3Leş, kan, domuz eti, Allah'tan başkası adına boğazlananlar, (henüz canlı iken yetişip) kestikleriniz hariç olmak üzere boğularak, vurularak, yüksek bir yerden yuvarlanarak, süsülerek (ölmüş olanlar) ve yırtıcı bir hayvan tarafından yenmiş hayvanlar, dikili taşlar üzerinde (onlar adına) boğazlananlar ve fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılındı. Bütün bunlar fisktır. Bugün kâfirler dininizden ümitlerini kestiler. Artık onlardan korkmayın, Benden korkun. Bugün sizin için dininizi kemâle erdirdim. Üzerinizdeki nimetimi tamamladım. Ve size din olarak islâmı beğenip seçtim. Kim son derece aç ve çaresiz kalır da günaha meyletmeksizin (bunlardan) yemeye mecbur kalırsa, şüphesiz Allah mağfiret edendir, merhamet edendir. Bu âyete dair açıklamalarımızı yirmi altı başlık halinde sunacağız: 1. El-Bakara 173. Âyetinde Haram Oldukları Belirtilenler: Yüce Allah'ın: "Leş, kan, domuz eti, Allah'tan başkası adına boğazlananlar... size haram kılındı" âyetine dair açıklamalar daha önce (el-Bakara sûresinde 2/173. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır. Yüce Allah'ın: "Boğularak" âyeti ile boğulmak suretiyle öldürülen hayvan kast edilmektedir. Boğmak ise, ister bir insan tarafından bu iş yapılması suretiyle olsun, isterse de ipine dolandığı yahut iki sopa arasında kaldığı veya buna benzer bir sebeple aldığı nefesinin engellenmesi, tıkanmasıdır. Katade'nin naklettiğine göre, cahiliye dönemi insanları koyun ve başka hayvanları boğularak ölmelerinden sonra da yiyiyorlardı. İbn Abbâs da bunun benzerini zikretmiştir. Yüce Allah'ın; "Vurularak" âyetine gelince, şer ölçülere uygun olarak kesilmeksizin, ölünceye kadar kendisine bir taş atılan, yahut taş ya da sopa ile vurulan hayvandır. Bu açıklama şekli İbn Abbâs, el-Hasen, Katade, ed-Dahhâk ve es-Süddî'den nakledilmiştir. Onu şiddetle vurdu, vurur, şiddetlice vurulmuş, tabirleri buradan gelmektedir. şiddetlice vurmak demektir. ise, dövülerek oldukça ağırlaştırılmış, ölüm noktasına getirilmiş kimse demektir. Katade der ki: Cahiliyye dönemi insanı bu işi yapıyor ve böylece öldürdüklerini de yiyorlardı. ed-Dahhâk der ki; Cahlliyye dönemi insanları, ilahları adına davarları öldürünceye kadar tahta kütüklerle vuruyor ve sonra da onların etlerinden yiyorlardı. Bunduk yayı içi boş boru şeklinde olup içinden yuvarlatılmış taş ve benzeri şeyler atılan boru. Bk. el-Mu'cemu’l-Vasît, Bendeka maddesi. ile öldürülenler de bu kabildendir. el-Ferazdak der ki: "O, öyle bir devedir ki, kaldırdığı ayağıyla sütten kesilmiş yavruyu vurup öldürür. Genç develere ise memelerinin ön uçlarından süt içirir." Müslim'in Sahih'inde Adiy b. Hâtem'den şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Ey Allah'ın Rasulü ben, tüysüz okla ava atış ediyor ve isabet ettiriyorum. Hazret-i Peygamber şöyle buyurdu: "Tüysüz okla atış yapıp da okun avı delip geçerse, ondan yiyebilirsin. Eğer enine isabet edecek olursa, ondan yeme." Müslim, Sayd 1; Ebû Dâvûd, Edâhî, 22; Sayd 21; Müsned, IV, 377; Müslim, Sayd 3; Nesâî, Sayd 25; Müsned, IV, 380. Bir rivâyette de: "Çünkü o, vurularak ölmüş (vakîz) bir hayvandır." Ebû Ömer (b. Abdi’l-Berr) der ki: Bunduk (yuvarlatılmış taş ve benzeri sert cisimler), Vaş ve tüysüz ok ile avlanmak hususunda ilim adamları, önceki dönemlerde de daha sonraki dönemlerde de farklı görüşlere sahiptirler. İbn Ömer'den gelen rivâyete uygun olarak bunun, vurularak Öldürülmüş (vakîz) olduğu kanaatine sahip olanlar -canlı iken yetişilip kesilenler müstesna-câiz kabul etmezler. Bu, Mâlik'in, Ebû Hanîfe'nin ve arkadaşlarının es-Sevrî ve Şâfiî'nin de görüşüdür. Bu hususta Şam (Suriye) âlimleri onlara muhalefet etmişlerdir. el-Evzaî tüysüz ok hususunda şöyle demiştir Avı delip geçerek öldürülmüş olsun, yahut delip geçmeksizin öldürülmüş olsun o avı yiyebilirsin. Çünkü, Ebû'd-Derda ile Fedale b. Ubeyd ve Abdullah b. Ömer ile Mekhul, bunda herhangi bir sakınca görmüyorlardı. Ebû Ömer (İbn Abdi'l-Berr) der ki: Evet, el-Evzaî bunu böylece Abdullah b. Ömer'den zikretmiştir. Fakat, Abdullah b. Ömer'in bilinen görüşü, Mâlik'in Nafi'den, Nafi'in de İbn Ömer'den naklettiği şekildeki görüştür. Bu hususta asıl delil ile uygulamaya esas olup kendisine başvuran için delil teşkil eden Adiy b. Hatim yoluyla gelen Hadîs-i şerîftir ki, orada şu ifadeler de yer almaktadır; "Tüysüz okun eniyle isabet ettiği (ve öldürdüğünü ise) yeme. Çünkü o, vurularak öldürülmüştür." İbn Abdi’l-Berr, İstizkâr, XV, 261-266. 4- Yüksek Bir Yerden Yuvarlanarak Ölenler: Yüce Allah’ın: "Yüksek bir yerden yuvarlanarak..." anlamına gelen el-mutereddiye, yukardan aşağı doğru yuvarlanarak ölen hayvan demektir Yuvarlandığı yer ister bir dağdan aşağı olsun, ister bir kuyuya ve benzer bir yere düşmek şeklinde olsun, fark etmez. Bu kelime, helâk olmak anlamına gelen'den mütefa'ile veznindedir. İster kendiliğinden düşmüş olsun, ister başkası onu yuvarlamış olsun farketmez. Ok, ava isabet edip de bu av dağdan yere düşecek olursat bu av yine haram olur, Çünkü o av hayvanının okla değil de yukardan aşağı yuvarlanmak ve aldığı sadme sonucu ölmüş olması ihtimali vardır. "Eğer sen avını suda gömülmüş görürsen onu yeme. Çünkü, onu su mu (boğulma sonucu) öldürdü, yoksa okun mu onun ölümüne sebep oldu bilemezsin" hadisi de bu kabildendir. Bunu da Müslim rivâyet etmiştir. Müslim, Sayd 6 ve 7. hadislerde birbirini tamamlayan aynı hususa dair iki cümle halinde; Ebû Dâvûd, Edâhî 22 (kısmen); Nesâî, Sayd 18. Cahiliye dönemi insanları; yüksekçe yerlerden düşüp ölen hayvanları yer ve cahiliye dönemi, ancak hastalık ve buna benzer bilinen bir sebep olmaksızın ölen hayvanların meyte (leş) olduğuna inanırlardı. Bu gibi sebepler ise onlara göre tıpkı bir kesim gibi idi. Şeriat ise, kesimi ileride açıklanacağı üzere belli bir niteliğe hasretmiş bulunmaktadır. Bunun dışında kalan bütün şekiller, meyte (ölü ve leş) olarak değerlendirilmiştir. Bütün bunlar ittifakla kabul olunan muhkem hükümlerdendir. Aynı şekilde süsülerek öldürülen ve yırtıcı hayvanlar tarafından parçalanılarak yenilen hayvanların hükmü de böyledir. "Süsülerek" öldürülen hayvan anlamına gelen "en-Natiha" kelimesi, fail vezninde olup mef'ûl anlamını vermektedir. Bu da bir başkası tarafından toslanarak veya buna benzer bir şekilde vurularak kesilmeden önce Ölen hayvandır. Bazıları "en-Natîha" kelimesini mef'ûl anlamında değil de ismi fail (toslayan) anlamında almışlardır. Çünkü, kimi zaman iki koyun (koç) birbiriyle toslaşır ve sonunda ikisi de ölebilir. Yüce Allah'ın âyetinde; şeklinde ve fail vezninde, sonunda bu "te"nin gelmemesi gerektiği halde "tenli olarak gelmesine gelince, bilindiği gibi aynı vezinde kullanılan: Kınalanmış bir el ve yağ sürülmüş bir sakal lâfızları da aynı vezin olmakla birlikte yuvarlak "te" zikredilmemistir. Ancak âyet-i kerimenin bu kelimesinde yuvarlak "teinin zikrediliş sebebi şudur: Bu "te"nin "faîle" vezninin sonundan hazf edilmesi lafzen söylenmiş bir mevsufa sıfat olması halindedir. O bakımdan; Süsülerek öldürülmüş koyun ve öldürülmüş kadın denilir (ken bu veznin sonunda yer alan "te" harfleri hazf edilmiştir). Eğer mevsuf zikredilmemiş ise "te" harfi zikredilerek: Filan oğullarından olup, öldürülmüş kadını gördüm ve bu koyunlar tarafından süsülerek öldürülmüştür, denilecek olursa, "te" harfi zikredilir. Eğer, "te" harfi zikredilmeksin; Filan oğullarından olup öldürülen kişiyi gördüm denilecek olursa, öldürülenin erkek mi, kadın mı olduğu bilinmez. Bununla birlikte Ebû Meysere bu kelimeyi; Toslanarak öldürülmüş (anlamında ve isim mef'ûl vezninde) okumuştur. 