96

Kendi nezdinden (yüksek) derecelerle mağfiret ve rahmetle (üstün) kılmıştır. Allah Gafûrdur, Rahîmdir.

Bu âyete dair açıklamalarımızı beş başlık halinde sunacağız:

1. Âyetin Nüzul Sebebi ve Savaştan Muaf Olanlar:

Yüce Allah'ın: "Mü’minlerden... oturanlarla... bir olmaz" âyeti hakkında İbn Abbâs der ki: Bedir Savaşına çıkmayanlar ile, o Savaşa çıkanlar bir olmaz. Buhârî, Tefsir 4. sûre 18; Tirmizî, Tefsir 4. sûre 18. Daha sonra yüce Allah:

"Özür sahibi olanlar müstesna" diye buyurmaktadır ki, buradaki "özür" kötürümlük anlamındadır.

Lâfız Ebû Dâvûd'un olmak üzere hadis İmâmları Zeyd b. Sabit'ten şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın yanında bulunuyordum. Onu bir sükûn (sekîne) kapladı. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın baldırı, baldırımın üzerine geldi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın baldırından daha ağır bir şey olduğunu bilmiyorum. Sonra üzerinden vahyin etkisi çekilince: "Yaz" diye buyurdu. Ben de bir kürek kemiği üzerine: "Mü’minlerden oturanlarla Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler bir olmaz" âyetini sonuna kadar yazdım. Bu sefer, İbn Um Mektum -ki, gözleri görmeyen birisiydi- mücahidlerin faziletini işitince ayağa kalkıp şöyle dedi: Ey Allah'ın Rasulü, peki mü’minler arasından cihada gücü yetmeyenlerin durumu nedir?

İbn Um Mektum sözünü bitirince yine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı bir sükûnet kapladı. Yine baldırı baldırımın üstüne geldi. İlk defada onun ağırlığını gördüğüm gibi ikinci defada da gördüm. Sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın üzerinden vahyin etkisi çekilince yine: "Yazdığını, oku ey Zeyd" dedi. Ben de: "Mü’minlerden... oturanlarla... bir olmaz" âyetini okudum. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu sefer:

"Özür sahibi olanlar müstesna" bölümünü de ekleyerek âyetin tamamını okudu. Zeyd dedi ki: Yüce Allah bu bölümü ("özür sahibi olanlar müstesna" bölümünü) ayrıca ve müstakil olarak indirdi, ben de onu Resûlüllah'ın emri üzerine yerine koydum. Nefsim elinde olana yemin ederim ki, şu anda bile o bölümü kürek kemiğindeki çatlağa yakın bir yerde ilave ettiğim yeri görür gibiyim. Ebû Dâvûd, Cihâd 19; Buhârî, Cihâd 31, Tefsir 4. sûre 18, Fedailu'l-Kur'ân 4; Müslim. İmnre 141, 142; Tirmizî, Cihâd 1, Tefsir 4. sûre 19; Nesâî, Cihâd 4; Müsned, V, 184, 190-191; el-Bera b. Âzib'den benzeri bir rivâyet: Dârimî, Cihâd 28; Müsned, IV, 282, 284, 290, 299, 301.

Buhârî'de, Abdullah b. el-Haris'in azadlısı Miksem, İbn Abbâs'ın şöyle dediğini nakletmektedir: "Mü’minlerden... oturanlarla... cihad edenler bir olmaz" yani Bedir'e çıkmayıp oturanlarla Bedir'e çıkanlar bir olmaz. Az önce geçti.

