103

Topluca Allah'ın ipine sarılın ve ayrılığa düşmeyin, Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın: Hani siz düşmanlar idiniz de O, kalplerinizin arasını uzlaştirdı. O'nun nimeti sayesinde kardeşler oluverdiniz. Siz bir ateş uçurumunun tam kenarındayken, sizi oradan O kurtardı. Doğru yola eresiniz diye Allah, âyetlerini size işte böylece açıklar.

Bu âyete dair açıklamalarımızı iki başlık halinde sunacağız;

1. Allah'ın İpine Sarılmak:

Yüce Allah'ın:

"Sarılın" âyetindeki (isim-mastar) ismet, korunmak demektir. İşte "bezraka"ye ismet denilmesi burdan gelmektedir, Bezraka ise, kafilenin korumaya alınması demektir. Bu da kafile ile birlikte, kafileyi rahatsız edecek kimselere karşı koruyacak kimseleri göndermek suretiyle olur. İbn Haleveyh der ki: Bezraka kelimesi Arapça değildir. Farsça bir kelimedir. Araplar bunu arapçalaştırmışlardır. O bakımdan; sultan, kafile ile birlikte bir bezraka gönderdi, denilir.

Habl (İp): müşterek (birçok anlam için ortak olarak kullanılan) bir kelimedir. Dilde asıl anlamı ise, kendisi aracılığı ile istenilen ve gerek duyulan şeye ulaşılan sebep demektir. el-Habl, boyun ve omuzu birbirine bağlayan ip. Yine, kumdan uzunca devam eden dalga da bu anlamdadır. (Haccetmek üzere gelen bedevî Arabın sözlerinin nakledildiği) Hadîs-i şerîfteki: "Allah'a yemin ederim, üzerinde vakfe yapmadığım bir habl yoktur. Benim haccım oldu mu? şeklindeki ifadesi de bu anlamdadır. Yine habl, hayvanın burnundan bağlanan yulara da denilir. Ahid ve ant anlamına da gelir el-A'şâ der ki:

"Eğer bir kabilenin ahidleri (hıbâl) ona (deveme) sınırları geçirirse;

O vakit o, senin için başka bir kabileden ahid alır."

Buradaki ahid'den kastı da emândır.

Habl, aynı mamanda büyük musibet anlamına da gelir. Kuseyyir der ki:

"Ey Azze, iyice anlamak için acele etme!

Samimi mi geldiler laf getirenler, yoksa musibetlerle (hanl'in çoğulu: hebûl ile) mi?

Hibâle ise, avcının şebekesine denir. Alıid anlamında olanı müstesna, bütün bunların hiçbirisi âyet-i kerimede kastedilmiş değildir. Bu açıklama İbn Abbâs'tan gelmiştir. İbn Mes'ûd ise der ki: Allah'ın ipi, (hablullah) Kur'ân-ı Kerîmdir. Ali ve Ebû Said el-Hudrî de bunu Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan rivâyet ettiği gibi, Mücâhid ve Katâde'den de buna benzer bir açıklama rivâyet edilmiştir. Ebû Hazret-i Muâviye'nin el-Hecerî'den, Onun, Ebû'l-Ahvas'dan, Onun da Abdullah'dan rivâyetine göre Abdullah şöyle demiş: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Şüphesiz bu Kur'ân-ı Kerîm hablullahtır (Allah'ın ipidir)."

Taki b. Mahled rivâyetle der ki: Bize Yahya b. Abdulhamid anlattı, bize, Huşeym el-Avvam b. Havşeb'den anlattı, o, eş-Şa'bi'den, O, Abdullah b. Mes'ûd'dan rivâyetle dedi ki:

"Topluca Allah'ın ipine sarılın ve ayrılığa düşmeyin" âyeti cemaat olun demektir. Yine ondan ve başkalarından çeşitli yollarla böyle bir açıklama rivâyet edilmiştir. Bütün bunların manası birbirine yakın ve birbiriyle iç içedir. Şüphesiz yüce Allah, birbirimizle kaynaşmamızı emretmekte ve ayrılığı yasaklamaktadır. Çünkü ayrılık, (tefrika) helâk olmaktır, cemaat ise kurtuluştur. Şöyle diyen İbnü'l-Mübârek'e Allah'ın rahmeti olsun:

"Şüphesiz cemaat hablullahtır. Ona yapışın,

Onun sapasağlam kulpuna yapışarak korunun."

