152

Yemin olsun Allah size olan va'dini doğru olarak gerçekleştirdi. Hani O'nun izniyle onları doğruyordunuz. Nihayet sevdiğinizi size gösterdikten sonra yıldınız, o İş hakkında çekiştiniz ve baş kaldırdınız. İçinizden kimi dünyayı istiyordu, kimi de âhireti istiyordu. Sonra sizi imtihan etmek için Allah sizi onlardan geri çevirdi. Bununla beraber -yemin olsun- sizi bağışladı. Allah, mü’minlere lütufkârdır.

Muhammed b. el-Ka'b el-Kurazî der ki: Müslümanlar Uhud'da musibete uğramışlar olarak Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber Medine'ye döndüğünde, birbirlerine şöyle dediler: Allah bize zaferi vaîdetmişken bu bize nereden geldi? Bunun üzerine bu âyet-i kerîme indi. Çünkü onlar, bir taraftan müşriklerin sancağını tutanı öldürmüşler, daha sonra da yine sancağı tutan yedi kişiyi daha öldürmüşlerdi. Önceleri zafer müslümanlarındı. Ancak daha sonra ganimet toplamakla meşgul oldular ve bazı okçular da ganimet elde etmek İsteği ile yerlerini terk ettiler. İşte bu husus, bozguna sebep teşkil etmişti.

Buhârî, el-Berâ b. Âzib'den şöyle dediğini rivâyet eder: Uhud gününde müşriklerle karşılaştığımız sırada, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) okçulardan bazılarını (tepeye) oturttu ve onlara Abdullah b. Cübeyrî kumandan tayin ederek şöyle dedi: "Asla yerinizden ayrılmayınız, Eğer bizim onlara karşı muzaffer olduğumuzu görseniz yine ayrılmayınız. Onların bize karşı muzaffer olduklarını görseniz, onlara karşı bize yardım etmeyiniz." İki taraf birbirleriyle karşılaşıp müslümanlar onları bozguna uğrattılar. O kadar ki, kadınların dağa doğru sür'atle koştuklarını gördük. Koşmaları esnasında elbiselerini yukarı doğru toplamış ve ayak bileklerindeki halhalları dahi görülüyordu.

Bu sefer (Abdullah b. Cübeyr'in beraberindeki okçular): Ganimete koşalım, ganimete koşalım! demeye koyuldular. Ancak Abdullah onlara: Durunuz. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) size yerinizden ayrılmamanızı emretmedi mi? dedi. Ancak onlar yerlerinden ayrıldılar.

Okçular, onların yanlarına gidince, Allah da onları şaşırttı (ne yapacaklarım bilemez hale geldiler) ve müslümanlardan yetmiş kişi öldürüldü. Daha sonra Ebû Süfyan b. Harb, yüksekçe bir yerden bize doğru görünerek şöyle dedi: Hayatta kalanlar arasında Muhammed var mı? Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ona cevap vermeyiniz" diye buyurdu. Nihayet Ebû Süfyan aynı şeyi üç defa tekrarladı, sonra: Hayatta kalanlar arasında Ebû Kuhafe'nin oğlu (Ebû Bekir) var mı? diye üç defa sordu. Yine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ona cevap vermeyiniz" diye buyurdu. Bu sefer: Peki hayatta kalanlar arasında Ömer b. el-Hattâb var mı? diye üç defa sordu, yine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ona cevap vermeyin" diye buyurdu. Daha sonra arkadaşlarına dönerek: Bunlar öldürüldü demektir deyince, Ömer (radıyallahü anh): Ey Allah'ın düşmanı yalan söyledin, Allah seni rezil edecek kimseleri senin için saklamış bulunuyor; demekten kendisini alamadı.

Bu serer (Ebû Süfyan); Yücel ey Hubel! diye iki defa seslendi. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ona cevap veriniz" diye buyurunca, Ashab: Ne diyelim Ey Allah'ın Rasülü? diye sordular. Hazret-i Peygamber: "Allah daha üstün, daha yücedir deyiniz" diye buyurdu. Ebû Süfyan dedi ki: Bizim Uzzamız var, sizin ise Uzza'nız yok. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ona cevap verin" diye buyurunca: Ne diyelim Ey Allah'ın Rasûlü? dîye sordular. Hazret-i Peygamber: "Allah bizim mevlâmızdır. Sizin ise mevlanız yok deyiniz" diye buyurdu. Bu sefer Ebû Süfyan şöyle dedi: Bugün Bedir'e karşılık olsun. Savaş (da zafer ise) nöbetleşedir. Diğer taraftan siz, öldürülenler arasında müsle (bazı şehitlerin bazı organlarının kesilmiş olduğunu) göreceksiniz. Ben böyle yapılmasını emretmedim. Bununla birlikte bundan dolayı da rahatsız olmadım.

