37Bunun üzerine Rabbi onu güzel bir kabul ile karşıladı ve onu güzel bir bitki gibi büyüttü. Onu Zekeriyyâ'nın himayesine verdi. Zekeriyyâ onun yanına, mihraba her girişinde, yanında bir yiyecek bulurdu. "Ey Meryem, bu sana nereden?" derdi. "O, Allah tarafındandır" derdi. Şüphe yok ki Allah, dilediği kimseyi hesapsız rızıklandırır. Yüce Allah'ın: "Bunun üzerine Rabbi onu güzel bir kabul ile karşıladı" âyeti, Allah onu kutlu olanların yoluna iletti, demektir. Bu açıklama İbn Abbâs'tan nakledilmiştir. Bazıları da şöyle demiştir: "Kabul" onu terbiye etmeyi, işlerini görmeyi üstlenmek demektir. el-Hasen der ki: Kabul etmenin anlamı şudur: O gece veya gündüzün kısacık bir anında dahi ona azap etmemiştir. "Ve onu güzel bir bitki gibi büyüttü." Yani hilkatini eksiksiz ve fazlasız olarak gayet güzel bir şekilde tamamladı. Bir günde bir başka çocuğun bir yıllık sürede büyüdüğü kadar büyüyordu. "Kabul" ve "nebat" (kabul etmek ve bitirmek), gelmeleri gereken vezinden başka şekilde gelmiş masdardırlar. Yani bunlar (birer mutlak mef'ûl olarak) aslında şeklinde gelmeli idiler. Şair der ki: "Ölümü benden geri çevirdikten sonra Ve sen bana yayılan yüz deve verdikten sonra nankörlük mü ederim?" Şair "vermen" şeklinde masdarı kastetmiştir. Ancak yüce Allah'ın: "Onu bir bitki gibi büyüttü" diye buyurmuş olması; Bitti, fiil köküne delil teşkil etmektedir. Nitekim İmruu’l-Kays: "Sonunda o en güzel yere vardık ve oldukça nazikleşti sözlerimiz, Ben boyun eğdirmek istedim zorluğa o da ne biçim boyun eğdi!" Burada Boyun eğdi, kelimesinin masdarı dır. Ancak o bu masdarı Boyun eğdirdi, anlamına kullanmıştır. Bu kabilden karşılaşılacak bütün kelimeler bu şekildedir. Buna göre ile nin anlamı (kabul etmek demek olup) birdir. Öyleyse burada âyetin anlamı: Onun Rabbi onu güzel bir kabul ile kabul buyurdu, şeklindedir. Ru'be'nin şu sözü de bunu andırmaktadır: "Ve ben yılanın büküldüğü gibi büküldüm." Çünkü nın anlamı ile ın anlamı (büküldüm demek olup) birdir. el-Katâmî'nin şu sözü de bu türdendir: "İşin en hayırlısı senin karşına çıkandır Yoksa onun arkasından giderek bulmaya çalıştığın değil." Çünkü burada ile (arkasından gittiğin, demek olup) birdir. İbn Mes'ûd: " Melekler indirildikçe indirilir" (Furkan, 25/25) âyetini Melekleri indirdikçe indirir" diye okumuştur. Çünkü ile indirdi, demek olup anlamlan birdir. el-Mufaddal der ki: Âyet: O, onu bitirip yetiştirdi, o da güzel bir şekilde bitip yetişti; anlamındadır. Ancak belirttiğimiz gibi manaya riâyet daha uygundur. "Kabul" kelimesinde aslolan ötreli olmasıdır. Çünkü bu kelime de "duhul ve huruç: Girmek ve çıkmak" kelimeleri gibi bir masdardır. Üstün ise çok az harflerde sözkonusu olur. el-Velû' ile el-Vezû' gibi. İşte bu şekilde üstün olma (kabul) gibi yalnız şu üç kelimededir başkalarında yoktur. Bunu Ebû Amr ile el-Kisaî vesair lügat İmâmları (ileri gelen bilginleri) söylemiştir. ez-Zeccâc ise aslı üzere "kaf" harfini ötreli olarak "kubûl" şeklindeki okuyuşu da câiz kabul eder. Yüce Allah'ın: "Onu Zekeriyyâ'nın himayesine verdi" âyeti , yani onu Zekeriyya'ya kattı demektir. Ebû Ubeyde ise, işlerini görmeyi Zekeriyya