170

Allah'ın keremiyle kendilerine verdiklerine sevinerek, arkalarından henüz kendilerine katılmayanlara: "Kendilerine korku olmadığını ve üzülmeyeceklerini" müjdelemek isterler.

Bu âyete dair açıklamalarımızı sekiz başlık halinde sunacağım

1. Âyetler Arası İlişki, Âyetlerin Nüzul Sebebi ve Şehitlerin Diri Olmalarının Anlamı:

Yüce Allah, Uhud günü meydana gelen olayları, münafıkları sâdıklardan ayırd eden bir imtihan olduğunu beyan etçikten sonra, kaçmayıp sebat göstererek öldürülen kimseler için de ilâhî lütuf ve yüce Rabbin nezdinde hayat bahsedildiğini beyan etmektedir.

Âyet-i kerîme Uhud şehidleri hakkındadır. Bir'i Maûne şehidleri hakkında indiği söylendiği gibi, hayır bu âyet, bütün şehidler hakkında umumîdir, de denilmiştir.

Ebû Dâvûd'un Musennef (Sünen)'inde sahih bir sened ile İbn Abbâs'tan şöyle dediği nakledilmektedir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Kardeşleriniz Uhud'da isabet alınca, Allah onların ruhlarını yeşil kuşların kursaklarına koydu. Bu kuşlar cennetteki nehirlere gidiyor, cennet meyvelerinden yiyor ve Arş'ın gölgesinde asılı bulunan akından kandillere tünüyor. Orada yediklerinin, içliklerinin, dinlendikleri yerlerin hoş olduğunu görünce, bizim cennette diri olduğumuzu ve rızıklanmakta olduğumuzu kardeşlerimize kim haber verecek? Tâ ki, cihad hususunda gayretlerini esirgemesinler ve Savaş esnasında verdikleri sözlerini bozmasınlar. Şanı yüce Allah, sizin adınıza onlara Ben bildireceğim, diye buyurdu." Bunun üzerine Yüce Allah:

"Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanmayasın" dîye başlayan âyetleri indirdi.

Bakiy b. Mahled de Cabir'den şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) benimle karşılaştı, şöyle buyurdu: "Ey Câbir, ne diye seni başını önüne eğiyor ve kederli görüyorum?" Ey Allah'ın Rasûlü dedim, babam şehid oldu. Bakıma muhtaç çoluk çocuk bıraktı. Üzerinde de ödenmesi gereken borçları vardı. Şöyle buyurdu; "Aziz ve celil olan Allah'ın babam ne şekilde karşıladığını sana müjdeleyeyim mi?" Müjdele! Ey Allah'ın Rasûlü dedim, Şöyle buyurdu: "Şüphesiz Allah, senin babanı diriltti ve onunla yüzyüze (aracısız) konuştu, Halbuki, arada bir hicab bulunmaksızın hiçbir kimseyle de konuşmuş değildir. Babana dedi ki: Ey kulum temenni et, Ben de sana vereyim. Rabbim dedi, beni tekrar dünyaya geri gönder de senin uğrunda ikinci bir defa daha öldürüleyim. Şanı yüce ve Mübarek olan Rab buyurdu ki: Gerçek şu ki, Ben ezelden beri onlar bir daha oraya dönmeyecekler diye hüküm verdim. O halde, Rabbim, geride bıraktıklarıma (durumumu) bildir, dedi. Bunun üzerine aziz ve celil olan Allah da: "Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanmayasın" âyetini İndirdi." Bu hadisi, İbn Mâce, Sünen'inde, Tirmizî de Cami'inde rivâyet etmiş olup, Tirmizî: Bu hasen, garip bir hadistir, demiştir.

