153Hani siz, yukarı doğru kaçışıyordunuz. Kimseye bakmıyordunuz bile. Peygamber de arkanızdan sizî çağırıp duruyordu. Bunun üzerine Allah sizi keder üzerine kederle cezalandırdı. Kaybettiğinize ve başınıza gelene uzülmeyesiniz diye. Allah yaptıklarınızdan haberdârdır. Bu âyet-i kerimedeki: "Hani" edatı, yüce Allah'ın: "Bununla beraber yemin olsun sizi bağışladı" âyetine taalluk etmektedir. Genel olarak herkes; "Yukarı doğru kaçışıyordunuz" kelimesini "te" harfi ötreli, "ayn" harfini de esreli olarak okumuşlardır. Ebû Recâ el-Utaridî, Ebû Abdurrahmen es-Sülemî, el-Hasen ve Katâde ise, "te" harfi ile "ayn" harfini üstün olarak okumuşlardır ki, "siz dağda yukarı doğru çıkıyordunuz" anlamına gelir. İbn Muhaysın ve Şibl İse Hani onlar yukarı doğru kaçışıyorlar, kimseye bakmıyorlardı bile" şeklinde her iki fiili de "yâ" ile okumuştur. el-Hasen ise, şeklinde tek "vav"lı okumuştur. Ebû Bekir b. Ayyaş da Âsım'dan: şeklinde "te" harfini ötreli olarak okuduğunu rivâyet etmektedir ki bu, en-Nehhâs'ın sözünü ettiği şaz bir söyleyiştir. Ebû Hâtim der ki: ileri doğru yürüdüm, demektir, ise, dağ yahut başka bir yere yukarı doğru çıktım, anlamında kullanılır. Buna göre, bu fiilin hemzelî kullanılışı, düz yerlerde vadilerin ve yolların iç taraflarında yürümek anlamında kullanılır. Buna karşılık hemzesiz kullanılış ise, dam, dağ, merdiven, basamak gibi şeylerin tırmamlması, bunlarla yukarı doğru çıkılmasını anlatmak için kullanılır. Buna göre, onların önce vadide yol aldıktan sonra dağa çıkmış olmaları ihtimali anlaşılmaktadır. Bu durumda; okuyuşuna göre de; okuyuşuna göre de mana sahihtin Katâde ve er-Rabi’ derler ki: Uhud günü vadide yol alıp durdular. Ubey’in kıraati ise; Hani vadide yol alıyordunuz, şeklindedir. İbn Abbâs da der ki: Ashab, kaçışarak Uhud dağında yukarı doğru çıktılar. Buna göre her iki kıraat de doğrudur. Çünkü, o gün bozguna uğrayanlardan kimisi düzlük alanda kaçışıyor, kimisi yukarı doğru tırmanıyordu. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. el-Kutebî ve el-Müberred der ki: ifadesi, oldukça uzağa gitmesi ve bunu aşırıya götürmesini anlatmak için kullanılır. Âdeta bu, yükseğe doğru çıkmanın uzaklaştırması gibi, yerin düzlüğünde de uzaklaştırmak gibi bir mana verdiği için böyle kullanılır. Şair de şöyle der; "Ey bana: (Deven) nereye uzaklaşıp gitmektedir? diye soran Şüphesiz Onun Yesrib vadisinin üst tarafında verilmiş bir sözü. vardır." el-Ferrâ' der ki; Bu fiilin hemze'li kullanılışı yolculuğa başlamak demektir. Buna karşılık; ise, yolculuktan dönmek anlamına gelir. Meselâ, biz oralara gitmek kastıyla çıkıp yola koyulduğumuz vakit, Bağdat'tan Mekke'ye ve Horasan'a ve benzeri yerlere gittik, denmek istenirken; a denilir, dönüşümüzü anlatmak için de; denilir. Ebû Ubeyde de şöyle bir beyit nakletmektedir: "İşte sen, yolculuğa çıkmak için ağlayıp duruyordun. İşte bugün serbest bırakıldın ve kervanın çağmcısı da çağırdı. el-Mufaddal der ki: hep aynı anlamdadır. Dönüp bakarsınız fiili, dönüp bakıyor ve ikâmet ediyorsunuz, anlamındadır Âyet-i kerîme ile anlatılmak istenen; kaçışarak, kiminiz kiminize dönüp bakmıyordunuz bile. Çünkü, bir şeye doğru yönelen kimse, oraya ya kendisinin boynunu yahut da bineğinin dizginlerini çevirir. "Kimseye" âyeti ile de kast edilen el-Kelbî"nin ifadesine göre Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) dır. "Peygamber de arkanızdan sizi çağırıp duruyordu." Peygamber arkanızdan size sesleniyordu, demektir. Buhârî'de şöyle denilmektedir: Arkanız" kelimesi müennes şeklidir. Bize, Amr b. Halid anlattı, bize Züheyr anlattı, bize Ebû İshak anlattı dedi ki: el-Berâ b. Âzib'i şöyle derken dinledim: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Uhud günü piyadelerin başına Abdullah b. Cübeyr'i yerleştirmişti. Bunlar ise yerlerini bırakıp kaçtılar. İşte Hz- Peygamber'in arkalarından onları çağırması budur. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte oniki kişiden başka kimse kalmamıştı. İbn Abbâs ve başkaları ise şöyle demektir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ey Allah'ın kulları geri dönünüz" diye çağırıyordu. Onun bu çağırması, münker olan bir işi değiştirmek demekti. Çünkü Hazret-i Peygamberin bir münkeri -burada bozguna uğrayıp kaçmaktır- görüp de onu yasaklamaması imkânsız bir şeydir. Derim ki: Ancak bu açıklama, bozguna uğrayısın masiyet olması halinde uygun düşer. Halbuki -ileride yüce Allah'ın izniyle de açıklaması geleceği gibi-durum böyle değildir. Yüce Allah'ın; "Bunun üzerine Allah sîzi keder üstüne kederle cezalandırdı" âyetinde geçen "el-Gam (mealde; keder)," sözlükte örtmek demektir. O bakımdan karanlık gece ve gündüz hakkında: denilir. Hilal görünmediği zaman da böyle denilir. Herhangi bir hususun kederlendirmesini anlatmak için de; İş beni kederlendirdi, kederlendiriyor, denilir. Mücâhid, Katâde ve başkaları derler ki: Burada sözü geçen birinci gam (keder), öldürülme ve yara almadır, ikincisi ise, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’ın öldürülüşüne dair yayılan yalan haberdir. Çünkü şeytan böyle bağırmıştı. Şöyle de açıklanmıştır: Birinci gam, keder, onların kaçırdıkları zafer ve ganimet, ikincisi ise, kendilerine isabet eden öldürülme ve bozgundur. Bir başka görüşe göre ise, birinci keder bozgun, ikincisi ise Ebû Süfyan ve Halıd'in tepeden üzerlerine gelmesidir. Müslümanlar, onların bu durumlarım görünce bundan dolayı kederlendiler, üzerlerine hücum edip kendilerini öldüreceklerini sandılar. Bu durum da başlarına gelen musibeti kendilerine unutturdu. İşte bu sırada Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) -önceden de geçtiği üzere- : "Allah'ım bunlar bizim yükseğimize çıkamasınlar" diye dua etti. Buna göre Kederle" kelimesindeki "be" harfi; ... e, a, üzerine; anlamına kullanılmış olur. "Be"nin asıl anlamıyla kullanıldığı da söylenmiştir. Yani onlar, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’a muhalefet etmek suretiyle önce kederlendiler. İşte bu sebepten dolayı, kendilerinden isabet alıp öldürülenler sebebiyle de kederlenmekle onları cezalandırmış oldu. el-Hasen der ki: "Bunun üzerine Allah sizi" Bedir günü müşriklerin uğradığı "keder karşılığında4 Uhud günü "kedere uğrattı" diye açıklamıştır. Burada kedere "sevap" (mealde ceza.) adının veriliş sebebi, günahın cezasına da günah (zenb) denilmesi kabilindendir. Şöyle de açıklanmıştır: Allah, onları günahlarından haberdar ettiği için başlarına gelen musibeti bırakıp bu günahları ile meşgul oldular. Yüce Allah'ın: "Kaybettiğinize ve başınıza gelene üzülmeyesiniz diye Allah yaptıklarınızdan haberdardır" âyetindeki: " Diye" kelimesindeki "lâm" harfi, yüce Allah'ın: "Bununla beraber yemin olsun sizi bağışladı" âyetine taalluk etmektedir. Bunun, yüce Allah'ın: "Bunun üzerine Allah sizi keder üstüne kederle cezalandırdı" âyetine taalluk ettiği de söylenmiştir. Yani, sizi keder üstüne kederle cezalandırması, elde edemediğiniz ganimete, uğradığınız bozguna üzülmeyesiniz diyedir. Ancak birinci açıklama daha güzeldir. “Başınıza gelene" âyetindeki;...en" cer mahallindedir. Bununla birlikte;"... meye..." olumsuz edatının sıla (zaid) olduğu da söylenmiştir. Yani, elde edemediğinize ve başınıza gelene -Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’ın emrine muhalefetinizden ötürü- ceza olmak üzere üzülesiniz diye; demektir. Bu da Yüce Allah'ın: "Seni secde etmekten alıkoyan neydi?" (el-A'râf, 7/12) âyetine benzemektedir. Yine yüce Allah'ın: "Kitap ehli.,, bilsinler diye" (el-Hadîd, 57/29) âyeti de böyledir. (Bu İkisinde de olumsuzluk bildiren "lâ" edatı sıla (zâid) kabul edilmiştir), el-Mufaddal'ın görüşü budur. Şöyle de açıklanmıştır: Yüce Allah’ın: "Bunun üzerine Allah sizi keder üstüne kederle cezalandırdı" âyeti ile kederleriniz peşi peşine geldi, demektir. Tâ ki, artık bundan sonra ganimetlerle uğraşmaya kalkışmayasınız diye. "Allah yaptıklarınızdan haberdardır" âyeti ile, yapılan yanlışlıklardan sakındırılmaktadırlar; tehdit anlamı da vardır. |
﴾ 153 ﴿