üstlendi, diye açıklamıştır. Kûfeliler bu kelimeyi şeddeli olarak: “.....” diye okumuşlardır. O bakımdan bu kelime iki mef'ûle geçiş yapar. İfadenin takdiri şöyledir: Rabbi, onu Zekeriyya'nın himayesine verdi. Yani onu himaye etmekle Zekeriyya'yı görevlendirdi. Bunu ona takdir buyurdu ve ona kolaylaştırdı. Ubeyy (b. Kâ'b)in Mushafında ise bu kelime şeklindedir. Bu şekilde başa gelen hemze ise, mef ûle geçiş konusunda kelimenin şeddeli olması gibidir. Bundan önceki " Onu kabul etti, onu büyüttü" kelimeleri de böyledir. Yüce Allah kendi zatı hakkında Meryem için ne yaptığını haber vermekte ve buna bağlı olarak âyet: Onu himayesine verdi" şeklinde gelmiştir. Diğer kıraat İmâmları ise fiili Zekeriyya'ya isnad etmek esasına göre hafif (şeddesiz) okumuşlardır. Buna göre yüce Allah bize, onun bakımını ve işlerini görmeyi üstüne alanın Zekeriyya olduğunu haber vermiş olmaktadır. Yüce Allah'ın: "Meryem'in bakımını hangisi üzerine alacak?" (Âl-i İmrân, 3/44) âyeti buna delalet etmektedir. Mekkî der ki: Tercih edilen de budur. Çünkü kelimenin şeddeli olmasının anlamı hafif olmasının anlamına racidir. Zira yüce Allah onu Zekeriyya'nın himayesine verecek olursa, o da Allah'ın emriyle bunu himayesine almış olur. Diğer taraftan eğer Zekeriyya bizzat bunu kendiliğinden himayesine almış ise, bu da Allah'ın meşîet ve kudretiyle olmuş bir iştir. Buna göre her iki kıraatin anlamı birbiriyle içiçedir. Amr b. Mûsâ, Abdullah b. Kesir'den ve Ebû Abdullah el-Müzenî'den bu kelimeyi "fe" harfi esreli olarak şeklinde okuduğunu rivâyet etmektedir. el-Ahfeş der ki: Bu kelime şeklinde söyleniyor ise de ben diye söylendiğini işitmedim. Ancak bu şekilde bir söyleyiş de sözkonusu edilmiştir. Mücâhid, "Onu kabul etti" kelimesini, kabul buyur, şeklinde dua ve niyaz anlamını vermek üzere "lâm" harfini sakin olarak şeklinde "rabbi" kelimesini de bir muzafın nidası olmak üzere mansub olarak; (şeklinde, "büyüttü" kelimesini diye "te" harfini sakin olarak "onu (himayesine verdi)" kelimesini "lâm" harfini sakin olarak şeklinde, "Zekeriyya" kelimesini de medli ve mansub olarak diye okumuştur. Hafs, Hamza ve el-Kisaî ise "Zekeriyya" kelimesini medsiz ve hemzesiz olarak okumuşlardır. Diğerleri ise medli ve hemzeli olarak okumuşlardır. el-Ferrâ' der ki: Hicaz halkı "Zekeriyya" kelimesini hem medli hem medsiz olarak okurlar. Necid halkı ise bundan "elif" harfini hazfeder ve bu kelimeyi munsarıf yapar ve derler. el-Ahfeş der ki: Bu kelimenin dört türlü söyleyişi vardır: Medli kasırh, "ya" harfi şeddeli ve munsarıf olarak şeklinde ve (cer ve nasb halinde): şeklinde kullanırlar. Ebû Hâtim der ki: şeklinde munsarıf değildir. Çünkü bu kelime Arapça olmayan (Acemî) bir kelimedir. Ancak bu yanlıştır. Çünkü bu şekilde "ya" bulunan bir kelime "kürsî ve Yahya" kelimeleri gibi munsarıf olur. Ancak med ve kasr halinde Zekeriyya munsarıf olmaz. Çünkü bunda hem müenneslik elifi hem ucmelik (Arapçadan başka bir dilden olmak) ve hem de marife (özel isim) olmak sözkonusudur. Yüce Allah'ın: "Zekeriyya onun yanına mihraba her gelişinde yanında bir yiyecek bulurdu... Muhakkak Sen duayı işitensin dedi" âyetine