191Onlar ki ayakta, oturarak ve yanları üstünde yatarken Allah'ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler (ve derler ki); "Rabbimiz, Sen bunları boşuna yaratmadın. Sen pâk ve münezzehsin. Bizi o ateş azabından koru. 3. Her Halde Allah'ı Zikretmek: Yüce Allah: "Onlar ki ayakta, oturarak ve yanları üstünde yatarken Allah'ı anarlar" âyetinde yüce Rabbimiz, Âdemoğlunun çoğunlukla uzak duramadığı üç ayrı durumunu sözkonusu etmektedir. Onun bütün zamanı âdeta bu üç türlü durum ile kuşatılmış gibidir. İşte o bakımdan Âişe (radıyallahü anhnhâ) şöyle buyurmaktadır; Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bütün zamanlarında yüce Allah'ı zikrederdi. Bu hadisi de Müslim rivâyet etmiştir. Helada olması ve başka haller de bunun kapsamına girmektedir. Fakat ilim adamlarının bu konuda farklı görüşleri vardır. Abdullah b. Amr, İbn Sîrîn ve en-Nehaî bunu câiz görürken, İbn Abbâs, Atâ ve en-Nehaî bunu mekruh görmüşlerdir. Ancak âyet ve hadisin umumî bir anlam ifade etmesi dolayısıyla birinci görüş daha sahihtir. en-Nahaî der ki; Helada yüce Allah'ı zikretmekte bir mahzur yoktur, çünkü zikir yükselir. Yani melekler onu nezdlerindeki amel sahifelerine yazarak yükseltirler. Buna delil ise yüce Allah'ın şu âyetleridir: "O bir söz söylemeyiversin mutlak onun yanında görüp gözetmeye hazır olan vardır." (Kaaf, 50/18); "Şüphesiz üzerinizde bekçiler çok şerefli yazıcılar vardır..." (el-İnfitâr, 82/10-11). Ayrıca yüce Allah, herhangi bir istisnada bulunmaksızın her halde ve durumda kullarına zikr etmelerini emr ederek şöyle buyurmuştur: "Ve Allah'ı pek çok anınız" (el-Ahzab, 33/41); "Beni anın ki Ben de sizi anayım" (el-Bakara, 2/152); "Şüphesiz Biz iyi amel işleyenin mükâfatını zayi etmeyiz" (el-Kehf, 18/30.). Yüce Allah'ın bu buyrukları genel ve kapsamlı ifadelerdir. O halde, -yüce Allah'ın izni ile- durum ne olursa olsun, Allah'ı anmak sevaba ve ecir almaya sebebtir. Ebû Nuaym zikrederek der ki: Bize Ebû Bekr b. Mâlik anlattı, bize Abdullah b. Ahmed b. Hanbel anlattı, dedi ki: Bana babam anlattı: Dedi ki: Bize Vekî anlattı, dedi ki: Bize Süfyan, Atâ b. Ebi Mervan'dan, o babasından o Ka'b el-Ahbar'dan naklederek dedi ki: Mûsâ (aleyhisselâm) dedi ki: Rabbim, sen yakın mısın Sana sessizce dua edeyim, yoksa uzak mısın, Sana yüksek sesle yalvarayım, Rabbi buyurdu ki: Ey Mûsâ, Ben benî anan ile birlikte oturan arkadaşı (gibi)yim. Hazret-i Mûsâ şöyle dedi: Rabbim, bizler bazan Seni anmayı Sana tazim ile Seni yüceltmek ile bağdaştıramadığımız bir halde de olabiliyoruz. O nedir? diye sorunca Hazret-i Mûsâ; Cünubken ve abdest bozarken deyince Allah şöyle,buyurdu: Ey Mûsâ! Her halde sen Beni zikret." Bunun mekruh gören kimseler ise, ya yüce Allah'ı uygun görülmeyen yerde Allah'ı anılmaktan tenzih etmek için böyle söylemişlerdir. Hamamda Kur'ân okumanın mekruh olması gibi; ya da zikredenin söylediği sözleri yazmak için kiramen katibini pislik ve necasetlerin bulunduğu yere gelme zorunda bırakmamak için bunu mekruh