Buhârî ve Müslim'de de Sa'd b. Ebi Vakkas'dan şöyle dediği nakledilmektedir: Uhud günü Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’ın sağ ve solunda üzerlerinde beyaz elbise bulunan ve Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’ın önünde onu sallallahü aleyhi ve sellemunarak, oldukça şiddetli bir şekilde çarpışan iki kişi gördüm.

Yine Sa'd'dan gelen bir rivâyette de üzerlerinde beyaz elbise vardı. Ne ondan önce onları görmüştüm, ne de daha sonra gördüm, demektedir, -Bununla da Hazret-i Cebrâîl ile Hazret-i Mikâil'i kastetmektedir.- Bir diğer rivâyette de şöyle denilmektedir: Bunlar Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’ı savunmak üzere en şiddetli bir şekilde çarpışıyorlardı. Ne o günden önce onları görmüştüm, ne de daha sonra gördüm.

Mücâhid'den de şöyle" dediği nakledilmiştir: O gün melekler, mü’minlerle birlikte çarpışmadı. Bedir günü müstesna, ne ondan önce, ne de ondan sonra çarpışmış değillerdir.

Beyhakî der ki: Mücabid bu sözleriyle Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’ın emrine karşı gelip, onlara verdiği emir doğrultusunda sebaî göstermemeleri üzerine Uhud günü meleklerin çarpışmamış olduklarını kastetmektedir.

Urve b. ez-Zübeyr'den şöyle dediği nakledilmiştir: Yüce Allah, sabır ve takva üzere hareket etmeleri halinde onlara işaretli beşbin melek yardım göndereceği va'dînde bulunmuştu. O, bu va'dini de yerine getirmişti. Fakat onlar, Allah Rasûlünün emrine karşı gelip sallarım bırakmaları okçular da Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’ın yerlerinden ayrılmamak üzere kendilerine vermiş olduğu emre rağmen yerlerini terketmeleri ve dünyalığı istemeleri sonucu meleklerle gönderilen yardım kaldırıldı, bunun üzerine de yüce Allah:

"Yemin olsun Allah size olan va'dini doğru olarak gerçekleştirdi. Onun izniyle onları doğruyordunuz" âyetini indirdi. Allah va'dini aynen gerçekleştirdi, onlara zaferi gösterdi. Fakat isyan etmeleri üzerine de hemen zaferden sonra başlarına belâ gelirdi.

Umeyr b. İshak'tan da şöyle dediği nakledilmektedir: Uhud günü, ashab Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’ın etrafından dağılınca, Hazret-i Sa'd da onun önünde ok atıyordu. Bir genç de ona ok uzatıp duruyordu. Bir ok atlı mı, gider aynı oku ona getirir ve: Ey İshak'ın babası haydi at derdi. Savaştan sonra bu gencin kim olduğunu görmek istediler. Ne onu gördüler, ne de tanıyabildiler.

Muhammed b. Ka'b da der ki: Müşriklerin sancaktan öldürülüp sancakları yere düşünce, Alkame'nin kızı Arara el-Harisîye sancağı tutup kaldırdı. İşte Hassan (b. Sabit) bu hususta şöyle demektedir:

"Eğer el-Hârisiye'nin sancağı (kapması) olmasaydı;

Şimdi onlar pazarlarda bir eşya gibi satılmış olacaklardı."

“Onları doğruyordunuz" âyeti, onları öldürüyor, kökten İmha ediyorsunuz demektir. Şair der ki:

"Kılıçla doğradık onları alabildiğine; geri kalanları ise

Yerlerinden, yurtlarından edilerek darmadağın oldular.

Şair Cerîr de şöyle demektedir:

"Kılıçlar onları yiyip bitiriyordu;

Tıpkı biçilmiş ormanlar arasında ateş alevinin yükselmesi gibi."

Ebû Ubeyd der ki: Öldürerek imha etmek demektir.

Meselâ, ifadesi, soğuk sonucu ölmüş çekirgeler manasınadır. ifadesi, soğuk bitkiyi yakar, yok eder, anlamındadır. ifadesi ise, her şeyi yeyip bitiren, kurak geçen yıl demektir. Şair Ru'be der ki;

"Biz, kurak ve kıtlık geçen bir yıldan şikâyet edersek

Artık o, yeşilden sonra kuruyu da yer."