Veki' de Salim b. el-Eftas'dan rivâyet ettiğine göre, Saîd b. Cübeyr: "Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanmayasın. Bilakis onlar, Rablerİ katında diridirler" âyeti hakkında şöyle demiştir; Hamza b. Abdulmuttalib ile Mus'ab b. Umeyr şehid edilip de kendilerine verilen bol rızıkları görünce şöyle dediler: Keşke kardeşlerimizin cihada rağbetleri daha bir artsın diye, bizim elde ettiğimiz hayırları bilseler. Bunun üzerine yüce Allah, bunu Ben sizin yerinize onlara bildireceğim, diye buyurdu ve:

"Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanmayasın" âyetini:

"Ve Allah'ın mü’minlerin mükâfatını zayi etmeyeceği müjdesiyle sevinirler" (Âl-i İmrân, 3/171) âyetine kadar indirdi.

Ebû'd-Duhâ der ki: Bu âyet-i kerîme özel olarak Uhud sehidleri hakkında nazil olmuştur. Birinci görüş de bu görüşün sahih olmasını gerektirmektedir.

Kimisi de şöyle demektedir Bu âyet-i kerîme Bedir şehidleri hakkında nazil olmuştur. Bunlar da ondört kişi idiler. Sekizi Ensar'dan, altısı da Muhacirlerdendi.

Âyetin, Bir'i Maûne şehidleri hakkında nazil olduğu da söylenmiştir. Onların başından geçenler, ünlüdür, Bu olayı, Muhammed b. İshak ve başkaları zikretmiştir.

Başkaları da şöyle demiştir: Şehidlerin yakınları, bir nimet elde edip sevinç duymalarını gerektirecek bir durumla karşılaştıklarında, hasret çeker ve biz nimet ve sevinç içerisinde bulunuyoruz, buna karşılık babalarımız, oğullarımız, kardeşlerimiz kabirlerdedir, diyorlardı. Bunun üzerine yüce Allah, bu âyeti kerimeyi, hem onları rahatlatmak, hem de kendilerinden öldürülen şehidlerin durumunu haber vermek üzere indirdi.

Derim ki; Özetle her ne kadar bütün bu sebepler dolayısıyla âyetlerin nâzil olması ihtimal dahilinde ise de, şanı yüce Allah, bu âyet-i kerimede, şehidlerin cennette diri olduklarını, rızıklanmakta olduklarını haber vermektedir. Şüphesiz onlar, ölmüş bulunuyorlar ve cesedleri de topraktadır. Bununla birlikte ruhları, diğer mü’minlerin ruhları gibi de diridir. Ayrıca onlara öldürülme anından İtibaren dünya hayatı onlar için ebedi İmişcesine cennette rızıklandırılmakla da üstün kılınmışlardır

Bu hususun mahiyeti hakkında ilim adamîan farklı görüşlere sahiptir. Büyük çoğunluğun kabul ettiği görüş, bizim belirttiğimiz şekildedir. Ve şehidlerin hayatta olduklarının muhakkak olduğunu kabul etmektedirler. Ancak kimileri şöyle demektedir: Şehidlere kabirlerinde ruhları geri verilir ve onlar nimete mazhar kılınırlar. Tıpkı kâfirlerin kabirlerinde diriltilip azap gördükleri gibi.

Mücâhid de der ki: Şehidlere cennet meyvelerinden rızık verilir. Yani onlar, cennette olmadıkları halde onun kokusunu alırlar. Bazıları da bunun mecazi bir ilade olduğu kanaatine sahib olmuştur. Yani onlar, cennette Allah'ın hükmü gereğince nimet görmeye hak kazanmış kimselerdir. Bu da: Filan kişinin anılışı devam etmektedir anlamında, filan kişi ölmedi, deyimini andırmaktadır. Nitekim şöyle denilmiştir:

"Takva sahibinin ölümü sonsuz bir hayattır

Pek çok kişi ölmüş ama, insanlar arasında diridirler."

Yani onlara, güzel şekilde anılma nimeri ihsan edilmiştir.