görmüşlerdir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'dır. "Ayakta, oturarak" hal olmak üzere nasb edilmiştir. "Ve yanları üstünde yatarken" de hal mahallindedir: Yani yanları üzerinde yatmış oldukları halde Allah'ı anarlar. Yüce Allah'ın şu âyeti de buna benzemektedir: "Yanı üzeri yatarken, otururken veya ayakta iken Bize dua eder." (Yûnus, 10/12) Bu âyette sıralama ise öncekinin aksinedir Yani o Bizi yanı üzere yatarken de dua edip çağırır. Aralarında el-Hasen ve başkalarının da bulunduğu bir grup müfessir yüce Allah'ın: "Allah'ı anarlar..." âyetinin namazı ifade ettiği görüşündedir. Yani bunlar namazı kılmamazlık etmezler. Özürlü oldukları halde oturarak yahut yanları üzere yatarak kılarlar. Bu âyet-i kerîme abu yönüyleb yüce Allah'ın gu âyetini andırmaktadır; "Artık namazı bitirdiğinizde ayakta, otururken ve yanlarınız üzere iken Allah'ı zikredin." (en-Nisâ, 4/103) İbn Mes'ûd'un görüşüne göre de -İleride geleceği gibi- böyledir. (Yani özürlü oldukları hallerde oturarak ve yanları üzere yatarak namazı kılarlar demektir). Eğer bu âyet-i kerîme namaz hakkında ise fıkhı (anlaşılması) şu şekilde olur: İnsan ayakta namaz kılar, eğer ayakta duramıyor ise oturarak kılar, eğer buna da gücü yetmiyor ise yanı üzere yatarak namazını kılar. Nitekim İmrân b. Rusayn'dan şöyle bilgi sakıt olmuştur: Benim basurum vardı. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a nasıl namaz kılacağıma dair soru sordum da şöyle buyurdu: "Ayakta namazını kıl, gücün yetmiyor ise oturarak, ona da gücün yetmiyor ise yanın, üzere yatarak (kıl)." Bu hadisi hadis İmâmları rivâyet etmiştir. Müslim'in Sahihinde belirtildiğine göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)da vefatından bir yıl önce nafile namazı oturarak kılardı, Nesâî de Âişe (radıyallahü anhnhâ)dan şöyle dediğini rivâyet etmekdedir; Ben Resûlüllah’ın bağdaş kurarak namaz kıldığını gördüm. Ebû Abdurrahman der ki: Ben bu hadisi Ebû Dâvûd el-Hasenî'den başka bir kimsenin rivâyet ettiğini bilmiyorum; o ise sika (rivâyetine güvenilir) bir ravidir. Bununla birlikte ben bu hadisin ancak hata olduğunu zannediyorum. Doğrusunu en iyi bilen Allah'dır. 4. Hasta Kimsenin ve Oturanın Namaz Kılma Keyfiyeti: İlim adamları hasta ve oturan kimsenin namaz ksîma keyfiyeti ve şeklî hususunda farklı görüşlere sahiptirler. İbn Abdi’l-Hakem Mâlik'den böyle bir kimsenin kıyam halinde bağdaş kuracağından söz etmektedir. el-Buveytî de Şâfiî'den bunu rivâyet etmektedir. Secde etmek istediği zaman ise gücü yettiği kadarı ile secdeye hazırlanır. (Şâfiî) dedi ki: Nafile kılan kişi de böyle yapar. es-Sevrî'nin görüşü de buna yakındır, el-Leys, Ahmed, İshak, Ebû Yûsuf ve Muhammed de böyle demiştir. Müzem yolu ile gelen rivâyette ise Şâfiî şöyle demektedir Bütün namazında teşehhüd için oturduğu gibi oturur. Ayrıca bu Mâlik ve arkadaşlarından da rivâyet edilmiştir. Ancak meşhur olan birinci rivâyettir. "el-Müdevvene"nin zahirinden anlaşılan da odur. Ebû Hanîfe ve Züfer ise der ki: Teşehhüd için oturduğu gibi oturur, rükû' ve sücudu da bu şekilde yapar. 