Bu kelime, aslında hâssa (duyu organı) ile idrâk etmek demek olan his'den gelmektedir. O bakımdan; (...........): Öldürmek suretiyle onun hissetmesini (duymasını) yoketti, manasına gelir.

"Onun izniyle" ilmiyle, yahut kazası ve emri ile demektir.

"Nihayet... yıldınız." Yani, korkaklığa kapıldınız ve zaaf gösterdiniz demektir.

"Nihayet" anlamı verilen (..........)’ın cevabı ise hazf edilmiştir. Yani: Nihayet yıldınız, bu sefer de imtihan olundunuz. Bu gibi kullanımlar mümkündür. Yüce Allah'ın şu âyetinde olduğu gibi:

"Eğer yerde bir menfez açmaya, yahut göğe bir merdiven, dayamaya gücün yetiyorsa..." (el-En'âm, 6/35) yap, demektir.

el-Ferrâ' ise der ki:

"Nihayet" anlamındaki âyetin cevabı; Çekiştiniz" kelimesi olup "vav" harfi ise fazladan gelmiştir. Yüce Allah'ın şu âyetinde olduğu gibi:

"İkisi de teslim olup onu alnı üzere yıkınca ve Biz ona,, seslendik" (es-Sâffat, 37/103-104) âyeti de ("ve" anlamına gelen: "vav"sız olarak): Biz ona seslendikv anlamındadır. Şair İmruu’l-Kays da şöyle demektedir:

"Biz, onların kaldıkları yeri. geçince; o da başka yöne doğru yöneldi."

Burda da "vav" fazladan gelmiştir. Bunlara göre,

"Ve baş kaldırdınız" âyetinin başına "vav"ın fazladan gelmiş olması mümkündür. Yani, nihayet o sevdiğinizi size gösterdikten sonra yıldınız, çekiştiniz, başkaldırdınız demektir. Bu açıklamaya göre de ifadede takdim ve tehir vardır. Yani, nihayet sizler, çekiştiniz, başkaldırdınız ve yıldınız şeklindedir.

Ebû Ali der ki: Âyetin cevabının:

"Sizi onlardan geri çevirdi" anlamındaki âyet olması da mümkündür. Bu durumda:

"Sonra" anlamındaki; zâiddir. İfadenin takdiri de şöyle olur: Nihayet yıldınız, çekiştiniz ve başkaldırdığınız vakit sizi onlardan geri çevirdi.

Kimi nahivciler de bunun fazladan getirilişine örnek olmak üzere şair’in şu beyitini göstermektedir:

"Kendimi öyle görüyorum ki, gece oldu mu bir arzu ile geceliyorum,

Fakat sonra sabahı ettim mi, normal sabahlıyorum."

el-Ahfeş de bunun fazladan gelmiş olmasını câiz görmektedir. Nitekim yüce Allah'ın:

"Nihayet yeryüzü bunca genişliğine rağmen onlara dar gelmisti, vicdanları kendilerini sıktıkça sıkmıştı. Allah'tan, yine O'ndan başkasına sığınacak bir yer olmadığını da anladılar. Sonra da tevbe etsinler diye onları tevbeye muvaffak etti" (et-Tevbe, 9/118) âyetinde de: "(......): Nihayetsin fazladan geldiği kabul edilmiştir.

Bir başka görüşe göre

"nihayet" anlamındaki bu edat, "..e kadar" anlamındadır. O takdirde bunun cevabı olmaz. Yani, Allah, siz yılgınlık gösterinceye kadar size olan va'dini doğru olarak gerçekleştirdi, demek olur. Yani, Allah'ın bu va'di sizin sebat göstermeniz şartına bağlı idi.

Yüce Allah'ın:

"Çekiştiniz" âyeti anlaşmazlığa düştünüz, demektir, Bununla da okçuların biri diğerine: Haydi ganimetlere yetişelim derken, diğerlerinin onlara Bayır, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in bize sebat etmemizi emretmiş olduğu şu yerimizde sebat edeceğiz demesi halini kastetmektedir.

"Ve baş kaldırdınız." Yani o yerde sebat göstermek hususunda Allah Rasûlü'nün emrine muhalefet ettiniz.

