2

Ey îman edenler! Allah'ın şeâirine, haram olan aya (Beytullah'a) hediye edilen kurbanlıklara, (boyunları) gerdanlıklılara ve Rablerinden hem bir lütuf, hem de bir rıza arayarak Beyti haramı kastedip gelenlere saygısızlık etmeyin. İhramdan çıktığınızda (isterseniz) avlanın. Sizi Mescid-i haramdan alıkoydular diye bir kavme karşı beslediğiniz kin, sakın sizi haddi aşmaya sürüklemesin. İyilik ve takva üzere birbirinizin yardımlaşın. Günah işlemek ve haddi aşmak üzerinde ise yardımlaşmayın. Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah, cezası pek şiddetli olandır.

Bu âyete dair açıklamalarımızı onüç başlık halinde sunacağız:

1- Mü’minlerin Allah'ın Yasaklarını Çiğneyçmeyecekleri:

Yüce Allah'ın:

"Allah'ın şeâirine... saygısızlık etmeyin" âyeti, gerçek mü’minlere bir hitaptır. Yani, herhangi bir hususta Allah'ın sınırlarını aşmayınız.

Şeâir kelimesi, "faile" vezninde "şaîre"nîn çoğuludur. İbn Fâris der ki: Tekil olarak "şiâre" de denilir ve bu daha güzeldir.

Şaire ise, hediye olarak gönderilen büyük baş (özellikle deve) demektir, iş'ârı ise, onun hediyelik kurban olduğu bilinmesi için kan akıncaya kadar hörgücünün yaralanmasıdır. İş'âr ise hissettirmek yoluyla bildirmek demektir. tabiri, hediyelik kurban olduğunun bilinmesi için kurbanlığa alâmet koyması demektir. Alâmetler anlamına gelen "meşâir" de buradan gelmektedir. Tekili de meş'ar'dır. Meşâir, alâmetlerle şiârlandırılmış yerler demektir. (Saçın) "Şa'r" diye adlandırılması da buradan gelmektedir. Çünkü şuurun gerçekleştiği yerde olur. Şair de buradan gelmektedir. Çünkü o, ince zekâsı sayesinde başkasının farketmediği şeyleri farkeder. Başındaki incecik kılı dolayısıyla (arkaya) şaîr denilmesi de buradan gelmektedir,

Şeâir, bir görüşe göre, Beytullaha hediye olarak gönderilmek üzere nişanlanan, alâmet konulan hayvanlardır. Bir diğer görüşe göre ise, bütün hac menâsikidir. Bu açıklamayı İbn Abbâs yapmıştır. Mücahid der ki: Safa, Merve, hediyelik kurbanlıklar, develer bunların hepsi şeâir'dendir. Şair der ki:

"Öldürüyorum onları nesil be nesil; görürsün ki onlar

Kendileri ile yaklaşılan kurbanlık şeâirdir."

Müşrikler de hacceder, umre yapar ve hediye kurbanlık gönderirlerdi. Müslümanlar onlara baskın yapmak istediler. Bunun üzerine yüce Allah:

"Allah'ın şeairine... saygısızlık etmeyin" âyetini indirdi. Atâ b. Ebi Rebah dedi ki: Allah'ın şeâiri, Allah'ın bütün emirleri ve yasaklarıdır.

el-Hasen der ki: Allah'ın dininin tümü Allah'ın şeâiridir Yüce Allah'ın şu âyetinde olduğu gibi:

"İşte bu (böyledir). Kim Allah'ın şeâirini ta'zim ederse o, kalplerin takvâsındandır," (el-Hac, 22/32).

Derim ki: Genelliği dolayısıyla başkasına göre kendisine öncelik tanınması gereken tercihe değer görüş budur. Hediyelik kurbanların iş'arı (alâmetlendirilmesi, nişanlanması) hususunda ise ilim adamlarının farklı görüşü bulunmaktadır ki, bu da bir sonraki başlığın konusudur.

2- Hediyelik Kurbanların Nişanlanması, Alâmetlendirilmesi:

Cumhûr, bunu câiz görmekle beraber, bu alâmetin hangi tarafta yapılacağı hususunda farklı kanaatlere sahiptirler. Şâfiî, Ahmed ve Ebû Sevr der ki: Bu işaretleme sağ tarafında yapılır. Bu görüş İbn Ömer'den de rivâyet edilmiştir. İbn Abbâs'tan sabit olan rivâyete göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) devesinin hörgücünün sağ tarafım işaretlemiştir. Bunu Müslim ve başkaları da rivâyet etmiştir. Müslim, Hacc 205; Ebû Dâvûd, Menasik 14; Nesâî, Menâsik 64; Dârimî, Menasik 68; Müsned, 1, 216, 254, 280, 339, 344, 347, 372. Sahih olan da budur.

Hazret-i Peygamber'in hediyelik kurbanlıklarının sol taraflarını işaretlediği de rivâyet edilmiştir. Ebû Ömer b. Abdi’l-Berr der ki: Bu, kanaatimce İbn Abbâs yolu ile münker bir hadistir. Sahih olan ise, Müslim'in İbn Abbâs'tan yaptığı rivâyettir. İbn Abbâs'tan bundan başka sahih bir rivâyet yoktur.

Bir başka kesim şöyle demektedir: İşaretleme sol yanında olur. Bu Mâlik'in görüşüdür. Ayrıca der ki: Sağ yanda yapılmasında da bir sakınca yoktur. Mücahid ise, İki yandan hangisinde isterse işaretleyebilir. Ahmed'in iki görüşünden birisi de budur. Ancak, Ebû Hanîfe bütün bunları uygun görmeyerek şöyle der: İşaretleme hayvana bir azaptır. Ancak, hadis Ebû Hanîfe'nin bu kanaatini reddetmektedir. Aynı şekilde bu, -önceden de geçtiği gibi- kendisi vasıtasıyla kimin mülkiyetinde olduğu bilinmesi için yapılan işaretleme hükmündedir. Şu kadar var ki İbnül-Arabî, Ebû Hanîfe'nin bu şekilde alâmetlendirmeyi uygun görmediğinden dolayı, bu kanaatini reddetmekte ve tepki göstermekte aşırıya giderek şöyle der: Sanki o, şeriatteki bu şaîrayı hiç işitmemiş gibidir. Halbuki bu, onun ilim adamları arasındaki şöhretinden daha yaygın bir husustur.

