97Nefislerine zulmedenler olarak canlarını alacağı kimselere melekler: "Ne işte idiniz?" derler. Onlar: "Biz yer yüzünde mustaz'af kimselerdik" derler. "Allah'ın arzı geniş değil miydi, siz de orada hicret edeydiniz" derler. İşte onların durakları cehennemdir. O, ne kötü bir dönüş yeridir! Bununla kastedilenler, İslâm'a girmiş, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a îman ettiklerini izhar etmiş Mekkeli bir topluluktur. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) hicret edince, kavimleriyle birlikte kalmaya devam ettiler. Onlardan bir kısmı ise dinleri dolayısıyla fitneye (azap ve işkenceye) maruz bırakıldılar ve onlar da bu hususta istenilenlere cevap verdiler. Bedir Savaşı sırasında onlardan bir topluluk kâfirlerle birlikte Savaşa katıldılar. Bunun üzerine bu âyet-i kerîme nâzil oldu. Şöyle de denilmiştir. Bu kimseler, müslümanların sayılarını az görünce dinleri hususunda şüpheye düştüler ve irtidat ettiler. İrtidat ettikleri için de öldürüldüler. Müslümanlar ise: Bizim şu arkadaşlarımız müslümandılar. Müşriklerle birlikte çıkmak için zorlandılar. O bakımdan onlara mağfiret dileyin dediler. Bunun üzerine bu âyet-i kerîme nâzil oldu. Ancak birincisi daha sahihtir. Buhârî de Muhammed b. Abdurrahman'dan şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Medinelilerden Savaşa katılmak üzere belli miktarda asker göndermeleri istendi. Ben de gönderilecek bu askerler arasına yazıldım. İbn Abbâs'ın azadlısı İkrime ile karşılaştım. Ona durumu bildirince, bu işten elinden geldiğince beni de alıkoymaya çalıştı, sonra şöyle dedi: İbn Abbâs bana şunu haber verdi: Müslümanlardan bazı kimseler, müşriklerle birlikte olup Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) döneminde müşriklerin kalabalığını artırıyorlardı. Atılan bir ok gelir onlardan birisine isabet eder, onu öldürürdü. Yahut da ona bir darbe indirilerek o kimselerden birisi öldürülebiliyordu. İşte bunun üzerine yüce Allah: "Nefislerine zulmedenler olarak canlarını alacağı kimselere melekler... " âyetini indirdi. Buhârî, Tefsir 4. sûre 19. Yüce Allah'ın: "Canlarını alacağı kimselere melekler" âyetindeki: "Canlarını alacağı" fiili, te'nis alameti almamış mazi bir fiil olması muhtemeldir. Çünkü "melekler" lâfzının müennesliği hakiki değildir. Bunun alacağı anlamın da müstakbel (muzari) bir fiil olması ve iki "te"den birisinin hazfedilmiş olması da muhtemeldir. İbn Fûrek, el-Hasen'den anlamının: Cehenneme götürmek üzere toplayacakları... şeklinde olduğunu nakletmektedir. Anlamının: Ruhlarını alacağı... şeklinde olduğu da söylenmiştir, daha zahir olan budur. Meleklerden kastın ölüm meleği olduğu söylenmiştir. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "De ki size vekil kılınan ölüm meleği ruhunuzu alacaktır." (es-Secde, 32/11) Nefislerine zulmedenler olarak" âyeti hal olarak nasb mahallindedir. Yani, kendilerine zulmetmiş oldukları halde... Burada "nün" harfi, ibarenin hafif olması için hazfedilmiş ve sonra da izafe yapılmıştır. Nitekim yüce Allah'ın: "Kabe'ye götürülecek bir kurbanlık" (el-Mâide, 5/95) âyeti de böyledir. Meleklerin: "Ne işte idiniz" şeklindeki soruları ise bir azar ve sitem yoluyla sorulacak bir sorudur. Yani sizler, Peygamberin ashâbı arasında mıydınız, yoksa müşrik mi idiniz? Onların: "Biz yeryüzünde mustaz'af kimselerdik" şeklindeki sözleri ise, biz Mekke'de idik, anlamındadır. Fakat bu, doğru olmayan bir özürdür. Zira bunlar, hicret