Başkaları da şöyle demiştir: Ruhları, yeşil kuşların kursaklarındadır. Onlar, cennette rızıklanırlar, yerler ve nimetlere mazhar olurlar. Bu konudaki görüşler arasında sahih olan görüş de budur. Çünkü naklin sahih olarak belirttiği husus, aynen vaki olan şeydir. İbn Abbâs yoluyla rivâyet edilen hadis de bu konudaki ayrılıkları ortadan kaldıran açık bir nassdır. Aynı şekilde Müslim tarafından rivâyet edilen İbn Mes'ûd hadisi de böyledir. Biz bu hususu, "et-Tezkire bi Ahvali’l-Mevta ve Umûri'l-Ahire" adlı kitabımızda genişçe açıklamış bulunuyoruz. Yüce Allah'a hamdolsun. Orada şehidelerin kaç türlü olduklarını ve durumlarının birbirinden farklı olduğunu da belirttik.

Şehidlerin hayatta oluşlarını, onların ileride diriltilecekleri şeklinde yorumlayanlara gelince, böyle bir yorum, Kur'ân ve sünnetin reddettiği uzak bir yorumdur. Çünkü, yüce Allah'ın:

"Bilakis onlar... diridirler" âyeti, onların hayatta olduklarına ve rızıklandırıldıklarına açık bir delildir. Rızık ise ancak hayatta olana verilir.

Şöyle de denilmiştir: Her yıl onlara bir gaza sevabı yazılır ve Kıyâmet gününe kadar kendilerinden sonra yapılan bütün cihİsimlerin sevabına ortak edilirler. Çünkü cihad çığırını açanlar onlardır. İşte yüce Allah'ın şu âyeti de -ileride yüce Allah'ın izniyle orada açıklanacağı üzere- buna benzemektedir:

"İşte bundan dolayı Biz de İsrail oğullarına şunu yazdık: Her kim bir canı öldürürse..." (el-Mâide, 5/32).

Şöyfe de denilmiştir: Çünkü onların ruhları Kıyâmet gününe kadar Arş'ın altında rükû yapar, secde eder. Tıpkı abdesdi olarak uyuyan, hayatta bulunan mü’minlerin ruhları gibidir.

Şöyle de açıklanmıştır: Çünkü şehid, kabrinde çürümez ve yer onu yemez. Biz bu hususu, "et-Tezkire" de sözkonusu ettik ve toprağın, peygamberleri, şehidleri, ilim adamlarını, Allah için müezzinlik yapanları ve Kur'ân hafızlarını yemediğini belirttik.

2. Şehidlerin Yıkanması:

Şehid, hükmen hayatta olduğuna göre, fiilen dünyada hayatta olan gibi namazı kılınmaz. İlim adamları, şehidlerin yıkanıp namazlarının kılınması hususunda farklı görüşlere sahiptirler. Mâlik, Şâfiî, Ebû Hanîfe ve es-Sevrî, bütün şehidlerin yıkanacakları ve namazlarının kılınacağı görüşünü kabul ederler. Bundan tek istisna ise, özellikle düşmanla Savaş esnasında Savaş meydanında öldürülen kişidir. Bu hükmün gerekçesi ise, Hazret-i Cabir yoluyla rivâyet edilen şu hadistir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Onları kanlarıyla defnediniz" diye buyurdu. Uhud günü şehid düşenleri kastetmektedir. Hazret-i Peygamber onları yıkamadı, Bunu Buhârî rivâyet etmiştir.

Ebû Dâvûd da İbn Abbâs'tan şöyle dediğini rivâyet eder: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Uhud günü öldürülenlerin üzerindeki silahların, deri giyeceklerin çıkartılmasını, kanlarıyla ve elbiseleriyle gömülmelerini emretti.

Ahmed, İshak, Evzaî, Dâvûd b. Ali ve çeşitli bölgelerin fukahâsından, hadis ehlinden bir topluluk ile İbn Uleyye de böyle demiştir. Said b. el-Müseyyeb ile el-Hasen ise, şehidlerin yıkanmaları gerektiğini ifade etmişlerdir. Onlardan birisi de şöyle demiş: Uhud şehidlerinin yıkanmayış sebepleri, sayıca çok olmaları ve başka meşguliyetler dolayısıyla bunlarla uğraşma imkânının bulunamayışıdır.

