75

Kitap ehlinden öylesi vardır ki, ona kantarla emanet bıraksan onu sana öder. Öylesi de vardır ki, ona bir tek altın emanet etsen bile tepesine dikilip durmadıkça onu sana ödemez. Bu, onların: "Ümmîler hakkında bize karşı bir sorumluluk yoktur" demelerindendir. Onlar bile bile Allah'a karşı yalan söylemektedirler.

Bu âyete dair açıklamalarımızı sekiz başlık halinde sunacağız:

1- Kıraate Dair Açıklamalar:

Yüce Allah'ın:

"Kitap enlinden" Abdullah b. Selâm gibi

"öylesi vardır ki ona kantarla emanet bıraksan onu sana öder. Öylesi de vardır ki, ona bir tek altın emanet etsen bile., onu sana ödemez." Bununla da Yahudi Finhâs b. Âzûrâ kastedilmektedir. Bir kişi ona bir dinar emanet bırakmıştı da emanetine ihanet etmişti. Bununla Kâb b. el-Eşref ve arkadaşlarının kastedildiği de söylenmiştir.

İbn Vessab ile el-Eşheb el-Ukaylî: : Kendisin... emanet bıraksan" âyetini ) şeklinde "nûn harfi üstün olması gerekirken; " Tardım dileriz" diye (nûn'u esreli") okuyanlar gibi okumuştur ki; bu da Bekr ve Temîmlilerin şivesidir. Abdullah: "Yusuf hakkında niye bize güvenmiyorsun?" âyetini "te'menne'deki hemze yerine tîmenne diye okumuştur, Diğerleri ise "elifi (hemzelî) olarak okumuşlardır Nâfi ve el-Kisaî şeklinde onu öder" kelimesini idrâc (seri okuyuş) halinde : şeklinde, 'ıyâ"lı okur.

Ebû Ubeyd der ki: Ebû Amr, el-A'meş, Âsım ve Hamza, Ebû Bekr'in rivâyetinde "he"yi ittifakla vakfe ile (sakin) olarak ve: " Onu sana öder" diye okumuşlardır.

en-Nehhâs der ki: "He" harfinin sakin olarak okunması bazı nahivcilere göre ancak şiirde kabul edilebilir. Bazıları ise hiçbir şekilde kabul etmezler ve bu şekilde okuyanın hatâ ettiği, böylelerinin "he" harfinin sakin okunacağını kabul etmekle yanıldıklarını söylemişlerdir. Ancak Ebû Amr hakkında böyle birşey düşünülemez. O bundan daha üstündür. Ondan gelen sahih rivâyete göre o, "he" harfini esreli okurdu- Bu da Yezîd b. el-Ka'ka'ın kıraatidir. el-Ferrâ' der ki: Kimi Araplar, kendisinden önceki harf harekeli olduğu takdirde "he"yi sakin çıkarırlar ve: " Onu şiddetlice vurdum" derler. Tıpkı "entum, kuntum: siz, idiniz" harflerindeki "mim"i sakin telaffuz ettikleri gibi. Halbuki bunların aslı merfudur. Şairin söylediği gibi:

"Rahat da olmadığını karnının da doymayacağını görünce

Karnını kum yığınındaki ağaca doğru verip yattı."

Şöyle de denilmiştir: Böyle bir yerde "he" harfinin sakin okunması cezm mahallinde olduğundan dolayıdır. Bu ise (fazladan gelen) "el-Yâ ez-zâhibe"dir.

Ebû Münzir, Sellâm ile ez-Zührî de "vav"sız ve "he" harfini ötreli olarak şeklinde okumuşlardır. Katâde, Humeyd ve Mücâhid ise idrâc halinde şeklinde, "vav'lı okumuşlardır- Bunun için "vav" harfinin seçilmesinin sebebi, "vav"ın dudaktan, "he" harfinin mahreç itibariyle uzak olmasıdır.

