34Yalnız, kendilerine gücünüz yetmeden önce, tevbe edenler müstesnadırlar. Bilin ki Allah, cok mağfiret edicidir, çok merhamet sahibidir. Mâlik, Şâfiî, Ebû Sevr ve rey sahipleri derler ki: Âyet-i kerîme, müslümanlardan olup yol kesmeye, yeryüzünde fesat çıkarmaya çıkan kimseler hakkında nâzil olmuştur. İbnü'l-Münzir der ki: Mâlik'in görüşü sahihtir. Ebû Sevr de bu görüşün lehine delil getirmek üzere şöyle demektedir: Âyet-i kerimenin kendisinde âyetin müşrik olmayanlar hakkında nâzil olduğuna delil vardır. Bu da yüce Allah'ın: "Yalnız kendilerine gücünüz yetmeden önce tevbe edenler müstesnadır" âyetidir. İcma ile, ilim adamları şunu kabul etmişlerdir ki, şirk ehli, ellerinize düşüp İslama girecek olurlarsa, artık kanları haram olur. İşte bu, ayeti kerimenin müslüman kimseler hakkında nâzil oluduğuna delildir, Taberî de kimi ilim ehlinden sunu nakletmektedir: Bu âyet-i kerîme, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın Uranî'lere yaptığı uygulamayı neslfetmiş ve böylece bu konudaki uygulama bu (âyetlerin getirdiği) sınırda durmuş oldu. Muhammed b. Sîrin de şöyle demektedir: Bu husus, hadlerin nâzil oluşundan önce idi. Bununla Enes (radıyallahü anh)'ın rivâyet ettiği hadisi kastetmektedir. Bunu, Ebû Oâvud zikretmektedir, Ebû Dâvûd, Hudûd, 3, hadis no: 4371. Aralarında el-Leys b. Sa'dın da bulunduğu bir topluluk şöyle demiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)ın Uraniler hakkında yaptığı uygulama, sonradan nesh olunmuştur. Zira, irtidat eden bir kimseye müsle yapmak câiz değildir. Ebû'z-Zinad der ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), süt veren develeri çalan kimselerin el ve ayaklarını kesip ateşle gözlerini dağlayınca, bu hususta yüce Allah ona sitem etti ve bununla ilgili olarak da: "Allah'a ve Rasulüne karşı Savaşanların ve yeryüzünde fesat çıkarmaya çalışanların cezası, ancak öldürülmeleri, yahut asılmaları.... dır" âyetini indirdi. Bunu da Ebû Dâvûd rivâyet etmiştir. Ebû Dâvûd, Hudûd 3, hadis no 4370. Ebû'z-Zinad der ki: Hazret-i Peygambere öğüt verilip ona müsle yasak kılınınca, bir daha bu işi yapmadı. Bir topluluktan nakledildiğine göre, bu âyet-i kerîme, Hazret-i Peygamberin sözü geçen fiilini nesh etmiş değildir. Çünkü, onun bu uygulaması, mürted kimseler hakkında vaki olmuştu, özellikle de Müslim'in Sahihi ile Nesâî’de ve başkalarında şöyle denildiği sabittir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in bu kimselerin gözlerini dağlamasının sebebi, onların da çobanların gözlerini dağlamaları idi. Müslim, Kasame 14; Nesâî, Tahrhnu'd-Dem 9. O halde bu bir kısastı. Bu âyet-i kerîme ise, mü’min muharip (yol kesici) hakkındadır. Derim ki, bu güzel bir görüştür. Ayrıca Mâlik ve Şâfiî'nin kabul ettiği görüşün manası da budur. Bundan dolayı yüce Allah: "Yalnız kendilerine gücünüz yetmeden önce tevbe edenler müstesnadırlar" diye buyurmaktadır. Bilindiği gibi kâfirlere güç yetirildikten sonra, tevbe ile cezalarının kalktığı gibi güç yetirilmeden önce de tevbe ile cezaları kalkar ve her her iki halde de hükümlerinde bir farklılık olmaz. Mürted ise -muharebe olmasa dahi- bizzat irtidat dolayısıyla öldürülmeyi hak eder. Fakat, sürgüne gönderilmez, eli kesilmez, ayağı kesilmez ve serbest bırakılmaz. Aksine, müslüman olmadığı takdirde öldürülür. Çarmıha da gerilmez. İşte bu, âyetin ihtiva ettiği cezalarla mürtedin kastedilmediğinin delilidir. Yüce Allah ise kâfirler hakkında: "Sen, o kâfirlere de ki: Eğer vazgeçerlerse, onlara geçmiş (günahları) mağfiret olunup,, " (el-Enfal, 8/38) diye buyurken, muharibler (yol kesiciler) hakkında: "Yalnız kendilerine... müstesnadırlar" âyetini indirmiştir. Bu da (aradaki fark") gayet açıkça ortadadır. Bölümün baş tarafında yaptığımız açıklamalara göre de İçinden çıkılmıyacak bir durum yoktur, bir kınama, bir sitem de sözkonusu değildir. Zira o, (Hazret-i Peygamberin yaptıkları) Kitab-ı Kerîm'in muktezasıdır. Yüce Allah da: "Onun için size kim saldırırsa, siz de tıpkı onların size saldırdıkları gibi karşılık verin." (el-Bakara, 2/194) diye buyurmuştur. Bunlar da (çobanlara) müsle yaptılar. O nedenle kendilerine de müsle yapıldı. Şu kadar var ki, eğer sitemde bulunulduğu rivâyeti sahih ise, bunun öldürme hususunda aşırıya kaçılmış olmasından dolayı olması muhtemeldir. Zira, kızdırılmış çivilerle gözlerine mil çekilip ölünceye kadar susuz olarak bırakıldılar ( bu onların yaptıklarına bir fazlalığı ifade eder). Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Taberî de es-Süddîden şöyle dediğini nakletmektedir; Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Uranîlerin gözlerine mil çekmedi. Ancak bunu yapmak istedi, bu âyet-i kerîme de bunu yasaklamak üzere nâzil oldu. Bu ise, oldukça zayıf bir görüştür. Çünkü, bu konudaki sabit haberler, göklerine mil çekildiği şeklinde varid olmuştur Buhârî'nin Sahihinde şöyle denilmektedir: Hazret-i Peygamber emir verince, çiviler kızdırıldı ve gözlerine mil çekti. Buhârî, Cihad 152, Hudûd 17; Ebû Dâvûd, Hudûd 1, hadis no: 4365. Âyet-i kerîme her ne kadar mürtedler yahut yahudiler hakkında nâzil olmuş olsa dahi, bu ayetin ifade ettiği hükmün müslüman muharibler hakkında olduğu hususunda ilim ehli arasında görüş ayrılığı yoktur. Yüce Allah'ın: "Allah'a ve Rasulüne karşı Savaşanların... cezası ancak..." âyetinde, bir istiare ve bir mecaz vardır. Zira, yüce Allah'a karşı Savaşılamaz ve kimse O'nu mağlup etmeye kalkışamaz. Çünkü O, kemal sıfatlarına sahiptir. Ve O, zıtlardan ve ortaklardan münezzehtir. But Allah'ın dostlarına karşı Savaşanlar... anlamındadır. Yüce Allah burada kendi Aziz zatını, gerçek dostlarını anlatmak üzere ifade buyurmuştur. Böylelikle onlara yapılacak eziyetin ne kadar büyük olduğuna dikkat çekmek istemiştir. Nitekim şu âyetinde kendi zatını zikrederek, fakir ve zayıf kimseleri kastettiği gibi: "Allah'a güzel bir şekilde ödünç verecek olan kimdir." (el-Bakara, 2/245) Bununla yüce Allah fakir ve zayıflara karşı duyguları harekete geçirmek ve teşvik etmek istemiştir. Sahih hadiste varid olan: "Ey Âdemoğlu, ben senden bana yemek yedirmeni istemiştim. Sen bana yedirmedin..." diye Müslim'in rivâyet ettiği Müslim, Birr 43. hadis de bunun gibidir. Bu da daha önce el-Bakara sûresinde (2/245. ayet, başlıkta) geçmiş bulunmaktadır. İlim adamları, "muharib" adının kimlere verilmesinin uygun olacağı hususunda farklı görüşlere sahiptirler Mâlik der ki: Bize göre muhârib, ister şehirde olsun, ister meskûn olmayan mahalde olsun, insanlara karşı silah taşıyan ve ortada bir karışıklık, bir intikam ve bir düşmanlık sözkonusu olmaksızın insanların mal ve canlarına karşı taarruzda bulunan kimsedir. İbnü'l-Münzir der ki: Bu meselede Mâlik'ten gelen rivâyetler farklıdır. O, kimi zaman Mısırda (yani yerleşik bölgelerde) muharebenin sözkonusu olduğunu kabul ederken, kimi rivâyetlerde bunu kabul etmemektedir. Bir kesim de şöyle demiştir; Bunun hükmü, şehirde (mısırda, meskûn mahallerde) yahut evlerde, yollarda, çöllerde, göçebe olarak yaşanan yerlerde ve kasabalarda olmasının hükmü birdir ve bu durumlarda muhariblere uygulanacak had aynıdır. Bu, Şâfiî ve Ebû Sevr'in de görüşüdür. İbnü'l-Münzir der ki: Böyle de olması gerekir. Çünkü, bunların hepsi hakkında muhârib tabiri kullanılabilir. Kitab (ın ifadeleri) ise umumidir. Herhangi bir delil bulunmaksızın hiç bir kimse bir topluluğu ayetin genel kapsamı dışına çıkartamaz. Bir başka kesim ise şöyle demektedir: Mısır'da (yerleşik yerlerde) muharebe sözkonusu olmaz. Muharebe ancak Mısır'ın dışında olur. Bu da Süfyan es-Sevrî, İshâk ve Nu'man'ın (b. Sabit'in yani Ebû Hanîfe'nin) görüşüdür. Bir kimsenin malını almak kastıyla hileli bir yolla tuzak kurup suikast yapan kimse (muğtâl) da muhârib gibidir. Şayet silah çekmeyip, birisinin evine girip yahm bir yolculukta onunla arkadaşlık kurup zehir verip öldürecek olursa, kısas olmak üzere değil de had olarak Öldürülür. Fukahâ, muharibin hükmü hakkında da farklı görüşlere sahiptirler. Bir kesim işlediği fiil kadarıyla ona had uygulanır, demektedir. Bir kimse yolda korku salar ve mal alırsa, çaprazlama olarak el ve ayağı kesilir. Eğer mal alıp adam öldürürse, önce