Bu ise:

"O sevdiğinizi size gösterdikten sonra" olmuştu Bundan maksat ise, Uhud günü işin başında müslümanların galip gelme halidir. Bu da önceden de açıklandığı üzere müşriklerin sancaktarının öldürülmesi ile ortaya çıkmıştı. Şöyle ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ve ashabı, düşman arasına yayılıp ayrı birlikler haline gelince, düşmanlara, onları eşyalarının yanına çekilmek zorunda bırakmcaya kadar ardı arkasına ağır darbeler indirdiler. Müşriklerin süvarileri ise, müslümanlara üç hamle yaptı. Bunların her birisine oklar yağdırılıyor ve bozguna uğramış halde geri dönmek zorunda kalıyorlardı. Müslümanlar da hamle yaparak onlardan pek çok kişiyi öldürerek zaafa düşürmüşlerdi. Elli okçu, yüce Allah'ın müslüman kardeşlerine zafer verdiğini görünce, "Allah'a yemin ederiz bizim burada beklememizin herhangi bir anlamı yoktur. Allah, düşmanı helâk etmiş bulunuyor. Kardeşlerimiz de müşriklerin karargâhına girmiş bulunuyor" dediler. Onlardan bazıları da: "Allah, düşmanı bozguna uğratmışken ne diye duruyoruz?" deyip Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’ın kendilerine ayrılmamalarını emretmiş olduğu yerlerini terkettiler Aralarında anlaşmazlığa düştüler, yıldılar, Allah Rasûlünün emrine karşı geldiler. Bunun sonucunda da müşriklerin atlıları, üzerlerine hızlı baskın düzenleyerek pek çok kişiyi öldürdü.

Âyet-i kerimenin lâfızları, onların azarlanmış olmaları anlamını İhtiva etmektedir. Şöyle ki, onlar işin başında zafer müjdelerini gördükleri vakit, zaferin kesinleşmesinin emredilen yerde sebat göstermekle mümkün olacağını, yerlerini bırakıp terketmekle, ayrılmakla olmayacağını bilmeleri gerekirdi.

Daha sonra yüce Allah, aralarındaki bu çekişmenin sebebini şöylece açıklamaktadır:

"İçinizden kimi dünyayı" yani ganimeti

"istiyordu,"

İbn Mes'ûd der ki: Biz Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’ın ashabından herhangi bir kimsenin dünyayı ve dünyalığı istediğini Uhud gününe kadar farketmemiştik.

"Kimi de âhireti istiyordu." Bunlar ise, yerlerinde sebat gösteren, peygamberlerinin emrine muhalefet etmeyen kumandanları Abdullah b. Cübeyr ile birlikte kalan kimselerdi. Halid b. Velid ile İkrime b. Ebi Cehil, Abdullah'a hamle düzenlemişlerdi. Her ikisi de o gün kâfir idiler. Orada geri kalan kimselerle birlikte onu da şehid ettiler. Allah o şehidlere rahmet buyursun.

Âyet-i kerimedeki sitem, yerini terkeden kimseler içindir. Sebat gösteren kimseler için değildir. Çünkü yerinde sebat eden, Allah'ın mükâfatına erişmiştir. Bu da şuna benzemektedir. Herhangi bir topluma genel bir ceza isabet edecek olursa, salih kimseler ve çocuklar da helâk olurlar Fakat onların başına gelen bu musibet onlar için bir ceza olmaz- Aksine bu, onların mükâfat kazanmalarına sebeptir. Doğrusunu en iyi bilen Allahtır.

"Sonra sizi imtihan etmek için, Allah sizi onlardan geri çevirdi." Yani siz, onlara üstünlük sağladıktan sonra gerileterek, sizi onlardan geri çevirdi, İşte bu da, masiyetin de Allah tarafından yaratılmış olduğunun delilidir. Mutezile ise şöyle demektedir: Bu, sonra sîz geri döndünüz, anlamındadır. Bu geri dönüşün yüce Allah'a izafe edilmesi, mü’minleri sınamak kastıyla kâfirlerin kalplerinde bulunan, müslümanlara karşı duyulan kâfirlerin kalplerindeki korkuyu çıkartması dolayısıyladır.

el-Kuşeyrî der ki: Böyle bir açıklamanın da onlara bir faydası yoktur. Çünkü, müslümanları hafife alacak noktaya gelinceye kadar kâfirlerin kalplerinden korkunun çıkartılması da çirkin (kabîh)'dır, Ve onlara göre Allah tarafından çirkin olan bir işin yapılması câiz değildir, Dolayisı ile -onların açıklamasına göre-

"...Sonra sizi onlardan geri çevirdi" âyetinin bir anlamı kalmaz.