Ebû Ömer (İbn Abdi’l-Berr) der ki: Ancak, Said ve el-Hasen'in bu görüsünü, değişik bölge fukahâsından Ubeydullah b. el-Hasen el-Amberî'den başkası kabul etmiş değildir. Onların sözünü ettikleri "Uhud şehidlerini yıkamakla uğraşacak vakitleri yoktu" şeklindeki gerekçe ise, gerekçe olamaz. Zira, bu şehidlerin her birisinin onu yıkamakla uğraşacak bir velisi (yakını) ve işini görecek bir akrabası vardı. Onların yıkanmayı şiarının illeti (gerekçesi) ise, -doğrusunu en iyi bilen Allah'tır- Hadîs-i şerîfte kanları ile ilgili olarak kullanılan şu ifadedir: "Kıyâmet günü onların bu yaralan misk kokusu gibi gelecektir." Böylelikle onların yıkanmayışlarının illetinin bu hususta bu görüşü belirtenlerin ileri sürdükleri gibi başka işlerle meşguliyet olmadığı ortaya çıkmaktadır. Bu meselenin kıyas ve mantık yürütmekle de bir ilgisi yoktur. Bu mesele, sadece ve sadece herkesin Uhud'da öldürülen şehidlerin yıkanmadıklarına dair nakletmiş oldukları rivâyetlere tabi olmak meselesidir.

el-Hasen’in görüşünü kabul eden müteahhir (sonraki) ilim adamlarından kimisi de, Hazret-i Peygamber'in Uhud şehidleri hakkında söylemiş olduğu: "Ben, Kıyâmet gününde bunlara şahidim" sözünü delil göstermiştir ve şöyle demiştir: İşte bu, onların özel bir durumlarının olduğuna ve bu hususta başkalarının onlara ortak olmadığına delil teşkil etmektedir. Ancak Ebû Ömer şöyle demektedir: Bu görüş, hemen hemen garip bir görüştür. Onların (şehidlerin) yıkanmayacaklarıni söylemek daha uygundur. Çünkü bu husus, Peygamber asîivb'ın Uhud şehidleri ile diğer şehidler hakkındaki uygulamasıyla sabit olmuştur. Ebû Dâvûd da Hazret-i Cabir'den şöyle dediğini rivâyet eder: Bir adama atılan bir ok göğsüne veya boğazına isabet etti. Bunun sonucunda öldü. O da olduğu gibi elbiseleri ile birlikte gömüldü. Devamla der ki: Biz de Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte bulunuyorduk.

3. Şehidin Cenaze Namazı Kılınır mı?

Şehidlerin cenaze namazının kılınması hususunda da ilim adamlarının farklı görüşleri vardır. Mâlik, Leys, Şâfiî, Ahmed, Dâvûd (ez-Zâhirî) namazlarının kılınmayacağı görüşündedirler. Çünkü Hazret-i Câbir şöyle demiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Uhud şehidlerinden iki kişiyi aynı elbisede (kefende) bir araya getiriyor, sonra: "Bunların hangisi daha çok Kur'ân ezbere biliyordu?" dîye soruyordu. Eğer onlardan birisine işaret edilecek olursa, lahde onu öne alır ve şöyle derdi: "Kıyâmet gününde bunlara karşı ben şahid olacağım." Şehidlerin kanlarıyla defnedilmelerini emretti. Şehidler yıkanmadılar ve namazları da kılınmadı.

Küfe, Basra ve Şam fakîhleri ise şöyle demişlerdir: Namazları kılınır. Onlar, bu hususta çoğu mürsel olan Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’ın Hazret-i Hamza ile sair Uhud şehidlerinin namazını kıldığına dair bir takım rivâyetler de kaydederler.

4. Hangi Hallerde Şehidin Namazı Kılınabilir?

İlim adamları, icmâ ile şunu kabul etmişlerdir: Şehid, canlı olarak Savaş meydanından alınıp yaşayacak ve yemek yiyecek olursa, onun namazı kılınır. Nitekim Ömer (radıyallahü anh)'a yapılan uygulama budur.

Bununla birlikte Hâricîler, yol kesicileri ve buna benzer kimseler tarafından zulmen öldürülen kişi hakkında farklı görüşlere sahiptirler.