el ve ayağı kesilir, sonra çarmıha gerilerek asılır. Şayet adam öldürmekle birlikte mal almamışsa öldürülür. Şayet bizzat kendisi mal da almamış, kimseyi de öldürmemişse, sürgüne gönderilir. Bunu İbn Abbâs söylemiştir. Ayrıca bu, Ebû Miclez, en-Nehaî, Atâ el-Horasanî ve başkalarından da rivâyet edilmiştir. Ebû Yûsuf der ki: Eğer mal almış ve adam öldurmüşse, önce çarmıha gerilir ve çarmıha gerildiği ağaç üzerinde öldürülür. el-Leys der ki: Çarmıha gerili olduğu halde harbe ile öldürülür Ebû Hanîfe der ki: Adam öldurmüşse öldürülür. Mal almış fakat adam öldürmemişse çaprazlama olarak el ve ayağı kesilir. Mal alıp adam öldürmüş ise, ona yapacağı uygulama hususunda sultan (devlet yöneticisi, ya da bu cezaları uygulama yetkisine sahip makam, otorite) ona yapacağı uygulamada muhayyerdir: Dilerse el ve ayağım (çaprazlama) keser, dilerse el ve ayağını kesmeyip onu öldürür ve çarmıha gererek asar. Ebû Yûsuf der ki: Öldürmek, her şeyin (her türlü cezanın) üstüne gelebilir. İmâm Muhammed ise, öldürme ya da çarmıha germe cezası verilirse, el ve ayak kesme cezasının uygulanmayacağı görüşündedir. (Abdullah b. Mahmud b. Mevdûd, el-İhtiyar IV, 88) el-Evzaînin görüşü de buna yakındır. Şâfiî ise der ki: Mal almış ise, sağ eli kesilir ve dağlanır. Sonra da sol ayağı kesilir ve dağlanır, sonra da serbest bırakılır. Çünkü böyle bir cinayet, hirâbe (yol kesmek) suretiyle hırsızlıktan daha fazla bir cinayettir. Eğer öldürmüş ise öldürülür Şayet mal alıp öldürmüşse, Öldürülür ve çarmıha gerilerek asılır. Yine Şâfiî'den şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Üçgün süre ile asılır. Eğer yol kesicilerle hazır bulunur, onların sayılarını artırır, giden gelenleri korkutur ve düşmana destek destek olmuş ise, bu sefer hapsedilir. Ahmed der ki: Adam öldurmüşse öldürülür, eğer mal almışsa el ve ayağı kesilir. -Şâfiî'nin dediği gibi. Bir topluluk da şöyle demektedir: Öldürülmeden önce çarmıha gerilmek suretiyle namaz kılması, yemek yemesi ve içmesi engellenmemelidir. Şâfiî'den de şöyle dediği nakledilmiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın müsle'yi yasaklamış olması dolayısıyla çarmıha gerilmiş halde öldürülmesini mekruh görmekteyim, Ebû Sevr der ki: Âyetin zahirine göre İmâm (devlet yöneticisi), muhayyerdir. Mâlik de böyle demiştir. Ayrıca bu görüş İbn Abbâstan da rivâyet edilmiştir. Aynı zamanda bu Said, b. el-Müseyyeb, Ömer b. Abdulaziz, Mücahid, ed-Dahhâk ve en-Nehaî'nin de görüşüdür. Hepsi şöyle demiştir: İmâm, muharibler hakkında hüküm vermekte muhayyerdir. Ayetin zahirine göre, yol kesenler hakkında Allah'ın farz kılmış olduğu öldürmek, çarmıha germek yahut kesmek ya da sürgüne göndermek hükümlerden hangisini uygun görürse onunla hüküm verir. İbn Abbâs der ki: Kur'ân-ı Kerîm'de "veya" tabiri ile belirtilen hükümlerden, ilgili kimse dilediğini seçmekte muhayyerdir. Bu görüş de âyetin zahirine daha uygun görünmektedir. Çünkü, "ev : veya'nın -farklı görüşlere sahip olsalar dahi- tertip sıralama ifade ettiğini söyleyen birinci görüşün sahiplerinin ileri sürdükleri görüşleriyle bu suçu işleyen kimseye bir arada iki haddi uyguladıklanru ve öldürülür ve çarmıha gerilir dediklerini, bir diğer bölümünün ise çarmıha gerilir ve öldürülür; başkalarının, el ve ayakları kesilir ve sürgüne gönderilir, dediklerini görmekteyiz. Oysa, ayet-i kerîme böyle değildir. Dilde "ev : veya"nın anlamı da böyle değildir. Bunu en-Nehhâs söylemiştir. Birinci görüşün sahipleri ise, Taberî'nin Enes b. Mâlik'ten zikrettiği şu rivâyeti delil gösterirler, Enes dedi ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hazret-i Cebrâîl'e muharibe dair hüküm hakkında sordu, o da şöyle dedi: "Kim yolda korku salar ve mal alırsa, mal aldığı için elini kes, korku saldığı için de ayağını kes. Kim de öldürmüş ise, sen de onu öldür Hepsini yapanı ise çarmıha gererek as." İbn Atiyye der ki: Geriye yalnızca korkutan için ceza olarak sürgüne göndermek kalmaktadır. Korkutan kimse ise katıl hükmündedir. Bununla birlikte, Mâlik bu hususta, istihsan yolu ile cezaların ve azâbın daha hafif olanını kabul etmektedir. 