Derim ki: Benim, Hanefî âlimlerinin kitaplarında açıkça ifade edildiğini gördüğüm Ebû Hanüe'nin görüşüne göre alâmetlendirmenin mekruh olduğu, Ebû Yûsuf ve Muhammed'in görüşüne göre ise, mekruh da olmayıp, sünnet de olmadığı, sadece mubah olduğu şeklindedir. Çünkü, bu şekilde bir işaretleme bir bildirme olduğundan dolayı gelenek seviyesinde bir sünnet demektir. Bir yara açmak ve bir müsle olması bakımından ise haram olması gerekir. O halde böyle bir iş, bir taraftan sünneti, diğer taraftan da bid'ati kapsadığından dolayı mubah kabul edilmiştir. Ebû Hanîfe'nin görüşüne göre ise, böyle bir alâmetlendirme bir müsledir ve hayvana azap verici olması bakımından da haramdır, o bakımdan mekruhtur. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın bu işi yaptığına dair gelen rivâyetler ise, Arapların hediye kurbanlık olduğu tayin edilen dışında, hertürlü malı gasb ve talan ettikleri başlangıç dönemlerinde idi. Ve o sırada hediye kurbanlıkları ancak böyle bir alâmetle ayırd edebiliyorlardı. Daha sonra böyle bir gerekçenin ortadan kalkması dolayısıyla, bu şekilde alâmetlendirme de ortadan kalkmıştır. İbn Abbâs'tan da böylece rivâyet edilmiştir.

Şeyh İmâm Ebû Mahsur el-Mâturidî (yüce Allah'ın rahmeti üzerine olsun) nin de şöyle dediği nakledilmektedir: Ebû Hanîfe'nin kendi çağında yaşayan insanların alâmetlendirmelerini mekruh görmüş olması da muhtemeldir. Çünkü, yaranın kangrenleşmesinden korkulacak şekilde yara açmakta mübalağa gösteriliyordu. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın döneminde yapıldığı şekilde haddi aşmaksızın yapılan alametlendirmeye gelince, bu güzel bir şeydir. Ebû Cafer et-Tahavî bunu böylece zikretmektedir. İşte Hanefî ilim adamlarının alâmetlendirmeye dair varid olmuş hadis ile ilgili olarak Ebû Hanîfe'nin lehine gösterdikleri mazeret budur. Onlar, bu hadisi İşitmişler, bu hadis onlara ulaşmış ve onlar bu hadisin ne olduğunu bilmişler ve şöyle demişlerdir; Alâmettendirmenin mekruh oluşu görüşüne göre ise kişi, hediyelik kurbanlıkları aiâmedendîrmekle ihrama girmiş olmaz. Çünkü mekruh bir işi yapmak haccın menasikinden sayılmaz.

3- Haram Aylara Saygısızlık:

Yüce Allah'ın:

"Haram olan aya... saygısızlık etmeyin" âyetinde geçen

"haram ay", bütün haram aylar hakkında cins. ismi ifade eden tekil bir isimdir. Bu haram aylar, birisi tek, üçü de ardarda gelmek üzere dört aydır. Bunlara dair açıklamalar Berae sûresinde (et-Tevbe, 9/5- âyet, 1. başlıkta) gelecektir.

Âyetin anlamı şudur: Bu haram aylarda Savaşmayı, baskın düzenlemeyi helâl kılmayın ve bu ayları başka aylarla da değiştirmeyin. Çünkü, bu ayları değiştirmek de onları helâl kılmak demektir. Bu ise onların yaptıkları Nesi' uygulaması idi. Yüce Allah'ın:

"Hediye edilen kurbanlıklara, (boyunları) gerdanlıklılara da... saygısızlık etmeyin" âyeti de böyledir. Yani, bunlara da saldırıyı helâl görmeyin. Âyet-i kerimenin bu bölümünde bir muzafin hazfı sözkonusudur ki, ibaresi, takdirindedir, (Mealde: "Gerdanlıklilar" ibaresinde bu izafe de belirtilmiştir.)

Şanı yüce Allah, genel olarak hediye kurbanlıkları helâl görmeyi yasakladıktan sonra, gerdanlık takılmış olanların hurmiyetlerine dikkat çekmeyi te'kid etmek ve bunun oldukça ileri bir tecavüz olduğunu belirtmek üzere, özellikle gerdanlıklı olan hediye kurbanlıkları zikretmiş bulunmaktadır.

4- Hediyelik Kurbanlıklar İle Gerdanlıktılar:

Yüce Allah'ın:

"Hediye edilen kurbanlıklara ve (boyunları) gerdanlıklılara..." âyetinde geçen "hediy": Beytullah'a hediye edilen deve, inek veya koyun demektir. Bunun tekili; şeklinde gelir.

"Şeâir" ile kastedilen haccın menaslkidir diyenler şunu söyler: Yüce Allah burada, hediyelik kurbanlıkları, bunların özekliklerine dikkat çekmek üzere zikretmiştir.

"Şeâir"den kasıt hediye kurbanlıklardır, diyenler ise şöyle demektedir: Şeâir, hörgücünden kan akıtmak suretiyle alâmetlendirilmiş olandır. Hediye kurbanlık ise, bu şekilde ona alâmet yapılmayan ve yalnızca gerdanlık takılmakla yetinilendir.

Şöyle de denilmiştir: Aradaki fark şudur: Şeâir, davarlar arasından gönderilen develerdir. Hediye kurbanlık ise inek, koyun ve örtü ile hediye olarak gönderilen her şeydir.