Ebû Hanîfe ve es-Sevrî der ki: Zulmen öldürülen herkes yıkanmaz. Fakat böyle birisinin ve her şehidin namazı kılınır. Diğer Irak âlimlerinin görüşü de budur. Bunlar, sahih pek çok yoldan Zeyd b. Sûhân'dan Cemel günü öldürüldüğü vakit: Üzerimden herhangi bir elbiseyi çıkarmayın ve kanımı yıkamayın, dediğini rivâyet ederler.

Ammar b. Yasir'in de Zeyd b. Sûhân gibi bir söz söylediği de sabittir. Ammar b. Yâsir İse, Sıffin'de öldürülmüş, Hazret-i Ali de onu yıkamamıştır.

Şâfiî'nin iki görüşü vardır. Birisine göre, diğer bütün ölüler gibi yıkanır. Bundan tek istisna, harp ehli kimselerin öldürdükleridir. Mâlik'in de görüşü budur. Mâlik der ki; Kâfirler tarafından öldürülüp, çarpışma meydanında ölen yıkanmaz. Bunun dışında yani, kâfirler tarafından Savaş alanında öldürülenlerin dışındaki bütün maktuller yıkanır ve namazları kılınır. Aynı zamanda bu, Ahmed b. Hanbel’in de -Allah ondan razı olsun- görüşüdür.

Şâfiî'nin diğer görüşüne göre ise, bâğîler taralından öldürülen yıkanmaz.

Mâlik'in görüşü İser daha sahihtir. Çünkü, ölülerin yıkanması, icma ile ve genel bir nakil ile sabit olmuştur. O halde, icmaın yahut sabit bir sünnetin dışarıda bıraktıkları kimseler müstesna, her ölenin yıkanması vaciptir. Başarı Allah'tandır.

5- Düşman Baskını Sırasında Öldürülenlerin Hükmü:

Bir toplum evlerinde bulunup da, kendilerinin haberi bulunmaksızın, düşman onlara sabahleyin bir baskın düzenleyip, onlardan bir takım kimseleri öldürecek olursa, bu öldürülenlerin hükmü, Savaş meydanında öldürülenlerinki gibi mi olur, yoksa diğer ölülerin hükmünde mi olur?

Bu sorun, -yüce Allah'ın tekrar bize iade etmesini niyaz ettiğimiz- Kurtuba'da bizim başımıza geldi- Allah kahredesice düşman, 627 yılı Ramazan ayının üçüncü günü sabahında, herkes hiçbir şeyden habersiz, tarlasında işiyle meşgul iken, düşman baskın yaptı, kimisini öldürdü, kimisini esir aldı. Öldürülenler arasında rahmetlik babam da vardı.

Hocamız kıraat âlimi Ebû Hucce diye bilinen Üstad Ebû Cafer Ahmed'e durumunu sordum bana, onu yıka ve namazını kıl, dedi. Çünkü baban, müslüman ve kâfir saflar arasındaki meydan Savaşında öldürülmüş değildir.

Daha sonra, hocamız Rabi’ b. Abdurrahman b. Ahmed b. Kabi' b. Ubeyy'e sordum, O da; O, meydan Savaşında öldürülenler hükmündedir, dedi.

Arkasından kadı el-Cemaa diye bilinen Ebû'l-Hasen Ali b. Katral'a -etrafında bir gurup fukaha da bulunduğu halde- durumu sordum, bunlar da: Onu yıka, kefenle ve namazını kıl, dediler, ben de böyle yaptım. Bundan sonra ise, bu meseleyi Ebû'l-Hasen el-Lahînin et-Tabsira adlı eserinde ve başka kitaplarda gördüm. Eğer, bunu daha Önce görmüş olsaydım, onu yıkamaz, kanıyla ve elbiseleriyle onu derbederdim.