4- Sürgüne Göndermenin Anlamı: "Yahut yer(lerin)den sürülmeleridir” âyetinin anlamı hususunda farklı görüşler vardır. es-Süddî der ki: Yerden sürülmenin anlamı, yakalanıp da üzerine Allah'ın haddi uygulanıncaya kadar süvari ve piyade olarak takib edilmesi yahut kendisini takib edenlerden kaçarken Dar-ı İslam'ın dışına çıkmasıdır. Bu açıklama, İbn Abbâs, Enes b. Mâlik, Mâlik b. Enes, el-Hasen, es-Süddî, ed-Dahhâk, Katade, Saîd b. Cübeyr, er-Rabî b. Enes ve ez-Zührî'den nakledilmiştir. Bunu, er-Rummânî "Kitab"ında nakletmektedir. Şâfiî'den nakledildiğine göre, bunlar bir beldeden bir başka beldeye çıkartılıp gönderilir ve hadlerin üzerlerine uygulanması için de takib edilirler. Bunu, el-Leys b. Sa'd ve ez-Zührî de ifade etmiştir. Yine Mâlik der ki: Bu işi yaptığı beldeden bir başkasına sürülür ve orada -zina eden gibi- haps edilir. Yine Mâlik ve Kûfeliler şöyle demektedir: Sürgüne gönderilmelerinden kasıt, bunların haps edilmeleridir. Onlar böylelikle, dünyanın genişliğinden darlığına sürülmüş olurlar. Hapse konulmak suretiyle yerleştirildiği yer müstesna, yerden sürülmüş gibi olur. Onlar buna bu hususta mahpuslardan birisinin söylediği şu beyitleri delil göstermişlerdir: "Biz dünya ehlinden olduğumuz halde dünyadan çıktık Dünyada Ölüler arasında da degilife, diriler arasında da Bir gün hapishane gardiyanı bir ihtiyaç için yanımıza gelecek olursa Hayrete düşeriz ve: Bu adam dünyadan geldi, deriş." Mekhûl'un de naklettiğine göret Ömer b. Hattab (radıyallahü anh) hapislerde tutuklama yapan kişidir. O, şöyle demiştir: Ben onun tevbe edip etmediğini bilinceye kadar onu haps ederim. Bir beldeden bir beldeye sürgüne göndererek onlara da eziyet vermesine fırsat vermem. İfadenin zahirinden anlaşılan o ki, âyet-i kerimede sözü geçen "yer"den kasıt, olayın meydana geldiği yerdir. İnsanlar, eskiden beri günah işledikleri yerden uzak durmuşlardır. "Göğsü ile kutsal arza doğru kendisini yönelten kişinin durumu ile ilgili hadis de bu muhtevayı ifade etmektedir. Bk. Müslim, Tevbe 46. Bu muharib kişinin eğer tekrar muharebeye (yol kesiciliğe) döneceğinden, yahut fesada kalkışacağından korkuluyor ise, yabancı olarak sürgüne gönderileceği yerde, İmâmın bu kimseyi haps etmesi gerekir. Şayet bu şekilde davranacağından korkulmuyor ve tekrar bir cinayete dönmeyeceği kanaati hasıl olursa, o takdirde de serbest bırakılır. İbn Atiyye der ki: Mâlikin mezhebinden açıkça anlaşılan şu ki: O, yabancı olacağı bir yere sürgüne gönderilir ve haps edilir. Bu ise, böyle birilerinin çoğunlukla tehlikeli olacağından korkulan kimseler oluşundan dolayı böyledir. Bunu, Taberî de tercih etmiştir, açıkça anlaşılan da budur. Zira, olayın gerçekleştiği yerden sürülmesi, ayetin lâfzı ile ifade edilmiştir. Bundan sonra haps edilmesi ise, onun tehlikeli olacağı korkusuna göre değişir. Şayet tevbe eder ve onun bu tevbesi halinden anlaşılırsa, serbest bırakılır. 5- Nefyin (Sürgünün) Mahiyeti: Yüce Allah'ın: "Yahut yerlerinden sürülmeleridir" âyetinde geçen sürmek anlamındaki nefy, aslında helâk etmektir. Olumluluk (isbat) un zıddı olan nefy de buradan gelmektedir. Bu durumda nefy, idam etmek suretiyle helâk etmek (öldürmek demektir). Kötü ve kalitesiz mala isim olarak verilen "en-nifaye" de buradan gelmektedir. Kovadan etrafa sıçrayan su damlacıklarına nery demek de buradan gelmektedir. Şair der ki: "Sırtı üzerindeki su damlacıkları sanki Kayaların üzerine düşmüş kuş pislikleri gibidir." 