6-Yırtıcı Hayvanlar Tarafından Yenilmiş Olanlar: "Yırtıcı bir hayvan tarafından (parçalanarak) yenilmiş (ve ölmüş) hayvanlar" âyeti ile yüce Allah, hayvanlar arasından parçalayıcı azı dişi ve tırnağı (pençesi) olup bunlar tarafından yakalanan (ve parçalanan) hayvanları kastetmektedir. Aslan, kaplan, tilki, kurt, sırtlan ve buna benzer bütün bu hayvanlar yırtıcı hayvanlardır. "Yırtıcı hayvanlar" anlamına gelen; kelimesi dişi ile ısırmak anlamına gelen; Yden türemiştir. Yine bu kelime, ayıplamak ve onun hakkında ileri geri konuşmak anlamında da kullanılır. İlahî âyette hazf edilmiş kelimeler de vardır. Anlamı şöyledir: Yani, yırtıcı hayvanların kendisinden bir bölümünü yedikleri,.. Çünkü, hayvanın yediği zaten telef olup gitmiştir Araplar arasından (yırtıcı hayvan anlamına gelen): ismini yalnızca arslan hakkında kullananlar da vardır. Araplar, yırtıcı bir hayvan bir koyunu yakalayıp, daha sonra bu yırtıcı hayvandan o koyun kurtulacak olursa, o kovunu alır yerlerdi. Bir bölümünü yemiş olsa dahi kalanım yerlerdi. Bunu da Katade ve başkaları söylemiştir, el-Hasen ile Ebû Hayve, bu kelimeyi "be" harfini sakin olarak okumuşlardır. Bu da Necid'lilerin bir söyleyişidir. Hassan (radıyallahü anh) da Ebû Lebeb'in oğlu Utbe hakkında şöyle demiştir: "Bu yıl ailesinin yanına kim dönebilir Çünkü yırtıcı hayvanın yediği geri dönemez." İbn Mes'ûd âyet-i kerimenin bu bölümünü; şeklinde okuduğu gibi, Abdullah b. Abbas; Yırtıcı hayvanların yedikleri şeklinde okumuştur. 7- Ölmeden Önce Kesilebilenler: Yüce Allah'ın: "(Henüz canlı iken yetişip) kestikleriniz hariç olmak üzere" anlamındaki âyeti, ilim adamlarının ve fakahânın Cumhûrunun görüşüne göre muttasıl bir istisna olmak üzere nasb mahallindedir. Bu İstisstâ, sözü geçen hayvanlar arasından hayatta iken yetişilip kesilebilen bütün bu anılanlara racidir. Bütün bu anılan hayvanlarda, şer'i kesim etkisini gösterir. Çünkü istisnanın hakkı, daha önce geçen sözlerle alakalı olmasını ve -kabul edilmesi gerekli bir delil bulunmadıkça- bu istisnanın munkatı' kabul edilmemesini gerektirir. İbn Uyeyne, Şureyk ve Cerir; er-Rukeyn b. er-Rabiden, o, Ebû Talha el-Esedîden şöyle dediğini rivâyet ederler: İbn Abbâs'a, bir kurdun saldırısına uğrayıp, kurt tarafından karnı yarılan, bağırsaktan dışarı çıkan, sonra da ölmeden önce yetişip kestiğim koyunun durumu hakkında soru sordum. Bana dedi ki: Bu şekilde kestiğin koyunu yiyebilirsin. Ancak, onun dışarı çıkmış bağırsaklarını yeme. İshâk b. Rahaveyh der ki: Koyunda sünnet olan, İbn Abbâs'ın belirttiği şekildedir. Böyle bir koyunun bağırsakları her ne kadar dışarı çıkmış olsa dahi, henüz hayattadır. Onun kesim yeri de herhangi bir zarar görmemiştir. Kesim esnasında o hayvanın canlı olup olmadığına bakılır. Yoksa, aynı durumdaki bir koyunun yaşayıp yaşamadığına bakılmaz. Hasta olan koyunun da durumu böyledir Yine İshâk der ki: Kim buna muhalefet ederse, ashâbın Cumhûru ile genel olarak ilim adamlarının uygulamalarına (sünnetine) muhalefet etmiş olur. Derim ki: İbn Habib de bu görüştedir. Aynı zamanda bu görüş Mâliki mezhebi âlimlerinden de nakledilmiştir İbn Vehb'in görüşü ile Şâfiî mezhebinin meşhur olan görüşü de budur. el-Müzenî der ki: Ben bu hususta Şâfiî'nin bir başka görüşünü de biliyorum. Buna göre, eğer eti yenen hayvan, yırtıcı hayvanın saldırısına, hayatının devam etmesine imkân olmayacak şekilde uğrayacak veya yuvarlanma sonucu bu hale gelecek olursa, o hayvan yenilmez. Aynı zamanda bu, Medinelîlerin de görüşüdür. Mâlik’in meşhur olan görüşü de budur. Abdulvehhab'ın "et-Thlkîn" adlı eserinde naklettiği görüş bu olduğu gibi, Zeyd b. Sabit'den de rivâyet edilmiştir. Zeyd b. Sabit'in bu görüşte olduğunu Mâlik, Muvatta’'’ında zikretmektedir. Kadı İsmail İle Bağdatlı Mâliki mezhebi âlimlerinden bir topluluk da bu görüştedir. Bu görüşe göre, âyet-i kerimedeki bu istisna munkatı'dır. Yani, size bu anılan şeyler haram kılınmıştır. Fakat kendi kestikleriniz bundan müstesnadır, size haram olmayan da odur. İbnü'l-Arabî der ki: Bu hususlarda Mâlik'in görüşleri farklı farklı gelmiştir. Ondan sahih bir şekilde kesilen hayvanlar dışındakilerin yenilmeyeceğine dair rivâyet geldiği gibi, Muvatta’''daki rivâyet de şöyledir: Eğer, hayvan nefes alıp vermekte iken ve kıpırdaması esnasında o hayvanı kesecek olursa, o hayvanı yiyebilir. Bizzat kendi eliyle yazıp ömrü boyunca her beldeden insanlara karşı okuduğu sahih görüşü de budur. O bakımdan onun bu görüşünün kabul edilmesi, konu ile ilgili nadir rivâyetlerden daha önce gelmelidir. Bizim ilim adamlarımız, hasta hayvan hakkında mutlak olarak şunu belirtirler; Mezhebin kabul edilen görüşü, böyle bir hayvanın, eğer onda henüz hayat kalıntısı varsa, Ölümü yaklaşmış olsa dahi kesiminin câiz olduğudur. Olaya dikkatle ve mantıkî bir şekilde bakılacak olursa, düşünceler her türlü şüpheden kendisini kurtaracak olursa, şunu sormak isteriz. Hastalık dolayısıyla geride kalan bir hayat kalıntısı ile, yırtıcı bir hayvanın saldırısı dolayısıyla kalan hayat kalıntısı arasındaki fark nedir? Bir bilebilsem. Ebû Ömer de der ki: Hayatta kalması umulmayan hasta hayvan hakkında (fukaha) icmâ ile şunu belirtirler: Böyle bir hayvanın kesilmesi, eğer kesim esnasında henüz onda hayat varsa ve zikrettikleri şekilde on ayağını, yahut arka ayağını, ya da kuyruğunu hareket ettirmek veya buna benzer bir hareket ile onun hayatta olduğu bilinecek olursa, kesilmesi onun için şer'i bir kesim (tezkiye) dir. Yine icmâ ile şunu kabul etmişlerdir: Böyle bir hayvan, can çekişirken, hiçbir şekilde ön ve arka ayağını hareket ettirmiyor ise, bunun için şer'i kesim sözkonusu değildir. Yüksek yerden düşüp yuvarlanan hayvan ile, âyeti kerimede onunla birlikte zikredilenlerin de kıyasa göre hükümlerinin böyle olması icabeder. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. 8- Tezkiye (Şefi Kesim)’in Mahiyeti İle Anne Karnındaki Ceninin Kesimi: Yüce Allah'ın: "Kestiklerinle" âyetinde geçen; Kesmek mastarı, Arapçada boğazlamak, kesmek demektir. Bunu Kutrub söylemiştir, İbn Side de "el-Mukkem" adlı eserinde şöyle demektedir: Araplar "Ceninin kesilmesi, annesinin kesilmesidir" demektedirler. İbn Atiyye ise der ki: Hayır, bu bir hadistir. ise, hayvanı kesti, boğazladı, anlamındadır, Şair'in şu sözleri de bu kabildendir: "Onları mızraklar ve oklar keser" Derim ki: İbn Atıyye'nin işaret ettiği hadisi, Dârakutnî, Ebû Said ile Ebû Hüreyre'den, Ali ve Abdullah (b. Mes'ûd) dan, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan şöylece rivâyet etmektedir "Ceninin kesimi annesinin kesimidir." Ebû Dâvûd, Edâhî V, Tirmizî, Sayd 10; İbn Mâce, Zebâih 15; Dârimî, Edâhî 17; III, 31, 39, 45, 53; Dârakutnî, IV, 274, 275. İlim ehlinin büyük bir topluluğu da bu görüştedir. Bundan tek istisna, Ebû Hanîfe'den gelen şöyle dediğine dair rivâyettir: Eğer cenin, annesinin karnından ölü olarak çıkacak olursa onu yemek helâl olmaz. Çünkü bir canın kesimi, iki can için kesim olmaz. İbnü'l-Munzir ise şöyle demektedir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın: "Ceninin kesimi annesinin kesimidir" âyetinde ceninin anneden ayrı olduğunun bir delili vardır. O, (Ebû Hanîfe) ise şöyle der; Hamile olan bir cariye azad edilecek olursa, ceninin azadı annesinin azİsmi ile gerçekleşir. Bu ise, ceninin kesiminin annesinin kesimi ile gerçekleşmiş olmasını kabul etmesini gerektirmektedir. Çünkü, tek bir kişinin azadının, iki kişinin azadı demek olmasını uygun gördüğüne göre, tek bir canın kesiminin de iki canın kesimi için sözkonusu olması câiz olur. Üstelik Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan gelen haber ile, ashâbından gelen rivâyetler ve insanların büyük çoğunluğunun kabul ettikleri görüş, bu konuda söz söyleyen kimselerin sözüne ihtiyaç bırakmamaktadır. İlim adamları itinâ ile şunu kabul etmektedirler: Cenin, annesinin karnından canlı olarak çıkacak olursa, annesinin kesimi cenin için kesim olmaz. Şu kadar var ki, karnında cenin bulunan annenin tezkiye edilmesi halinde farklı görüşleri vardır. Mâlik ve bütün arkadaşları der ki: O ceninin kesimi, eğer hilkati tamamlanmış ve tüyleri bitmiş ise, annesinin kesimi ile gerçekleşir. Bu da ceninin Ölü olarak çıkması yahutta hayattan eser taşıyarak çıkması halinde böyledir. Şu kadar var