2. Geçmiş Ümmetlerdeki Tefrika ve İslâm Ümmetinin Çeşitli Fırkaları:

Yüce Allah'ın:

"Ve ayrılığa düşmeyin" âyeti, yahudiler ve hıristiyanlar kendi dinlerinde ayrılığa düştüğü gibi, siz de dininizde ayrılığa düşmeyin, demektir. Böyle bir açıklama İbn Mes'ûd ve başkalarından nakledilmektedir. Bunun hevâ ve değişik maksatlara uyarak tefrikaya düşmeyiniz, bunun yerine Allah'ın dininde kardeşler olunuz, anlamında olması da mümkündür. Böylelikle bu, onların biribirleriyle olan ilişkilerini koparmalarım, biribirlerine sırt çevirmelerini önlemiş olur. Bundan sonra gelen yüce Allah'ın şu âyetleri de bu anlama delildir:

"Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın: Hani siz, düşmanlar idiniz de O, kalplerinizin arasını uzlaştırdı. Onun nimeti sayesinde kardeşler oluverdiniz."

Bununla birlikte bu âyet-i kerimede fer'î konularda ayrılığın haram olduğuna bir delil yoktur. Çünkü bu, ihtilâf değildir. Zira ihtilâf, kaynaşmanın ve bir araya gelmenin imkânsız olduğu şeyler hakkında kullanılır. İçtihada dayalı meselelerin hükmünde ihtilâfa gelince, bu konularda ihtilâf, farzların delillerinden çıkartılması ve Şeriatın anlam inceliklerinin ortaya çıkartılmak istenmesi dolayısıyladır. Ashab-ı Kiram da değişik olayların hükümleri hakkında ihtilâf edegelmiştir. Buna rağmen onlar, biribirleriyle ülfet halindeydiler, kaynaşma halindeydiler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) de: "Ümmetimin ihtilafı bir rahmettir" diye buyurmuştur.

Yüce Allah, ancak fesada sebep teşkil eden ihtilafı men etmiştir. Tirmizînin Ebû Hüreyre (radıyallahü anh)'dan rivâyetine göre, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Yahudiler yetmiş bir yahut yetmiş iki fırkaya ayrıldılar. Hıristiyanlar da buna yakın sayıda fırkaya ayrıldılar. Benim ümmetim de yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır." Tirmizî der ki: Bu sahih bir hadistir.

Yine bu hadisi, İbn Ömer'den şöylece rivâyet etmektedir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Şüphesiz İsrailoğulları’nın başına gelenlerin aynısı adım adım ümmetimin de başına gelecektir, O kadar ki, onlardan herhangi bir kimse, annesine açıkça varıyor ise, ümmetimden de bu işi yapan çıkacaktır. Ve şüphesiz İsrailoğulları yetmiş iki millete (fırkaya) ayrılmıştır. Benim ümmetim de yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Hepsi cehennemde olacaktır. Bir tanesi müstesna." Peki bu fırka hangisidir? Ey Allah'ın Rasûlü! diye soran ashaba, Hazret-i Peygamber: "Benim ve ashabımın yolunu takib edenler" diye cevap vermiştir. Bu hadisi, Abdullah b. Ziyad el-İfrîkî yoluyla, Abdullah b. Yezid'den, o, İbn Ömer senediyle rivâyet etmiş ve: Bu, hasen, garib bir hadistir. Biz bunu ancak bu yoldan gelen rivâyetiyle biliyoruz, demiştir/3'

Ebû Ömer (İbn Abdi’l-Berr) der ki: Abdullah el-Ifrikî, sika bir ravidir. Kavmi onun sika olduğunu belirtip ondan övgüyle söz ettiği halde, başkaları da onun zayıf olduğunu belirtmişlerdir.