6- Hırsız ile Yolkesici Arasındaki Farklar: İbn Huveyzimendâd der ki: Muharibin aldığı malın, hırsızda göz önünde bulundurulduğu gibi nisab miktarına ulaşması gözönünde bulundurulmaz. Bu hususta, nisab olarak çeyrek dinarın göz önünde bulundurulacağı da söylenmiştir, İbnül-Arabi der ki: Şâfiî ve rey sahipleri şöyle demişlerdir: Hırsızın elinin kesilmesini gerektiren miktar kadar alanlar müstesna, yol kesicilerin elleri ve ayakları kesilmez. Mâlik der ki: Böyle birisi hakkında muharib hükmü verilir, sahih olan da budur. Çünkü yüce Allah, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı vasıtası ile hırsızlıkta çeyrek dinan elin kesilmesi için nisab olarak tesbit etmekle birlikte, hirâbede bunun için herhangi bir miktarı nisab olarak tesbit etmeyip, sadece muharibin cezasını zikretmekle yetinmiştir. Bu ise, bir habbe (buğday tanesi) dolayısıyla dahi olsa muharebelerine karşılık olarak cezanın eksiksiz verilmesini gerektirmektedir Diğer taraftan bu, bir aslın bir diğer asla kıyasıdır ki, bu hususta (böyle bir kıyasın yerinde olup olmadığı hususunda) görüş ayrılığı vardır. Daha üstün olanın, daha aşağıda olana, daha aşağıda olanın da altta olana kıyasına gelince, bu kıyasın aks edilmesidir. Peki, muharib bir kimse nasıl olur da sadece mal çalmak isteyip de fark edildiği zaman kaçan hırsıza kıyas edilebilir. Hatta hırsız, silahlı olarak mal almak kastıyla bir yere girecek olsa, almak istediği mal engellense, yahut bağınlıp imdat istense, kendisi de bunun için kavgaya tutuşacak olursa, böyle bir kimse artık muharib olur ve onun hakkında muharib hükmü verilir. Kadı İbnü’l-Arabî der ki: İnsanlar arasında (hakim olarak) hüküm verdiğim günlerde, bir kişi bana bir hırsız getirdi. Bu hırsız bir bıçak ile eve girmiş, bıçağı uyumakta olan ev sahibinin kalbine dayamış. Arkadaşları ise o adamın malını almışlardı. Ben de onlar hakkında muharibler hükmü ile hüküm verdim. Şunu kavrayın ki bu, dinin aslındandır. Ve böylelikle sizler de cahillerin bulunduğu aşağılık mertebelerden ilmin zirvelerine yükseliniz. 7- Muharibin Öldürülmesi için Öldürdüğü Adamın Kendisine Denk Olması Şartı Aranmaz; Hirâbede, öldüren kimsenin, -maktul kişi katile denk olmasa dahi- öldürüleceği hususunda görüş ayrılığı yoktur. Şâfiî'nin bu hususta iki görüşü vardır. Birincisine göre, bu konuda denklik nazar-ı itibara alınır. Çünkü, muharib bir başkasını öldürmüştür, o bakımdan kısasta olduğu gibi bu hususta da denklik nazarı itibara alınır. Ancak bu zayıftır. Çünkü burada sözü geçen öldürme cezası, yalnızca başkasını öldürdüğü için değildir. Bu, etrafa korku salmak ve mal almak gibi genel fesada karşılık bir cezadır Yüce Allah ise: "Allah'a ve Rasulüne karşı Savaşanların ve yer yüzünde fesat çıkarmaya çalışanların cezası, ancak öldürülmeleridir" diye buyurmaktadır. Yüce Allah böylelikle, muharebe yoluyla ve yeryüzünde fesat çıkarmaya çalışmak suretiyle, iki şeyi bir arada işlediği takdirde muharibe hadlerin uygulanmasını emretmiş ve bu hususta üstün olan ile olmayan, yüksek konumda olan ile sıradan konumda bulunan arasında herhangi bir ayırım gözetmemiştir. Muharibler, yol kesiciliğine çıkıp, kaille ile çarpışmaya koyulup, bir kısmı öldürülürken, bir kısmı öldürülmeyecek olursa, geri kalanların hepsi öldürülür. Şâfiî ise, ancak öldüren kimse öldürülür demektedir, bu da zayıf bir görüştür. Çünkü, aynı olayda hazır bulunan kimseler, hepsi fiilen öldürmeseler dahi elde edecekleri ganimette ortak olacaktı. Şâfiî, öncü kuvvetlerin öldürüleceğini bizim gibi kabul ettiğine göre, muharibin öldürülmesi evveliyetle sözkonusudur. 9- Muharibler ile Savaşmanın Hükümleriz Muharibler, yolda korku salacak, yol kesecek olurlarsa, İmâmın (tevbeye) çağırmak sızın onlarla çarpışması vacib olur. Müslümanların da onlara karşı Savaşmak ve müslümanlara eziyet vermelerini engellemek için yardımlaşmaları vacib olur. Şayet muharibler bozguna uğrayıp kaçacak olurlarsa, adam öldürmüş ve mal almış bir kimse olması dışında geri kaçanları takib edilmez. Eğer kaçan kişi adam öldürüp mal almış ise, yakalanması ve işlediği cinayet dolayısıyla ona uygulanması gereken cezanın verilmesi için takıb edilir. Öldürmüş olması hali dışında muhariblerden yaralı olanlarının işleri bitirilmez. Eğer yakalandıkları takdirde muayyen olarak herhangi bir kimseye ait bir mal ellerinde bulunacak olursa, o mal o kişiye ya da mirasçılarına geri verilir. Şayet o malın sahibi bulunmayacak olursa beytülmale konulur. Herhangi bir kimseye ait olup telef ettikleri malın tazminatını öderler. Tevbe etmelerinden önce ele geçirildikleri takdirde, öldürdükleri herhangi bir kimseye diyet vermeleri sözkonusu değildir. Tevbe ederek gelmeleri hali ile ilgili hükümler ise bir sonraki başlığın konusunu teşkil etmektedir. 