57Îman edip de salih amel işleyenleri İse, içinde ebediyyen kalıcılar olmak üzere altından ırmaklar akan cennetlere sokacağız. Orada onlara tertemiz zevceler vardır. Onları koyu bir gölgeliğe koyacağız. "Sokmanın (el-Islâ')" anlamına dair açıklamalar, sûrenin baş taraflarında (10. âyet 2. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır. Humeyd b. Kays, Onları sokacağız" kelimesini, "nün" harfini üstün olarak diye okumuştur. Bunun anlamı ise, ateşte pişireceğiz demektir. Ateşte kızartılmış koyuna daf o bakımdan denilir. Ateş" kelimesinin munsub olması, bu kıraate göre başındaki harf-i cer'in hazfedilmesi dolayısıyladır ki, bunun takdiri şeklindedir. Derileri piştikçe" âyetinin anlama ise şudur: Derileri piştiği her seferinde, derilerinin yerine başka deriler değişir durur. Kur'ân-ı Kerîme dil uzatan zındıklardan herhangi bir kimse kalkıp: Kendisine isyan etmemiş bir deriyi azaplandırmak nasıl uygun düşer? diye soracak olursa, ona şöyle denilir: Deri ne azap görür, ne de cezalandırılır. Bunun acı ve ıstırabını duyan nefislerdir. Çünkü, hisseden, duyan ve bilen nefislerdir. Dolayısıyla derilerin değiştirilmesi, nefislerin azabını daha bir artıncı özelliktedir. Buna da yüce Allah'ın: "Azâbı tatmaları için" âyeti İle: "Alevi yavaşladıkça Biz de onlara alevini artırırız" (el-İsrâ, 17/97) âyeti delildir. O halde maksat, bedenlerin azaplandınlması, ruhlara da acı çektirilmesidir Şayet derileri kastetmiş olsaydı, O deriler azâbı tatsınlar, demesi gerekirdi. Mukâtil der ki: Hergün aîeş o deriyi yedi defa yer bitirir. el-Hasen der ki: Yetmişbin defa yer bitirir. Onları yiyip bitirdikçe kendilerine: Haydi eski halinize dönünüz denilir, onlar da oldukları gibi eski hallerine dönerler. İbn Ömer de der ki: Yandıkları takdirde, kağıt gibi bembeyaz derilerle değiştirilirler. Burada derilerden kasıt, üzerlerindeki elbiseler olduğu da söylenmiştir. Nitekim, yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "O gün günahkarları bukağılara..." (14/49-50). Bu şekilde, bu elbiselere deri denilmesinin sebebi, elbiselerin çok yakınlığı dolayısıyla derilerinden ayrılmayışıdır. Nitekim insana has olan bir şey hakkında: O, iki gözü arasındaki deridir, denilir. İbn Ömer (radıyallahü anh) şu beyiti okumuştur: "Onlar Salim hakkında beni kınıyorlar, ben de onları kınıyorum. Çünkü Salim, gözüm ile burnum arasındaki deri parçasıdır." İste elbiseleri yakıldığı her seferinde tekrar eski hallerine iade olunur. Şair der ki: "Aşağılanmak, Teymoğullarının derilerini yeşil bir elbiseye büründürdü. O giydikleri yeşil elbiselerinden dolayı vay, Teymoğullarına." Şair burada, elbise ile, kinaye yoluyla derilerini (onların morardıklarını, yara bere aldıklarım") anlatmaktadır. Şöyle de denilmiştir: Bu âyetin anlamı, ilk derilerini tekrar yeniledik, yeni haline döndürdük, demektir. Nitekim, kuyumcuya: Sen bu yüzüğü al, bana ondan başka bir yüzük yap