Cumhûr ise şöyle demektedir: Hediye tabiri kendisiyle Allah'a yaklaşılmak istenen bütün kurbanlık ve sadakalar hakkında umumi bir tabirdir. Hazret-i Peygamber'in şu âyeti de bu kabildendir:

Cuma günü erken vakitte namaza gelen, bir deve hediye (kurban) etmiş gibidir... Bir yumurta hediye (kurban.) etmiş gibidir." Yakın manada: Buhârî, Cumua 4; Müslim, Cumua 10; Ebû Dâvûd, Tahâre 127ı Tirmizî, Cumua 6; Nesâî, Cumua 14; Muvatta’', Cumua 1; Müsned, 11, 460. böylelikle o, bunlara "hedy" ismini vermiş bulunmaktadır. Yumurtaya da bu adın verilmesinin, bununla sadakayı kastetmiş olması hali dışında açıklanacak bir tarafı yoktur. İşte ilim adamları da böyle demiştir: Bir kişi, ben şu elbisemi hediy kıldım diyecek olursa, o elbisesini tasadduk etmesi gerekir. Şu kadar varki, bu kelime mutlak olarak kullanıldığı takdirde deve, inek ve koyun türünden biri hakkında ve bu birinin Hareme götürülerek orada kesilmesi anlamında kabul edilir. Bu ise yüce Allah'ın şu âyetinde yer alan serî Örften alınmadır:

"Eğer alıkonulursanız, o halde kolayınıza giden kurbandan gönderin." (el-Bakara, 2/196) Bununla da koyunu kast etmektedir. Bir başka yerde ise:

"İçinizden adaletli iki kimsenin hükmü ile öldürdüğü hayvanın benzeri Kâ'beye ulaştırılacak bir hediye kurbanı göndermektir." (el-Mâide, 5/95) Yine yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Kim, hac zamanına kadar umreden faydalanmak isterse, kolayına gelen bir kurban (kesmelidir). "(el-Bakara, 2/196) Bunun asgarisi ise, fukahâya göre bir koyundur.

Mâlik der ki: Benim bu elbisem hediye olsun diyecek olursa, onun kıymetinde hediyelik bir kurban alır,

"el-Kalâid"e gelince bu, insanların kendilerine bir güvenlik sağlamak üzere takındıkları şeylerdir. O bakımdan bu âyette da bir muzafın hazfı sözkonusudur. "Gerdanlıklı olanlara da. " anlamında olup daha sonra bu nesh olmuştur.

İbn Abbâs der ki: el-Mâide sûresinden nesh edilmiş iki âyet vardır. Bunlardan birisi gerdanlıklılara dair ayet-i kerimedir, diğeri ise -ileride geleceği üzere- yüce Allah'ın:

"Aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet." (el-Mâide, 5/49) âyet-i kerimesidir.

Şöyle de denilmiştir: Yüce Allah, gerdanlıklılar ile bizzat gerdanlıkların kendisini kast etmiştir. Bu âyeti ile O, güvenlik altında olmak amacı ile gerdanlık olarak kullanılması için Haremdeki ağaçların kabuklarım almayı yasaklamaktadır Bu açıklamayı, Mücahid, Atâ ve Mutarrif b. es-Şıhhîr yapmıştır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

Hediyenin gerçek mahiyeti, karşılığında herhangi bir bedel sözkonusu edilmeksizin verilen her şeydir. Fukahâ ittifakla şunu kabul etmişlerdir: Birisi, Allah için bir hediye kurbanı göndereceğim diyecek olursa, o kurban bedelini Mekke'ye göndermelidir.

Gerdanlıktılara gelince; gerdanlık, hediyelik kurbanlıkların hörgüçleri ve boyunlarına, bunların Allah için olduklarına dair alâmet olmak üzere asılan ayakkabı veya başka herhangi bir şeydir. Bu, Hazret-i İbrahim'in bir sünnetidir. Cahiliye döneminde olduğu gibi kalmış, İslâm, da bunu kabul edîp benimsemiştir. İnek ve koyunlardaki sünnet budur. Âişe (radıyallahü anha) der ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir seferinde Beytullah'a bir takım koyunları hediye olarak gönderdi ve onlara gerdanlık koydu. Bunu Buhârî ve Müslim rivâyet etmiştir. Buhârî, Hacc 110; Müslim, Hacc 367, İbn Mâce, Menâsik 95; Müsned, VI, 42.

İlim adamlarından Şâfiî, Ahmed, İshak, Ebû Sevr ve İbn Habib gibi bir topluluk bu görüşü kabul etmekle birlikte Mâlik ve rey ashâbı bunu kabul etmemişlerdir. Koyunlara gerdanlık takmak hususuna dair bu hadis onlara ulaşmamış veya ulaşmakla birlikte bu hadisi Hazret-i Âişe'den yalnızca Esved (münferiden) rivâyet ettiğinden dolayı onu red etmiş de olabilirler. Ancak bu hadise uygun görüş belirtmek daha uygundur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

İneklere gelince, şayet bunların sırtlarında hörgücü andıran yükseklikleri bulunuyorsa, tıpkı develer gibi bunlara da alâmet yapılır. Bunu İbn Ömer söylemiştir. Mâlik de bu görüştedir. Şâfiî ise; bunlara -mutlak olarak- gerdanlık takılır ve alâmet yapılır, der. Bu konuda bir fark gözetmemişlerdir.

Said b. Gübeyr der ki: (İneklere) gerdanlık takılır fakat alâmet yapılmaz. Bu görüş daha sahihtir. Çünkü, ineklerin hörgücü olmaz ve bunlar develerden daha çok koyunlara benzerler. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

5- İhrama Girmek Niyetiyle Kurbanlıklara Gerdanlık Takmak:

İhram niyetiyle bir davara gerdanlık takıp bunu Harem-i Şerife gönderenin bu suretle ihrama girmiş olacağını ilim adamları ittifakla kabul etmişlerdir. Çünkü yüce Allah :

"Allah'ın şeâirine saygısızlık etmeyin. İhramdan çıktığınızda (isterseniz) avlanın" diye buyurmuş ve ihramdan söz etmemiştir. Ancak, gerdanlık takmaktan söz etmesi dolayısıyla bunun ihrama girmek gibi olduğu anlaşılmaktadır.