10- Mukaribler Tevbe Edecek Olurlarsa: Tevbe eden muharibler aleyhine İmâmın herhangi bir yolu yoktur. Artık, üzerlerinde bulunan Allah'a ait hadler sakıt olur ve yalnızca insanlara ait haklardan dolayı muaheze olunurlar. O bakımdan İmâm, adam öldürmüş yahut yaralanırlarsa onlara kısas uygular. Telef ettikleri herhangi bir mal veya kanın tazminatını hak sahiplerine ödemekle yükümlü olurlar. Hak sahiplerinin muharib olmayan diğer cinayet işlemiş kimseler gibi bunları da affetmeleri, yahud 'da haklarını bağışlamaları mümkündür Mâlik, Şâfiî, Ebû Sevr ve rey sahiplerinin görüşü budur. Ellerinde bulunan malların onlardan alınıp, telef ettiklerinin de kıymetinin tazminatını ödemelerinin sebebi ise, yaptıkları bu işin bir gasb olmasından ve bu malları mülkiyetlerine atmalarının câiz olmayışından dolayıdır. Böyle bir mal ise, ya sahiplerine harcanır yahut da İmâm, sahibi belli oluncaya kadar onu yanında alıkoy ar. Ashâb ve tabiinden bir gurup şöyle derler; Muharibten yanında bulunandan başka bir mal istenmez. Telef edip tükettiğinden dolayı da sorumlu tutulmaz. Taberî bunu, el-Velid b. Müslim'in Mâlik'ten yaptığı bir rivâyet olarak kaydetmektedir. Ali b. Ebî Tâlib (radıyallahü anh)'ın Harise b. Bedr el-Gudanî'ye yaptığı uygulamadan zahir olarak anlaşılan da budur. Harise, önce muharib bir kimse iken, ele geçirilemeden önce tevbe etmişti. Hazret-i Ali de ona, bu halinde yazıh bir belge olarak, üzerindeki mal ve kan sorumluluklarının sakıt olduğunu bildirdi. İbn Huveyzimendâd der ki: Kendisine had uygulanıp kendisine ait herhangi bir mal bulunmayan muharib hakkında İmâm Mâlikten farklı rivâyetler gelmiştir. Acaba böyle bir kimse aldıklarına karşılık borçlu mu olur, yoksa hırsızdan bu yükümlülük kaldırıldığı gibi ondan da kaldırılır mı? Bu hususta ; müslüman ile zımmi arasında bir fark yoktur. 11- Mukariblere Ceza Uygulama Yükümlülüğü İslam Devlet Başkanının Vazifesidir: İlim adamları icma ile şunu kabul etmişlerdir: İslam devlet başkanı muharebe yapanların velisi (sorumluları) dır. Muharib bir kişi, herhangi bir kimsenin kardeşini, ya da babasını muharebe halinde öldürecek olursa, onların kanını talep etmek durumunda olan (maktullerin mirasçısı), muharibin cezası hususunda herhangi bir yetkiye sahip değillerdir. Kanım taleb etmek hakkına sahip olan velilerinin, muharibi affetmeleri câiz olamaz. Bu hükmü uygulamakla yükümlü olan İmâmdır. İlim adamları bunu, yüce Allah'ın hakkı olan hadlerden bir had ayarında kabul etmişlerdir Derim ki: İşte, şimdiye kadar anlattıklarımız, önemli olanlarını bir araya getirip, inci misali hükümlerini dizdiğimiz özet hükümlerdir. Muharebenin açıklaması (yorumu, tefsiri) hakkında ileri sürülen en garib iddialardan birisini de bir sonraki başlıkta ele alalım: 12- Mücahidin Muharebeyi Açıklaması: Muharebe'ye dair en garip açıklama, Mücahidin yaptığı açıklamadır. Mücahid der ki: Bu ayet-i kerimedeki muharebeden kasıt, zina ve hırsızlıktır. Ancak bu doğru bir açıklama değildir Çünkü yüce Allah Kitab-ı keriminde ve Peygamberi'nin vasıtası ile hırsızın elinin kesileceğini, zina edenin de eğer evlenmemiş ise celde vurulup sürgüne gönderileceğini, eğer muhsan ise recm edileceğini beyan etmiştir. Bu âyet-i kerîmede muharibe dair hükümler bunlardan farklıdır Şu kadar var ki, eğer namusa tasallut etmek kastı ile üstünlük sağlamak amacıyla silah çekmek suretiyle yolda korku uyandırmak istemesi bundan müstesnadır. Çünkü böyle bir iş, muharebenin en çirkin ve kötü olan şeklidir. Mal almaktan daha da kötüdür. Bu İse, şanı yüce Allah'ın: "Yeryüzünde fesat çıkarmaya çalışanların.," âyetinin kapsamına girmektedir. 