5. Oturmaya Gücü Yetmeyenin Namaz Kılması: Dedi ki: Eğer oturamıyor ise yanı üzere veya sırtı üzere namaz kılmakta, muhayyerdir. el-Mudevvene'deki görüş budur. Ayrıca İbn Habib, İbnu'l Kasım'dan sırtı üzere (yatarak) namaz kılacağım nakletmektedir. Eğer buna gücü yetmiyor ise, sağ yanı üzere, buna da gücü yetmiyor ise sol yanı üzere namaz kılar. İbn Mevvaz’ın Kitabında ise bunun aksi zikredilmektedir. (Önce) sağ yanı üzere namaz kılar aksi taktirde sol yanı üzere kılar, buna da gücü yetmezse sırtı üzere (yatarak) namazı kılar. Sulınûn ise der ki: Lahdine gömüleceği şekilde sağ yanı üzere namaz kılar. Aksi taktirde sim üzere namaz kılar, buna da gücü yetmezse sol yanı üzere namaz kılar. Mâlik ve Ebû Hanîfe ise der ki: Yanı üzere yatarak namaz kıldığı taktirde ayakları kıble tarafında olur. Şâfiî ve es-Sevrî derler ki: Yanı üzere yüzünü kıbleye döndürmüş olarak namazı kılar. 6. Hasta iyileşirse; İyi Olan da Hastalanırsa Nasıl Namaz Kılar? Şayet namazda iken hastalığı hafiflediğinden dolayı güç bulacak olursa, İbnu'l-Kasım’ın dediğine göre namazın geri kalan bölümünde ayağa kalkar ve kıldıklarını esas alarak namazını tamamlar. Aynı zamanda bu, Şâfiî, Züfer ve Taberî'nin de görüşüdür. Ebû Hanîfe, iki arkadaşı, Yakub (Ebû Yûsuf) ve Muhammed ise bir rekâtı yanı üzere namaz kıldıktan sonra sağlığına kavuşan kimse hakkında şöyle derler: Bu sefer namaza baştan başlar. Eğer oturarak rükû’ ve secde yapıyorsa; sonra sağlığına kavuşacak olursa, Ebû Hanîfe'nin görüşüne göre namazının geri kalan kısmım tamamlar fakat Muhammed'in görüşüne göre namazın geri kalan kısmını tamamlamaz (yeniden başlar). Ebû Hanîfe ve arkadaşları derler ki: Ayakta iken namaza başladıktan sonra namazını ima ile kılacak hale gelecek şekilde hastalanırsa, (ayakta kıldıklarını) esas alarak namazın geri kalan kısmını tamamlar. Bu görüş Ebû Yûsuf tan da rivâyet edilmiştir, İmâm Mâlik ise rüku da yapamayan sücud da yapamayan, bununla birlikte ayakta durup oturabilen hasla hakkında şöyle demistir: Böyle bir kişi ayakta namaz kılar ve rükua ima ile işarette bulunur. Secde etmek istediği vakit oturur ve secdeye ima ile işarette bulunur. Bu aynı zamanda Ebû Yûsuf'un da görüşüdür. Kıyasa göre Şâfiî'nin de görüşü böyle olmalıdır. Ebû Hanîfe ve arkadaşları da böyle bir kimse oturarak namaz kılar, derler. 7. Sağlıklı Kimsenin Yatarak Namaz Kılması: Sağlıklı kimsenin yatarak namaz klimasına gelince; İmrân b. Husayn yolu ile gelen bir Hadîs-i şerîfte başkalarında olmayan bir fazlalık vardır. Bu fazlalık da şu şekildedir: "Yatarak namaz kılanın namazı ise oturarak namaz kılanın namazının yarısı kadardır." Ebû Ömer (İbn Abdi’l-Berr) der ki: İlim ehlinin çoğunluğu nafile namazın yatarak kılınmasını câiz kabul etmezler. Bu ise ancak Huseyn el-Muallim diye bilinen bir kimsenin rivâyet ettiği bir Hadîs-i şerîftir. Bu da Hüseyn b. Zekvân'dır. O, Abdullah b. Bureyde'den o da İmrân b. Husayn yoluyla rivâyet edilmiştir. Hadisin senedinde olsun, metninde olsun bu konuda karar vermemeyi