Sîbeveyh der ki: Müzekkerde Hvav" müennesteki "elif" durumundadır. Bunun yerine "ya" harfi getirilebilir. Çünkü "ya", eğer önceki harf esreli, yahut "ya" ise daha hafif söylenir. Sonra da "ya" hazfedilir, geriye esre kalır. Çünkü fiil merfu iken "yarının hazfedildiği olur. O bakımdan burada olduğu gibi bırakılmıştır,

2- Kitap Ehlinin Güvenilir Olan ve Olmayanları:

Yüce Allah, kitap ehli arasında hainlik edenlerin de, güvenilir olanların da bulunduğunu haber vermektedir. Müzminler ise bunu ayırdedemezler. O bakımdan onların hepsinden uzak durmak gerekir. -Mü’minlerin de bu durumda olmasına rağmen- özellikle kitap ehlinin sözkonusu edilmesi, onlarda hainliğin daha çok oluşundan dolayıdır. O bakımdan bu konudaki ifade onların çoğunluğuna göre kullanılmıştır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

"Kurtar" (kantar)'a dair açıklama daha önce (Âl-i İmrân, 3/14. âyet, 4. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır.

"Dinarca gelince; dinar yirmidört kırat, bir kırat ise orta büyüklükte üç tane arpadır. O halde dinar toplam olarak yetmiş iki arpa tanesidir. Bu konuda icma vardır.

Çok miktardaki malı gereği gibi koruyup onu tastamam ödeyen kimsenin, az olanı da bu şekilde ödeyeceği öncelikle sözkonusudur. Az miktarda hainlik eden ve vermeyen bir kimsenin daha çok miktarda hainlik yapma ihtimali daha yüksektir. İşte bu "mefhûmu'l-hitâbı” kabule dair en açık delildir. Bu konuda ilim adamları arasında oldukça görüş ayrılıkları vardır ki usul-u fıkıh'da bundan söz edilir.

Yüce Allah, bir kısmı emaneti tastamam ödeyen, diğeri ise onun tepesine dikilip durmadıkça ödemeyen olmak üzere iki kısım sözkonusu etmektedir. Ancak, insanlar arasında tepesinde dikilip dursan dahi yine ödemeyen kimseler de vardır. Yüce Allah'ın sadece bu iki kısımdan söz etmesi, çoğunlukla görülen ve mutad olanın bunlar olduğundan, üçüncü kısma ise az rastla nıldığındandır. O bakımdan burada ifade çoğunluk hakkındadır.

Talha b. Mûsarrif ile Ebû Abdurrahman es-Sülemî ve başkaları: ınüdıkça" "dâl" harfini esreli olarak okumuşlardır. Bu şekildeki iki okuyuş, iki ayrı şivedir. Esreli okuyuş Ezd es-Serât'lıların şivesidir

Bu okuyuş 'dan; gibi gelmektedir. el-Ahfeş ise şaz olarak diye nakletmiştir.

3- Borçlunun Yakın Takibi:

Ebû Hanîfe, borçlunun yakından takip edilmesine dair görüşüne yüce Allah'ın:

"Tepesine dikilip durmadıkça..." âyetini delil göstermektedir. Diğer ilim adamları ise bunu kabul etmezler. Buna dair açıklamalar ise önceden Bakara Sûresi'nde (2/280. âyette) geçmiş bulunmaktadır.

Bizim (mezhebimize) mensup olan, Bağdatlı ilim adamlarımızın bazısı borçluların hapsedileceğine yüce Allah'ın:

"Öylesi de vardır ki, ona bir tek altın emanet etsen bile tepesine dikilip durmadıkça onu sana ödemez" âyetini delil göstermişlerdir. Bu şekildeki bir borçluyu takip etmek ve onun tasarrufunu engellemek, alacaklıların hakkı olduğuna göre; onun hapsedilmesi de caizdir.

Yüce Allah'ın:

"Tepesine dikilip durmadıkça" âyetinin; yüzünü kendisine gösterip senden çekinip utanmadıkça; anlamına geldiğini de söylemişlerdir. Çünkü haya gözlerdedir. Nitekim İbn Abbâs (radıyallahü anh)'ın şu sözüne dikkat edelim: Gözleri görmeyen bir âmâdan bir ihtiyacımızı gidermesini istemeyiniz, çünkü haya gözlerdedir. Sen kardeşinden bir ihtiyacını gidermesini isteyecek olursan senden utanıp da onu görmesi için yüzünü ona göster ve ona bak.