Ebû Dâvud da Sünen'inde, Muâviye b. Ebi Süfyan'dan Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın şöyle buyurduğunu rivâyet etmektedir: "Şüphesiz sizden önceki kitap ehli kimseler yetmiş iki millete (fırkaya) ayrıldılar. Ve şüphesiz bu millet, pek yakında yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Bunların yetmiş iki fırkası cehennemde bir tanesi cennette olacaktır. Bu ise, cemaattir. Benim ümmetimden öyle bir takım topluluklar çıkacak ki, bu hevalar onlarda, bir kişinin bünyesinde yayılıp girmedik hiçbir damar, hiçbir eklem bırakmayan kuduz hastalığının yayıldığı gibi yayılacaktır."

İbn Mâce'nin Sünen'inde de Enes b. Mâlik'ten şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Her kim yalnızca Allah'a ihlâs, O'na hiçbir kimseyi ortak koşmaksızin ibadet, namaz kılmak ve zekât vermek üzere dünyadan ayrılırsa, O, Allah kendisinden razı olmuş olarak Ölmüş olur," Enes dedi ki: İşte bu, rasûllerin getirdiği ve sözlerin bir birine karışıp hevâların ihtilâfa düşmeden önce tebliğ ettikleri, Allah'ın dinidir. Bunu doğrulayan âyet ise, yüce Allah'ın Kitabında nazil olan son âyetler arasındadır. Yüce Allah buyuruyor ki:

"Eğer tevbe ederlerse" yani, putları ve putlara ibadeti terk ederlerse

"ve namaz kılıp zekât verirlerse..." (et-Tevbe, 9/5) Bir başka âyet-i kerimede de şöyle buyurmaktadır:

"Eğer tevbe eder, namaz kılar, zekât verirlerse, artık dinde kardeşlerinizdir." ( et-Tevbe, 9/11) Bunu, Nasr b. Ali el-Cehdamî'den, o, Ebû Ahmed'den, o, Ebû Cafer er-Razî"den; o, er-Rabi b. Enes'den, o, Enes yoluyla rivâyet etmiştir.

Yetmişiki Fırka:

Ebû'l-Ferac el-Cevzî de der ki: Şayet bu fırkalar bilinmekte midir denilecek olursa, buna cevap şudur: Bizler, ayrılmanın tefrikanın gerçekleştiğini biliyoruz. Fırkaların asıllarını da biliyoruz. Her bir fırkadan belli bir kesimin yine birçok fırkalara da ayrıldığını görüyoruz. Her ne kadar bütün bu fırkaların isimlerini ve görüşlerini tamamıyle bilemiyor isek dahi, bizler, bunlar arasında çıkmış bulunan şu asıl fırkaları biliyoruz: Haruriye, Kaderiyye, Cehmiyye, Murcİ'e, Rafizîler ve Cebriyye... Kimi ilim ehli de der ki: İşte bütün sapık fırkaların aslı bu altı fırkadır. Bunların herbirisi de on iki fırkaya ayrılmıştır. Böylelikle bunların toplamı yetmiş iki fırka etmektedir:

Haruriyye oniki fırkaya ayrılmıştır. Bunların birincisi,

Ezrakîlerdir. Derler ki: Biz hiçbir kimsenin mü’min olduğunu bilemeyiz. Kendi görüşlerini kabul edenlerin dışında bütün ehl-i kıbleyi tektir ederler.

İbâziye der ki: Bizim görüşümüzü kabul eden mü’mindir, ondan yüz çeviren ise münafıktır.

Sa'lebîler der ki: Allah herhangi bir kaza veya kader tayin etmemiştir.

Nazimiye der ki: Biz imanın ne olduğunu bilmiyoruz. Ve bütün yaratıklar mazurdur.

Halefiye'nin iddiasına göre ise, erkek olsun, kadın olsun kim cihadı terk ederse o kimse kâfir olur

Kuziyye (bazı nüshalarda: Kureviyye, bazılarında da Kudriyye) derler ki: Kimsenin kimseye dokunmaya hakkı yoktur. Çünkü onun pislikten temiz olup olmadığını bilemez, Tevbe edip gusledinceye kadar onunla oturup yemek yiyemez.