gerektirecek şekilde ihtilaflı rivâyetleri gelmiştir. Eğer bu hadis sahih ise, bunun ne anlama geldiğini bilemiyorum. Şayet ilim ehlinden herhangi bir kimse oturarak veya ayakta durmaya gücü yeten kimsenin yatarak nafile namaz kılmasını câiz kabul etmiş ise; o taktirde bu haberdeki bu fazlalık bunun açıklamasıdır. Ve bu fazlalık bu görüşü kabul edenlerin lehine bir delildir. Şayet oturmaya yahut ayakta durmaya gücü yeten kimsenin yatarak nafile namaz kılmasının mekruh olduğunu icma ile kabul etmiş iseler; o taktirde Hüseyn'in rivâyetiyle gelen bu hadis ya yanlıştır yahutta nesh edilmiştir. Şöyle de denilmiştir: Bu âyet-i kerîme ile göklerin ve yerin yaratılışını, değişip duran bir varlığın mutlaka onu değiştiren bir varlığa ihtiyacı olduğuna ve bu değiştirenin de kemâl derecesinde kadir olması gerektiğine peygamberler gönderebileceğine delil gösterenler kast edilmiştir. Bir Rasûl gönderecek ve tek bir mucize ile olsa bile onun doğruluğuna dair delil konulacak olursa, hiçbir kimsenin (îman etmemeye dair) ileri sürebileceği bir mazereti olmaz. İşte her hallerinde Allah'ı anan kimseler bunlardır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'dır. 8. Göklerin ve Yerin Yaratılışı Üzerinde Düşünmek: Yüce Allah'ın: "Göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler" âyetine gelince; biz daha önce "anarlar" âyetinin anlamına dair açıklamalarda bulunduk, Bu anıştan kasıt ya dille Allah'ı zikretmektir yahut farz ve nafilesi ile namaz kılmaktır. İşte yüce Allah bu iki anlamdan birisine bir diğer ibadeti attetmiş bulunmaktadır ki; bu da yüce Allah'ın kudreti ve yaratı klan, O'nun dört bir yana yaydığı ibretli hususlar üzerinde düşünmektir. Tâ ki bu, onların basiretini artırsın. "Her bir şeyde O'nun bir ve tek olduğuna Delâlet eden bir âyet (alâmet, belge) vardır" Buradaki "düşünürler" âyetinin hal olmak üzere atf edildiği de söylenmiştir. Bunun münkatı olduğu da söylenmiştir. Ancak birincisi daha uygundur. Düşünmek (fikre); kalbin bir şey hakkında düşünüp durmasıdır. Tefekkür çokça düşünmek demektir. Çokça düşünen bir adam hakkında; denilir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Allah'ın zatı hakkında düşünen bir topluluğun yanından geçer ve onlara der ki: "Sizler yaratıklar hakkında düşününüz; fakat yaratıcı hakkında düşünmeyiniz, sizler Onu hakkıyla takdir edemezsiniz."' Aslında tefekkür, ibret almak ve zihnin etraflı bir şekilde düşünceye dalması, yaînız mahlukat üzerinde olmalıdır. Nitekim yüce Allah: "Göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler" diye buyurmuştur. Nakledildiğine göre Süfyan es-Sevrî (radıyallahü anh) Makamı İbrahim arkasında iki rekât namaz kıldıktan sonra semâya doğru başını kaldırmış, yıldızları görünce baygın düşüvermiş. Uzun uzadıya kederlenip düşünmesinden dolayı küçük abdesti kan gibi gelirmiş. Yine Ebû Hüreyre arabdan rivâyet edildiğine göre o şöyle demiş: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Bir adam yatağında sırt üstü yatmış iken başını kaldırıp yıldızlara ve göğe bakmış ve demiş ki; şahitlik ederim ki senin bir rabbin ve yaratıcın vardır. Allah'ım bana mağfiret buyur. Yüce Allah da ona nazar etti ve mağfiret buyurdu," Yine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Tefekkür gibi bir ibadet yoktur" diye buyurmuştur. Yine şöyle buyurduğu rivâyet edilmektedir; "Bir anlık tefekkür bir yıllık ibadetten hayırlıdır."