13- Yol Kesiciye ve Hırsıza Karşı Malını Savunma: İlim adamlarımız derler ki: Hırsıza, Allah adına (bu işten vazgeçmesi için) seslenilir. Vazgeçerse ona ilişilmez. Vazgeçmeyecek olursa onunla çarpışmaya girilir. Böyle birisini malını savunan kişi öldürecek olursa, o kişiler en kötü bir maktuldür ve kanı da hederdir. Nesâînin Ebû Hüreyre'den rivâyetine göre bir adam Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a gelip şöyle dedi; Ey Allah'ın Rasulü, eğer benim malıma saldırılacak olursa ne yapayım? Hazret-i Peygamber: "Allah adına! ona vazgeçmesi için seslen." Eğer kabul etmeyecek olurlarsa? diye sorunca Hazret-i Peygamber: "Allah adına seslen" diye buyurdu. Adam yine: Şayet yine vazgeçmezlerse diye sorunca; Hazret-i Peygamber yine: "Allah adına seslen" dedi. Adam: Yine vazgeçmeyecek olurlarsa deyince, Hazret-i Peygamber şöyle buyurdu: "Onunla çarpış. Sen Öldürülürsen cennetliksin. Eğer onu öldürürsen o da cehennemdedir." Nesâî, Tahrimu'd-Dem 21; Müsned, II, 339,360. Bunu, Buhârî ve Müslim de Ebû Hüreyre'den rivâyet etmekte, orada Allah adına vazgeçmesini söylemekten söz edilmemektedir. Ebû Hüreyre derdi ki: Bir adam Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a gelip şöyle dedi: Ey Allah'ın Rasulü, bir adam gelip benim malımı almak isterse ne yapmamı emredersin? Hazret-i Peygamber: "Malını ona verme" diye buyurdu. Adam: Ya benimle çarpışmaya kalkışacak olursa ne emredersin? Hazret-i Peygamber: "Sen de onunla çarpış" diye buyurdu. Adam: O beni öldürürse durumum nedir diye sordu, Hazret-i Peygamber: "Sen şehid olursun" diye buyurdu. Yine adam: Peki, ya ben onu öldürürsem ne olur? Hazret-i Peygamber: "O da cehennemdedir" diye buyurdu. Müslim, Îman 225. İbnü'l-Münzir der ki: Biz, ilim ehlinden bir topluluktan, hırsızlar ile çarpışıp da onlara karşı kişinin canını ve malım savunması görüşünde olduklarını rivâyet etmiş bulunuyoruz. İbn Ömer'in, Hasan-ı Basrî'nin, İbrahim en-Nehaî'nin, Katade'nin, Mâlik'in, Şâfiî'nin, Ahmed'in, İshâk'ın ve en-Nu'man'ın (Ebû Hanîfe'nin) da görüşü budur. Genel olarak ilim adamları bu görüştedir. Çünkü kişi, kendi canını, ailesini ve malım bunlara saldırıda bulunulmak istendiği takdirde çarpışmak suretiyle korumak hakkına sahiptir. Zira Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den gelen haberler, bu hususta herhangi bir zamanı tahsis etmedikleri gibi herhangi bir hali de tahsis etmemişlerdir. Bundan tek istisna, sultan (devlet yöneticisi.) dir Çünkü, hadis ehli âdeta icma ile şunu kabul etmiş gibidirler: Bir kimse canını ve malını ancak sultana karşı hurûc ile (karşı çıkmak ve ayaklanmak ile) ve ona karşı Savaşma, ile koruyabiliyor ise, o takdirde sultana karşı Savaşmak ona karşı hurûc etmez. Çünkü, yöneticilerin yaptıkları haksızlık ve zulme karşı sabrı emredip namazı kıldıkları sürece onlarla çarpışmayı ve onlara karşı ayaklanmayı terk etmeye delalet eden Resûlüllah'tan gelen haberler bunu ifade etmektedir. Derim ki: Bizim mezhebimizde (Mâliki mezhebinde) şu hususta farklı görüşler vardır: Elbise ve yiyecek gibi basit bir şey istenecek olursa, haksızca istekte bulunanlara bunlar verilir mi, yoksa onlarla çarpışılır mı? Bu, konu ile ilgili kabul edilen asıl kaideye mebni bir görüş ayrılığına sebeptir. O da şudur: Onlarla Savaşmak emri bir münkeri değiştirmek olduğundan dolayı mı verilmiştir, yoksa zararı önlemek kabilinden mi verilmiştir? Yine bu görüş ayrılığı da, onlarla (muhariblerle) çarpışmadan önce, onları (bu işten vazgeçmeye) çağırmak hususundaki görüş ayrılığına mebnidir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. 14. Muharibler için Öngörüleri Cezanın Hikmeti: "Bu, onlara dünyada bir horluktur." Bu cezaları, muharebenin kötülüğü ve zararının büyüklüğü dolayısıyladır. Muharebenin zararının büyük oluşu, insanlar aleyhine kazanç yollarım kapatmasından ötürüdür. Zira, kazanç yollarının büyük çoğunluğu ve büyük ticaretler ile bu yolların temeli ve ana direği, yüce Allah'ın şu âyetinde ifade edildiği gibi, yeryüzünde dolaşmak, seyahat etmektir: "Diğer bir kısmı da Allah'ın lütfundan arayarak, yeryüzünde yol tepecekler..." (el-Müzzemmil, 73/20) Yolda korku ve dehşet saçılırsa, bu sefer insanlar yolculuk yapmaz olurlar. Evlerinden dışarı çıkmazlar. Böylelikle aleyhlerine olmak üzere ticaret kapılan kapanır, kazanç yolları kesilir. Bu sebepten dolayı yüce Allah, yol kesiciler hakkında