6- Hangi Şartlarda Hediyelik Kurban Gönderilirse Gönderen Ikram Sayılır:

Hediyelik kurban göndermekle birlikte, bunları bizzat kendisi gütmeyecek olur ise, ihıamlı olmaz. Çünkü, Hazret-i Âişe yoluyla gelen hadiste şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın gönderdiği hediye kurbanlıkların gerdanlıklarını ellerimle ben büktüm. Daha sonra Peygamber, bu gerdanlıkları kendi elleriyle taktı. Sonra da bunları babamla birlikte gönderdi- Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a hediyelik kurbanlıklar kesilinceye kadar Allah'ın kendisi için helâl kılmış olduğu herhangi bir şey haram olmadı. Bunu Buhârî rivâyet etmiştir. Buhârî, Hacc 109; Müslim, Hacc 9, -yakın lâfızlarla- Müslim, Hacc 362, 364, 366; Ebû Dâvûd, Menâsik 16; Nesâî, Menâsik 66, 68; Müsned, VI, 78.

Mâlik, Şâfiî, Ahmed, İshak ve ilim adamlarının çoğunluğunun görüşü budur. İbn Abbâs'tan ise, bununla ihrama girmiş olur, dediği rivâyet edilmiştir. İbn Abbâs dedi ki: Bir kimse bir hediye kurbanlık gönderecek olur ise, bu hediye kurbanlık kesilinceye kadar hacceden kimseye (ihram dolayısıyla) neler haram oluyorsa ona da haram olur. Bunu Buhârî rivâyet etmiştir. Buhârî, Hîicc 109.

İbn Ömer, Atâ, Mücahid ve Saîd b. Cübeyr'in görüşü budur, el-Hattabi bunu rey ashâbından da nakletmiştir. Bunlar, Cabir b. Abdullah yoluyla rivâyet edilen şu hadisi delil göstermişlerdir. Cabir dedi ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın yanında oturuyordum. Üzerindeki gömleğini yakası tarafından yırttıktan sonra ayaklarından çıkardı. Hazır bulunanlar Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a bakınca, Hazret-i Peygamber şöyle buyurdu: "Ben, göndermiş olduğum develerime şu şu yerde gerdanlık takılıp onlara alâmet yapılmasını emrettim. Ve unutarak gömleğimi giydim. Bu gömleğimi başımdan çıkarmamalıydım (onun için böyle yaptım)." Müsned, 111,400. Hazret-i Peygamber develerini göndermiş, kendisi de Medine'de ikâmet etmişti. Bu hadisin senedinde ise Abdurrahman b. Atâ b. Ebi Lebibe de vardır ki, zayıf bir ravidir.

Bir koyuna gerdanlık takip kendisi de onunla birlikte yola koyulacak olursa, Kûfeliler bununla ihrama girmiş olmaz, derler. Çünkü koyuna gerdanlık takmak sünnet de değildir, şeâirden de değildir. Zira koyuna kurdun saldırmasından, bunun sonucunda da -develerden farklı olarak- Hareme varamamasından korkulur. Çünkü develer suya varıp su içinceye, ağaçlardan otlayıncaya ve sonunda Hareme varıncaya kadar terk edilebilirler. Buhârînin Sahih'inde ise, mü’minlerin annesi Hazret-i Âişe'den şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Ben, hediye kurbanlıkların gerdanlıklarını yanımda bulunan boyanmış yünden (ihn) büktüm... Buhârî, Hacc 11; Ebû Dâvûd, Menasik 16; Nesâî, Menâsik 66. İhn, boyanmış yün demektir. Yüce Allah'ın şu âyeti de böyledir:

"Dağlar da atılmış renkli yün gibi olacaktır." (el-Karia, 101/5)

7- Hediyelik Kurbanlıklara Dair Bazı Hükümler:

Hediyelik kurbana gerdanlık takılır yahut alâmet yapılırsa, satılması da hibe edilmesi de câiz değildir. Çünkü o kurbanın Beyt-i Haram'a hediye olarak gönderilmesi vacib olmuştur. Eğer bunu gönderen vefat edecek olursa, bu hediyelik kurban ondan miras alınmaz ve hediye olarak tayin ettiği şekilde yerine getirilir.

Udhiye (kurban bayramı günü kesilen kurbanlık) ise böyle değildir. Mâlik’e göre böyle bir kurbanlık ancak kesim ile vacib olur. Söz ile onu kurban etmeyi kendisine vacip kılmış olması hali ise müstesnadır. Kesimden önce sözlü olarak onu kesmeyi kendisine vacib kılarak: "Ben bu koyunu kurbanlık olarak tayin ediyorum" dese, muayyen olarak onu kurban etmesi gerekir. Buna göre eğer bu tayin ettiği kurbanlık telef olur (kaybolur) sonra kurban kesim günlerinde veya daha sonra onu bulacak olursa, yine onu keser ve o tayin ettiği kurbanlığı satması câiz olmaz.

Şayet ondan başka bir kurbanlık satın almış ise, Ahmed ve İshak'ın görüşüne göre her ikisini de birlikte keser. Şâfiî der ki: Tayin ettiği bu kurbanlık kaybolur veya çalınacak olursa, ayrıca onun yerine birisim bedel olarak kesme mükellefiyeti yoktur. Çünkü bedelini kesmek vacib olanlar hakkında sözkonusudur.

İbn Abbâs'tan da şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Bu şekilde tayin ettiği kurbanlık kaybolursa, artık onun tayini yerine gelmiş olur. Kurban kesmeden önce kurban bayramı günü vefat eden kimsenin keseceği kurbanbk, hediyelik kurbandan farklı olarak diğer malları gibi ondan miras alınır.

Ahmed ve Ebû Sevr ise: Durum ne olursa olsun böyle bir kurbanlık kesilir, demişlerdir. el-Evzaî ise şöyle demektedir: Böyle bir kurbanlık kesilir. Ancak, üzerinde borç bulunup da borcu ancak bu kurbanın bedelinden ödenebilecekse, o takdirde borcunun ödenmesi için bu kurbanlık satılır. Şayet bu kurbanını kestikten sonra Ölürse, mirasçıları o kurbanı ondan miras alamazlar Kendisi hayatta iken böyle bir kurbana uygulayabileceği kurban etinden yemek ve sadaka gibi şeyleri onlar da yaparlar Fakat, miras olmak üzere onun etini kendi aralarında pay edemezler. Kesimden önce kurbana isabet eden kusurlar dolayısıyla o kurban sahibinin -yine hedy kurbanından farklı olarak- bedelini kesmesi icabeder. Mâlikin görüşlerinden bu sonuçlara varılır. Böyle bir durumda hediye kurbanı gönderen kimsenin de onun bedelini göndereceği söylenmiş ise de birincisi daha doğrudur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

8- Beyt-i Haram’ı Kastedip Gelenler Ve Nüzul Sebebi:

Yüce Allah'ın: âyetinden kasıt, Beyt-i Haram'ı kastedip gelenlerdir. Arapların kastettim anlamında; şeklindeki sözlerinden alınmıştır. el-A'meş bunu, şeklinde izafet terkibi olarak okumuştur. Yüce Allah'ın: Avlanmayı helâl saymamak şartıyla âyeti gibi.