! İbnü'l-Kasım da Mâlik'den şöyle dediğini rivâyet etmektedir. Um ed-Derda'ya şöyle denilmiş. Ebû'd-Derdâ’nın en çok görünen hali ne idi? Um ed-Derda şöyle demiş: O en çok tefekkür edendi. Ona (Mâlik'e) şöyle sorulmuş: Senin görüşüne göre tefekkür salih amellerden bir amel midir? O: Evet çünkü o yakînin kendisidir, diye cevap vermiş, İbnü'l-Müseyyeb'e öğle ile İkindi arasında namaz kılmak hakkında soru sorulmuş o: Bu bir ibadet değildir, demiş. İbadet yüce Allah'ın haram kıldığı şeylerden kaçınmak ve Allah'ın emri üzerinde tefekkür etmektir. el-Hasen der ki: Bir anlık tefekkür bir gece boyunca namaz kılmaktan hayırlıdır. el-Hasen ayrıca şöyle der: Düşünmek mü’minin aynasıdır, o bu aynaya bakarak iyilik ve kötülüklerini görür. Üzerinde tefekkür edilecek hususlardan bir tanesi de haşr, neşr, cennet, cennetin nimetleri, cehennem ve azâbı gibi âhîretin korkutucu halleridir. Rivâyet edildiğine göre Ebû Süleyman ed-Dârânî (radıyallahü anh) gece namazı kılmak üzere abdest almak için bir su kabı aldı. Yanında da bir misafir vardı. Bu misafir onun, kabı kulbundan tutmak üzere parmağını soktuğunu görmüş ve tan yeri ağarıncaya kadar bu halde tefekkür edip durmuş. Misafiri ona: Bu ne oluyor, ey Ebû Süleyman? deyince o şöyle demiş: Elimi bu kabınkulbunasokunca yüce Allah'ın şu âyeti üzerinde düşündüm: "O zaman boyunlarında tasmalar ve zincirler bulunur... sürüklenecekler." (el-Mü’min, 40/71) İşte ben Kıyâmet gününde boynuma tasma atılacağında ne yapabileceğimi ve durumumu düşündüm. Sabah oluncaya kadar da bu halim devam etti. İbn Atiyye der ki: İşte bu, korkunun en ileri derecesidir. Fakat İşlerin en hayırlısı orta yollu olanlarıdır. Tutumları senet olan ümmetin ilim adamları bu yolu tutmamışlardır. Anlayıp faydalanması umulan kimseler için yüce Allah'ın Kitap ilmini ve Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)ın sünnetinin manalarını okumak böyle bir işten daha faziletlidir. İbnu’l-Arabi der ki: İnsanlar şu İki amelden hangisinin daha faziletli olduğu hususunda farklı görüşlere sahiptir. Tefekkür mü yoksa namaz mı? Sufiler tefekkürün daha faziletli olduğu görüşündedirler. Çünkü tefekkür marifeti doğurur. Bu ise Şer'î makamların en faziletlisidir. Fukahâ'nın görüşüne göre ise namaz daha faziletlidir. Çünkü Hadîs-i şerîfte namaz teşvik edilmiş, namaza çağırılmış (ezan) ve namaz özellikle amükâfat vaadiyleb teşvik edilmiştir. Buhârî ve Müslim'de İbn Abbâs'dan teyzesi Meymune'nin yanında geceyi geçirdiğine dair bir rivâyet vardır ki; bunda şu ifadeler de yer almaktadır: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kalktı, yüzünden uykunun etkilerini sildi. Daha sonra Bakara Sûrf