İlim adamları der ki: Âyet-i Kerîmede sözü geçen özür sahibi olanlar, Savaşa çıkmasına engel olan mazereti bulunan kimseler demektir. Çünkü bu özürleri kendilerini cihada çıkmaktan alıkoymaktadır. Hazret-i Peygamberin de gazalardan birisinden döndüğü sırada şöyle buyurduğu sahih olarak sabit olmuştur: "Şüphesiz Medine'de bir takım kimseler vardır ki, bir vadiyi aşıp geçtiğiniz yahut bir mesafeyi katettiğinizde mutlaka onlar da sizinle birliktedirler. İşte bunlar mazeretlerinin kendilerini sizinle birlikte engellediği kimselerdir." Buhârî, Cihad, 35; Meğâzi 81; Müslim, İmâre 159; Ebû Dâvûd, Cihâd 19; İbn Mâce, Cihâd 6; Müsned, III, 103, 160, 182, 214, 300. Bu da özür sahibi olan kimsenin Savaşa çıkmış gazi gibi ecir almasını gerektirmektedir.

Şöyle de denilmiştir: Savaşa çıkamayan özür sahibinin Savaşa çıkmışın ecri ile eşit ecir alması ihtimal dahilindedir. Yüce Allah'ın lütfü geniştir. Ayrıca onun mükâfat vermesi ondan bir lütuftur. Fiilen hakedildiği için değildir.

O bakımdan yüce Allah, samimi niyyet dolayısıyla fiilen yapılana vermiyeceği kadar ecir verebilir. Şöyle de denilmiştir: Bu şekilde bir özür sahibine ecri katlanmaksızın verilir. Böylelikle gazi de fiilen Savaşa katıldığı için kat kat ecir almak suretiyle ondan daha üstün olur.

Derim ki: Bu husustaki: "Şüphesiz Medine’de öyle bir takım kimseler vardır ki" (mealindeki) sahih hadis dolayısıyla inşa'allah birinci görüş daha sahihtir. Ayrıca Ebû Kebşe el-Enmâri 'nin Hazret-i Peygamber'den rivâyet ettiği şu hadis de bunu gerektirmektedir: "Dünya ancak dört kişinindir..." bu Hadîs-i şerîf daha önce, Âl-i İmrân Sûresi'nde (3/135. ayet, 7. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır. Şu haberde varid olan da bu manayı ihtiva etmektedir: "Kul hastalandı mı, yüce Allah şöyle buyurur: Kuluma iyileşinceye veya onun ruhunu kabz edinceye kadar sağlıklı iken işlediği amelleri (şimdi de işlemiş gibi) yazınız." el-Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, II, 303.

2. Devamlı Cihad için Bekleyenlerin Fazileti:

Bazı ilim adamları bu âyet-i kerimeyi delil alarak divan ehlinin (yani asker olarak yazılan ve bunun için devlet hazinesinden maaş alanların) tatavvu olarak cihada katılanlardan daha büyük ecir sahibi olduklarını ileri sürmüşlerdir. Çünkü divanda yazılı bulunanlar maaşları karşılığında âdeta mülkiyet altında oldukları ve zorlu zamanlarda onlar öne sürülüp gönderildikleri, düşmana karşı asker olarak gönderilip onlara verilen emirler de sürekli olarak onların hayatında âdeta huzur bırakmadığı için, nafile olarak cihada katılanlardan daha büyük ecir sahibidirler. Çünkü nafile olarak cihada katılanların rahatı huzuru yerindedir. Yazın girişilen büyük gazvelerde ve benzerlerine katılmaktan yana kalpleri rahattır.

İbn Muhayrîz der ki: Bu şekilde maaş alarak cihad için bekleyenler, sürekli olarak huzur ve sükûn nedir bilmediklerinden dolayı tatavvu ve nafile olarak cihada katılanlardan daha faziletlidirler.

Mekhûl der ki: Düşmana karşı gönderilen askerî birliklerin duydukları dehşet, Kıyâmet gününün dehşetlerini giderir.

3. Zenginlik İle Fakirlik Arasında Fazilet Farkı:

Yine, "zenginlik, fakirlikten daha faziletlidir" diyenler de bu âyeti delil gösterirler. Çünkü yüce Allah, kendisi vasıtasıyla salih amellere ulaşılan malı sözkonusu etmektedir.