dair açıklamalarımızı da dört başlık halinde sunacağız: 1- Hazret-i Meryem ile Hazret-i Zekeriyya: Yüce Allah'ın: "Zekeriyya onun yanına mihraba her girişinde..." âyetindeki mihrab kelimesi sözlükte, oturulan bir yerdeki en değerli mekân demektir. İleride buna dair daha etraflı açıklamalar Meryem Sûresi'nde (19/11. âyet 1. başlıkta) gelecektir. Haberde nakledildiğine göre Hazret-i Meryem yüksekçe bir odada bulunuyordu. Hazret-i Zekeriyya da yanına bir merdivenle çıkıyordu. Veddâhu'l-Yemen der ki: "O bir mihrabın sahibidir yanına geldiğimde Bir merdivenle çıkmadıkça onunla karşılaşamıyorum." Yani, onun yüksekçe bir odası vardır demektir. Ebû Salih de İbn Abbâs'tan şöyle dediğini rivâyet etmektedir: İmrân'ın karısı yaşlandıktan sonra hamile kaldı. Karnında bulunanı hür olarak adadı. İmrân ona: Yazık sana ne yapıyorsun? Ya doğurduğun dişi olursa? diye sordu. Bundan dolayı her ikisi de kedere kapıldı. Hanne henüz hamile iken İmrân vefat etti ve kız doğurdu. Allah da onu güzel bir kabul ile kabul buyurdu. Halbuki o zamana kadar erkeklerden başkaları hür olarak hizmete alınmıyordu. Hahamlar kendileriyle vahyi yazdıkları kâlemleriyle -ileride geleceği üzere- aralarında kur'a çektiler. Zekeriyya onu himayesine aldı ve onun için özel bir yer yaptı. Yaşı ilerleyince ona ancak bir merdivenle çıkılabilecek bir mihrab (yüksekçe bir oda) yaptı, onun için bir süt anneyi ücretle tuttu. Kapıyı da üzerine kapatıyordu. Onun yanına Zekeriyya'dan başka kimse girmiyordu. Büyüyünceye kadar böyle devam etti. Ay hali olduğu vakit, onu çıkartıp evine götürür ve teyzesi yanında kalırdı. Teyzesi el-Kelbî'nin görüşüne göre Zekeriyya'nın hanımı idi. Mukâtil der ki: Meryem'in kızkardeşi Zekeriyya'nın hanımı idi. Ay halinden temizlendiği vakit gusleder ve Zekeriyya da onu geri mihrabına götürürdü. Kimi ilim adamı der ki: Meryem ay hali olmazdı, o ay halinden temizlenmişti. Zekeriyya da onun yanına girdiği vakit, yazın kış meyvesini, kışın da yaz meyvesini yanında bulurdu. Ey Meryem, bu sana nereden geliyor? diye sorunca o: Allah'tan, diye cevap verirdi. Bunun üzerine Zekeriyya çocuk sahibi olmayı arzulayarak ona bunları veren, bana da bir evlat bağışlamaya kadirdir, dedi. Ebû Ubeyde'ye göre "Nereden" demektir. en-Nehhâs ise der ki: Ancak böyle bir açıklama kolaya kaçıştır. Çünkü "Nere" kelimesi yerler hakkında soru için kullanılır. kelimesi ise yer ve yol hakkında soru edatı olmak üzere kullanılır. Burada ise, bu meyve sana hangi taraftan, hangi cihetten geliyor? demektir. el-Kumeyt bu iki edatı farklı anlamda kullanarak şöyle demiştir: "Nereden ve hangi taraftan sevinç sana gelip döndü? Şevk ve arzunun da olmadığı, şüphenin de bulunmadığı bir yerden (mi)? "Her" anlamına gelen kelimesi ise "bulurdu" kelimesiyle nasbedilmiştir. Yanına girdiği her seferinde... bulurdu, anlamındadır. "Şüphe yok ki Allah dilediği kimseyi hesapsız rızıklandırır" âyetinin Hazret-i Meryem'in sözlerinin devamı olduğu söylenmiştir. Bununla birlikte onun sözleri olmayıp yeni bir cümle olması da mümkündür. İşte bu, Hazret-i Zekeriyya'nın Allah'a dua edip evlat istemesine sebep olmuştu. |
﴾ 37 ﴿