ağır hadler teşri buyurmuştur. Dünyadaki bu horluk, onların yaptıkları kötü işlerden vazgeçmelerini sağlamak, Allah'ın dileyen kulları için mubah kıldığı ticaret kapısını açmaktır, Ayrıca bu suça karşılık âhirette de büyük azap tehdidinde bulunmuştur. Böyle bir masiyet, diğer masiyetlerin dışındadır ve Ubade b. es-Samit yoluyla geten Hazret-i Peygamberin "Her kim bu günahlardan herhangi birisini işler de dünyada onun karşılığında cezalandırılacak olursa, bu ceza onun için bir keffaret olur" Buhârî, Îman 11, Ahkâm 49, Hudûd 8, Tefsir 60 sûre 3, Menâkıbu'l- Ensâr 43; Müslim, Hudûd 41; Tirmizi, Hudûd 12; İbn Mâce, Hudûd 33; Nesâî, Bey'at 9.17; Dârimî, Siyer 17; Müsned. 314, 320. hadisinde zikredilen hükümden müstesnadır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Bununla birlikte korluğun dünyada cezalandırılan kimse için, âhiret azabının ise dünyada cezadan yakasını kurtaran için sözkonusu olması ve bu günahın (bu bakımdan) diğer günahlar gibi olması da muhtemeldir. Daha önceden de geçtiği üzere, hiçbir mü’min için cehennemde ebediyyen kalmak sözkonusu değildir. Fakat, günahın büyüklüğü dolayısıyla onun cezası da büyük olur. Bundan sonra ise, ya şefaat ile veya (ilgili âyetlerde) belirtildiği gibi ilâhi af ile cehennemden çıkar. Diğer taraftan bu tehdit, yüce Allah'ın şu âyetinde olduğu gibi, ilâhî meşietin bu doğrultuda tecelli etmesi şartına bağlıdır: "Şüphesiz Allah kendi sine eş koşulmasını mağfiret etmez. Ondan başkasını ise dileyeceğine mağfiret eder." (en-Nisa, 4/48 ve 116) Bununla birlikte böyle kimseler hakkında, yapılan tehdit ile işledikleri masiyetin büyüklüğü dolayısıyla (cehennemde azap edilmeleri) korkusu daha baskındır. 15- Kendilerine Güç Yetirilmeden Önce Tevbe Edenler: Yüce Allah'ın: "Yalnız, kendilerine gücünüz yetmeden önce tevbe edenler müstesnadırlar" âyetinde, kendilerine güç yetirilmeden önce tevbe edenleri istisna etmekte ve: "Bilin ki Allah çok mağfiret edicidir, çok merhamet sahibidir" âyetinde de onlar üzerindeki hakkını kaldırdığını haber vermektedir. Kısas ve insanların sair hakları ise, sakıt olmaz. Güç yetirildikten sonra (ele geçirilmesinden sonra) tevbe eden kimselere gelince, âyetin zahirine göre tevbenin faydası yoktur. -Önceden geçtiği gibi- böylesine hadler uygulanır, Şâfiî'nin bu konuda tevbe ile hertürlü haddin kalkacağına dair bir görüşü vardır. Ancak, mezhebinde sahih olan görüş, ister kısas olsun, ister başkası olsun insanlara ait herhangi bir hakkın, güç yetirilmeden önce tevbe ile sakıt olmayacağı şeklindedir. Şöyle de denilmiştir: Bu istisna ile yüce Allah, güç yetirilmeden önce tevbe edip îman eden müşrikin istisna edilmesini dilemiştir. Böylesinden hadler sakıt olur. Ancak bu görüş zayıftır. Zira, güç yetirildikten sonra îman edecek olursa, yine böyle bir kimse icma ile öldürülmez. Yine şöyle denilmiştir: Kendilerine güç yetirilmesinden sonra muharîblerden had sakıt olmaz. Doğrusunu en iyi bilen Allahtır. Çünkü İmâmın eline geçtikleri takdirde, bunların tevbe hususunda yalan söylemeleri ve bunu gösteriş için yapmaları zanni altında bulunurlar. Veya artık İmâm onlara güç yetirdikten sonra cezalandırılmak durumunda olurlar. O bakımdan tevbeleri kabul olunmaz. Bizden önceki ümmetlere vadedilen İlahi azâbın gelişinden sonra tevbeye kalkışmaları, yahut da can çekişip de canı boğazına geldiği sırada tevbe edenin durumuna benzerler. Şayet kendilerine güç yetîrilmeden önce tevbe edecek olurlarsa, zan altında olmaları sözkonusu değildir ve ileride Yûnus sûresinde (Yûnus, 10/98. ayette) açıklanacağı üzere tevbenin faydası vardır. İçkîciler, zinakârlar ve hırsızlar ise, tevbe edip hallerini düzeltip bu durumları da çevrelerinde bulunanlar tarafından bilinir bundan sonra İmâma (suçları karşılığında cezalandırılmak için) götürülecek olurlarsa, İmâmın onlara had vurması gerekmez. Şayet İmâma götürülüp de onlar Tevbe ettik, diyecek olurlarsa, bırakılmazlar. Onlar, bu halleri ile yenik düşürülüp ele geçirilen muhariblerin durumundadırlar. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. |
﴾ 34 ﴿