ki, hareket eder halde annesinin karnından çıkması halinde kesilmesi de müstehabtır. Şayet yetişip kesemezlerse yine yenilir. İbnü'l-Kasım der ki: Bir koyunu kurban ettim. Onu kesince, bu sefer yavrusu annesinin karnında hareket etmeye başladı. Bu yavrusu annesinin karnında ölünceye kadar o koyunu bırakmalarını emrettim. Daha sonra da onlara, emredip koyunun karnını yardılar, yavruyu karnından çıkarttılar ve onu da kestim, onun da kanı aktı. Çocuklarıma onu közde pişirmelerini söyledim, Abdullah b. Kâ'b b. Mâlik de der ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’ın ashâbı derlerdi ki: Ceninin tüyleri bitmiş İse, onun kesimi annesinin kesimidir. İbnü'l-Munzir der ki: Ceninin kesimi annesinin kesimidir deyip de tüyünün bitip bitmediğinden söz etmeyenlerden birisi de Ali b. Ebî Tâlib (radıyallahü anh) ile Said b. el-Müseyyeb, Şâfiî, Ahmed ve İshak'tır. Kadı Ebû’l-Velid el-Bâci der ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: "Ceninin kesimi, annesinin kesimidir. Tüyleri bitmiş olsun veya bitmemiş olsun" Dârakutnî, IV, 271, (Ebû't-Tayyib'in hadis ile ilgili talikinde, râvileri arasında çeşidi bakanlardan tenkid edilmiş nmter olduğu belirtilmektedir); Beyhakî, Sünen, IX, 563. Ayrıca bk: el-Hakim, el-Müstedrek, IV, 114; el-Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, II, 35. Şu kadar var ki bu, zayıf bir hadistir. Mâlikin mezhebi, konu ile ilgili görüşlerin sahih olanıdır. İslam diyarının çeşitli bölgelerindeki Fukahâ genel olarak bu görüştedir. 9- Tezkiye’nin Kelime Anlamları: Yüce Allah'ın: "Kestikleriniz... " anlamındaki kelimenin mastarını teşkil eden,'in sözlükteki asıl anlamı, tamam olmak demektir. Yaşın tamam olması anlamında da kullanılır. ise, atın bütün dişlerinin çıkıp tamamlanması üzerinden bir sene geçmesi anlamındadır Bu da atın gücünün kemal noktasına varmasını ifade eder. Bu fiilin mazi ve muzari şekilleri, şeklinde gelir. Araplar; Dişleri tamamlanmış ve bunun üzerinden bir yıl geçmiş atların koşusu, yarış koşusudur, tabirini kullanırlar. "Zekâ" kalbin (kavrayışın) keskinliğini ifade der. Şair der ki: "Ona karşı (düşmanlıkla) birleştikleri vakit onu üstün kılan Onun yaşının tamamlanmış olması (olgunluğu) ve zekâsıdır." Zekâ, kavrayış hızı demektir. Bunun fiilleri ise şeklinde, mastarı da-, ...diye gelir. ise, ateşin alevinin kendisiyle artıp beslendiği şey demektir. Savaşı ve ateşi kızıştırdım anlamında da: tabirleri kullanılır. Güneşin bir ismi de'dır. Çünkü, güneş de ateş gibi yakıcı bir parlaklığa sahiptir. Sabah da güneşin ışıkları dolayısıyla aydınlandığı için, diye anılır. Buna göre Kestikleriniz"in anlamı, tam anlamıyla kesimine yetişebildiğiniz, kesimini gerçekleştirebildiğiniz demektir. Bu tabirin boğazlanan hayvan için kullanılması ise, hoş kokulu olmak, iyi ve güzel olmak, lezzetli olmak anlamlarından alınmadır. Mesela, Hoş koku tabiri kullanılır. Hayvanın da kanı akıtılması suretiyle hoş ve temte kılınmış olur. Çünkü, bunun sonucunda çabucak kurutulabilir. Muhammed b. Ali (radıyallahü anhüma) yoluyla gelen rivâyette ise: Yerin temizlenmesi onun kurumasıdır" dediği nakledilmektedir. Bununla, yerin necasetten temizlenmesini kastetmektedir. O halde hayvanın kesimi onun için bir temizlemedir. Ve onun, yenilmesinin mubah kılınması için bir yoldur. (Muhammed b. Ali) necislikten sonra yerin kurumasını, yerin temizlenmesi olarak ve orada namaz kılınmasının mubah olması olarak değerlendirmiş ve bu şekildeki temizlenmeyi de hayvanın boğazlanmak suretiyle temizlenmesi ayarında kabul etmiştir. Bu, (yerin bu şekilde temizleneceği) Iraklı âlimlerin de görüşüdür. Bu husus, bu şekilde olduğuna göre, şunu da bil ki tezkiye, şer'î bir terim olarak kanın akıtılması ve kesilen hayvanlarda şah damarlarının kopartılması, boğazlanmak suretiyle kesilen hayvanlarda boğazlanmaları (boğazının kesilmesi) buna güç yetirilemeyenler için de herhangi bir şekilde kanının aksilmesi) buna güç yetirilemeyenler için de herhangi bir şekilde kanının akmasını sağlayacak şekilde yaralanmaları (el-Akr) demektir. Bununla beraber, bunun Allah için yapılması niyetinin ve Allah adının da anılması gerekir. İleride açıklanacağı üzere. 10- Tezkiye (Kesim)'in Yapılacağı Âletler: İlim adamları, hangi âlet ile tezkiyenin gerçekleşeceği hususunda farklı görüşlere sahiptirler, İlim adamlarının çoğunluğunun (Cumhûrun) kabul ettiği görüşe göre, konu ile ilgili mutevatiren gelen rivâyetlere ve değişik bölgelerin fukahasının görüşlerine göre, diş ve kemik dışında şah damarları kopartıp kan akıtan herbir şey şer'i kesim aracıdır. Kesim aracı olarak yasak kılınan diş ile tırnak, yerlerinden kopartılmamış olanlardır. Çünkü, bunlarla kesim yapılacak olursa, o, kesim değil boğmak olur. İbn Abbâs da: İşte boğmak budur, diyerek bu kanaatte olduğunu belirtmiştir. Yerlerinden kopartılmış diş ve tırnak ise, şah damarları kopartıyor ise, fukahaya göre bunlarla kesim câiz olur Bazıları da durum ne olursa olsun, ister yerlerinden kopartılmış ister kopartılmamış olsun diş, tırnak ve kemik ile kesimi mekruh görmüşlerdir. Bunu mekruh görenler arasında İbrahim, el-Hasen ve el-Leys b. Sa'd da vardır. Bu görüş, Safirden de rivâyet edilmiştir. Bunların delili ise, Rafı' b. Hadîc yoluyla gelen hadisi şerifin zahirinin ifadesidir. Rafi’ b. Hadîc dedi ki: Ey Allah'ın Rasûlü, yarın bizler düşmanla karşılaşacağız. Beraberimizde ise bıçak yoktur. -Bir rivâyette: - Peki, kamış (ve benzeri ağaç) kabuklarıyla kesebilir miyiz?" Müslim, Edahi 22; Tirmizî, Sayd 18; İbn Mâce, Zebâih 5. Mâlik'in Muvatta’''ında Nafi'den, o, Ensar'dan bir adamdan, o da Muaz b. Sa'd'dan veya Sa'd b. Muaz'dan şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Kâ'b b. Mâlik’e ait bir cariye, Sevr tepesinde Kâ'b'a ait koyunları güdüyordu. Koyunlardan birisi rahatsızlanınca yetişip onu bir taş ile kesti. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’a bu hususta soru sorulunca şöyle buyurdu: "Onda bir mahzur yoktur, onu yiyebilirsiniz." Muvatta’', Zebâih 4. Ebû Dâvûd'un Mûsannefinde de (Sünen'inde) şöyle denilmektedir: Merve (mermer gibi beyaz ve ucu keskinleştirilip sivri(lebilen bir taş çeşidi) ile asalarımızdan yardığımız parçalarla keselim mi? Hazret-i Peygamber şöyle buyurdu: "Elini çabuk tut ve kes. Kanı akıtan (bir şey ile kesilip) üzerinde de Allah'ın ismi anılanı ye. Diş ile tırnak müstesna. Şimdi ben sana bunları anlatayım. Diş, bir kemiktir. Tırnak ise Habeşlilerin bıçağıdır." Bu hadisi Müslim de rivâyet etmiştir. Müslim, Edahi 20; Ebû Dâvûd, Edâhi 15. Kesim aleti ile ilgili diğer bazı rivâyetler için bk.: Buhârî, Zebâih 18, 19, 36; Müslim, Edâhi 20 vd. Said b. el-Müseyyeb'den de şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Kamış (ve benzeri sair ağaç) kabuğu, sopa kabuğu, ince ve keskin taşlar ile kesilenler helal ve temizdir. Kamış (ve benzeri ağaç) kabuğu ile hem küçük baş hayvanlar kesilebilir, hem de deve boğazlanabilir. Sopa kabukları ile küçükbaş hayvanları kesilebilir. Çünkü bu kabukların oldukça ince bir tarafı vardır İnce ve keskin taşlar ile de küçükbaş hayvanları kesebilmekle birlikte deve türü hayvanların boğazlanmasına imkân yoktur. Şu kadar var ki, develere konulan hurçlara geçirilen kenarları sivri tahta parçalan ile deve türü hayvanlar boğazlanabilir. Çünkü bu harbe ve benzerleri gibidir. Ancak bunlarla kesim mümkün olmaz. İmâm Mâlik ve bir topluluk der ki: Kesim, ancak boğazın, sağ ve solundaki şah damarların kesimi ile sahih olabilir. Şâfiî ise der ki: Boğazın ve yemek borusunun koparılması ile kesim sahih olur. Ayrıca şah damarların kopartılmasına gerek yoktur. Çünkü yiyecek ve içecekler bunlardan geçer. Bunlar kesildi mi de hayatta kalmak mümkün olmaz. Ölümden maksat da budur. Mâlik ve diğerleri ise, ölümde etin de temizlenmesini sağlayacak şekli nazarı itibara almışlardır. Böyle bir kesimle helal olan -ki o da ettir- damarların kopartılmasıyla çıkan haram olan şeyden - ki kandır- ayrılmaktadır. Ebû Hanîfe'nin görüşü de budur. Rafi' b. Hadîc yoluyla gelen hadisteki: "Kanı akıtan" İfadesi de buna delalet etmektedir. Bağdatlılar (Bağdatlı Mâlikî mezhebi âlimleri), Mâlik'ten dört şeyin kesiminin şart olduğunu söylediğini nakletmektedirler: Boğaz, sağ ve soldaki iki damar ile yemek borusu. Bu, Ebû Sevr'in de görüşüdür. (Mâlik'in) meşhur olan görüşü ise, daha önce geçen görüştür, aynı zamanda o, el-Leysln de görüşüdür Diğer taraftan mezhebimizin âlimlerinin iki damardan birisi ile boğazın kesilmesi halinde, bunun şer'î bir kesim olup olmadığı hususunda iki farklı görüşleri vardır. 