84Sen artık Allah yolunda Savaş. Sen ancak kendinden sorumlusun. Mü’minleri de (cihâda) teşvik et. Umulur ki (şüphesiz) Allah, o kâfirlerin baskısını önler. Allah, kahrı da daha çetin olandır, ibret alınacak cezası da daha şiddetli olandır. Yüce Allah'ın; "Sen artık Allah yolunda Savaş" âyetindeki "fâ" daha önce geçen yüce Allah'ın: "... Kim Allah yolunda Savaşıp da öldürülür yahut zafer elde ederse, ona pek büyük bir mükâfat vereceğiz." Sen artık Allah yolunda Savaş" (en-Nisa, 4/74) âyeti ile alakalıdır Yani, bundan dolayı sen artık Savaşmaksın, demektir. Bunun yüce Allah'ın: "Size ne oluyor ki Allah yolunda... Savaşmıyorsunuz." (en-Nisa, 4/75.) "Sen artık Allah yolunda Savaş" âyeti ile alakalı olduğu da söylenmiştir Âyetin ifade ettiği anlam şöyle gibidir: Yalnız başına olsan, dahi, düşmanlarla cihadı ve düşmana karşı mü’min mustaz'afların yardımına koşmayı asla terk etme. Çünkü yüce Allah kendisine zafer vaadinde bulunmuştur. ez-Zeccâc der ki: Yüce Allah, Peygamberine tek başına çarpışacak olsa dahi cihad etmesini emretmiştir. Çünkü ona yardım taahhüdünde bulunmuştur İbn Atiyye der ki: Lâfzın zahirinden anlaşılan budur. Şu kadar varki, Savaşmanın ümmet dışarıda bırakılarak yalnız ona kısa bir süre dahi farz kılındığına dair herhangi bir haber gelmiş değildir. O halde âyetin anlamı -doğrusunu en iyi bilen Allah’tır- lâfız itibariyle ona hitap olması şeklindedir. Bu da herkese özel olarak kendisine yapılan hitaplara bir örnektir. Yani, ey Muhammed ve senin ümmetinden olan herkese şu söz söylenmiştir: "Sen artık Allah yolunda Savaş. Sen ancak kendinden sorumlusun." İşte bundan dolayı her mü’minin yalnız başına olacak olsa dahi cihad etmesi gerekin Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın: "Allah'a yemin ederim ki, boynum koparılıncaya kadar mutlaka onlarla Savaşacağım" Buhârî, Şurut 15; Müsned, IV, 323, 329. âyeti de bu kabildendir. Yine Arapların irtidat ettikleri sırada Hazret-i Ebû Bekir'in söylediği: "Eğer sağ elim bu hususta bana muhalefet edecek olursa, sol elimle ona karşı cihad ederim" şeklindeki sözü de bu kabildendir. Bu âyet-i kerimenin küçük Bedir sırasında nâzil olduğu söylenmiştir. Ebû Süfyan, Uhud'dan ayrıldığı sırada Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile küçük Bedir panayırında buluşmak üzere sözleşmişti. Sözleşilen vakit gelince Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) yetmiş süvari ile birlikte oraya çıkıp gittiği halde Ebû Süfyan oraya gelmediğinden herhangi bir Savaş olmamıştır. Bu ise, daha önce Âl-i İmrân Sûresinde geçtiği üzere Mücahid'in yaptığı açıklamaya uygun düşmektedir (Al-i İmrân, 3/172. ayetin tefsiri.) Buna göre ayetler arasındaki ilişki ve âyetin burada yer almasının izahı şöyle yapılır; Yüce Allah münafıkları daha önceden olayları karıştırmak ve asılsız sözleri yaygınlaştırmak ile nitelendirdi. Daha sonra da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a onlardan yüz çevirip, bu hususta hiçbir kimse ona yardım etmeyecek olsa dahi, Allah yolunda ciddi ve gayretli bir şekilde Savaşmasını emretti. Yüce Allah'ın: “Sen ancak kendinden sorumlusun" âyetindeki “.....” Mükellef tutulursun, âyeti geniş zaman fiili olduğundan dolayı merfu'dur. Cezm edilmeyiş sebebi ise, birinci emrin illeti (sebebi) olmadığından dolayıdır. el-Ahfeş ise bunun cezmînin mümkün olduğunu iddia etmiştir. "Ancak kendin" âyeti ise, faili zikredilmeyen (meçhul fiilin) haberidir. Yani: Sen başkasının da bunu yapması için mecbur edilmezsin ve bundan dolayı da sorumlu tutulmazsın. Yüce Allah'ın: "Mü’minleri de (cihada) teşvik et. Umulur ki (şüphesiz) Allah, o kâfirlerin baskısını önler" âyetine dair açıklamalarımızı da üç başlık halinde sunacağız: "Mü’minleri de teşvik et" onları cihada ve Savaşmaya teşvik et. Birisini bir işi yapmaya emredip teşvik ettiğini ifade etmek üzere; “.....” denilir. Arapçada; “.....” filleri de aynı anlamda olmak üzere teşvik ve ısrarla devam etti, anlamını vermektedir. 