Âyetin anlamına gelince: Sizler, ibadet ve Allah'a yaklaşmak maksadıyla Beyti Haramı kasteden kâfirleri engellemeyiniz.-Buna binâen şöyle denilmiştir: Bu âyet-i kerimede yer alan müşriklere dair herhangi bir yasak, yahut gerdanlık suretiyle ona dair saygı gösterilmesi gereken şeylere saygı göstermek veya Beytullah'ı kastetmek ile ilgili yasakların tümü, yüce Allah'ın âyetü's-Seyf (kılıç âyeti) diye bilinen şu âyeti ile nesh olunmuştur:

"Müşrikleri nerede bulursanız öldürün" (et-Tevbe, 9/5);

"Onun için bu yıllarından sonra artık onlar Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar." (et-Tevbe, 9/28) Buna göre, hiçbir müşrike haccetme imkânı verilmez. Haram aylarda o güvenlik altında olamaz. îsterse hediye kurbanlığı göndersin, gerdanlık taksın ve haccetmeye kalkışsın. Bu görüş, İbn Abbâs'tan rivâyet edildiği gibi, ileride de belirtileceği üzere İbn Zeyd'in de görüşüdür.

Bir kesim de şöyle demektedir: Âyet-i kerîme muhkemdir Nesh olmuş değildir, müslümanlar hakkındadır. Şanı yüce Allah, müslümanlar arasında kendi Beytini kastedenleri korkutmayı yasaklamaktadır. Bu yasak ise, gerek haram aylarda gerek onların dışında kalan zamanlarda umumidir. Şu kadar var ki, özel olarak haram ayları ta'zlm ve faziletlerini vurgulamak için zikretmiştir, Bu görüş ise Atâ'nın görüşüne uygun düşmektedir. Çünkü onun görüşüne göre âyetin anlamı (yani Allah'ın şeâirine saygısızlık etmeyin âyetinin anlamı) Allah'ın alâmetlerini helâl kılmayın, demektir. Onun alâmetleri isef emirleri, yasakları ve insanlara bildirdiği şeyleridir. İşte bunları çiğnemeyi (saygısızlık etmeyi.) helâl kılmayın. Bundan dolayı Ebû Meysere, bu âyet-i kerîme muhkemdir, demiştir. Mücahid de der ki: Bu âyet-i kerimeden (Gerdanlıklardan)dan başka bir şey nesh olmuş değildir. Kişi, harem bölgesindeki ağaç kabuklarından herhangi bir şeyi alır, boynuna takardı, bundan dolayı da kimse ona yaklaşmazdı. İşte bu hüküm nesh olundu.

İbn Cüreyc ise der ki: Bu âyet-i kerîme, hacıların yollarının kesilmesine dair bir yasaklama getirmektedir.

İbn Zeyd der ki: Âyet-i kerîme, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) henüz Mekke'de iken, Mekke fethi yılı nâzil olmuştur. Müşriklerden bir gurup gelip hac ve umre yapmak istediler. Müslümanlar, Ey Allah'ın Rasûlü dediler, bunlar müşrik kimselerdir. Onlara baskın yapmaksızın onları bırakmayacağız. Bunun üzerine Kur'ân'dan: "Beyt-i Haram'ı kastedip gelenlere..." âyeti nâzil oldu.

Yine denildiğine göre bu âyetin iniş sebebi, -el-Hutam lakabh- Şureyh b. Dubay'a el-Bekrî'nin durumudur. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) umre yaptığı sırada Resûlüllah'ın askerleri onu yakaladı, bunun üzerine bu âyet-i kerîme nâzil oldu. Daha sonra da -az önce belirttiğimiz gibi- bu hüküm nesh oldu, burada sözü geçen el-Hutam, Yemamelilerin İrtidat etmeleri sırasında da hayatta idi ve mürted olarak öldürüldü. Ona dair rivâyet edilen haberlerden birisine göre o, atlılarını Medine'nin dışında bırakarak Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın yanına gelerek dedi ki; Sen insanları neye çağırıyorsun? Hazret-i Peygamber şöyle buyurdu: "Allah'tan başka ilâh olmadığına şahidlik etmeye, namazı kılmaya ve zekâtı vermeye." el-Hutam: Güzel dedi. Şu kadar var ki, benim danıştığım bir takım kumandanlarım vardır. Onlar olmaksızın hiçbir işi kestirip atmıyorum. Belki ben de müslüman olur ve onları da birlikte getirebilirim. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) da (onun gelişinden önce) ashâbına şöyle demişti: "Yanınıza bir şeytan dili ile konuşan bir adam girecek." Daha sonra el-Hutam, Hazret-i Peygamber'in yanından çıkıp gidince, yine Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştu: "Yemin olsun ki, bir kâfir yüzüyle girdi ve sözünde durmamayı kararlaştıran bir kişi olarak arkasını dönüp gitti. Bu adam müslüman bir kimse değildir." Daha sonra Medine dışında otlayan, müslümanlara ait davarların yanından geçti, onları da önlerine katıp götürdü. Müslümanlar, onu takip edip yakalamak istedilerse de bunu başaramadılar. Es-Süyûtî, ed-Dürru'l-Mensur, III,9-10. O da şu beyitleri söyleyerek yoluna devam etti:

"Gece onları insafsız bir gudücU ile sarıp sarmaladı

Bu ne bir deve çobanı, ne de bir koyun çobanıydı

Kasap tezgâhı üzerinde eti parçalayan kasap da değildi

Uyuyarak geceyi geçirdi onlar. Fakat uyumadı Hind'in oğlu

Fal okları gibi bir delikanlı onların sıkıntılarını çekti gece boyunca

İri bacaklı ve enli ayaklı."

Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kaza umresi için Mekke'ye çıktığında, Yemameden gelen hacıların telbiyelerini işitince şöyle buyurdu: "İşte bu, el-Hutam ve onun arkadaşlarıdır." Bu sırada da Medine çevresinde otlarken talan ettiği davarlara, gerdanlık takmış ve Mekke'ye hediye olarak sürmüş idi, Ashâb onu takib etmek üzere yola koyulunca, bu âyet-i kerîme nâzil oldu. Yani, müşrik olsalar dahi, işaretlendirilmiş olan hayvanlara karşı saygısızlık etmeyin. Bunu İbn Abbâs rivâyet etmiştir.

9- Âyet-i Kerîmede Nesh Edilen Âyetler İle Îlgili Görüş Ayrılıkları:

Âyetin muhkem olduğu görüşüne göre yüce Allah'ın:

"Allah'ın şeâirine saygısızlık etmeyin" âyeti, hac menasikinin tamamlanmasını gerektirir. Bundan dolayı ilim adamları şöyle demiştir: Kişi hacca başlayıp sonra onu ifsad edecek olur ise, haccın bütün işlerini yapması gerekir. Haccı ifsad olsa dahi bunlardan herhangi bir şeyi terketmesi câiz değildir. Daha sonra ikinci yıl o haccını kaza eder.

Ebû’l-Leys es-Semerkandî der ki: Yüce Allah'ın:

"Haram olan aya" âyeti, yine yüce Allah'ın:

"Müşrikler sizinle nasıl topluca Savaşırlarsa, siz de onlarla topluca Savaşın" (et-Tevbe, 9/36) âyeti ile nesh olmuştur Yüce Allah'ın:

"Hediye edilen kurbanlıklara ve gerdanlıklılara" âyeti ise muhkemdir, nesh olmamıştır, Buna göre hediye olarak gönderdiği kurbanlıklara gerdanlık koyan ve bununla ihrama girmeye niyet eden herkes ihrama girmiş olur, artık onun ihrama aykırı işleri yapması câiz olmaz. Buna delil bu âyet-i kerimedir, O halde bu hükümlerin kimi, kimine atfedilmiş bulunmaktadır. Bunların kimi nesh olmuştur, kimi de nesh olmamıştır.

10- Kâfirin Kendi Kanaatine Göre İbadeti:

Yüce Allah'ın;

"Rablerinden hem bir lütuf, hem de bir rıza arayarak Beyt-i Haramı kastedip gelenlere.." âyeti ile ilgili olarak, müfessirlerin çoğunluğu şöyle demiştir: Bunun anlamı, ticarette lütuf ve kârı arayarak, bununla birlikte de kendi kanaat ve umutlarına göre Allah'ın rızasını anyarak gelenlere... şeklindedir.

Denildiğine göre, aralarından ticaret kastıyla gelenler olduğu gibi, hacc ile -buna nail olmasa dahi- Allah'ın rızasını arayanları da vardı. Araplar arasında ölümden sonra amellerinin karşılığım göreceğine ve öldükten sonra diriltileceğine inanan kimseler de vardı. Bu gibi kimseler için cehennemde azâbın bir çeşit hafifletilmesi uzak bir ihtimal değildir.

İbn Atiyye der ki: Bu âyet-i kerîme, yüce Allah'ın Arapların kalplerini ısındırması ve onlara karşı nazik davranması kabilindendir. Böylelikle ruhları rahatlasın ve insanlar arasına karışabilsinler. Hac mevsimine katılıp Kur'ân'ı dinlesinler, îman kalplerine girsin ve onlar açısından olması gereken şekliyle (îman etmelerinin zaruretini ortaya koyan) deliller ortaya konulsun. Bu âyet-i kerîme Mekke'nin fetih yılı nâzil olmuştur. Allah, hicretin dokuzuncu yılından sonra, Hazret-i Ebû Bekir'in haccedip herkese Berae (et-Tevbe) sûresi açıkça okunup ilan edilmesinden sonra nesh olunmuştur.

11- İhramdan Sonra Avlanmanın Hükmü Ve Aslen Mubah Olan Bir Şeyin Yasaklanmasından Sonraki Durumu:

Yüce Allah'ın:

"İhramdan çıktıktan sonra (isterseniz) avlanın" emri, herkesin icmâı ile mübahlık bildiren bir emirdir. Daha önce ihram sebebiyle sözkonusu olan yasağı kaldırmaktadır. Bunu, ilim adamlarının birçoğu böyle nakletmekle birlikte bu sahih değildir. Aksine, yasaklamadan sonra varid olan "yap" emri, aslı üzere rücu ifade eder. Bu, Kadı Ebû't-Tayyıb ve diğerlerinin görüşüdür. Çünkü, vücubu gerektiren şey hâlâ olduğu gibi durmaktadır Bundan önceki yasaklık ise, mani olmaya elverişli değildir. Buna delil de yüce Allah'ın şu âyetidir:

"Haram olan aylar çıktı mı, artık o müşrikleri nerede bulursanız öldürün." (et-Tevbe, 9/5) İşte buradaki "yap" emri vücup ifade eder. Çünkü bununla kastedilen cihaddır. Mâide süresindeki bu âyetten ve buna benzer:

"Artık namaz kılındı mı, yeryüzüne dağılın" (el-Cuma, 62/10) âyeti ile

"İyice temizlendiler mi, o zaman,, onlara yaklaşın" (el-Bakara, 2/222) âyetlerden, bunların manalarına ve bu hususta icmaa bakarak anlaşılan mübahlıktan çıkartılmıştır. Yoksa buradaki emir sigasından alınmış değildir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

12- Kin Ve Adalet:

Yüce Allah'ın:

"Sizi Mescid-i Haram'dan alıkoydular diye, bir kavme karşı beslediğiniz kin, sakın sizi haddi aşmaya sürüklemesin" âyetindeki;

"Sakın sürüklemesin" âyeti, sizi buna itmesin, anlamındadır. Bu açıklama İbn Abbâs ve Katade'den nakledilmiştir. Aynı zamanda el-Kisâî ve Ebû'l-Abbas'ın da görüşü budur. Bu kelime iki mef'ûle teaddi eder, Sana olan kinim beni bu işi yapmaya itti, denir. Yani, beni bunu yapacak noktaya kadar götürdü. Şair de der ki:

"Ebû Uyeyne'yi -andalun- öyle bir yaraladın ki,

Bundan sonra bu, Fezâre'lileri kızıp öfkelenmeye mecbur etti."

el-Ahfeş der ki: Bu, sizi böyle bir iş yapmak zorunda bırakmasın, anlamındadır. Ebû Ubeyde ve el-Ferrâ' der ki: "Sakın sizi... sürüklemesin" âyeti, bir kavme olan kininiz sizi, hakkı aşıp banla gitmeye, adaleti bırakıp da zulme yönelmeye itmesin, size böyle bir davranış kazandırmasın demektir. Hazret-i Peygamber de şöyle buyurmuştur: "Sana emanet bırakana, sen de emaneti geri ver. Fakat sana hainlik edene sen hainlik etme." Ebû Dâvûd, Buyû' 79; Tirmizî, Buyû' 38; Dârimî, Buyû' 57. Buna dair açıklamalar daha önceden geçmiş bulunmaktadır. Bu âyetin bir benzeri de yüce Allah'ın su âyetidir:

"... Onun için size kim saldırırsa, sîz de tıpkı onların size saldırdıkları gibi karşılık verin-" (el-Bakara, 2/194) Buna dair yeterli açıklamalar daha önceden (işaret edilen âyetin tefsirinde geçmiş bulunmaktadır). Filan kişi, ehlinin cerimesidir Yani, onlara bu işi kazandırıcıdır, şeklinde de kutlanılır. Buna göre cerime ve cari, kazanan anlamındadır. Filan kişi cürm etti tabiri de günah kazandı anlamındadır. Şairin şu beyiti de buradan gelmektedir;

"Bir dağın tepesinde yiyeceğini kazanmak isteyen (kartal yavrusu)

Toparladığı kemiklerinin yağı (nın aktığını) görür."

İşte binasında aslolan anlam budur. İbn Faris de der ki: Bu, şekillerinde kullanılır. tabiri ise mutlaka ve kaçınılmaz manasınadır. Bu kelimenin aslı ise, kazanmak anlamına gelen (pir)'dendir. Şair der ki;

"Bundan sonra bu Fezarelilere kızıp öfkelenmeyi kazandırdı."

Bir diğer şair de şöyle demektedir:

"Ey Ukl'den ve yaptıklarından (cinayetlerinden) diğer kabilelere şikâyet eden;

Öldürmelerinden ve sıkıntı ve kederlere boğmalarından ötürü,"

Bir şeyi kesmeyi anlatmak için de denilir. er-Rummanî Ali b. Îsa der ki: Asıl olan da budur. Çünkü bu kelime, bir şeyi başkasından kesmek dolayısı ile bir şeye itmek, mecbur etmek anlamındadır. Kişiyi yalnızca kazanmaya ittiği için kazanmak anlamında da kullanılır. Ayrıca hak etmek anlamında da kullanılır Çünkü bu hak sebebiyle onun hakkında bir şey kesilip tesbît edilir. el-Halil der ki:

"Şüphe yok ki, onlar için ateş vardır" (en-Nahl( 16/62) âyeti: Yemin olsun ki, onlar için azâb hak olmuştur, demektir. el-Kisâî der ki: kullanışları aynı anlamda iki kullanış olup, ikisi de kazanmak anlamım ifade etmektedir.

İbn Mes'ûd, "...sizi... sürüklemesin" anlamındaki âyeti, "ye" harfini -üstün yerine- ötreli olarak şeklinde okumuştur- Anlamı da yine aynı şekilde, size... kazandırmasın, sizi sürüklemesin şeklindedir. Basralılar ise, (hemze'li kullanılışım kabul etmedikleri için) bu kelimenin ötreli okunuşunu bilmezler. Onlar sadece şeklinde kullanırlar.

Kin demektir. Bu kelime, "nûn" harfi üstün ve sakin olarak da okunmuştur. Mastar olarak; Adama kin duydum, duyarım, şeklinde kullanılır. Bütün bunlar İse, birisine kin duymak, buğz etmek anlamındadır. Yani, onların sizleri alıkoymaları sebebiyle bir kavme karşı duyduğunuz kin, sizi haksızlığa sürüklemesin. Size haksızlık (günahını) kazandırmasın. Maksat, bir kavme karşı duyduğunuz kindir. O bakımdan mastar, mef'ûle izafe edilmiştir. (Çünkü âyet-i kerimede izafet şeklinde olup, kelime kelime anlamı: Bir kavmin kini... şeklindedir).

İbn Zeyd der ki: Müslümanlar, Hudeybiye antlaşmasının yapıldığı yıl Beytullah'ı ziyaretten alıkonulunca, umre yapmak isteyen bir takım müşrik kimseler yakınlarından geçti. Bunun üzerine müslümanlar: Bunların benzerleri bizi Beytullah'a gitmekten alıkoydukları gibi, biz de bunları alıkoyalım. Bunun üzerine bu âyet-i kerîme nâzil oldu.

Yani siz, bunlara herhangi bir saldırıda bulunmayın ve onlar sizi Mescid-i Haram'dan alıkoydular diye siz de onların benzerlerini, arkadaşlarını alıkoymayın.