Tenziyye der ki: Kimse kimseye malım veremez. Çünkü belki o kişi malı hakkeden bir kimse değildir. Bunun yerine hak ehli ortaya çıkıncaya kadar onu yere gömer.

Şemrâhiyye der ki: Yabancı kadınlara dokunmakta bir sakınca yoktur. Çünkü onlar bir çeşit reyhandırlar.

Ahnesiyye der ki; Ölmüş bir kimseye ölümünden sonra ne hayır ulaşır, ne de şer,

Hakemiyye der ki: Her kim bir yaratılmışın hükmüne başvurursa o kimse kâfirdir.

Mu'tezite der ki: Biz, Ali ve Hazret-i Muâviye'nin durumu hakkında şüphedeyiz. O bakımdan bizler her iki kesimden de beriyiz.

Meymûniyye der ki: Bizim sevdiklerimizin rızası ile olmadıkça kimse İmâm olamaz.

Kaderiyye de oniki fırkaya ayrılmıştır.

Bunlardan el-Akmeriyye şu iddiadadır: Yüce Allah'ın adaletinin şartlarından birisi de kullarını kendi işlerinde serbest bırakması ve kendilerinin masîyet işlemelerine de engel olmasıdır.

Seneviyye'nin İddiasına göre ise, hayır Allah'tan, şer şeytandandır.

Mu'tezile, Kur'ân-ı Kerîm’in mahlûk olduğunu söyleyip, rububiyetin sıfatlarını inkâr eden kimselerdir.

Keysaniyye şöyle der: Bizler bu fiillerin Allah'tan mı, kullardan mı olduğunu bilemiyoruz. Aynı şekilde, daha sonra insanlar sevap mı görecek, ceza mı görecekler onu da bilemiyoruz.

Şeytaniye der ki: Allah şeytanı yaratmamıştır.

Şerikiye der ki: Küfür dışında bütün kötülükler kaderle tesbit edilmiştir.

Vekmiye der ki: Yaratıkların fiillerinin ve sözlerinin bir zatı (hakiki kişiligi) yoktur. Hasenenin de, seyyienin de bir zatı yoktur,

Zibriyye der ki (bazı nüshalarda Zebunediyye): Allah'tan indirilmiş olan her bir kitap ile amel haktır. İster neshedici olsun, ister nesh edilmiş olsun.

Mes'adiyye akımı nüshalarda Mütebberiyeb'nin iddiasına göre, isyan edip sonradan tevbe edenin tevbesi makbul değildir.

Nâkisiye'nin iddiasına göre ise, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a olan bey'ati nakzeden (yani bozan) için günah yoktur.

Kasıhyye ise, İbrahim b. en-Nazzam'ın; her kîm Allah'ın bir şey olduğunu İddia ederse, o kimse kâfirdir, şeklinde sözüne tabi olmuşlardır.

Cehmiyye de aynı şekilde on iki fırkaya ayrılmıştır.

Muattıle'nin iddiasına göre, insan vehminden geçen her bir şey mahluktur, Allah'ın görüleceğini iddia eden kâfirdir.

Mureysiye der ki: Allah'ın sıfatlarının çoğunluğu mahluktur.

el-Meltezika ise, yaratıcı yüce Allah'ı her yerde kabul etmişlerdir.

Vâridiyye der ki: Rabbini bilen kimse cehenneme girmez. Oraya giren de bir daha ebediyyen çıkmaz.

Zenadika akımı nüshalarda ZeyarikaJ der ki; Hiçbir kimse rabbi olduğunu ileri süremez. Çünkü böyle bir iddia ancak duyuların idrâkinden sonra mümkün olabilir. İdrak olunamıyan bir şeyin varlığından ise söz edilemez.

Harkiyye'nin iddiasına göre, kâfiri ateş yalnız bir defa yakar, ondan sonra da ebediyyen yakılmış olarak kalır ve ateşin sıcaklığını duymaz.

