12

Yemin olsun ki, Allah, İsrail oğullarından, söz almıştı. Biz, İçlerinden on iki de nakîb ayırmıştık. Allah buyurmuştu ki: "Ben şüphesiz sizinle beraberim. Yemin olsun ki, eğer namaz kılar, zekât verir, peygamberlerime inanır ve onlara gereği gibi yardım eder, . Allah'a güzel bir borç verirseniz, elbette günahlarınızı örter, sizi altından ırmaklar akan cennetlere sokarım. Bundan sonra İçinizden kim kâfir olursa, muhakkak doğru yoldan sapmış olur."

Bu âyetin;

"Yemin olsun, Allah İsrail oğullarından söz almıştı. Biz, içlerinden oniki de nakîb ayırmıştık" bölümüne dair açıklamalarımızı üç baş lık halinde sunacağız:

1- Âyetin Önceki Âyetle Bağlantısı ve Nakîbliğin Mahiyeti:

İbn Atiyye der ki: "İsrail oğullarının, yüce Allah'ın kendilerinden aldıkları sözleri bozduklarını ihtiva eden bu âyet-î kerimeler, bir önceki âyet-i kerimede söz konusu edilen, "ellerinin geri çekilmesi" ile ilgili âyetin Nadiroğulları hakkında olduğu tezini güçlendirmektedir. Te'vil ehli, nakîbin kavmin ileri geleni ve onların işlerini araştırıp maslahatlarını tetkik edip ortaya çıkartan kimse olduğunu icma ile kabul etmekle birlikte, bu nakîblerin hangi yolla ayrılıp gönderilmiş olduğu hususunda farklı görüşlere sahiptirler. (Aynı kelimeden gelen ve mübalağalı ism-i fail olan) en-Nakkâb: İnsanlar arasında bu şekilde hareket eden büyük kişi demektir. İşte bundan dolayı Hazret-i Ömer hakkında: "Şüphesiz ki o, bir nakkâb idi" denilmiştir. Nakîbler (nukabâ), teminat altına alan kimseler demektir. Bunun tekili nakîbdir. Nakîb İse, bir topluluğun şahidi ve onların teminatçısıdır. Onlar için nakîblik etti ve o, nakibesi güzel olan, yani hilkati güzel olan kimse de'denilir. Nakb ve nukb ise, dağdaki yol anlamındadır. Nakîb denilmesi İse, böyle bir kişinin kavminin işlerinin iç yüzlerini, onların menâkibini bilmesinden dolayıdır. Menkab ise, işlerini bilmenin yolludur. Bazıları da şöyle demiştir: nakîbler, kavimleri hakkında emin ve güvenilir olan kimselerdir. Bütün bunlar, birbirlerine yakın açıklamalardır, nakîb, mevki itibari ile ariften daha yüksektir.

Atâ b. Yesar der ki; Kur'ân taşıyıcıları (hafızlan), cennetliklerin arifleridir. Bunu, Dârimî Müsned’inde zikretmiştir. Dârimî, Fedâilu'l- Kuran 33. Katade -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- ve başkaları da şöyle demiştir; Burada sözü geçen nakîbler, her bir koldan Sıbt'tan ileri gelen kimseler idiler. Bunların her birisi, kendi Sıbt’ının Allah'a îman edip, Allah'tan korkmaları hususunda garanti vermişti, İşte, Akabe gecesinde nakîb olanlar da buna benzer bir konumda idiler. O gece, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a yetmiş erkek ve iki hanım bey'at etmiş, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) da yetmiş kişi arasından on iki erkek seçmişti. Bunlara da Mûsa (sallallahü aleyhi ve sellem)a uyarak "nâkîbler" diye ad vermişti. er-Rabi', es-Süddî ve başkaları der ki: İsrailoğullarından nâkîbler, güvenilir kimseler olarak zorbaların bulunduğu şehirde zorbaları yakından görmek, onların güç ve savunma imkânlarını tesbit etmek üzere gönderilmişlerdi. Onlar da o şehirde bulunanların durumunu denemek üzere yola çıktılar Dönüp Hazret-i Mûsa'ya onlara karşı yapılacak Savaşın durumunu iyice düşünmek ve tetkik etmek için orada gördüklerini bildirmek üzere gitmişlerdi. Orada bulunan zorbaların -ileride de açıklanacağı üzere- büyük bir güce sahip olduklarını gördüler ve onlara karşı koyamayacaklarını sandılar. Kendi aralarında bunu İsrailoğullarından gizlemek ve durumu Hz Mûsa'ya bildirmek üzere sözleştiler. Ancak, İsrailoğullarına vardıklarında aralarından on kişi sözlerinde durmadı, yakınlarına ve sır saklamakta güvendikleri kimselere durumu bildirdiler. Bu haber ise, İsrailoğullarının durumunu bozacak noktaya gelecek şekilde yaygınlık kazandı ve bunun üzerine de onlar:

"Git, sen ve Rabbin Savaşın. Biz de buracıkta oturuyoruz" (el-Mâide, 5/24) dediler.

2- Haberi Vahidin Kabulü:

Âyet-i kerimede, kişinin ihtiyaç duyduğu hususlarda ve dinî ve dünyevî meseleleriyle ilgili bilgi sahibi olmaya gerek duyduğu konularda haber-î vâhidîn kabul edilebileceğine dair bir delil vardır. Bu haberi vahide binaen hükümler oluşturulup, ona bağlı olarak helal ve haram hükümleri belirlenir. Bunun benzeri hususlar İslamda da görülmüştür. Nitekim Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Hevâzinlilere: "Sizin arifleriniz, işlerinizi bize getirip bildirinceye kadar geri dönünüz" diye buyurmuştur. Bunu da Buhârî rivâyet etmiştir. Buhârî, Itk 33, Hibe 24, Hums 15, Ahkam 26, Vekâlet 7, Megazi; Ebû Dâvûd, Cihâd 121; Müsned, IV, 327.

3- Casusluk:

Bu âyet-i kerimede, casus kullanmaya dair de delil vardır. Tecessüs: Araştırmak demektir Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) da, (Bedir gazvesinde) Besbes(e'y)i casus olarak göndermişti. Bunu Müslim rivâyet etmiştir. Müslim, İmâre 145 İleride Besbesle casusluk ile ilgili hükümler Mumtehine sûresinde (60/1. âyetin tefsirinde) yüce Allah'ın izniyle gelecektir.

İsrailoğullarından gönderilen nakîblerin isimlerine gelince, Muhammed b. Habib, el- Muhabbar adlı eserinde isimlerini zikrederek şunları söylemektedir: Rubil sıbtından Şemû b. Rekûb, Şeni'un sıbtından Şokot b. Hori, Yehuza sıbtından Kâlib b. Yukanna, Sahir sıbtından Yoğol b. Yusuf, Efraim b. Yusuf sıbtından Yuşa b. Nûh, Bünyamin sıbtından Yeza b. Roko, Rebalun sıbtından Kerabil b. Soda, Menşa b. Yusuf sıbtından Kedi b. Susa, Dan sıbtından Amail b. Kesel, Şir sıbtından Setür b. Mihail, Neftal sıbtından Yuhanna b. Vakuşa, Kâz sıbtından Keval b. Muhi. Bk. Ahd-i Atik, Sayılar 13. Aralarından îman eden iki kişi de Yuşa ve Kâlîb'dirler. Mûsa (aleyhisselâm) da diğerlerine beddua etti, onlar da gazaba uğramışlar olarak helâk edildiler. Bu açıklamaları el-Maverdî yapmıştır.

Akabe gecesi nakîblerine gelince, bunlarda İbn İshâk'ın Sireti'nde zikredilmişlerdir, isimlerini görmek isteyenler oraya bakabilirler.