12. Boyun Bölgesinde Kesimin Yeri: İlim adamları icma ile şunu kabul etmişlerdir: Eğer kesim, boğazda ve gırtlağın altında yapılmış ise, kesim tamamlanmış olur. Fakat, kesim gırtlağın üst tarafında yapılır ve gırtlak beden tarafında kalacak olursa bu, şer'î bir kesim olur mu, olmaz mı hususunda farklı iki görüş vardır; Mâlik'ten bunun yenilmeyeceğine dair rivâyet gelmiştir. Aynı şekilde hayvanı boynun arka tarafından kesip, kesilmesi gereken yerleri de tamamlayıp, kanı akıtarak gırtlağını ve iki damarı kesecek olsa dahi yine yenilmez. Şâfiî: Yenilir, demektedir. Şâfiî ve Hanbelîlere göre boğaz ve yemek borusu kesilinceye kadar hayvanın canlılığı sürmelidir. Bu durumda kesilen bu hayvanın eti yenilebilir. Aksi takdirde yenilmez. (Dr. ez-Zuhaylî, el-Fıkhu'l-İslami, 111, 657) Çünkü maksat hasıl olmuştur. (Mâlik'in.) bu görüşü de belli bir asla dayanmaktadır. O da şudur: Şer'i kesimden kasıt, her ne kadar kanın akıtılması ise de onda bir çeşit teabbüd vardır. Hazret-i Peygamber, (küçükbaşların) boğazlarını kesmişs deve ve benzerlerini de göğsün üstünde, boyun kısmından boğazlamış ve: "Şer'î kesim ancak (deve dışındaki küçükbaşlarda) boğazda ve (devede) ise, göğsün üstünde boyun bölgesinde yapılır" Buhârî, Zebaih 24 İbn Abbâs'ın sözü olarak); Ebû Dâvûd, Edahi 15: Tirmizî, Sayd 13; 'Nesâî, Dahâyâ 25; İbn Mâce, Zebaih 9; Dârimî, Edahi 120 ve Müsned, IV, 334. diye buyurarak kesimin yerini açıklayıp nerede yapılacağını tayin etmiş, bunun faydasını beyan etmek üzere de; "Kanı akıtan (şey) ile kesilip üzerinde de Allah'ın ismi anılarak kesilenden ye" diye buyurmuştur. Onuncu başlıkta: "Elini çabuk tut ve kes..." diye başlayan hadisin bir bölümü olarak geçti. Kaynakları için oraya bukdabilir Bu husus ihmal edilecek olursa, niyet de olmazsa, herhangi bir şart ve özel bir niteliğe de riayet edilmezse, bu kesim işinden teabbüd payı ortadan kalkmış olur, bundan dolayı da böyle bir hayvanın eti yenilmez. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. 13- Kesim Kaç Defada Tamamlanmalıdır: Kesimi tamamlamadan önce, elini kaldırsa ve derhal yine kesime devam edip kesimi tamamlayan kimse hakkında ilim adamlarının farklı görüşleri vardır. Bunun yeterli olduğu söylendiği gibi, yeterli olmadığı da söylenmiştir. Ancak birincisi daha sahihtir. Çünkü o, önce hayvanı yaralamış, sonra da henüz hayatta iken onu şer'î usule göre kesmiş olur. Halinden razı olunanlar dışındakilerin kesim yapmamaları müstehabtır. Bununla birlikte, müslüman veya kitap ehlinden otmak şartıyla kesmeye gücü yetip, bunu sünnete uygun veçhile gerçekleştirebilen, baliğ olsun olmasın, erkek veya dişi herkesin kesimi caizdir. Müslümanın kesimi, kitap ehline mensup kişinin kesiminden daha faziletlidir. Ancak, nüsûk (ibadet için kesilen kurbanlık ve benzeri) ise, sadece müslüman kesebilir. Nüsûk olan bir hayvanı (kurbanlığı), kitap ehlinden birisinin kesmesi hususunda Farklı görüşler vardır. Mezheb (imiz) den anlaşılana göre bu, câiz değildir. Fakat, Eşheb bunu câiz kabul etmektedir. 15- Yabanileşen Evcil Hayvanların Kesimi: Aslen evcil olup da yabanileşen bir hayvanın kesimi, ancak evcil hayvan gibi kesilirse câiz olur. Bu, İmâm Mâlik'in, mezhebine mensup fukahânın, Rabia ve el-Leys b. Sa'd'ın görüşüne göre böyledir. Kuyuya düşen bir hayvanın durumu da budur. Ancak boğazında veya göğsünden yukarı boğazlama yerinde kesim sünnetine uygun olarak kesilirse yenilmesi helal olur. Bu iki meselede, Medineli bazı ilim adamı ile bunların dışında kalanlar muhalefet etmişlerdir. Ancak, konu ile ilgili olarak Rafi' b. Hadîc'in hadisi vardır ki, daha önceden geçmiş bulunmaktadır Hazret-i Peygamber'in: "Tırnak da Habeşlilerin bıçağıdır" diye buyurduktan sonra hadisin devamı şöyledir: Biz, baskın sonucu bir takım deve ve koyunları ele geçirdik. Onlardan bir deve kaçıp kurtuldu. Adamın birisi de ona bir ok attı ve onun kaçışını önledi, "Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Şüphesiz bu develerin, tıpkı yabani hayvanlar gibi yabanileşmeleri ve ürküp kaçışmaları vardır. Bunlardan herhangi birisi eğer elinizden kurtulacak olursa, ona böylece yapınız. -Bir rivâyette de:- Onu yiyiniz" diye buyurmuştur. Ebû Hanîfe ve Şâfiî de bu görüştedir. Şâfiî der ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in böyle bir davranışı tavsiye etmesi, bunun bir kesim olduğunun delilidir. Şaftı ayrıca, Ebû Dâvûd ile Tirmizî'nin Ebû'l-Uşera'dan, Onun, babasından yaptığı şu rivâyeti de delil göstermektedir. Babası dedi ki: Ey Allah'ın Rasûlü, kesim ancak boğaz ve göğsün üstünde ve boyun bölgesinde olur değil mi? diye sordu, Hazret-i Peygamber şöyle buyurdu: "Sen, o hayvanın baldırında dahi yara açacak olursan, bu bile sana yeter" Yezid b. Harun dedi ki: Bu hadis sahih bir hadistir. Ahmed b. Hanbel'i bile hayrete düşürmüş ve o bunu Ebû Dâvûd'dan rivâyet etmiş, huzuruna giren hadis hafızlarına da bunu yazmasını işaret etmiştir. Ebû Dâvûd der ki: Böyle bir şey ancak, yukarıdan aşağıya düşen ile, ürküp kaçan (yabanileşen) hayvan hakkında uygundur. Onikinci başlıkta geçti. İlgili notu bakılabilir. İbn Habib ise bu hadisi, aşağıya doğru düşüp yuvarlanan ve ancak kesim yeri dışında ona yaralayıcı darbe vurulmak suretiyle kesilebilen hayvanlar hakkındadır, diye yorumlamıştır. Bu ise, Mâlik'ten ve arkadaşlarından tek başına naklettiği bir görüştür. Ebû Ömer der ki: Şâfiî'nin görüşü ilim ehlinin abasında daha bir yaygın ve güçlüdür. Yabani hayvan ne şekilde yenilebilir hale geliyor ise, böyle bir hayvanın da o şekilde yenilebileceğini belirtmiştir. Buna gerekçe ise, Rafi’ b. Hadîc'in rivâyet ettiği hadistir. Aynı zamanda buf İbn Abbâs ve İbn Mes'ûd'un da görüşüdür. Kıyas bakımından (bu görüşün doğruluğuna) gelince: Yabani hayvana güç yetirilecek olursa, o da ancak evcil hayvanın helâl olabileceği şekilde kesilmesi halinde helâl olur. Çünkü bu yabani hayvan, (evcil hayvanın kesimi gibi") kesilebilecek hale gelmiştir. Buna göre kıyasen, evcil bir hayvan yabanileşecek, yahut kendisim koruma ve kollama bakımından yabanileşmiş gibi bir hale gelecek olur ise, yabani hayvanın helâl olduğu kesim şekli ile helâl olması gerekir. İbn Abdî’l-Berr, el-İstizkâr, XV, 272. Derim ki: İlim adamlarımız, Rafi' b. Hadic'in hadisi ile ilgili olarak şu sözleriyle cevap vermektedirler: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın böyle bir fiile müsaade etmesi, onun hayvanın kaçışını önlemesiyle ilgilidir. Onun kesim şekliyle ilgili değildir. Hadisin muktezası da budur, zahiri de bunu ifade eder. Çünkü hadiste: "Böylece onun kaçışını önledi" denilmekte, okun o hayvanı öldürdüğü ifade edilmemektedir. Aynı şekilde, bu gibi hayvanlara çoğu hallerde şer'î usule uygun olarak kesime güç yetirilebilir. Dolayısıyla bunların nadir olanına riayet edilmez. Bu gibi şeyler av hususunda geçerlidir. Hadîs-i şerîfteki ifade, atılan okun o hayvanın kaçışını önlediği açıkça ifade edilmiştir. Bu hayvan, engellendikten sonra artık sert usule göre kesilebilir hale gelmiş olur. Dolayısıyla ancak, kesim ya da boğazlama ile helâl olur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Ebû'l-Uşerâ yoluyla gelen hadise gelince, Tirmizî onun hakkında şöyle demiştir: Bu, garip bir hadîstir. Biz bunu ancak Hammâd b. Seleme yoluyla biliyoruz. Ebû'l-Uşerâ’nın babası