana kadar ulaşmış bulunuyor. Şâfiî de iki görüşünden birisinde böyle demiştir. İkinci görüşünde ise îlâ yapmış olur, çocuğun süt emmesine itibar edilmez, der. Ebû Hanîfe de bu görüştedir. 12- Muayyen Bir Yerde Hanımına Yaklaşmamak Üzere Yemin Eden: Mâlik, Şâfiî, Ebû Hanîfe, mezheplerine mensup ilim adamları, Evzaî, Ahmed b. Hanbel, bir kimse hanımı ile bu evde yahut bu odada ilişki kurmamak üzere yemin etse îlâ yapmış olmaz, derler. Çünkü bu mekandan bir başka yerde onunla ilişki kurma imkânını bulabilir. İbn Ebi Leyla ve İshak ise der ki: Eğer dört ay süreyle onu terkederse îlâ sebebi ile ondan bain olur. Çünkü dört ay oldu mu îlâsının durdurulduğunu dikkate almak gerekir. Eğer bulunduğu şehirde veya beldesinde onunla ilişki kurmamak üzere yemin ederse Mâlik'e göre îlâ yapmış olur. Böyle birşey ise ancak masraf ve külfeti gerektiren bir yolculukta olur. Bahçesinde veya yakındaki tarlasında olmaz. 13- İlâ Kadınlar Hakkında Yapılır: Yüce Allah'ın: "Hanımlarına" âyetinin kapsamına hür, zımmî ve evlendikleri takdirde cariyeler de girer. Kölenin zevcesine îlâ yapması da köle için bağlayıcıdır. Şâfiî, Ahmed ve Ebû Sevr de der ki: Kölenin îlâsı da hür kimsenin îlâsı gibidir. Bu konudaki delilleri ise yüce Allah'ın: "Hanımlarına yemin edenler.." âyetidir. Bu âyet bütün hanımlar hakkında sözkonusudur. İbnu'l-Münzir der ki: Ben de bu görüşü benimsiyorum. Mâlik, ez-Zührî, Atâ b. Ebi Rebah ve İshak ise şöyle demektedir: Kölenin îlâ süresi iki aydır. el-Hasen ve Nehaî ise der ki: Kölenin cariye olan eşine îlâ yapması iki ay, hür olan eşine îlâ yapması dört aydır. Ebû Hanîfe de bu görüştedir. Şa'bi der ki: Cariyenin îlâ süresi hür kadının îlâ süresinin yarısıdır. 14- Zifafa Girilmiş Olması ve Olmaması: Mâlik, mezhebine mensup ilim adamları, Ebû Hanîfe ve arkadaştan, Evzaî, Nehaî ve başkaları der ki: Kendisiyle gerdeğe girilmiş ile girilmemiş kadının hakkında îlânın bağlayıcılığı açısında bir fark yoktur. ez-Zührî, Atâ ve es-Sevrî ise der ki: Duhul (zifaf) olmadıkça îlâ olmaz. Mâlik de der ki: Bulûğa ermemiş küçük kıza îlâ olmaz. Ona îlâ yapar ve baliğ olursa baliğ olduğu günden itibaren îlâ lazım olur. 15- Zımmî Erkeğin îlâ Yapması: Zımmî erkeğin îlâsı sahih değildir. Nitekim onun zihan ve talakı da sahih değildir. Çünkü müşriklerin nikâhı bize göre sahih bir nikâh değildir. Onlar hakkında sadece hanımlarını ellerinde bulundurma şüphesi sözkonusudur. Diğer taraftan onlar şer'î hükümlerle mükellef değildirler ki, yeminlerin keffaretlerinin onlar için bağlayıcılığı sözkonusu olsun. îlâ hükmü ile ilgili olarak mahkemelerimize gelecek olurlarsa, bizim mahkemelerimizin hakimlerinin aralarında hüküm vermeleri gerekmez, bu konuda kendi hakimlerine giderler. Eğer bu, aralarında haksızlıkta bulunmak seviyesinde görülüyor ise, o zaman İslâm'ın hükmü ile aralarında hükmedilir. Tıpkı müslüman bir kimsenin yemin olmaksızın hanımına zarar