6. Allah Yolunda Şekid Olmanın Üstünlüğü:

Bu âyet-i kerîme, Allah yolunda öldürülüp, O'nun uğrunda şehid düşmenin sevabının büyüklüğüne delildir. O kadar ki, bu yolda şehid düşmek, günahları siler. Nitekim Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır: "Allah yolunda öldürülmek, -borç müstesna- herşeye keffarettir. Az önce Cebrâîl (aleyhisselâm) bana böyle dedi."

İlim adamlarımız derler ki: Burada borcun sözkonusu edilmesi, borç hükmünde olan ve kişinin zimmetine taalluk eden diğer haklara da dikkat çekmektir. Gasb, batıl yolla malı almak, kasten öldüımek, yaralamak ve buna benzer diğer sorumluluklar da böyledir. Çünkü, bütün bunların cihad dolayısıyla mağfiret edilmemeleri borca nisbetle daha uygundur. Çünkü bunlar borçtan daha ağır sorumluluklardır. Bütün bunlar da sabit sünnette varid olduğuna göre, haseneler ve seyyiâtlar ile karşılıklı kısas (takas) ile gerçekleşir.

Abdullah b. Uneys der ki: Ben, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’ı şöyle buyururken dinledim: "Allah, kulları" -ya da insanları diye buyurdu. Bu şüphe (hadis ravilerinden birisi olan) Hemmam b. Yahya'nın şüphesidir -böyle derken eliyle de Şam tarafına işaret ederek; "çıplak, sünnetsiz ve hiçbir şeysiz olarak haşredecektir." Biz: "Hiçbir şeysiz olmaları ne demektir? diye sorunca, şöyle buyurdu: "Beraberlerinde hiçbir şey bulunmaksızın (haşredilecekler). Onlara yakının da uzakta bulunanın da işiteceği bir sesle şöylece seslenir: Ben Melik olanım, Ben Deyyânım. Cennet ehlinden herhangi bir kimsenin, cehennemliklerden birisinin ondan yaptığı herhangi bir haksızlığın karşılığını talep ettiği halde cennete girmemesi gerekir. Cehennem ehlinden herhangi bir kimsenin de cennet ehlinden herhangi bir kimseye yaptığı bir haksızlığı karşılığını kendisinden taleb ettiği halde -bir tokat olsa dahi- girmemesi gerekir." Biz, şöyle dedik: Biz, Allah'ın huzuruna çıplak ayaklı, elbisesiz ve sünnetsiz olarak varacağımıza göre bu nasıl olacak? Hazret-i Peygamber şöyle buyurdu; "Hasenat ile ve seyyiât ile (takas yapılarak)" diye buyurdu. Bu hadisi el-Haris b. Usâme rivâyet etmiştir.

Müslim'in Sahih'inde de Ebû Hüreyre'den rivâyete göre, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Müflis kimdir, bilir misiniz?" Şöyle dediler: Aramızda müflis, bir dirhemi ve hiçbir eşyası bulunmayana denir. Şöyle buyurdu: "Ümmetimden müflis, Kıyâmet günü namaz, oruç ve zekât (sevapları) ile birlikte gelir, diğer taraftan şuna sövmüş, buna iftira etmiş, diğerinin malını yemiş, berikinin kanını dökmüş, bir diğerini vurmuş olarak gelir. Bu sefer buna daf ötekine berikine de hasenatından verilir. Eğer üzerindeki haklar ödenip bitirilmeden önce hasenatı tükenecek olursa, bu sefer diğerlerinin (haksızlık ettiği kimselerin) günahlarından alınıp onun üzerine bırakılır, sonra da o cehenneme atılır. "

Yine Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur: "Nefsim elinde olana yemin ederim ki, bir kimse, Allah yolunda öldürülür, sonra diriltilir, sonra tekrar öldürülür, sonra bir daha diriltilir, sonra yine öldürülecek olursa, eğer üzerinde borç kalırsa, onun bu borcu ödenmedikçe cennete giremeyecektir."

Ebû Hüreyre rivâyetle der ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Mü’minin canı, üzerinde borç bulunduğu sürece muallaktadır."

Ahmed b. Zuheyr dedi ki: Yahya b. VaiFe bu hadis hakkında soruldu, O sahih bir hadistir, diye cevap verdi.