etmeye bir çare bulabiliyor, yol bulabiliyorlardı. Daha sonra melekler: "Allah'ın arzı geniş değil miydi..." sözleriyle dinlerinin gereği olarak yapmaları gereken işi onlara bildirmektedir. Böyle bir soru ve cevap onların hicreti terk etmek suretiyle nefislerine zulmeden müslümanlar olarak öldüklerini ifade etmektedir. Aksi takdirde kâfir olarak ölmüş olsalardı, bu kabilden onlara bir söz söylenmezdi. Böylelerinin ashâb-ı kiram arasında anılmayışlarının sebebi ise, karşı karşıya kaldıkları işin ağırlığı ve muayyen olarak onlardan herhangi bir kimsenin îman ettiğinin ortada olmaması ve irtidat etmiş olma ihtimalinin bulunması dolayısıyladır. Doğrusunu en iyi bilen Allahtır. Daha sonra yüce Allah: "Onların durakları" âyetinde "he" ve "mim" harfleri olan ("onlar" anlamındaki) zamirden gerçek anlamda mustaz'af olan kötürüm erkekler ile, zayıf kadın ve çocukları istisna etmektedir. Ayyaş b. Ebi Rebia, Seleme b. Hişam ve bunların dışında kalan, Allah Rasulünün kendilerine dua ettiği kimseler gibi. Buhârî, Tefsir 4. sûre 21; Müslim, Mesâcid, 295; Ebû Dâvûd, Vitr 10. İbn Abbâs der ki: Ben ve annem, yüce Allah'ın bu âyet-i kerimede kastettiği kimselerdendik. Buhârî, Tefsir 4. sûre 14, 20. Çünkü İbn Abbâs o dönemlerde zayıf çocuklar arasındaydı. Annesi el-Haris kızı Um el-Fadl'dı. Asıl ismi Lubabe'dir. Meymune'nin kızkardeşidir. Diğer kızkardeşi de küçük Lubabe diye bilinir. Bunlar dokuz kızkardeş olup, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) haklarında şöyle demiştir: "Kızkardeşler, mü’min kadınlardır." el-Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, IX, 249. Selma, el-Asma ve Hafide de bunlardandır. Hafide'nin künyesinin Um Hafid, adının da Hezile olduğu da söylenmektedir. Bunlar altısı anne-baba bir, üçü de anne bir (toplam dokuz) kızkardeş idiler. Anne bir kızkardeşlerin ismi, Selma, Selâme ve Umeys kızı Has'am'lı Esma'dır. Esma ise, önce Cafer b. Ebi Talib'in hanımı idi. Daha sonra Ebû Bekr es-Sıddik ile evlendi, sonra da Ali (radıyallahü anh)'ın hanımı oldu. Allah hepsinden razı olsun. Yüce Allah'ın: "Ne işte idiniz?" diye soracakları belirtilen soru, bir azar sorusudur. Az önce de geçmişti, "Ne işte"nin aslı: “.....” şeklindedir. İstifham ile haberi birbirinden ayırt etmek için elif hazfedilmiştir. Vakıf yapılmak istendiğinde aynı zamanda hem elifin hem de harekenin hazfedilmemesi için şeklinde vakıf yapılır. "Allah'ın arzı geniş değil miydi" âyeti ile kastedilen arz ise Medine'dir. Yani sizler, sizi mustaz'af kılan kimseler arasından hicret edip uzaklaşma güç ve imkânına sahip değil miydiniz? Bu âyet-i kerimede masiyetlerin işlenip durduğu yerden hicret edip uzaklaşmaya delil vardır. Saîd b. Cübeyr der ki: Bir yerde masiyetler işlenecek olursa, sen de oradan çık git. Böyle dedikten sonra da: "Allah'ın arzı geniş değil miydi. Siz de orada hicret edeydiniz" âyetini okudu. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in da şöyle buyurduğu rivâyet edilmektedir: "Her kim, dini (ni kurtarmak arzusu) ile bir yerden bir yere kaçacak olursa -bu (kaçacağı mesafe) bir karış olsa dahi- artık onun için cennet vacib olur ve İbrahim ile Muhammed'in -ikisine de selâm olsun- arkadaşı olur." "İşte onların durakları cehennemdir." Yani, varacakları yer ateştir. O dönemde hicret, İslama girmiş olan her kişiye vacip idi. "O ne kötü bir dönüş yeridir!" âyetinde: "Dönüş yeri" kelimesi temyiz olarak nasb edilmiştir. |
﴾ 97 ﴿