yoluyla bundan başka rivâyet ettiği bir hadisini de bilmiyoruz Ebû'l-Uşerâ'nın adının ne olduğu hususunda (ilim adamları) ihtilaf etmişlerdir. Kimisi adının Usame b. Kıhtım'dır derken, kimisi de ismi, Yesar b. Berz -Belz de denilir- olduğunu söylemektedir. Başkaları da adının Utarid olduğu ve dedesine nisbet edildiğim söylemişlerdir. Tirmizî, Sayd 13. O halde bu, senedinde meçhul bir ravî bulunan bir hadistir ve bu hadis delil olmaya elverişli değildir, Yezid b. Harun'un dediği gibi, hadisin sahih olduğu kabul edilse dahi yine bu hadiste delil olacak bir taraf yoktur. Çünkü hadisin muktezasi, kesime güç yetirilen ve yetirilmeyen hayvanların tümü hakkında ve hangi organda olursa olsun şer'î kesimin câiz olmasını gerektirmektedir. Bu hadisin, kesime güç yetirilenler ile ilgili olduğunu kimse söyleyemez. Hadisin zahiri kati olarak murad edilmiş değildir. Ebû Dâvûd ile İbn Habib'in bunu te'villeri ise ittifakla kabul edilmiş değildir. O halde bu hadiste delil olacak bir taraf yoktur Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Ebû Ömer (İbn Abdi'l-Berr) der ki: Mâlik'in delili de şudur: Fukaha icma ile şunu kabul eden Eğer, evcil olan bir hayvan kaçıp ürkmüyor ise ancak, kesimine güç yetirilebilen gibi kesilmelidir. Bundan sonra ise (ilim adamları) ihtilaf etmişlerdir. O halde onlar ittifak etmedikleri sürece bu hayvanın kesimi de asıl kesimi neyse Öyle olur. Ancak bu hususta delil olacak bir taraf yoktur. Çünkü, ilim adamları, kesimine güç yetirilenin durumu hakkında icma etmişlerdir. Burada mevzubahis olan ise, kesimine güç yetirilemeyen (ürküp kaçmış, yabanileşmiş) hayvandır. İbn Abdi'l-Berr, el-İstizkâr XV, 272 16- Kesilecek Hayvana Güzel Davranmak: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın şu âyeti, konunun tamamlayıcı bir unsurudur: "Muhakkak Allah, ihsanı (iyilik ve güzelliği) herşeye yazmıştır. O bakımdan, öldürdüğünüz zaman öldürmenizi güzelleştiriniz. Kestiğiniz zaman kesiminizi güzelleştiriniz. Sizden (kesim yapacak) herhangi bir kimse bıçağını iyice bilesin ve keseceği hayvanı rahatlatsın." Bu hadîsi Müslim, Şeddad b. Evs'den rivâyet etmiştir Şeddad dedi ki: İki husus vardır ki, ben bunları Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan belledim. Resûlüllah şöyle buyurdu: "Muhakkak Allah, ihsanı her şeye yazdı..." deyip hadisi zikretti. Müslim, Sayd 57; Ebû Dâvûd, Edâhî 11; Tirmizî, Diyât 14; Nesâî, Dahaya 22, 26, 27; İbn Mâce, Zebaih 3; Dârimî, Edâhi 10; Müsned, IV, 123, 124, 125. İlim adamlarımız der ki: Dört ayaklı davarları kesimde ihsan, onlara güzel ve yumuşak davranmaktır. Hayvanı şiddetle yere yıkmamalıdır. Bir yerden bir yere çekerek sürüklememelidir. Bıçağını bilemeli ve Allah'a yakınlaşmak ile Allah'ın adıyla onu mubah kılmak niyetini taşımalı, hayvanı kıbleye döndürmeli ve işini çabucak bitirmeli, iki şalı damarını ve gırtlağını kesmeli, hayvanı rahatlatıp soğuyuncaya kadar terk etmeli. Allah'ın bu lütfunu itiraf edip bu nimetine şükretmelidir. Allah dilemiş olsaydı emrimize verdiği bu hayvanları bize musallat kılabileceğini, yine bize mubah kıldığı bu hayvanları dilemiş olsaydı bunları bize haram kılabileceğini düşünerek Onun lütfunu itiraf edip nimetine şükretmelidir. Rabia dedi ki: Yine bir hayvanı, bir diğerinin gözü Önünde kesmemek de kesimi güzel yapmanın kapsamına girer. Mâlik'den bunun câiz olduğu nakledilmiş ise de birincisi daha uygundur. Öldürmenin güzel yapılmasına gelince; bu, gerek hayvan kesiminde, gerek kısasta, gerek hadlerin uygulanmasında ve gerekse diğer hallerde. Hepsinde umumi bir âyettir. Ebû Dâvûd, İbn Abbâs ile Ebû Hüreyre'den şöyle dediklerini rivâyet etmektedir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şeytan kesimini, yasakladı. İbn Îsa hadisinde şunu da eklemektedir: "Şeytan kesimit boğazlanırken derisi kesilip şah damarları koparılmaksızın ölünceye kadar böylece terk edilendir. Ebû Dâvûd, Dahaya 16. Ayrıca bk. Müsned, I, 289. 17- Dikili Taşlar Üzerinde Kesilenler: Yüce Allah'ın: "Dikili taşlar üzerinde (onlar adına) boğazlananlar..." âyeti ile îgili olarak İbn Faris şöyle demektedir: af... Dikili taşlar," dikine kondurulup, kendisine ibadet olunan ve kesilen hayvanların kanlarının üzerine boşaltıldığı bir taştır. Buna aynı zamanda da denilir ise, kuyunun ağzı etrafında destek olmak üzere dikilen taşlardır. Yukarı doğru yükselen toz bulutuna da denilir. 'ın (dikili taşlar anlamında) çoğul olduğu, tekilinin ise şeklinde olduğu ve bu bakımdan Eşek, eşekler kelimesine benzediği de söylenmiştir. Bununla birlikte âyet-i kerimede geçen şeklinin tekil olup, çoğulunun ise şeklinde geldiği de söylenmiştir. Bu dikili taşlar üçyüz altmış tane idî. Bu kelimeyi Talha, "sad" harfini sakin olarak; diye okumuştur. İbn Ömer'den ise bu kelimeyi, "nun" harfini üstün, "sad" harfini de sakin olarak; diye okuduğu da rivâyet edilmiştir. el-Cahderî ise bu kelimeyi isim şeklinde Dağ ve deve kelimeleri gibi tekil bir isim olarak okumuştur. Çoğulu ise şeklinde; Develer, dağlar şeklinde gelir. Mücahid der ki: Dikili taşlar, Mekke etrafında üzerlerinde hayvan kestikleri taşlardı, İbn Cüreyc der ki: Araplar Mekke'de davarlarını keser "ve kanlarını evin ön tarafına doğru sıçratırlar di. Eti parçalar ve bu taşlar üzerine bırakırlardı. İslam gelince müslümanlar Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a şöyle dediler: Bu gibi davranışlarla Beyti ta'zim etmeye biz daha bir lâyıkız. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu sanki mekruh görmedi. Bunun üzerine yüce Allah da: "Onların (kurbanların) etleri ve kanları Allah'a ulaşmaz..." (el-Hac, 22/37) âyetini indirdiği gibi: "Dikili taşlar üzerinde boğazlananlar..." âyeti de nâzil oldu. Yani: Eğer bunlarda niyyet, o dikili taşlan ta'zim ise... Yoksa o taşlar üzerinde kesmek câiz değildir, anlamında değildir. el-A'şâ der ki: "Sakin sen o dikili taştan olana asla ibadet ötme! Afiyette olmak için sen yalnız Rabbin olan Allah'a ibadet et." Âyet-i kerimedeki Üzerinde edatının "lâm" anlamında olduğu da söylenmiştir. Yani, dikili taşlar için boğazlananlar... anlamında olur. Kutrub dedi ki: İbn Zeyd dedi ki: Dikili taşlar üzerine kesilenler ile Allah'tan başkasının ismi anılarak kesilenler aynı şeylerdir. İbn Atiyye der ki: Dikili taşlar üzerinde kesilenler, Allah'tan başkasının ismi anılarak kesilenlerin bir bölümüdür. Fakat, Allah'tan başkasının adına kesilenler, tür olarak zikredildikten sonra özellikle bunların anılması ise, bu işin şöhret bulmuş olması, kesildikleri yerin şerefi ve insanların böyle bir işi ta"zim etmeleridir. 18- Fal Okları Ve Onun Hükmündeki Sair Davranışlar: Yüce Allah'ın: "Fal oklarıyla kısmet aramanız..." âyeti de kendisinden önceki âyetlere atfedilmiştir, ref mahallindedir. Yani, size bu şekilde kısmet aramanız da haram kılınmıştır. Fal okları (el-Ezlâm) denilen şeyler ise, kumar için kullanılan Özel oklardır. Bunun tekili (........) şeklinde gelir. Şair der ki: "Fal okları gibi bir delikanlı onların sıkıntılarını çekti gece boyunca." Bir diğeri de bunu çoğul olarak kullanarak şöyle demiştir; "Eğer Cezimeliler ileri gelenlerini öldürecek olursa Onların kadınları fal oklarını vururlar (çekerler)." Muhammed b. Cerir'in naklettiğine göre, İbn Veki' kendilerine babasından, o, Şureyk'ten, o, Ebû Husayn'den o, Saîd b. Cübeyrden naklederek dedi ki: Fal okları (el-Ezlam), açtıkları beyaz çakıl taşlan idi. Muhammed b. Cerir dedi ki: Bize Süfyan b. Veki' dedi ki: Bunlar satranç diye bilinen taşlardır. Lebid'in: "Ayakları toprak üzerinden kayardı." Şeklindeki ifadelerine gelince; bu şiiri açıklayanlar der ki: Lebid burada, ezlâm ile yaban öküzünün tırnaklarını kastetmektedir. Arapların Ezlâm'ı ise üç türlü idi: Bunlardan bir tür, herkesin kendisi adına edindiği üç oktu. Bunlardan birincisinin üzeride yap, ikincisinin üzerinde yapma yazılı idi. Üçüncüsünde ise hiçbir yazı yoktu, O bu oklarını beraberinde taşıdığı bir torbaya