"Sizi onlardan geri çevirdi" âyetinin, yani sizi, onları takip etmekle mükellef kılmadı, manasında olduğu da söylenmiştir.

"Bununla beraber, yemin olsun sizi bağışladı. Allah, mü’minlere lütufkârdır." Yani başkaldırmanız, emre aykırı hareket etmenizden sonra O, sizi toptan imha ettirmedi. Burada hitabın genele olduğu söylendiği gibi, kendilerine verilen emirlere muhalefet eden okçulara yönelik olduğu da söylenmiştir. en-Nehhâs da bunu tercih etmiştir. Müfessirlerin çoğunluğu ise şöyle demektedir: Bu âyetin bir benzeri de yüce Allah'ın:

"Sonra sizi affettik..," (el-Bakara, 2/52) âyetidir.

"Allah mü’minlere" onları affetmek ve mağfiret etmek suretiyle

"lütufkârdır." İbn Abbâs’ın şöyle dediği nakledilmektedir; Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Uhud günü zafere mazhar kılındığı gibi, hiçbir yerde zafere mazhar kılınmış değildir. (İbn Abbâs'ın bu sözünü rivâyet eden) dedi ki: Biz, buna karşı çıkar olduk, bunun üzerine İbn Abbâs şöyle dedi: Benimle buna karşı çıkan kişi arasında yüce Allah'ın Kitabı hakem olsun. İşte yüce Allah Uhud günü hakkında şöyle buyurmaktadır:

"Yemin olsun Allah size olan va'dini doğru olarak gerçekleştirdi. Hani, Onun izniyle onları doğruyordunuz." İbn Abbâs der ki: Doğramak (el-Hass) öldürmek demektir.

"Nihayet sevdiğinizi size gösterdikten sonra yıldınız ve o iş hakkında çekiştiniz ve baş kaldırdınız. İçinizden kimi dünyayı istiyordu, kimi de âhireti istiyordu. Sonra sizi imtihan etmek için, Allah sizi onlardan geri çevirdi. Bununla beraber, yemin olsun O sizi bağışladı. Allah mü’minlere lütufkârdır." Yüce Allah bununla yalnızca okçuları kastetmektedir. Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onları bir yerde oturtmuş, sonra da: "Bizim arkamızı himaye ediniz. Bizim öldürüldüğümüzü görseniz bile bize yardıma gelmeyiniz. Ganimet elde ettiğimizi görürseniz, bize ortak olmaya kalkışmayınız." Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) (ve beraberindekiler) ganimet almaya koyulup müşriklerin karargâhlarına dalınca, bütün okçular da yerlerinden ayrılıp, onlar da düşman karargâhına girip ganimet toplamaya koyuldular. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’ın ashabının safları bu şekilde birbirlerine karşı karşıya geldiler -diyerek ellerinin parmaklarını birbirine soktu- ve iç içe oldular. Okçular da yerlerini o şekilde terk edince, İşte o yerden (müşriklerin) süvarileri Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’ın ashabı üzerine baskın yaparak birbirlerini vurdular ve yine birbirlerine karıştılar. Müslümanlardan pek çok kimse öldürüldü. Günün ilk saatlerinde zafer Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’ın ve ashabınındı. Öyle ki, müşriklerin sancaktarlarından yedi veya dokuz kişi öldürülmüş, müslümanlar dağa doğru koşmakla birlikte insanların (mağara) dedikleri yere ulaşamadılar, Ancak, el-Mihras diye bilinen (Uhud dağındaki bir su) altında bulunuyorlardı. Bu sefer şeytan da: Muhammed öldürüldü, demişti. Bunun gerçek olduğu hususunda kimsenin şüphesi olmadı. Biz, bu şekilde onun öldürüldüğü hususunda şüphe etmiyorken, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’ı iki Sa'd (Sa'd b. Muaz ile Sa'd b. Ubade) arasında kendine has yürüyüşünden tanıdığımız şekliyle onu gördük. O kadar sevindik ki, bize hiçbir şey isabet etmemiş gibi olduk. Bize doğru bir yükseğe çıkarak: "Peygamberlerinin yüzünü kanatan bir kavme Allah'ın gazabı çok çetindir" diye buyurdu.

Ka'b b. Mâlik der ki: Müslümanlar arasında Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’ı tanıyan ilk kişi ben oldum. Ben onu, miğferin altından parıldayan gözlerinden tanımıştim. Sesimin çıkabildiği kadar: Ey müslümanlar müjdeler olsun! İşte Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bize doğru geliyor, dedim. O da bana: Sus! diye işaret etti.

152 ﴿