Şeklindeki okuyuş, onlar sizi alıkoydukları için... anlamında olup, mef'ûlün leh şeklindedir. Ancak Ebû Amr ve İbn Kesîr bunu, şeklinde, hemzeyi esreli olarak (şart cümlesi halinde) okumuşlardır. Ebû Ubeyd'in tercih ettiği kıraat budur.

el-A'meş'den ise; Sizi alıkoyarlarsa.... şeklinde okuduğu rivâyet edilmiştir. İbn Atiyye der ki: buradaki edat, şart edatıdır. Yani, eğer gelecekte böyle bir işin benzeri meydana gelirse., demek olur. Birinci kıraat ise mana itibariyle daha bir sağlamdır.

en-Nehhâs der ki: Bunun şart cümlesi halindeki okunuşuna gelince, ileri gelen nahiv, hadis ve kıyas âlimleri çeşitli sebepler dolayısıyla böyle bir kıraati uygun görmezler. Bu sebeplerden birisi şudur: Âyet-i kerîme Mekke'nin fetih yıh olan sekizinci yılda nâzil olmuştur. Müşrikler ise, hicretin altıncı yılında gerçekleştirilen Hudeybiye barışı yılında müslümanları alıkoymuşlardı. O halde bu alıkoyma, âyetin inişinden önce olmuştur. Eğer şart edatı olarak hemze esreli okunacak olursa, böyle bir alıkoymanın âyetin nüzulünden sonra olmasından başka türlü gerçekleşmiş olması düşünülemez. Nitekim: Seninle çarpışacak olursa, filana hiçbir şey verme demek böyledir. Böyle bir şey ancak gelecekte sözkonusu olur. Şayet hemzeyi üstün okuyacak olursak, o takdirde bu geçmiş hakkında sözkonusu olur. Buna göre, kıraatinden başka türlü câiz olmamalıdır. Aynı şekilde eğer bu hadis sahih olarak varid olmasaydı bile, yine üstün olarak okunması gerekirdi. Çünkü, yüce Allah'ın:

"Allah'ın şeâîrine... saygısızlık etmeyin" âyeti, -âyetin sonuna kadar- Mekke'nin müslümanların elinde bulunduğuna delalet etmekte ve onların ancak Beyt-i Haram'a gelenleri alıkoymaya güç yetirdikleri bir halde iken böyle bir tutumun kendilerine yasaklandığını ortaya koymaktadır. İşte bundan dolayı da 'in üstün okunması icabetmektedir. Çünkü bu, geçmiş olan bir durumu anlatmak içindir.

Sizi haddi aşmaya" âyeti nasb mahallindedir. Çünkü bu, mef'ûlün bih'tîr. Yani, bir kavme karşı duyduğunuz kin, sakın sizleri haddi aşmaya, haksızlık yapmaya itmesin. Ebû Hatim ile Ebû Ubeyd ise Kin kelimesindeki birinci "nûn"un sakin okunmasını kabul etmezler. Çünkü mastar kelimeler böyle bir durumda ancak harekeli olarak gelirler. Ancak diğerleri bu konuda onlara muhalefet etmekte ve şöyle demektedir: Bu kelime mastar değildir. Bilakis Tembel, kızgın kelimelerinin vezninde ism-i faildir.

13- Yardımlaşmanın Esası:

Yüce Allah'ın:

"İyilik ve takva üzere birbirinizle yardımlasın..." âyeti ile illgili olarak el-Ahfeş der ki: Bu âyetlerin sözün baştarafı ile ilgisi yoktur. Bu, bütün insanlara iyilik ve takva üzere yardımlaşmaya dair bir emirdir. Yani, yüce Allah'ın emrettiği hususlar üzere birbirinize yardımcı olunuz ve birbirinize bunu teşvik edinip bunlar gereğince amel ediniz. Allah'ın yasakladıklarından da birbirinizi vazgeçiriniz ve uzak tutunuz. Bu da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan gelen şu rivâyete uygun düşmektedir: "Bir hayrı gösteren, onu işleyen kimse gibidir." el-Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, I, 311, 137.

Şerri gösteren de onu işleyen gibidir, denilmiştir.

Diğer taraftan şöyle denilmiştir: Birr ve takva aynı anlama gelen iki lâfızdır. Farklı lâfızlar ile bu anlamı te'kid etmek ve mübalağa kastıyla tekrarlanmışlardır. Çünkü herbir "birr (iyilik)" aynı zamanda takvadır, herbir takva da bir birrdir.

İbn Atiyye ise der ki: Ancak bu açıklamada bir dereceye kadar müsamaha sözkonusudur. Zira, bu iki lâfzın delâletinde bilinen şu ki; birr, vacibi ve mendubu da kapsamına almakla birlikte, takva, vacib olan şeylere riayeti ihtiva eder Bunlardan biri ötekisinin yerine kullanılması, kelimenin anlamlarını aşmak suretiyle mümkün olur.

el-Maverdi ise der ki: Şanı yüce Allah, iyilik üzere yardımlaşmaya teşvikte bulunup bunu, kendisine karşı Ukvalı olmakla birlikte zikretmektedir. Çünkü takvada yüce Allah'ın rızası sözkonusudur. Birr (iyilik) de ise insanların rızası sözkonusudur. Yüce Allah'ın rızası ile insanları hoşnut etmeyi bir arada bulunduran kimse ise, tam anlamı ile mutlu olur, elde ettiği nimet de umumi bir nimet olur.

İbn Huveyzîmendad "Akkâm"ında der ki: İyilik ve takva üzere yardımlaşmak çeşitli şekillerde olur. Alim olan kimsenin, ilmi ile insanlara yardım edip onlara öğretmesi icabeder. Zengin olan da insanlara malıyla yardımcı olur, Kahraman olan kimse de Allah yolunda gösterdiği kahramanlıkla yardımcı olur. Ve müslümanlar tek bir el gibi birbirini destekleyen kimseler olmalıdırlar. "Mü’minlerin kanları birbirine denktir, Onların en aşağılarda olanları dahi onların sorumluluklarını yerine getirmeye çalışır, onlar kendilerinin dışında kalanlara karşı tek bir el gibidirler. Ebû Dâvûd, Cihâd 147, Diyât 11; Nesâî, Kasâme 10, lî; İbn Mâce, Diyât 31; Müsned, 1, 119, 122; II, 180, 192, 211, 215. "Haksızlık yapandan yüz çevirmek, ona yardımcı olmayı terk edip içinde bulunduğu durumdan da onu döndürmek İcabeder.

Daha sonra yüce Allah:

"Günah işlemek ve haddi aşmak üzerinde ise yardımlaşmayla" diye buyurarak, bize yasaklamada bulunmaktadır. (İsm : günah) işlenen suçlardan dolayı kişiyi bulan hükümdür. "Haddi aşmak : udvan" ise insanlara zulmetmek demektir. Arkasından yüce Allah genel bir itade ile yine takvayı emredip tehditte bulunarak: "Allah'tan korkun, şüphesiz Allah cezası pek şiddetli olandır" diye buyurmaktadır.

2 ﴿