Kişiyi başkasına muhtaç düşürecek kadar fakirliğin hoşlanılmayan bir şey, azdıran zenginliğin de yerilen bir şey olduğunu, ilim adamları ittifakla kabul etmekle birlikte bu hususta farklı kanaatlere sahiptirler. Kimisi, zenginliğin faziletli olduğu kanaatini ileri sürmektedir. Çünkü zenginin hayır yapma gücü vardır. Fakirin ise acizliği sözkonusudur. Güç ve iktidar sahibi olmak ise acizlikten daha faziletlidir. el-Maverdi der ki: Şan ve şeref sevgisinin etkisi akında kalanların görüşü budur. Başkaları ise fakirliğin daha faziletli olduğu görüşündedir. Çünkü fakir, (lezzeti) terk edicidir. Zengin ise dünya ile içli dışlıdır. Dünyanın terki ise, onunla içli dışlı olmaktan daha faziletlidir.

Yine el-Maverdi der ki: Bu da esenliği daha çok sevenlerin görüşüdür. Başkaları ise, fakirlik sınırından yukarı çıkarak, zenginlik mertebesinin asgari seviyesine ulaşmak suretiyle iki işin arasında orta yerde olmanın daha faziletli olduğu görüşündedir. Böylelikle kişi, her iki durumun da faziletini elde edebilir, her iki durumun yerilen hallerinden kendisini kurtarabilir. el-Maverdi der ki: İşte bu mutedillik halinin daha üstün olduğu görüşünde olanların ve: "Bütün işlerin en hayırlısı orta yollu olanıdır" kanaatinde olanların görüşüdür. Gerçekten de hikmetli şair bunu şu beyiti ile çok güzel bir şekilde dile getirmiştir:

"Ey zengin olmamaktan ve bir gün gelip arzu edilmeyen bir şeye rağbet duymaktan Allah'a sığınan kişi..."

4. Özür Sahibi Olanların İstisnası ve İlgili Kıraat Farkı: Yüce Allah'ın:

"Özür sahibi olanlar müstesna" âyetindeki: "Müstesna" kelimesini Kûfelilerle Ebû Amr merfu' olarak okumuşlardır. el-Ahfeş der ki: Bu, bu şekliyle "oturanların sıfatıdır. Çünkü oturanlar ile muayyen bir topluluk kast edilmemektedir. Bundan dolayı da nekire (belirtisiz bir topluluk) olmaktadırlar. Bu nedenle de ile nitelendirilmesi mümkün olmuştur. Âyetin anlamı da o takdirde şöyle olur: Özür sahibi olmayıp oturanlarla... bir olmaz.

Yani, herhangi bir özrü bulunmaksızın oturanlar (cihada çıkanlarla) bir olmazlar. Yani, sağlıklı olduğu halde oturanlar (cihada çıkanlarla) bir olmaz anlamındadır. Bu açıklamayı ez-Zeccâc yapmıştır. Ebû Hayve ise bu kelimeyi şeklinde esreli olarak mü’minlere sıfat yaparak okumuştur. Yani sağlıklı olan mü’minler arasından özrü bulunmayan mü’minlerden oturanlar...

Haremeyn kurrâsı ise, kelimesini, oturanlardan veya mü’minlerden istisna olmak üzere mansub okumuşlardır. Yani özür sahibi olanlar müstesnadır. İşte bunlar mücahidlerle eşit olurlar.

Arzu edildiği takdirde, (bu okuyuşa göre bu kelime) oturanlardan hal de yapılabilir. Yani, sağlıklı olanlar arasından sağlıklı oldukları halde oturanlar... bir olmaz. Bu şekilde onlardan hal yapmanın câiz olması, oturanların lâfız olarak marife oluşu dolayısıyladır. Nitekim: "Zeyd bana hasta olmayarak geldi" demek de böyledir.