vermek kastıyla ilişkide bulunmayı terketmesi halinde olduğu gibi. Yüce Allah'ın: "Dört ay beklemek vardır" âyetinde geçen (ve beklemek anlamına gelen:) Terabbus kelimesi teenni, geri kalmak anlamlarına gelir. (Tahammül ve katlanmak anlamına gelen) tesabbür kelimesinin maklûb (yani baştaki "te" harfinin yeri değiştirilmeksizin tersinden okunan) şeklidir. Şair der ki: "Zamanın başına getireceği işleri bekle (terabbea); olur ki Bir gün ona talâk verilir veya helâli (kocası) ölür." Dört ay süre tesbitinin faydasına gelince; İbn Abbâs'ın az önce geçtiği üzere cahiliyye halkı ile ilgili söz ettiği durumu önlemektir. Yüce Allah, bunu engelledi ve uzak durmak suretiyle karısını te'dib etmek hususunda kocaya dört aylık bir süre tanıdı. Çünkü yüce Allah: "Serkeşliklerinden endişe ettiğiniz kadınlara gelince... kendilerini yataklarda yalnız bırakın" (en-Nisâ, 4/34) diye buyurmaktadır. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) da te'dib etmek üzere hanımlarına bir ay süreyle îlâ yapmıştır. Şöyle de denilmiştir: Burada sözü geçen dört ay, bir kadının kocasız daha fazla tahammül edemeyeceği bir süredir. Ömer b. el-Hattâb (radıyallahü anh)'dan rivâyet edildiğine göre; bir gece Medine'de dolaşırken bir kadının aşağıdaki beyitleri okuduğunu işitir: "Ah! Bu gece uzayıp gidiyor; her taraf karardı Oynaşacağım bir sevgili yok, diye gözüme uyku girmiyor. Kendisinden başka hiçbir ilâh olmayan Allah olmasaydı; Allah'a yemin ederim; Bu karyolanın dört bir yanı sarsılırdı; Rabbimden korku ve haya beni alıkoyuyor; Bir de kocamın şerefine leke sürülmesini istemeyişim." Ertesi gün Hazret-i Ömer o kadını çağırtır ve: Kocan nerededir? diye sorar. Kadın: Onu İrak'a gönderdin, der. Bunun üzerine Hazret-i Ömer birtakım kadınlar çağırır ve onlara bir kadının kocasız ne kadar süreyle kalabileceğini sorar. Şu cevabı verirler: İki ay sabreder, üç ayda sabrı azalır, dört ayda ise sabrı tükenir. Bunun üzerine Hazret-i Ömer bir erkeğin gazaya gidiş süresini dört ay ile tahdid etti. Dört ay geçti mi o gazilerin geri gelmesini ister, başkalarını gönderirdi. Bu, -Allahu a'lem- îlâ süresinin dört ay ile tahsis edilmesini kuvvetlendiren bir durumdur. Yüce Allah'ın: "Şayet dönerlerse" (fey' ederlerse) yani îlâyı bırakırlarsa demektir. Yüce Allah'ın şu âyetinde de aynı kelime (fey') kullanılmıştır: "Allah'ın emrine dönünceye kadar..." (el-Hucurat, 49/9) Zevalden sonraki gölgeye fey' denilmesi de bu kökten gelmektedir. Çünkü gölge artık batı tarafından doğu tarafına dönüş yapmış olur. "Fey' etmesi hızlı kişi" hızlı dönüş yapan kişi, demektir. Şair der ki: "Geri döndü ve kendisi için geldiği işi görmedi insanın kimi ihtiyacı vardır ki, onu göremez." İbnu'l-Münzir der ki: Kendisinden ilim bellenen herkes, ilâdan dönüşün, mazareti olmayan kimse hakkında cima ile gerçekleşeceği hususunda icma etmiştir. Şayet hastalık, hapis veya buna benzer bir mazereti