dediğinizde, kuyumcu o yüzüğü alır kırar ve size o madenden bir yüzük yapar. Yapılan yeni yüzük, Önceki yüzüktür. Şu kadar varki, yeniden onun işlenmesi sonucu değişmiş, halbuki gümüş eski gümüştür İşte bu da toprağa dönüşüp ve yok olduktan sonra Allah'ın canlandırdığı nefsin durumunu andırmaktadır. Yine sağlıklı olarak bildiğin bir kardeşini daha sonra hastalıklı ve takatsiz görünce, ona: Nasılsın diye sorduğunda, o da: Daha önce gördüğünden başka birisiyim, diye cevap verir. Halbuki o aynı kişidir. Ancak onun durumu değişmiştir. Buna göre kişinin: Daha önce gördüğün kişi değilim, demesi ile, yüce Allah'ın: "Başka deriler" demesi mecazi bir ifadedir. Yüce Allah'ın: "O gün yer, başka bir yere... değiştirilecektir" (İbrahim. 14/48) âyeti de buna benzemektedir. Halbuki arz, o arzın aynısıdır. Şu kadar varki, tepeleri, dağlan, nehirleri, ağaçları değişmiş olacak, daha çok genişletilecek ve bütün bunlar dümdüz edilecektir. Nitekim ileride İbrahim resi'nde (14/48. âyetin tefsirinde) açıklanacaktır. İşte şairin şu beyîti de bu kabilden bir mana taşımaktadır: "Ne insanlar daha önce tanıyageldiğim insanlardır. Ne de bu yurt önceden beri tanıdığım yurttur." en-Nehaî der ki: Bir adam İbn Abbâs'a. gelip şöyle dedi: Âişe'nin yaptığım görmüyor musun? Hazret-i Âişe, yaşadığı dön emin Ummadı ve Lebid'e ait olan şu iki beyiti okudu: "O himayelerinde yaşanılanlar geçip gittiler Ben ise, uyualu kimsenin derisi gibi değersiz kimseler arasında kaldım Bayağıca ve düşük şekilde konudur, zevk alırlar Doğruluktan sapmayacak olsa dahi, söz söyleyenleri ayıplanır." Daha sonra da: Allah Lebid'e rahmet eylesin. Peki ya şu bizim zamanımıza yetişseydi ne derdi dedi. Bunun üzerine İbn Abbâs şöyle dedi: Eğer Âişe, yaşadığı dönemini kınamış ise, şunu bil ki, Âd kavmi de yaşadığı çağını yermiş bulunmaktadır. Çünkü Âd kavminin depolarında helâk edilmelerinden uzun bir zaman sonra, o dönemin mızraklarının en uzun boyunda uzunca bir ok görüldü. Üzerinde şu beyit yazılı idi: "Bizler bu ülkede idik ve biz buranın ahalisindendik. İnsanlar aynı insanlar ve ülke aynı ülkedir" Yani; ülke eskiden olduğu gibi kalmış amma, gerek o ülkenin durumu, gerekse ahalisinin durumu tanınmaz bir hal almış ve değişmiş bulunuyor. "Şüphe yok ki Allah, mutlak galiptir." Hiçbir şey O'nu aciz bırakamaz." O'ndan kurtulmaz, O’nu geride bırakamaz. "Hakimdir". Kullarına vaadlerinde ve tehditlerinde hikmeti sonsuzdur. Cennet ehlinin nitelikleri hakkında: "Onları koyu bir gölgeliğe koyacağız" âyeti ise, güneşi bulunmayan, oldukça kesif, koyu bir gölgeliğe yerleştireceğiz demektir. el-Hasen der ki: Orası koyu bir gölge olmakla nitelendirildi. Çünkü, o gölgede dünya gölgelerinde görülen sıcaklık, sıcak yel ve benzeri kusurların dahli yoktur. ed-Dahhâk der ki: Bununla ağaçların ve cennet köşklerinin, gölgeleri kastedilmektedir, el-Kelbî der ki: "Koyu bir gölgelik" den kasıt, daimi gölgeliktir. |
﴾ 57 ﴿