Denilse ki: Bu, bazı şehidlerin öldürülme sırasında cennete girmediklerine, ruhlarının da belirttiğimiz gibi kuşların kursaklarında olmadıklarına delalet etmektedir. Kabirlerinde de olmayacaklarına göre nerede olacaklardır? Deriz ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’dan şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir: "Şehidlerin ruhları cennet kapısının önünde ve Bârik diye anılan bir nehrin kıygındadır. Sabah ve akşam cennetten rızkları onlara çıkartılıp getirilir." Burada sözü edilenlerin bu kimseler olmaları muhtemeldir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

İşte bundan dolayı İmâm Ebû Muhammed b. Atiyye şöyle demiştir: Bunlar (şehidler) tabaka tabakadırlar ve durumları farklı farklıdır. Hepsinin ortak özelliği ise, "rızıklandırılmaları" dır

İmâm Ebû Abdullah Muhammed b. Yezid b. Mâce el-Kazvinî Sünen'inde Süleym b. Âmir'den şöyle bir rivâyet nakletmektedir: Süleym dedi ki: Ben, Ebû Umâme'yi şöyle derken dinledim: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’ı şöyle buyururken dinledim: "Denizde şehid düşen, karada şehid düşen iki kişi gibidir Denizin tuttuğu kimse ise, karada öldürülerek kanma bulanmış kimsedir. İki dalga arası (denizde duran kimse) ise, Allah'a itaat uğrunda bütün dünyayı kateden kimse gibidir. Muhakkak aziz ve celil olan Allah, ölüm meleğini ruhları kabzetmekle görevlendirdi. Denizde şehid olanlar ise bundan müstesnadır. Bunların ruhlarını kabzetmeyİ şanı yüce'nin kendisi üstüne almıştır. Karada şehid düşenin borç müstesna bütün günahlarını bağışlar, denizde şehid düşenin de bütün günahlarını ve borcunu dahi bağışlar,"

7. Kişiyi Cennete Girmekten Alıkoyan Borcun Mahiyeti:

-Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır ya- kişiyi cennete girmekten alıkoyan borç, kişinin o borcu ödeyecek mal bırakmakla birlikte ödenmesini vasiyet etmediği, yahut da ödeme gücü olduğu halde ödemediği ya da israi", yahut da beyinsizce harcama uğrunda borç alıp da ödemeden ölmesi sonucu bıraktığı borçlardır. Fakirliği, elinin darlığı dolayısıyla yerine getirilmesi gereken bir hakkı ifa etmek için borç alıp da borcunu ödeyecek bir şey de geri bırakmayana gelince, şüphesiz böyle birisini -inşaatları- cennete girmekten alıkoymayacaktır Çünkü, İslâm devlet yöneticisinin, böyle birisinin borcunu ödemesi farzdır. Bunu ya genel olarak zekâttan yahut zekâtta borca batmışların payından yahut da yine müslümanlara harcanması gereken ganimet paylarından öder. Nitekim Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur: "Kim bir borç, yahut da bakıma muhtaç çoluk çocuk bırakırsa, bunların sorumluluğu Allah ve Rasûlünedir. Kim de bir mal bırakacak olursa, o da mirasçılarınadır."

Bu hususa dair daha geniş açıklamaları, "et-Tezkire" adlı eserimizde kaydetmiş bulunuyoruz. Cenab-ı Allah'a hamdolsun.

8. Rableri Nezdinde Rızıklanırlar:

Yüce Allah'ın:

"Rableri katında diridirler, rızıklanırlar" âyetinde şu takdirde hazfedilmiş bir muzaf vardır: Rablerinin kerem ve İüturları nezdinde... rızıklanırlar, demektir. Burada yer alan: “ Katında" kelimesi, son derece yakın olmayı gerektirir. Sîbeveyh'e göre bu kelimenin küçültme ismi yapılmaz. O halde buradaki indiyyet (katında, nezdinde olmak), bir ikram ifade eder. Yoksa, yakınlık ve mesafe anlamını ifade etmez.