varsa, o takdirde onun (başka yolla) yapacağı ric'at yani dönüş sahihtir ve o kadın onun hanımıdır. Eğer yolculuğundan gelmesi yahut hastalığından iyileşmesi veya hapisten çıkması gibi bir yolla özrü ortadan kalkar ve bu sefer karısı ile cima yapmayı kabul etmezse; şayet dört aylık süre bitmiş ise birbirlerinden ayrılırlar. Bunu Mâlik el-Müdevvene ve el-Mebsut'ta. belirtmiştir. Abdülmelik de der ki: Sürenin bittiği günü kadın ondan bain olur. Eğer geri dönüşü mümkün olması halinde dönmek suretiyle mazeretli olduğunu tasdik ederse geçmiş dönemde de onun doğruluğuna hükmedilir. Şayet gücü yetmesi halinde uzak durmak suretiyle (mazeretinden ötürü) dönüş yapmadığı iddiasını yalanlayacak olursa, o takdirde onun bu durumunun yalan ve husumet olduğuna yorumlanır. Bunun üzerine de o vakitte uygulanması gereken hükümler ne ise, aynen uygulamaya konulur. Bir kesim de şöyle demiştir: Özürlü olduğu durumda dönüş yaptığına dair herhangi bir beyyinenin tanıklığı bulunursa, bu onun için yeterlidir. Bu görüşü el-Hasen, İkrime ve en-Nehaî belirtmiş, el-Evzaî de bu doğrultuda görüş beyan etmiştir. Yine en-Nehaî der ki: Yalnızca söz ve şahit tutmak ile fey (dönüş) sahihtir ve ilânın hükmü böylece de düşer. Ya ilişki kurmak için organı sertleşmezse böyle bir kimse hakkında ne denir? İbn Atiyye der ki: Bu sözün yine ifade ettiği anlam şudur: Eğer hanımıyla cima etmezse bu ona zarar vermek kabilinden olur. İbn Atiyye'nin bu ifadeleri muhtemelen şu anlama gelir: Yani mazeretli görülebildiği halde özrü kabul edilir. Sözle ya da kalbî niyetle dönüş yapmış kabul edilir. Mazereti yoksa, cimadan başka yolla dönüş yaptığı kabul edilmez. Ahmed b. Hanbel der ki: Eğer istenen anlamda dönüş yapmak hususunda mazareti var ise, kalbiyle dönüş yapar. Ebû Kilabe de bu görüştedir. Ebû Hanîfe der ki: Eğer cimaya gücü yetmiyor ise; ben ona döndüm, der. el-Kiya et-Taberî der ki: Ebû Hanîfe hasta iken îlâ yapıp da koca ile hanım arasında da dört aylık bir süre yol varsa, bu kadının da durumu cimaya engel ise veya kocanın organı kesik ise böyle bir kimse dili ile karısına dönüş yapıp müddet geçmekle birlikte mazeret hâlâ devam ediyor ise bu dönüşü sahih bir dönüş olur. Şâfiî ise bu konudaki iki görüşünden birisinde ona muhalefet eder. Bir diğer kesim ise şöyle demektedir: Mazeret halinde de dışında da dönüş ancak cima ile olur, başka türlü olmaz. Saîd b. Cübeyr de böyle demiştir. Saîd b. Cübeyr devamla der ki: Yolculukta veya hapiste ise de yine durum böyledir. Mâlik, Şâfiî, Ebû Hanîfe, mezheplerine bağlı ilim adamları vesair ilim adamlarının Cumhûru, îlâ yapan kimse hanımıyla cima etmek suretiyle dönüş yaptığı takdirde keffareti vacip görmüşlerdir. el-Hasen ise ona keffaret düşmez, der. Nehaî de bu görüştedir. Nehaî der ki: Dönüş yaptığı takdirde ona keffaret düşmez, diyorlardı. İshak der ki: Kimi tefsir âlimleri yüce Allah'ın: "Şayet dönerlerse" âyetinde