"Dikilip durmadıkça"nın, onun peşine takılıp yanından ayılmadıkça anlamına olduğu da söylenmiştir. Çünkü sen onu takibe ara verecek olursan, senin kendisindeki alacağını kabul etmez. "Tepesine dikilip durmakla bizzat durmanın kendisini değil de devamlı istemenin kastedildiği de söylenmiştir.

"Dinar" kelimesinin aslı "dinnar"dır. Çokça kullanıldığı için kelimenin hafifletilmesi arzusuyla iki "nûn"dan birisi "ya"ya dönüştürülür. Buna delil ise, bu kelimenin çoğulunun "denânîr"; küçültme isminin ise "duneynîr" şeklinde gelmesidir.

4- Emanetin Değeri:

Emanetin dindeki yeri ve önemi pek büyüktür. -Müslim'in Sahîh'inde belirtildiği gibi emanetin, rahim ile birlikte Sırat'ın iki tarafına dikilmesi yerinin ve öneminin büyüklüğünü gösterir. Bu İkisini koruyanlar müstesna kimsenin Sıratı geç meye imkânı olmaz. Müslim, Huzeyfe'den şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bize emanetin kaldırılışından söz ederek buyurdu ki; "Kişi uykusuna dalar ve emanet de kalbinden alınır." Bu Hadîs-i şerîf bütünüyle Bakara Sûresinin baş taraflarında geçmiş bulunmaktadır. (Bk. el-Bakara, 2/7. âyet, 5- baslıkta).

İbn Mâce rivâyet ediyor: Bize Muhammed b. el-Mûsaffâ anlattı, bize Muhammed b. Harb, Saîd b. Sinan'dan anlattı, Said bize Ebû ez-Zâhiriyye'den o Ebû Şecere Kesir b. Murre'den, o İbn Ömer'den naklettiğine göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Muhakkak aziz ve celil olan Allah bir kulu helâk etmek istedi mî ondan hayayı çekip alır. Ondan hayayı çekip aldı mı, artık sen onun ancak buğzeden ve buğzedilen kimse olduğunu görürsün. Sen onu ancak buğzeden ve buğzedilen olarak gördün mü, artık emanet de ondan çekilip alınır. Emanet ondan çekilip alındı mı, sen onun ancak hain ve hainlik yapan olarak bilinen bir kimse olduğunu görürsün. Bu şekilde onun hain ve hainlik yaptığı bilinen bir kimse olarak gördün mü, artık rahmet de ondan çekilip alınır. Bu sefer sen onu ancak koğulmuş ve lanete uğramış olarak görürsün, Onu koğulmuş ve lanete uğramış olarak da gördün mü, bu sefer İslâm'ın boyunduruğu ondan çekilip alınır."

Yine Bakara Sûresi'nde Hazret-i Peygamber'in: "Sana emanet verene emanetini tastamam öde ve sana hainlik edene sen hainlik etme" âyetinin ne anlama geldiğine dair açıklamalar geçmiş bulunmaktadır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

5- Bu Âyet-i Kerîme Kitap Ekli İçin Bir Övgü müdür?

Bu kanaate sahip olanların aksine -bu âyeti kerimeden kitap ehli'nin bir bölümünün olsun, âdil olduğu anlamı çıkmaz. Çünkü müslümanların fasıkları arasında bile emanetleri tastamam yerine getiren, pek çok mala karşı güvenilir olan, bununla birlikte de bundan dolayı yine de adaletli sayılmayan kimseler bulunabilmektedir. Çünkü adaletin ve şehadetin yolu için karşılıklı ilişkiler ve malda emanetin gereğini yerine getirmek yeterli değildir. Nitekim kitap ehlinin:

"Ümmîler hakkında bize karşı bir sorumluluk yoktur" dediklerine dikkat etmemiz gerekir. Peki, bizim mallarımızın, namusumuzun kendisi için bir vebal olmaksızın mubah olduğuna inanan bir kimse nasıl adaletli olabilir, nasal adil olduğu söylenebilir? Şayet onların adaletli kabul edilmeleri için bu kadarı yeterli olsaydı onların müslümanların aleyhindeki şahitliklerinin kabul edilmesi gerekirdi.