"Rızıklanırlar" âyetinden anlaşılan ise, adeten bilinen rızıktır Burada sözü geçen hayattan kasıt, anılış itibariyle bir hayattır, diyen kimseler ise, buradaki rızkı da güzel övgü onlara rızık olarak verilir, diye açıklamışlardır. Ancak birinci açıklama hakikat anlamına göredir

Şöyle de denilmiştir; Şüphesiz ki, istedikleri gibi uçup kondukları o hallerinde ruhlar, cennet kokularını, hoş şeylerini, nimetlerini ve sevindirici hususlarını ruhlara yakışan bir şekilde -ona rızık olarak verilen şeylerde- idrâk eder ve bunlarla zevklenir, lezzet alır. Cismani lezzetlere gelince, bu ruhlar, bedenlerine iade edileceği vakit, Allah'ın kendileri için hazırlamış olduğu bütün nimetleri de tamamıyla alır ve tadar. Bu güzel bir açıklamadır. Her ne kadar bir çeşit mecazî bir açıklama ise de, bizim tercih ettiğimiz görüşe de uygun bir açıklamadır. Başarıyı ihsan eden yüce Allah'tır.

"Sevinerek" kelimesi,

"rızıklanırlar"daki zamirden hal mevkiindedir. Bununla birlikte "diri olanlar"ın sıfatı olmak üzere günlük konuşma esnasında; “Sevinirler," şeklinde kullanmak da mümkündür.

Buradaki sevinç (ferah) sürür manasınadır. Bu âyet-i kerimedeki lütuf ve keremden kasıt isev sözü geçen nimetlerdir. İbn. es-Semeykâ bu kelimeyi “.....” şeklinde "fe" harfinden sonra elif ile okumuştur ki, bunlar da İki ayrı söyleyiştir, en-Nehhâs der ki: Bu kelimenin Kur'ân. dışında merfu' olarak okunması caizdir ve o takdirde "diriler"e sıfat olur.

Yüce Allah’ın:

"Arkalarından henüz kendilerine katılmayanlara... müjdelemek isterler" âyetinin anlamı şudur: Yani onlar -kendileri de fazilet sahibi olmakla birlikte- fazilet itibariyle kendilerine kavuşamayan kimselere müjdelemek isterler, demektedir.

Müjdelemek (istibşâr), asıl itibariyle Ten kelimesinden gelmektedir. Çünkü, insanın sevinmesi halinde, bu sevincin etkileri yüzünde görülür. es-Süddî der ki: Şehide, kardeşlerinden yanına gelecek olan kimselerin sözkonusu edildiği bir kitap getirilir. O da tıpkı çoktandır görmedikleri bir kimsenin geliş müjdesi dolayısıyla dünyadaki kimselerin sevinci gibi sevinir.

Katâde, İbn Cüreyc, er-Rabi’ ve başkaları da derler ki: Onların sevinmeleri, şöyle demeleridir: Dünyada geride bıraktığımız kardeşlerimiz, peygamberleriyle birlikte Allah yolunda çarpışmaktadırlar.

Onlar da şehid düşecekler ve bizim içinde bulunduğumuz bu büyük lütufların bir benzerine nail olacaklardır. Bundan dolayı onlar adına sevinir ve mesrur olurlar.

Şöyle de denilmiştir: Burada henüz kendilerine katılmamış olanlar dolayısıyla sevinmek ile, Öldürülmeseler dahi bütün mü’minlere işaret vardır. Çünkü onlar, Allah'ın mükâfatının vuku bulduğunu yakinen görünce, İslâm dininin, Allah'ın kendisine bağlamlması sebebiyle kullarını mükâfatlandırdığı hakkın kendisi olduğunu da görürler. İşte bundan dolayı, Allah'ın kendilerine vermiş olduğu lütuflan dolayısıyla kendileri İçin sevindikleri gibi, mü’minlere de kendileri için bir korku bulunmadığı ve üzülmeyecekleri müjdesini vermek isterler. ez-Zeccâc ve İbn Fûrek, bu anlamı kabul etmişlerdir.

170 ﴿