Naklettiğimiz nüzul sebebi de bu kelimenin nasb anlamına delâlet etmektedir. Doğrusunu en iyi bilen Allahtır.

5- Can ve Mallarıyla Cihad Edenlerin Fazileti:

"Allah, mallarıyla ve canlarıyla cihad edenleri, oturanlardan derece itibariyle üstün kılmıştır." Bundan sonra ise yüce Allah:

"Kendi nezdinden (yüksek) derecelerle mağfiret ve rahmetle (üstün kılmıştır)" diye buyurmaktadır. Bazıları derler ki: Önce bir dereceyle üstün kılmaktan sözedilip, daha sonra da derecelerden söz edilmesi (faziletin üstünlüğünü) mübalağa yoluyla beyan ve te'kid içindir.

Şöyle de denilmiştir: Allah, mücahidleri özrü olduğu halde Savaşa çıkmayıp oturanlara bir tek derece ile üstün kılmış, ancak mazereti olmaksızın cihada çıkmayıp oturanlara bir çok derecelerle üstün kılmıştır. Bu açıklamayı, İbn Cüreyc, es-Süddî ve başkaları yapmıştır.

Şöyle de denilmiştir: Derece, yükseklik demektir. Yani yüce Allah, onların şanını yükseltmiş, sena, övgü ve onlara iltifatta bulunmak suretiyle yüceltmiştir. İşte derecenin anlamı budur. Derecelerle ise, cennetteki makamlar kastedilmektedir.

İbn Muhayriz der ki: Allah, mücahidleri yetmiş derece ile yükseltmiştir. Her iki derece arasında iyi bir cins atın yetmiş yıllık bir zaman içerisinde alabileceği kadar bir mesafe vardır.

"Dereceler" âyeti, "ecir: mükâfat" kelimesinden bedel ve onun için bir atfı tefsirdir. Bunun bir zarf takdiri ile mansub olması da mümkündür. Yani, Allah onları bir takım derecelerle üstün kılmıştır demektir. Ayrıca bunun yüce Allah'ın:

"Buyû'k bir mükâfat" âyetini te'kid olması da mümkündür. Çünkü büyük mükâfat, dereceler, mağfiret ve rahmettir. Merfu' okunması da mümkündür.

Yani; İşte bunlar öyle birtakım derecelerdir ki... şeklinde olur. Mükâfat kelimesi,

"Üstün kılmıştır" kelimesi ile nasb edilmiştir. Bu kelimeyi mastar olarak da kabul edebiliriz, hatta bu daha uygundur. O takdirde bu kelime;

"Üstün kılmıştır" kelimesi dolayısıyla mansub olmaz. Çünkü bu kelime, iki tane mef ûlünü almış olur ki, bu iki mef'ûl da: "Cihad edenleri" kelimesi ile

"Oturanlardan" kelimeleridir.

"Derece itibarıyla" kelimesi de böyle olur.

Buna göre dereceler, biri diğerinden daha üstün mevkiler demektir. Sahih hadiste Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir: "Şüphe yokki cennette yüz derece vardır. Allah bunları yolunda cihad edenlere hazırlamıştır. Her iki derece arasındaki mesafe, yer ile gök arası kadardır." Buhârî, Cihâd 4, Tevhid 22; Müslim, İmare 116; Nesâî, Cihad 18; Müsned, III, 335.

"Bununla beraber, Allah hepsine de el-Hüsna'yı vaad etmiştir." el-Hüsnâ'dan kasıt, cennettir. Yani, Allah onların hepsine de cenneti vadetmiştir. Diğer taraftan

"hepsine" ile, özel olarak mücahidlerin kastedildiği söylendiği gibi, mücahidler ile özür sahibi olanlar kastedilmiştir de denilmiştir.

Doğrusunu en iyi bilen Allah’tır.

96 ﴿