6- Kitap Ehlinin Emanete Riâyet Etmeme Gerekçeleri:

Yüce Allah'ın:

"Bu, onların" yanı yahudilerin "ummîlere karşı bize bir sorumluluk yoktur, demelerindendir-" Denildiğine göre yahudiler müslümanlarla alışveriş yaptıklarında: Bizim ümmiler hakkında aleyhimize bir yol yoktur -yani onlara zulmetmemizde bir vebal olmaz.- Çünkü onlar bize muhalefet ediyorlar, diyorlardı. Hatta bunun Kitaplarında bulunduğunu dahi iddia ediyorlardı. Yüce Allah da onları yalanladı ve onların sözlerini reddederek (bir sonraki âyette) "Hayır," diye buyurdu. Yalan söylemeleri ve müslümanların mallarını helâl kabul etmeleri dolayısıyla onların aleyhlerine bir yol var."

Ebû İshak ez-Zeccâc der ki: Burada ("Hayır" anlamına gelen: "belâ" âyetiyle) söz tamamlanmaktadır. Daha sonra yüce Allah:

"Kim ahdini yerine getirir ve sakınırsa..." diye buyurmaktadır.

Denildiğine göre; yahudiler bedevî Araplardan bazı mallar borç almışlardı. Bu hak sahipleri İslâm'a girince yahudiler: Sizin bizden bir alacağınız yoktur. Çünkü sizler dininizi terketüniz. O bakımdan bizden alacaklarınız da düştü, dediler ve Tevrat'ın hükmünün de böyle olduğunu iddia ettiler. Bunun üzerine yüce Allah:

"Ümmîler hakkında bize karşı bir sorumluluk yoktur" şeklindeki sözlerini reddetmek üzere "hayır" diye buyurmaktadır. Yani durum sizin dediğiniz gibi değildir. Daha sonra yeni bir cümleye başlayarak: "Kim ahdini yerine getirir ve sakınırsa, şirkten uzak durursa artık o kimse yalancılardan olmaz, aksine Allah ve Rasûlü onu sever," diye buyurmaktadır.

7- Zımmîlere Hainlik:

Adamın birisi İbn Abbâs'a: Biz kasten zimmet ehli mallarından bir tavuk, bir koyun alır ve bu konuda bizim için bir sakınca yoktur, deriz. İbn Abbâs ona şöyle der: Bu kitap ehlinin: "Ümmîler hakkında bize karşı bir sorumluluk yoktur" demelerine benzer. Şunu bilin ki zımmîler cizyeyi ödedikleri takdirde gönülleri hoşluğu ile olmadığı sürece malları size helâl olmaz. Bunu Abdurrezzak, Ma'mer'den o Ebû İshak el-Hemdanîden o Sa'saa'dan: Adamın birisi İbn Abbâs'a dedi... diyerek zikretmektedir.

8- Bile Bile Allah'a Karşı Yalan Söylemek:

Yüce Allah'ın:

"Onlar bile bile Allah'a karşı yalan söylemektedirler" âyeti, kafirin, şehadeti kabul edilebilecek bir konuma getirilmeyeceğini göstermektedir. Çünkü yüce Allah, kâfirleri çok yalancı olmakla nitelendirmiştir.

Ayrıca bu âyet, Allah'ın haram ve helâl kıldığından başka şeyleri haram ve helâl kılarak bunu şeriatın bir bölümü gibi kabul eden kâfirlere bir red de ihtiva etmektedir. İbnu'l-Arabî der ki: Bundan da şu çıkar: Delile dayalı olmaksızın istihsân ile hükmedenin bu kanaati red olunur. Bununla beraber ben kıble ehlinden herhangi bir kimsenin böyle birşey söylediğini de bilmiyorum.

Haberde nakledildiğine göre bu âyet-i kerîme nazil olunca Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Cahlllye döneminde olup da şu ayaklarımın altında olmayan hiçbir şey yoktur. Bundan emanet müstesnadır. Çünkü emanet iyi olana da kötü olana da eksiksiz olarak "

75 ﴿