koyardı, Herhangi bir işi yapmak istedi mi, elini torbaya daldırır -ki, oklar birbirine benzerlerdi- bu oklardan birisi çıktı mır çıkan oka göre o işi yapar veya yapmazdı. Şayet üzerinde hiçbir yazı bulunmayan oku çekecek olursa, tekrar okunu çekerdi. İşte Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile Hazret-i Ebû Bekir hicret ettikleri sırada onları takibe koyulan Süraka b. Mâlik b. Cu'şum'un çektiği fal okları bunlardır. Bu fiile "istiksûm: kısmet aramak" denilmesinin sebebi, bu fal oklarını çekmek suretiyle rızık ve istedikleri kısmeti aramak istemelerinden dolayıdır. Nitekim yağmur dilemek için yapılan duaya "istiskâ" denildiği gibi. Yüce Allah'ın haram kıldığı bu İşin bir benzeri de müneccimlerin ("yıldız falcılarının) söyledikleri: Şu yıldızın doğuşu dolayısıyla çıkma, fakat şu yıldızın doğuşu dolayısıyla çık demeleri de bu kabildendir. Nitekim yüce Allah; "Ve hiçbir kimse yarın ne kazanacağını bilemez" (Lukmân, 31/34) diye buyurmuştur. İleride buna dair açıklamalar yüce Allah'ın izniyle yeterince gelecektir. İkinci tür ise, Kabe'nin İçinde Hubel'in yanında bulunan yedi tane ok idi. Bunların üzerinde insanlar arasında meydana gelen çeşitli olaylar yazılı idi. Bu okun her birisi üzerinde bir yazı vardı. Bunlardan birisi üzerinde diyet ile ilgili hususlarda "diyet" yazılı idi. Bir diğerinde "sizdendir", bir başkasında "sizden başkalarındandır", bir diğerinde ise "ne sizin İranızda nesebi vardır, ne de antlaşması vardır" anlamında (mulsak) ifadesi yazılı idi. Diğerlerinde ise sulara dair hükümler ve başka şeyler yazılı bulunurdu. İşte Abdulmuttalib'in çocukları arasında çektiği kur'a bü kabildendi. O, çocukları on kişi oldukları takdirde birisini kesmeyi adamıştı. Buna dair meşhur haberi İbn İshâk zikretmiştir Yine bu yedi ok, aynı şekilde Kabe'de Hubel'in yanında olduğu şekilde her bir Arap kâhini ve hakimi yanında da bulunurdu. Üçüncü türe gelince, sayıları on tane olan kumar oklarıydı. Bunlardan yedisinin üzerinde çizgiler bulunurdu. Üç tanesi ise boştu. Bu okları kumar oynamak, oyalanmak ve oyun olsun diye çekerlerdi. Aralarında aklı başında olanlar, kışın soğukların arttığı ve iş yapıp meslek icra etme imkânı bulunmadığı zamanlarda yoksul ve hiçbir şey bulamayanlarına (bu yolla) yemek yedirme maksadını güderlerdi. Mücahid der ki; Ezlâm denilen şey Farsların ve Bizanslıların kumar oynadıkları zarlardır. Süfyan ile Vekî ise, Ezlâm'dan kasıt satrançtır derler. Bütün bunlarla kısmet aramanın hepsi, açıklamış olduğumuz gibi, kısmet ve pay arayışıdır. Bu da malın batıl yollarla yeniliş şekillerindendir ve haramdır. İster güvercin, ister zar, ister satranç, İsterse de bu oyunların dışında herhangi bir oyun ile oynanan her türlü kumar, yine Ezlâm hükmünde bir kısmet aramadır ve hepsi haramdır. Ve bunlar da bir çeşit kâhinliğe soyunmak ve gaybı bilmek iddiasına kalkışmaya benzer. İbn Huveyzimendâd der ki: İşte bundan dolayıdır ki, bizim mezheb âlimlerimiz, müneccimlerin (yıldız falcılarının) beraberlerinde bulunan oklar ile bunlara benzer fal açtıktan parçalar ile, yollarda yaptıkları işleri yasaklamışlardır. el-Kiya et-Taberî de der ki: Allah'ın gaybı ilgilendiren hususlarla alakalı olarak bunları yasaklaşıyının sebebi, hiçbir kimsenin yarın kendisine ne isabet edeceğini bilememesidir. Bu fal oklarının gaybî şeyleri öğretmekte herhangi bir etkisi olamaz. Ancak cahillerden kimisi, köleler arasından azad edilecek kimseyi tesbit etmek üzere kur'a çekmek hususunda Şâfiî'nin kanaatinin reddedileceği sonucunu çıkartmıştır. Halbuki bu cahil kişi bilmez ki, Şâfiî'nin söylediği, konu ile ilgili sahih haberlere bina edilmiştir. Ve bu, yasak kılınmış bulunan ve bundan dolayı da itiraz olunan fal oklarıyla kısmet arama şekillerinden değildir. Çünkü köle azad etmek şer'î bir hükümdür. Şeriatın davayı ve düşmanlıkları sona erdirmek, yahut uygun gördüğü herhangi bir maslahat dolayısıyla azad edilme hükmünü tesbit etmek için kur'a'nın çıkışını bir alamet olarak tesbit etmesi caizdir. Böyle bir şey ise herhangi bir kimsenin kalkıp: Şunu yapacak olursan, yahut şunu diyecek olursan bu, gelecekte şu işlerden herhangi bir işe seni götürür demesine eşit olamaz. Fal oklarının çıkışının, meydana gelecek herhangi bir iş için bilgi sebebi kabul edilmesi câiz değildir. Ancak, kur'a'nın, kafi olarak kimin azad edileceğini tesbit edilişine dair bir alâmet olarak kabul edilmesi caizdir. Böylelikle her iki husus arasındaki fark açıkça ortaya çıkmaktadır. İyiye yormak istemek bu kabilden değildir. Nitekim Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Ey Raşid ve Ey Necih (ey doğru yolda olan, ey başarılı olan gibi) isimleri işitmekten hoşlanırdı. Bunu Tirmizî rivâyet etmiş olup, sahih ve garib bir hadistir, demiştir. Tirmizî, Siyer 47. Hazret-i Peygamberin bu şekilde hayra yorulacak şeylerden hoşlanmasının sebebi ise, hayra yormakla insan nefsinin rahatlaması, İhtiyacın karşılanıp arzulanan şeyin elde edileceği müjdesi ile sevinmesi dolayısıyladır. Bunun sonucunda kişi, yüce Allah'tan gelecekler hakkında güzel zan besler. Yüce Allah da (kudsî hadiste): "Ben, kulumun benim hakkımda zannettiği gibi tecelli ederim" Buhârî, Tevhid 15; Müslim, Tevbe 1, Zikir 2, 19; Tirmizî, Zühd 51, Deavât 132; İbn Mace. Edeb 58; Dârimî, Rikaak 22; Müsned, II, 251, 413 diye buyurmuştur. Diğer taraftan Hazret-i Peygamber, herhangi bir şeyi uğursuz saymaktan hoşlanmazdı. Çünkü bu, müşriklerin uygulamaları arasında idi. Ve ayrıca kötüye yormak, yüce Allah hakkında kötü zan beslemeye sebeptir. el-Hattabi der ki: İyiye yormak ile uğursuz saymak arasındaki fark şudur: İyiye yormak, yüce Allah On takdiri) hakkında güzel zan beslemek kabilindendir. Uğursuz saymak ise, O'ndan başka herhangi bir şeye tevekkül edip güvenmek kabil indendir. el-Esmaî der ki: Ben, İbn Avn'a tefe'ül (iyiye yormak)'ın mahiyeti hakkında soru sordum, o da bana şöyle dedi: İyiye yormak, kişinin hasta iken ey salim, (sağlıklı) diye bir söz işitmesi, yahut da kaybettiği bir şeyi ararken ey vacid (ey aradığını bulan) diye seslenildiğini işitmesidir. İşte Tirmizî'nin rivâyet ettiği hadisin anlamı da budur. Müslim'in Sahih'inde Ebû Hüreyre'den şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Ben, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı şöyle buyururken dinledim: "Uğursuzluğa kapılmak diye bir şey yoktur. Bunun en hayırlısı ise te'l (tefe'ül) hayra yormaktır." Ey Allah'ın Rasûlü fe'l dediğin şey nedir, diye sorulunca, o da şöyle dedi: "Sizden herhangi birinizin işittiği güzel sözdür." Buhârî, Tıb 43, 44, 54; Müslim, Seklin 110-112; Ebû Dâvûd, Tıb 24; Müsned, II, 266, 267, 406, 453, 524. İleride yüce Allah'ın izniyle bu şekilde uğursuz saymanın anlamına dair açıklamalar gelecektir. Ebû'd-Derdâ (radıyallahü anh)'dan şöyle dediği rivâyet edilmektedir: İlim ilim öğrenmekle elde edilir Hilim (tahammülkârlık) ise, kişinin kendisini tahammülkârlığa zorlamasıyla elde edilir. Kim hayrı arayıp bulmak isterse, araştırırsa o hayır ona verilir. Kim serden sakınmak isterse, o kötülükten korunur Fakat üç kişi vardır ki, bunlar yüksek derecelere asla ulaşamazlar: Kâhinlik yapmaya kalkışan, fal oklarıyla kısmet arayan, yahut da uğursuz sayarak başladığı bir yolculuğundan geri dönen. Yüce Allah'ın: "Bütün bunlar fısktır" âyeti ile, fal oklarıyla kısmet aramaya işaret edilmektedir. Fısk ise, doğru yoldan çıkış anlamındadır. Buna dair açıklamalar daha önceden (el-Bakara, 2/27- ayetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır. Burada işaretin, sözü geçen bütün bu haram kılınan şeyleri helâl kabul etmeye raci olduğu da söylenmiştir. (Meal buna göre yapılmıştır). Bunların herbirisi bir fısktır. helâl sınırından çıkıp haram sınırına bir geçiştir Bu haramlardan uzak durmak, akidleri yerine getirmek kapsamı içerisinde yer alır. Çünkü yüce Allah (sûrenin baş tarafında): "Akidleri yerine getirin" diye buyurmuştur. 