2. Allah'ın Kâfirlerin Baskısını Önleyeceğine Dair Vaadi: Yüce Allah'ın: "Umulur ki (şüphesiz) Allah, o kâfirlerin baskısını önler" âyeti bu konuda bir umut vermektedir. Yüce Allah'ın umutlandırması ise, vücub ifade eder. Bununla birlikte Arapçada da umutlandırmak vücup ifade etmek anlamında kullanılmıştır. Yüce Allah'ın: "Kıyâmet gününde günahını mağfiret etmesini umduğum da O'dur" (eş-Şuarâ, 26/82) âyeti de bu kabildendir. İbn Mukbil der ki: "Benim onlar hakkındaki kesin kanaatim ummak gibidir. Onlar kupkuru bir arazide bulunduklarında; Örnek, deyim ve atasözü mesabesindeki şiirleri karşılıklı söyleyip duruyorlar." Yüce Allah'ın: "Allah kahrı da daha çetin olandır" yani sallallahü aleyhi ve sellemleti daha çetin olandır, saltanat ve egemenliği daha büyük olandır. Dilediğini gerçekleştirme gücü daha çok ve daha muktedir olandır. "ibret alınacak cezası da daha şiddetli olandır." Cezalandırması da daha güçlü olandır. Bu açıklamalar el-Hasen ve başkalarından yapılmıştır. İbn Düreyd der ki: (..........): Allah onu ibretti bir ceza ile karşı karşıya bıraktı, demektir. Menkel ise insana ibretli ceza veren şey demektir Şair der ki: "Ve ben onların arkalarına menkel (ibretli ceza olacak şey) atıyorum." 3. Allah'ın Vaadinin Gerçekleşmesi: Birisi kalkıp: Biz kâfirleri güç ve kuvvete sahip olarak görmekteyiz. Sizler ise Allah'ın umutlandırmasının kesinlik ifade ettiğini söylemektesiniz. Peki bu vaad nerede? diye soracak olursa, ona şöyle cevap verilir: Allah tarafından verilen bu vaad gerçekleşmiştir. Onun, gerçekleşmiş olması, sürekli ve devamk olmasını gerektirmez. Meselâ bir an dahi bu vaad gerçekleşecek ve ortaya çıkacak olursa, verilen bu söz doğru olarak yerini bulmuş demektir. Yüce Allah, küçük Eedir'de müşriklerin satvetini alıkoymuş, önlemiştir. Böylelikle onlar daha önce söz verdikleri sallallahü aleyhi ve sellemsa gelip çarpışmak ahidlerini yerine getirmemiş oldular. "Allah Savaş hususunda mü’minlere el verdi (onlara yetti)." (el-Ahzab, 33/25) Yine Hudeybiye antlaşmasını bozmak ve fırsatı değerlendirmek isteklerini gerçekleştirmelerine de imkân tanımadı. Müslümanlar, onların ne yapmak istediklerinin farkına vardılar, çıkıp onları ashâb olarak yakaladılar. Bu durum ise, elçiler banş için arada gidip gelirken gerçekleşmişti. İşte ileride de geleceği üzere yüce Allah'ın: "O, onların ellerini sizden çekendi.” (el-Feth, 48/24) âyeti ile kastedilen de budur. Yüce Allah Ahzab gazvesinde gelen kâfir güruhlarının kalplerine korkuyu salmış, onlar da herhangi bir Savaş ve çarpışma olmaksızın geri dönmüşlerdi. Yüce Allah'ın: "Allah Savaş hususunda mü’minlere el verdi" (el-Ahzab, 33/25) âyetinde olduğu gibi. Yahudiler de mü’minler kendileriyle Savaşmadan yurtlarım ve mallarını bırakıp gitmişlerdi. İşte bütün bunlar yüce Allah'ın mü’minlerden uzaklaştırmış olduğu baskılar kabilindendir. Bununla beraber, yahudi ve hıristiyanlardan çok sayıda kimseler ve büyük kalabalıklar, küçülmüşler olarak cizye yükümlülüğünün altına girdiler, zelil ve hakir olarak Savaşmayı terk ettiler. Allah, böylelikle onların mü’minlere yapabilecekleri baskılarını önlemiş oldu. Âlemlerin Rabbi olan Allah'a hamdolsun. |
﴾ 84 ﴿