Mahlûkiyye'nin İddiasına göre Kur'ân mahlûktur (yaratılmıştır).

Fâniye'nin iddiasına göre, cennet ve cehennem fanidir, yok olacaktır. Aralarından; bunlar yaratılmamıştır diyenleri de vardır.

Abdiyye akımı nüshalarda î'riyyeb ise, peygamberleri İnkâr eder ve peygamberler aslında hakim (filizof) kimselerdir, derler.

Vakifiyye der ki: Biz, Kur'ân mahlûktur demeyiz, değildir de demeyiz.

Kabriyye ise, kabir azabını ve şefaati inkâr ederler.

Lafuziyye der ki: Brzim Kur'ân'ı teleffuz etmemiz mahluktur.

Murcie de on iki fırkaya ayrılmıştır

Târikiyye der ki: Yüce Allah'ın yaratıkları üzerinde kendisine îman dışında farz kıldığı bir yükümlülük yoktur. Her kim ona îman ederse dilediği her şeyi yapabilir.

Sâibiyye der ki: Yüce Allah, halkını dilediklerini yapsınlar diye sâib (serbest.) bırakmıştır.

Râciyye der ki: İtaat edene itaatkâr, isyan edene de isyankâr denilmez. Çünkü bizler, Allah nezdinde onun için neler olduğunu bilemiyoruz.

Sâlibiyye (bir nüshada: Şâkkiyye) derler ki: İtaat imandan değildir.

Beklşiyye (üç nüshada: Beyhesiyye, bir nüshada da Beysemiyye) derler ki: Îman bir ilimdir. Hakkı batıldan, helâli haramdan ayırd edecek bilgiye sahip olmayan bir kimse kâfirdir.

Ameliyye der ki: Îman bir ameldir.

Mankusiyye der ki: Îman artmaz ve eksilmez.

Mustesniye der ki: İstisna (inşallah ben mü’minim, demek) imandandır

Müşebbihe der ki: (Allah'ın) görmesi bir görme gibidir, eli de bir el gibidir.

Haşviyye der ki; Bütün hadislerin hükmünü bir kabul ederler Onlara göre, nafileyi terkeden bir kimse tarzı terketmiş kimse gibidir.

Zahiriyye ise, kıyası kabul etmeyenlerdir.

Bid'ıyye ise, bu ümmet arasında bid'atleri İlk olarak ortaya koyan kimselerdir.

Râfızîler de oniki fırkaya ayrılmışlardır

Alevîler derler ki: Risalet görevi Ali'ye idi. Ancak Cebrâîl yanlışlık etti.

Emriyye derler ki: Ali, Muhammed'le emrinde apeygamberlik işindeb ortaktır.

Şia der ki: Ali (radıyallahü anh), Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan sonra onun vasisi ve velîsidir. Ümmet ondan başkasına bey'at etmek suretiyle kâfir olmuştur.

İskakiyye der ki: Nübüvvet Kıyâmet gününe kadar kesintisiz olarak devam edecektir. Ehl-i Beyt ilmini bilen herkes peygamberdir.

Nâvusiyye der ki: Ali ümmetin en faziletlisidir. Her kim ondan başkasını ondan faziletli bilirse, kâfir olur.

İmâmiye der ki: Dünya, Hüseyin soyundan gelen bir İmâm olmaksızın var olmasına imkân yoktur, İmâma, Cebrâîl (aleyhisselâm) ilim öğretir. O öldü mü, onun yerine bir başkasını getirir.

Zeydiye der ki: Hüseyin soyundan gelenlerin hepsi, namazlarda İmâmdır. Onlardan birisinin bulunduğu yerde başkalarının arkasında namaz câiz değildir. İyi olsunlar, olmasınlar.

Abbasiye; Hazret-i Abbas'ın halifelik konusunda başkalarından önce geldiğini iddia ederler.

Tenâsukiyye der ki: Ruhlar arasında tenasüh vardır. İyilik yapan bir kimsenin ruhu çıkar ve onun yaşaması ile mutlu olacak bir canlıya girer.