si'nin son on âyetini okudu. Duvarda asılı bir kırbaya doğru girip onu aldı. Oradan az su kullanarak bir abdest aldı. Daha sonra da onüç rekât namaz kıldı... Şimdi, Allah'ın rahmeti üzerinize olsun, siz Hazret-i Peygamber'in önce yaratıklar üzerinde tefekkürü sonra da namaza yönelişini bir arada yaptığına bir bakınız. İşte kendisine güvenilecek sünnet uygulama budur. Sufiler şeyhin bir gün, bir gece yahutta bir ay aralıksız olarak düşünmesine gelince; bu insanlara yakışmayan ve doğruluktan uzak bir yoldur ve böyle bir uygulamanın sünnete uygunluğu sözkonusu değildir. İbn Atiyye der ki: Babam da bana doğudaki ilim adamlarından birisinden şöyle dediğini nakletmektedir: Mısır'da el-Akdam mescidinde geceyi geçiriyordum. Yatsı namazını kıldım, bir adamın sabah namazına kadar üzeri örtülü olduğu halde yattığım gördüm. Biz ise o gece namaz kıldık. Sabah namazı için kamet getirilince sözünü ettiğim o adam kalktı, kıbleye yönelip cemaatle birlikte namaz kıldı. Ben onun abdestsiz bir şekilde namaz kılma cüretini çok büyük bir iş olarak değerlendirdim. Namazı bitirdikten sonra çıkıp gitti. Ben de ona öğüt vermek kastıyla arkasından gittim. Fakat ona yaklaşcığım sırada şöyle bir şiir okumakta olduğunu gördüm: "Bedenim örtülü gaip ve hazırım Kalbi uyanık sessiz ve zâkirim Gayblarda gizlenmiş (kabzolmuş) ve bast olmuşum. işte hem arif hem aâkir olan böyle olur. Gecesini düşünce ile geçirir de Gece boyunca o hem uyuyandır, hem de uykusuz kalan." Anladım ki bu kişi düşünerek İbadet eden kimselerden birisidir, o bakımdan onunla konuşmaksızın bırakıp gittim. 9. Yüce Allah Boşuna Bir Şey Yaratmamıştır: "Rabbimiz! Sen bunları boşuna yaratmadın" yani onlar şöyle derler: Rabbimiz! Sen bunları eğlence olsun, abes yere yaratmadın, aksine Sen bunları kudret ve hikmetine delil olmak üzere yarattın. Bâtıl (mealde: Boş) zail olan ve giden demektir. Lebîd'in şu mısraı da bu manadadır: "Haberiniz olsun ki Allah'tan başka her şey batıldır." Yani zeval bulucudur yok olucudur. "Boşuna", bâtıl kelimesinin mansûb olması, hazf edilmiş bir mastarın sıfatı olduğundan dolayıdır. Yani sen bunu boş bir yaratma olsun diye yaratmadın, demektir. Cenine sebeb olan edatın kaldırılması dolayısıyla mansûb olduğu da söylenmiştir. Yani; Bâtıl olsun diye bunları yaratmadın, demektir. İkinci mefhum olarak nasb edildiği de söylenmiştir. O taktirde yarattı Gıalakab; kıldı, var etti, anlamında olur. " Münezzehsin” ifadesi ile ilgili olarak, en-Nahhas Mûsâ b. Talha'dan senedini kaydederek şöyle demiştir; Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)a "Subhanallah"ın ne demek olduğuna dair soru sorulmuş, o da şöyle buyurmuş: "Allah'ın kötü şeylerden uzak bilinmesi, tenzih edilmesi demektir." Bu hususa dair açıktamalar yeteri kadar Bakara Sûresi'nde (2/30. âyet 17- başlıkta) geçmiş bulunmaktadır. "Bizi o ateş azabından koru" yani bizi o ateş azabından himayene al. Buna dair açıklamalar da önceden (el Bakara, 2/201. âyet 2. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır. |
﴾ 191 ﴿