Yüce Allah'ın:

"Allah buyurmuştu ki: Ben şüphesiz sizinle beraberim. Yemin olsun ki, eğer namaz kılar..." âyeti ile ilgili olarak, er-Rabî b. Enes der ki: Bu sözler nakîblere söylenmişti. Başkası ise şöyle demektedir: Yüce Allah bunu bütün İsrail oğullarına demişti.

" Ben şüphesiz" âyetindeki 'nin esreli olması, söz başlangıcı olduğundan dolayıdır, Sizinle beraberim, zarf olduğundan dolayı nasb mahallindedir. Yani, yardım ve desteğimle sizinle birlikteyim. Daha sonra yeni bir hitaba başlayarak: "Yemin olsun ki, eğer namaz kılar diye söze başladı ve "Elbette günahlarınızı örter." yani bunları yapacak olursanız "sizi altından ırmaklar akan cennetlere sokarım" diye buyurdu.

"Yemin olsun ki, eğer" âyetinin başındaki "lâm" te'kid içindir ve yemin anlamındadır. Aynı şekilde "(.......) Elbette... nızı örter" âyeti ile

"Sizi... sokarım" âyetindeki "lâm"lar da böyledir.

Âyetin anlamının şöyle olduğu da söylenmiştir: Yemin olsun ki, namazı dosdoğru kılacak olursanız, yemin ederim ki, günahlarınızı örterim. Ayrıca, yüce Allah'ın:

"Günahlarınızı Örterim" âyeti dolayısıyla bu, bir başka şart daha ihtiva etmektedir. Yani, siz böyle yapacak olursanız, Ben de günahlarınızı örterim, demektir. Yüce Allah'ın:

"Yemin olsun ki, eğer namaz kılar... sanız." âyetinin, yüce Allah'ın:

"Ben şüphesiz sizinle beraberim" âyetinin cevabı olduğu da söylenmiştir. Aynı zamanda bu: "Günahlarınızı örterim" âyetinin da şartıdır.

(Âyet-i kerimedeki) Ta'zir: (Mealde gereği gibi yardım etmek): Ta'zim ve gereği gibi saygı duymak demektir. Ebû Ubeyde şu beyiti nakletmektedir:

"Onların nice keremli ve şerefli kişileri vardır

Ve meclislerde ta'zim olunan nice aralatılan,"

Ta'zir, aynı zamanda hadden daha aşağı miktarda vurmak demektir, Geri çevirmek anlamına da gelir. Filanı ta'zir ettim denildiğinde, onu te'dip ettim ve çirkin isterden geri çevirdim demek istenir. Buna göre, yüce Allah'ın Onlara gereği gibi yardım eder...seniz" Düşmanlarını onlardan Savarsanız, geri çevirirseniz, demektir.

"Allah'a güzel bir borç verirseniz" den kasıt ise, sadakalardır. Burada (güzel borç terkibindeki borç anlamına gelen "karz" mastarı) şeklinde gelmemiştir. Bu, mastarın gelmesi gereken şekilden farklı şekilde kullanıldığı yerlerden birisidir. Allah'ın şu âyetinde olduğu gibi:

"Ve Allah sizi yerden bitki gibi bitirmiştir" (Nûh, 71/17);

"Bunun üzerine Rabbi onu güzel bir kabul ile kabul etti..." (Âl-i İmrân, 3/37)

Nitekim buna dair açıklamalar önceden (belirtilen âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.

Diğer taraftan: "(Borcun niteliği olarak) güzel" diye buyurulmasının, gönül hoşluğu ile verirseniz anlamında olduğu söylendiği gibi, bununla, Allah'ın rızasını anyarak veya helâlinden... anlamında olduğu da söylenmiştir.

"Bir borç" kelimesinin, mastar değil de isim olduğu da söylenmiştir

"Bundan" yani, bu söz alıştan

"sonra, İçinizden kim kâfir olursa, muhakkak doğru yoldan sapmış olur." Yani, doğru yolu kaybetmiş ve şaşırmış olur.

Doğrusunu en iyi bilen Allahtır.

12 ﴿