21-Ümit Kesen Kâfirler Ve Onlardan Korkmama Gereği: Yüce Allah'ın: "Bugün kâfirler dininizden ümidlerini kestiler" yani, sizin tekrar kâfirler olarak dinlerine gerisin geri döneceğinizden yana ümitlerini kestiler. ed-Dahhâk der ki: Bu âyet-i kerîme Mekke'nin fethedildiği sırada nâzil olmuştur. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) hicretin dokuzuncu yılı, Ramazanın bitimine sekiz gün kala Mekke'yi fethetmiş ve Mekke'ye girdikten sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın münadisi şöyle seslenmişti: "Şunu bilin ki, Lâilahe ilallah diyen güvenlik altındadır. Silahını bırakan güvenlik altındadır, kapısını kapatan güvenlik altındadır." Ümitlerini kestiler" ifadesi, iki türlü kullanılabilir. Birincisi; şeklinde, ikincisi; şeklinde gelir. Bu açıklamayı en-Nadr b. Şumeyl yapmıştır. "Artık onlardan korkmayın. Benden korkun." Yani, onlardan değil de asıl Benden korkun, Çünkü sizi zafere erdirmeye güç yetiren gerçekten Benim. Yüce Allah'ın: "Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim" âyeti ile şuna işaret edilmektedir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'de bulunduğu sırada, yalnızca namaz farizası vardı. Medine'ye hicret ettikten sonra yüce Allah, Hazret-i Peygamber haccedene kadar helâl ve harama dair hükümlerini indirdi. Hazret-i Peygamber haccedip din kemale erince, şu: "Bugün sizin için dininizi kemale erdirelim" âyetini -ileride açıklayacağımız üzre- indirdi. Hadis İmâmları Târik b. Şihab (ez-Zührî)"den şöyle dediğini rivâyet ederler: Yahudilerden bir adam, Ömer (radıyallahü anh)'ın yanına gelerek şöyle dedi; Ey mü’minlerin emiri, Kitabınızda okuduğunuz bir ayeti kerîme vardır, eğer o âyet biz yahudiler topluluğu üzerine indirilmiş olsaydı, o âyetin indiği günü bayram edinirdik- Hazret-i Ömer: Bu hangi âyettir diye sorunca, yahudi: "Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. Üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak Eslamı beğenip seçtim" ayetidir. Hazret-i Ömer şöyle dedi: Şüphe yok ki ben, bu âyeti kerimenin indirildiği günü de, indirildiği yeri de çok iyi biliyorum. Bu âyet-i kerîme Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’a Cuma günü Arefe'de nâzil olmuştur. Müslim'in lâfzı bu şekildedir, Buhârî, îman 33, Tefsir sûre 2, Müslim, Tefsir 3-5; Tirmizî, Tefsir 5, sûre 1,2; Nesâî, Îman 18; Müsned, I, 39. Nesâîde ise "Cuma akşamı" ifadesi vardır. Nesâî, Menasik 194; Müsned, I, 28. Bu âyeti kerimenin Hacc-ı Ekber günü nâzil olup; Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın bu âyeti okuduğu, bunun üzerine de Hazret-i Ömer'in ağladığı rivâyet edilmiştir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona: "Ne diye ağlıyorsun?" diye sorunca, Hazret-i Ömer şu cevabı verdi: Beni ağlatan şu ki biz, dinimiz bakımından bir artış içerisinde bulunuyorduk. Bu dîn artık kemale erdiğine göre, ne kadar kemal bulmuş bir şey varsa mutlaka eksilmeye koyulur (işte bunun için ağlıyorum). Bunun üzerine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ona: "Doğru söyledin" Süyûtî, ed-Dürru'l-Mensûr, III, 18. dedi. Mücahid bu âyet-i kerimenin, Mekke'nin fethedildiği günü nâzil olduğunu rivâyet etmektedir. Derim ki: Birinci görüş daha sahihtir. Bu âyet-i kerîme, Cuma günü nâzil olmuştur. Nâzil olduğu gün ise, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Arefe'de, el-Adbâ diye anılan devesi üzerinde bulunuyor iken,hicretin onuncu yılında, Veda Haccında Arefe günü ikindiden sonra nâzil olmuştur. Bu âyet nâzil olduğu sırada, âyetin ağırlığından dolayı devenin bacakları neredeyse çatlayacaktı. O bakımdan dayanamayıp çöktü. Teum: gün" tabiri, günün bir parçası hakkında da kullanılabilir. Nitekim ayın bir bölümü hakkında da ay tabirinin kullanıldığı gibi. Biz, şu işi şu şu ayda, şu şu senede yaptık, denilir. Bilindiği gibi yapılan o iş, ayın ya da senenin tümünü kapsamaz. Bu da gerek Arapların dilinde, gerek Arap olmayanların dilinde bu şekilde kullanılır. Din: Bizim için teşri buyurduğu şer'î hükümler ile, bizim için öngördüğü yasalardır. Bu şer'î hükümler bölüm bölüm nâzil olmuştur. Bundan en son nâzil olan da bu âyet-i kerimedir. Bundan sonra hüküm ifade eden bir âyet nâzil olmamıştır. Bu görüş, İbn Abbâs ve es-Süddî'ye aittir. Cumhûr ise der ki: Bundan kasıt, farz, helâl ve harama dair hükümlerin büyük çoğunluğudur. Derler ki: Bundan sonra Kur'ân'ın pek çok bölümü nâzil olmuştur, ayrıca Riba âyeti de nâzil olduğu gibi, Kelâle âyeti ve buna benzer daha başka âyetler de inmiştir. Bu âyetin nüzulü sırasında kemale eren dinin büyük bir bölümü ile hacca dair hususlardır. Zira, bu senede mü’minlerle birlikte herhangi bir müşrik Beytullah'ı tavaf etmediği gibi, çıplak bir kimse de Beytullah'ı tavaf etmedi. Ve bütün insanlar da Arefe'de vakfe yaptı. "Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim" âyetinin düşmanlarınızı helâk ettim, dininizi diğer bütün dinlere üstün kıldım, anlamında olduğu da söylenmiştir. Bir kimseye düşmanına karşı yardım olunup, düşmanının zaran önlenecek olursa "istediğimiz bizim için tamamlanmış oldu" der. “Üzerinizdeki nimetimi tamamladım." Şer'î hükümleri, ahkâmı tamamlamakla size vadettiğim şekilde İslâm dinini üstün kılmakla bunu gerçekleştirdim, demektir. Zira, Ben daha önce sizlere: "Tâ ki, size olan nimetimi tamamlayayım..." (el-Bakara, 2/150) diye buyurmuştum. Bu ise, güvenlik içerisinde huzur ile Mekke'ye girmek ve buna benzer bu Hanif dinin ihtiva ettiği yüce Allah'ın rahmeti ile cennete girmeye kadar diğer bütün hususları kapsamaktadır. 24- Bu Âyetin Nüzulünden Önce Din Eksik Miydi? Ve Bundan Önce Vefat Edenlerin Durumu: Birisi şöyle diyebilir: Yüce Allah'ın: "Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim" âyeti, dinin bir zamanlar kâmil olmadığının delilidir. Bu ise, daha Önce vefat eden Muhacir, Ensar, Bedir ve Hudeybiye'de bulunmuş, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a her iki bey’ati de yapmış, Allah için canlarını feda etmiş kimselerin karşı karşıya kaldıkları büyük ve türlü mihnetlere rağmen, eksik bir din üzere ölmelerini; Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın da bu durumda İnsanları eksik bir dine davet etmesini gerektirir. Bilindiği gibi eksiklik de bir kusurdur. Allah'ın dini ise dosdoğru bir dindir. Nitekim yüce Allah: "Dosdoğru bir dine..." (el-En'âm, 6/161.) diye buyurmaktadır. Böyle bir şüpheye şu şekilde cevap verilebilir: Neye dayanarak her bir eksikliğin bir kusur olduğunu söylüyorsunuz? Buna dair deliliniz nedir? Ayrıca şunlar da söylenir: Ayın eksik olması bir kusur mudur? Yolcunun namazının eksik olması o namaz için bir kusur mudur? Yüce Allah'ın: "Uzun ömürlü birisinin ömrünün uzatılması da ömrünün eksiltilmedi de ancak bir kitaptadır" (Fâtır, 35/11) âyetinde işaret ettiği şekilde, dilediği ömrün eksikliği o ömür için bir kusur mudur? Alışılmıştan daha eksik olan ay hali günleri, hamilelik günlerinin eksik oluşu, hırsızlık, yangın veya sel baskını dolayısıyla sahibini fakir bırakmadığı takdirde malın eksikliği, acaba bir kusur mudur? O bakımdan senin, yüce Allah'ın ilminde bulunan dinin geri kalan bölümlerinin bildirilmesinden önce sert hükümler açısından dinin bölümlerindeki eksikliğe karşı gösterdiğin bu tepkir aslında böyle bir tepkiyi gerektiren herhangi bir kusur veya olumsuz bir yönden dolayı değildir. Yüce Allah'ın: "Bugün sîzin için dininizi kemale erdirdim" el-Hakim, el-Müstedrek, II, 427-428 âyetinin anlamı ile ilgili olarak senin olumsuz gördüğün şey, iki şekilde açıklanabilir: Birincisi şudur: Ben, bu dini, benim kaza ve kaderim gereğince,nezdimdebelirlediğim en ileri noktaya kadar ulaştırmış oldum, anlamı kastedilmiş olabilir. Bu ise, bundan önceki durumunun ayıplanacak bir eksiklik olmasını gerektirmez. Aksine o takdirde mukeyyed bir eksiklikle nitelendirilebilir ve buna şöyle denilebilir: Bu din, o zamanki haliyle yüce Allah nezdinde, kendisine ekleyeceği ve katacağını bildiği şeylere nisbetle eksikti. Nitekim yüce Allah'ın yüzyıl yaşatacağı bir kimseye, Allah onun ömrünü tamamlasın denilir. Ancak bundan, yaşı altmış olduğu sırada ömrünün bir kusur ve bir tutarsızlık anlamında eksik olmasını gerektirmez. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyururdu: "Allah, her kimi altmış yıl yaşatır ise, artık ömür bakımından onun ileri süreceği bir mazereti kalmamış olur." Ama bu durumdaki kimsenin, mukayyed olmak şartıyla eksiklik ile nitelendirilmesi ve şöyle denilmesi mümkün olur; Aitmiş yaşında iken, yüce Allah'ın bilgisine göre, o kişiyi ulaştıracağı ve yaşatacağı ömürden daha eksik idi. Şanı yüce Allah, öğlen, ikindi ve yatsı namazlarını (farzlarını) dört rekate ulaştırmıştır. Eğer dört rekâte çıkardıktan sonra: Allah bunları tamamladı denilecek olursa bu, doğru bir ifade olur. Ancak, bu namazlar ikişer rekât iken, kusur ve bir ayıp olacak şekilde eksik idiler, demeyi gerektirmez, Ancak, yüce Allah'ın daha sonra bunlara ekleyeceği ve İlave edeceği sayıya göre eksik idiler denilecek olursa, o takdirde bu doğru bir ifade olur, İşte, yüce Allah'ın bu dini ezelî ilminde ulaştıracağım takdir ettiği son noktaya vardırıncaya kadar peyder pey ger'î hükümlerini indirmesi de böyledir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Bir başka açıklama şekli de şöyledir Yüce Allah: "Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim" âyeti ile şunu kastetmiş olabilir: O, dinin rükünlerinden başka herhangi bir rüknün kalmamış olduğu, hacca da onları muvaffak kıldı ve haccettiler. Böylelikle bütün rükünlerini eda ve farzlarını yerine getirmek suretiyle dini onlar için tamamlamış ve bütünlemiş oldu, Hazret-i Peygamber de: "İslam beş esas üzerine bina edilmiştir..." Buhârî, Îman 2, Tefsir 2. sûre 30; Müslim, Îman 19-22; Tirmizî, Îman 3; Nesâî, îman 13; Müsned, il, 93, 120, 143. diye buyurmuştur. Bundan önce ise şehadet kelimesini getirmişler, namaz kılmışlar, zekât vermişler, oruç tutmuşlar, cihad etmişler, umre yapmışlardı, ama henüz haccetmemişler di. İşte o gün Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte haccedince şanı yüce Allah, onlar Arefe akşamı vakfe yerinde iken: "Bugün sizin için dininizi kemale erdirdi m, üzerinizdeki nimetimi tamamladım..." âyetini indirdi. Bununla da dinini onlar için vaz edişini tamamlamış olduğunu kastetmektedir. İşte bunda, Allah'a yapılan bütün itaatlerin bir din, îman ve İslâm olduğuna dair açık delil vardır. Yüce Allah’ın: "Ve size din olarak İslâm'ı beğenip seçtim" âyeti, Ben size, din olarak sizin için ondan razı olduğumu bildirdim, anlamındadır. Şanı yüce Allah, her zaman için din olarak bizim İslâm'a bağlanmamıza razıdır. Yoksa bu âyeti zahirine göre yorumluyarak, razı oluşunun yalnızca o gün için tahsis edilmesinin bir faydası olmaz. Din olarak" kelimesi, temyiz olarak nasb edilmiştir. İkinci mef'ûl olarak nasbedilmiş olduğu da kabul edilebilir. Âyetin anlamının şöyle olduğu da söylenmiştir Eğer, sizler Benim sizin için şeriat olarak belirlemiş olduğum dine uyacak olursanız, sizden razı olurum. "Ve size din olarak İstâmı beğenip seçtim" âyeti ile şunu kastetmiş olması ihtimali de vardır: Bugün üzerinde bulunduğunuz dininiz İslâm'ı bütün kemati ile, ondan hiçbir şeyi nesh etmeksizin ve ebediyyen kalıcı olmak üzere beğenip seçtim. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Bu âyeti kerimede sözü geçen İslâm, yüce Allah'ın: "Şüphesiz Allah nezdindeki din İslâmdır" (Âl-i İmrân, 3/19) âyetinde sözü geçen İslamın aynısıdır Yine, Hazret-i Cebrâîl'in Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a sorduğu soruyu açıklayan da budur. Bu İslâm ise îman , ameller ve diğer imanın çeşitli şubeleridir. "Kim son derece aç ve çaresiz kalır da..." âyeti, her kimin içinde bulunduğu zorunluluk hali, meyleden ve bu âyet-i kerimede haram kılınmış diğer şeylerden yemeye mecbur bırakılırsa., demektir. Âyet-i kerimede geçen “Son derece aç" kelimesi, açlık ve insanın kamının boş olması demektir. ise, karnın zayıflaması ve içe çekilmesi anlamındadır. Erkek için; seklinde, kadın için de; şeklinde kullanılır. Ayağının iç tarafı fazlaca çukur glanı nitelemek için de; denilir. Bu kelime açlık hakkında çokça kullanılır. Şair Ahşâ der ki: "Siz kış vakti karınlarınız dolu olarak geceleri geçirirsiniz Komşu hanımlarınız ise aç ve karınları içeri geçmiş olarak geceyi geçirirler." Yani, açlıktan dolayı karınları zayıflamış, içeri geçmiş olarak geceyi geçirirler. Şair Nâbiğa da zayıflığı bakımından karnının içeri çekilmiş olması hakkında şöyle demektedir: "Karnı ise boğum boğumdur; bununla birlikte içeri geçmiş ve yumuşaktır. Boynuna gelince, bükülemeyen sert meme üzerinde yükselmektedir.' Hadîs-i şerîfte de: "Karınları içe geçmiş sırtlarının yükü bakımından ise hafiftirler..." İbnu'l-Ashâb, en-Nikâye, II, 80. kelimesi, karnı içeri geçmiş demek olan; 'ın çoğuludur ki, zayıf demektir. Hazret-i Peygamber bu Hadîs-i şerîfinde, bu kimselerin insanların mallarına tenezzül etmeyen tok gözlü kimseler olduklarını haber vermektedir... Yine: "Kuşlar, sabahleyin karınları boş olarak yuvalarından çıkar giderler, akşamleyin ise karınları tok ve doymuş olarak geri dönerler" Tirmizî, Zühd 33; İbn Mâce, Zühd 14; Müsned, I, 30, 52. hadisinde de ("karınları boş" anlamındaki) bu kelime aynı kökten gelmektedir. (.......) bir kumaş çeşididir. el-Esmaî der ki: Bunlar, çeşitli işaretleri bulunan ipek veya yünden yapılmış elbiselerdir. Siyah renkli olurlar. Eskiden İnsanların giydikleri elbiseler arasında bunlar da vardı. Zorunluluk halinin anlamı ve hükmü ile ilgili açıklamalar daha önce el-Bakara sûresinde (2/172-173. âyetin tefsirinde, 21, 22. başlıklar ve devamında) geçmiş bulunmaktadır. 27- Zorunluluk Halinde Bile Günaha Meyledilmez: Yüce Allah'ın: "Günaha meyletmeksizin..." âyeti, harama meyletmeksizin anlamındadır. Bu da: "Saldırmamak ve haddi aşmamak..." (el-Bakara, 2/173.) anlamındadır. Bunun anlamı ise, (daha önceden işaret edilen âyet-i kerimenin bölümü açıklanırken) geçmiş bulunmaktadır, âyeti kerimede geçen; Meyletmek demektir, Günah ise, haram anlamındadır. Ömer (radıyallahü anh)'ın -Ramazan günü insanların oruçlarını açmasından sonra güneşin görünmesi üzerine- söylediği: "Biz bu hususta bir günaha meyletmedik" sözü de bu kabildendir. Biz, bilerek ve kasti olarak bu işi yapmaya yönelmedik, anlamındadır. Meyletme İşini yapan herkese de; denilir. Âyet-i kerimede geçen ve "meyleden" anlamına gelen kelimesini en-Nehaî, Yahya b. Vessâb ve es-Sülemi, elipsiz olarak diye okumuşlardır. Mana itibariyle bu şekil daha beliğdir. Zira, aynül fiilin (fiil kökünün ikinci harfinin ki, burada "nun" harfidir), şeddeli okunuşu mananın daha mübalağalı, daha ileri derecede olmasını, hükmünün de daha bir sağlamlığını gerektirir, (âyeti kerimedeki kipi ile) tefâul vezni ise, sadece bir şeyin taklid edilmesi ve ona yaklaşılması anlamını ifade eder. Nitekim Dal eğildi denilecek olursa, dalın eğilmek suretiyle yakınlaşmış olduğunu ifade eder Buna karşılık; denilecek olursa, eğilme hükmünün fiilen sabit olduğu anlatılmış olur. Aynı şekilde Adam kendisini korumaya çalıştı ile Korudu kipleri de böyle olduğu gibi, Akıllı olmaya çalıştı ile Hilen akıllandı kipleri de böyledir. Buna göre âyetin anlamı şöyle olur: Maksadında bir masiyet İşleme kastını gütmeksizîn... Bu şekildeki açıklama, Katade ve Şâfiî'ye aittir. "Şüphesiz Allah, mağfiret edendir, merhamet edendir." Yani Allah böyle birisini bağışlar, ona merhamet buyurur. Burada "Ona" anlamına gelen W hazf edilmiştir. Sîbeveyh de (bu kabilden bazfe örnek olmak üzere) şöyle bir beyit nakletmektedir: "Um el-Hiyâr, artık iddia eder oldu Aleyhime bir günah işlediğimi. Halbuki ben onu büsbütün işlemedim." Şair burada, fiilin sonunda Onu işlemedim" anlamını verecek şekilde "o" zamirini hazf etmiş bulunmaktadır Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. |
﴾ 3 ﴿