kastın, bozdukları yemine dönüş yaparlarsa demek olduğunu söylemişlerdir. Bu bir iyilik; bir takva veya hayır türünden herhangi bir işi yapmamak üzere yemin eden bir kimse hakkında; tabiinden bazılarının bu tür yeminler ile ilgili olarak; o yapmamayı yemin ettiği şeyi yapar ve ona keffaret düşmez, şeklindeki görüşlerinin de ifadesidir. Bu görüşe delil yüce Allah'ın: "Şayet dönerlerse şüphesiz Allah Gafûrdur, Rahîmdir" âyetidir. Burada herhangi bir keffaretten söz edilmemektedir. Aynı şekilde bu şuna da dayanmaktadır: Lağiv yemini masiyet üzere yapılan yemindir. Eşi ile cimaı terketmek ise bir masiyettir. Derim ki: Bu görüşün lehine sünnet-i seniyyeden Amr b. Şuayb'ın babasından onun da dedesinden rivâyet ettiği, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın şu âyeti de delil gösterilebilir: "Her kim bir şey hakkında yemin ederse ondan başkasının ondan hayırlı olduğunu görürse yeminini terketsin. Onu terketmek o yeminin keffaretidir." Bu hadisi İbn Mâce Sünen'inde rivâyet etmektedir. Nesâî, Eymân 16; İbn Mâce, Keffârat 7; aynı manada ve yakın lâfızlarla: Müslim, Eymân 15-18 hususa dair daha geniş açıklamalar yüce Allah'ın izniyle yeminlere dair âyet-i kerimede (el-Maide, 5/89. âyette) gelecektir. Bu Cumhûrun bu konudaki delili ise Hazret-i Peygamberin: "Her kim birşeye dair yemin ederse ondan başkasının ondan hayırlı olduğunu görürse hayırlı olanı yapsın ve yemininin keffaretini ödesin" Müslim, Eyman 13; Tirmizî, Eymân 6; Nesâi, Eymân 15,16; İbn Mâce, Keffârât 7; Dârimî, Nüzûr 9; Muvatta’', Nüzûr 11; Müsned, II, 361, IV, 256, 378. Hadîs-i şerîfidir. 20- Yemin Keffareti îlâyı Kaldırır: Yemininin keffaretini yerine getirdiği takdirde îlâ da kalkar. Bunu mezhebimize mensup ilim adamları söylemiştir. Bu, mezhebimizdeki keffaretin yemini bozmadan önce yerine getirileceğine dair görüşe delil de vardır. Bu ise îlâ meselesinde icmadır. Ayrıca yeminler hususunda Ebû Hanîfe aleyhine de bir delildir. Çünkü Ebû Hanîfe keffaretin yeminin bozulmasından önce yerine getirilmesini de câiz kabul etmez. Bu açıklamaları İbnu'l-Arabî yapmıştır. 21- Muhammed b. el-Hasan'a Göre Yeminin Keffareti: Derim ki: Muhammed b. el-Hasan bu âyet-i kerimeyi keffaretin yemini bozmaktan önce yapılmasının câiz olmadığına delil gösterir ve şöyle der: Yüce Allah, îlâ yapan kimsenin hakkında dönüş veya talakı kararlaştırmak hükümlerinden birisi ile hükmetmektedir. Eğer yemini bozmadan önce keffareti yapmak câiz olsaydı, dönüş olmaksızın ya da talakı kararlaştırmaksızın îlânın batıl olması gerekirdi. Çünkü yeminini bozduğu takdirde bu bozması sebebiyle ona birşey gerekmez. Yeminini bozmak dolayısıyla bozan kimseye birşey lazım olmadığı takdirde o kimse de îlâ yapmış olmaz. Keffaretin öne alınmasının câiz kabul edilmesi halinde, yüce Allah'ın zikrettiğinden başkası ile îlâ hükmünün düşürülmesi sözkonusudur. Böyle birşey ise Kitaba muhaliftir. |
﴾ 226 ﴿