Rec'ıyye'nin iddiasına göre, Hazret-i Ali ve arkadaşları dünyaya geri dönerler ve düşmanlarından İntikam alırlar.

Lâine (veya Lâiniyye) ise, Hazret-i Osman, Hazret-i Talha, Hazret-i Zübeyr, Hazret-i Muâviye, Ebû Mûsa, Hazret-i Âişe ve başkalarına lanet okurlar.

Mutarabbisa abidlerin kılığına girerler ve her bir çağda işi kendisine nisbet edecekleri birisini nasb ederler. Onun bu ümmetin Mehdisi olduğunu iddia ederler. O kişi öldü mü, bir başkasını nasb ve tayin ederler.

Cebriyye de oniki fırkaya ayrılmıştır. Bunlardan bir tanesi

el-Muztariyye ismini alır. (Bazı nüshalarda Muztaribe). Bunlar derler ki: Hiçbir insanoğlunun yaptığı bir fiil yoktur. Aksine her şeyi yapan Allah'tır.

Efâliye der ki: Bizim yaptığımız bazı fiillerimiz vardır. Fakat, bizim o konuda bir istitaatımız (yapıp yapmama gücümüz) yoktur, Bizler, ancak bir iple bir tarafa sürüklenen hayvanlar gibiyiz.

Mefrâğiyye der ki: Her şey yaratılmış bulunmaktadır. Şu anda hiçbir şey yaratılmamaktadır.

Neccâriyye'nin iddiasına göre, yüce Allah insanları, yaptıkları fiillerinden dolayı değil, kendi fiili dolayısıyla azaplandırmaktadır.

Mennâniyye der ki: Sen kalbinden geçene bak ve kalbinde hayır diye benimsediğin şeyi yap.

Kesbiyye der ki: Kul ne bir sevap kapanır, ne de cezayı gerektirecek bir şey.

Sâbikiyye der ki: İsteyen amel etsin, isteyen amel etmesin. Çünkü mutlu olan kimseye günahlarının bir zararı olmaz, bedbaht olan kimseye de iyiliğinin faydası olmaz.

Hibbiyye der ki: Her kim Yüce Allah'ın muhabbetinden bir kâse içecek olursa, onun üzerinden İslâm'ın rükünleriyle ibadet mükellefiyeti kalkar.

Havfiyye der ki: Yüce Allah'ı seven bir kimse O'ndan korkamaz. Çünkü seven sevdiğinden korkmaz.

Fikriyye (bazı nüshalarda Firkiyye, bir nüshada Nekriyye şeklindedir) der ki: Kimin ilmî artarsa, o oranda üzerinden ibadet düşer.

Haşebiyye der ki: Dünya bütün kullar arasında eşittir. Ataları Âdem'in kendilerine bıraktığı miras bakımından birinin ötekine bir üstünlüğü yoktur.

Menniyye der ki: Fiil de bizdendir, istitâa (fiile güç yetirebilmek) da bize aittir.

Yüce Allah'ın izniyle En'âm Sûresi'nin sonlarında da (6/153- âyet) bu ümmette daha fazla görülen tefrikaya dair açıklamalar gelecektir.

İbn Abbâs, Simek el-Hanifi'ye şöyle demiş: Ey Hanifi, cemaatten ayrılma, cemaatten ayrılma. Çünkü bundan önceki ümmetler tefrikaya düştükleri için helâk oldular. Sen, yüce Allah'ın:

"Topluca Allah'ın İpine sarılın ve ayrılığa düşmeyin" âyetini hiç işitmedin mi?

Müslim'in Sahih'inde Ebû Hüreyre'den şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Şüphesiz Allah sizin için üç şeyden hoşnud olur ve sizin için üç şeyi de hoş görmez. Ona ibadet edip kendisine hiçbir şeyi ortak koşmamanızdan, Allah'ın ipine topluca sarılıp ve ayrılmamanızdan razı olur. Üç şeyi de sizin için hoş görmez. Kıylukal (dedikodu), çokça sual ve malı zayi etmek."

Yüce Allah bizlere, Kitabına ve Peygamberinin sünnetine sımsıkı sarılmayı, anlaşmazlık halinde onlara başvurmayı farz kılmış, Kitap ve Sünnete hem itikat, hem amel bakımından sımsıkı sarılmak ilkesi etrafında bir araya gelmemizi emretmiştir. Bu ise, sözbirliğini gerçekleştirmenin ve kendisi vasıtasıyla din ve dünya menfeatlerinin gerçekleşebileceği, dağınıklığın düzene girdiği bir araya gelmenin ve anlaşmazlıktan kurtulmanın bir sebebidir. Aynı zamanda O, bizlere bir araya gelmeyi emretmiş ve iki kitap ehlinin karşı karşıya kaldığı tefrikaya düşmeyi de yasaklamıştır. İşte âyet-i kerimenin tam anlamı budur. Ayrıca bu âyet-i kerimede usulü fıkıh kitaplarının ilgili yerlerinde de belirtildiği gibi, icma’ın sahih oluşuna bir delil de vardır Doğrusunu en iyi bilen Allahtır

Yüce Allah'ın:

"Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın: Hani siz düşmanlar idiniz de O, kalplerinizin arasını uzlaştırdı. Onun nimeti sayesinde kardeşler oluverdiniz. Siz, bir ateş uçurumunun tam kenarındayken sizi oradan O kurtardı" âyeti ile yüce Allah, nimetlerinin hatırlanmasını emretmektedir. Bu nimetlerin en büyüğü ise, İslâm ve onun Peygamberi Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e tabi olmaktır. Şüphesiz, onun sayesinde düşmanlık ve ayrılık ortadan kalkmış, sevgi ve kaynaşma başgöstermiştir. Maksat, Evs İle Hazrecliler olmakta birlikte, âyet-i kerimenin kapsamı geneldir.

Yüce Allah'ın

"O'nun nimeti sayesinde kardeşler oluverdiniz" âyeti de: Siz, İslâm nimeti sayesinde dîn kardeşleri oldunuz anlamındadır

"Eğer suyunuz yerin dibine geçiverse..," (el-Mülk, 67/30). Yerin dibine geçecek olursa, demektir.

"Ihvân" kelimesi, Kardeş kelimesinin çoğuludur. Ona bu ismin veriliş sebebi, kardeşin kardeşinin yolunu İzleme maksadını güttüğünden dolayıdır.

Herşeyin kenarına da denilir. de aynı anlamdadır. Yüce Allah'ın:

"Yıkılmaya yüz tutmuş bir yarın kenarına. " (et-Tevbe, 9/109) âyetindeki "kenar, kıyı" anlamındaki kelime de buradan gelmektedir. Şair recez vezninde şöyle demektedir:

"Biz hacılar için bir kuyu kazdık

Kuyu ağzının üzerinde (kıyısında) yeşil ot bitmektedir.

(......) ise, bir şeyin kıyısına gelmek demektir. Hasta ölümün, kertesine geldi" tabiri de buradan gelmektedir.

(......) tabiri; ondan ancak pek az bir şey kaldı, anlamındadır. İbn es-Sikkît der ki: Kişinin ölümü yaklaştığı vakit, ay görülmeyecek Iıale yaklaştığında, güneşin de batışı esnasında hep: Ondan ancak pek az bir şey kaldı, denilir. el-Accâc der ki;

"Güneşin battığı yahut da batmak üzere olduğu bir vakitte.

Bakmak isteyen kimselere baktırdığım, oldukça yüksek bir gözetleme yeri..."

Bu fiil, "yâ"lı olmakla birlikte, bunun "vâv”lı bir kullanışı da vardır. en-Nehhâs der ki: 'ın aslı dır. O bakımdan "elif" ile yazılır, fakat imale yapılmaz. el-Ahfeş de der ki: Bunda imale yapmak câiz olmadığından "vav"lı olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü imale "yâ"ya yakın bir şeydir. Ayrıca, bunun tesniyesi de şeklinde gelir

el-Mehdevî der ki: Bu âyet, onların küfürden çıkıp îmana girişlerini anlatan temsilî bir ifadedir.

103 ﴿