71Bir belâ gelmeyecek sandılar da (hakkı) görmez ve işitmez oldular. Sonra Allah onların tevbelerini kabul etti. Sonra onlardan bir çoğu yine (hakkı) görmez ve işitmez oldular. Allah, yaptıklarını görendir. Yüce Allah'ın: "Bir belâ gelmeyecek sandılar" âyetinin anlamı şudur: Kendilerinden söz alınmış olan bu kimseler, aziz ve celil olan Allah tarafından çeşitli zorluk ve sıkıntılar ile denenmeyeceklerîni ve belalarla karşılaşmayacaklarım zannettiler. Onlar bir taraftan: Biz, Allah'ın oğulları ve sevgilileriyiz sözlerine üİcbmdiklan için, diğer taraftan uzun süre kendilerine verilen mühlete kandıkları için böyle düşündüler, Ebû Amr, Hamza ve el-Kisâî; Olmayacak (mealde: gelmeyecek) kelimesini merfu' olarak okudukları halde, diğerleri bunu mansub okumuşlardır. Merfu' okuyuş ise, Sandı kelimesinin; Bildi, kesin olarak bildi, anlamlarına göredir. İse, şeddeli (ve muhakkak anlamım ifade eden.) den tahfif edilmiştir. olumsuzluk edatının gelmesi ise, bunun şeddesiz oluşu dolayısıyla yerini tutmak için (ivaz) gelmiştir Zamirin hazf edilmesi de nahivcilerin, hemen akabinde fiilin gelmesini hoş görmeyişlerinden ve bu edatın hemen fiilin başına gelme özelliğini taşımayışından dolayıdır. O bakımdan, bu edat ile fiilin arasına gelmiştir. Sözü geçen fiili, mansub olarak okuyanlar ise, fiili nasb eden edatlardan kabul etmişlerdir. Buna göre; "Sandı" fiilini de asıl anlamı olan şüphe ve diğer manaları üzere kabul etmişlerdir. Sîbeveyh der ki: denilirse, "ben onun bunu söylediğini zannettim" anlamına gelir. Dilersen bunu (yani muzari fiili) nasb da edebilirsin. en-Nehhâs ise der ki:"Sandı" ve benzerlerinde, nahivcilere göre daha güzeldir. Şairin şu beyitinde olduğu gibi: "Şuan bilin ki, Besbâae (adlı kadın) iddia etti ki, bugün gerçekten ben Yaşlandım ve benim gibileri eğlencelerde hazır bulunmazlar." Burada da olduğu gibi ref edilmesinin daha güzel oluşu ve benzeri olan diğer fiillerin, kesin bilmek ayarında bir anlam ifade edişleri dolayısıyladır. Çünkü bu, fiilen sabit olan bir şeydir. Yüce Allah'ın: "Görmez ve işitmez oldular." Yani, hidâyeti görmez, hakkı da işitmez hale geldiler. Zira onlar, ne gördüklerinden, ne de işittiklerinden yararlandılar. ' "Sonra Allah, onların tövbelerini kabul etti" âyetinde hazfedilmiş kelimeler vardır. Yani, Ben başlarına bela getirdim. Bunun üzerine tevbe ettiler, Allah da kıtlığı sona erdirmek, yahut da îman ettikleri takdirde Allah'ın tevbelerini kabul edeceğine dair kendilerine haber verecek olan Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı göndermek suretiyle tevbelerini kabul etti. İşte "Allah onların tevbelerini kabul etti" âyetinin açıklaması budur. Yani, îman edip tasdik ettikleri takdirde Allah tevbelerini kabul eder Yoksa onlar gerçekten tevbe etmişler, anlamında değildir. "Sonra onlardan birçoğu yine görmez ve işitmez oldular." Yani, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) vasıtasıyla, hakkın kendilerine besbelli oluşundan sonra, "onların pekçoğu görmez oldular, işitmez oldular." "Bir çok" kelimesinin merfu' olması, "vav"dan (görmez ve işitmez oldular anlamındaki kelimelerdeki çoğul zamirden) bedel oluşundandır. el-Ahfeş Said der ki: (Bu) bir kimsenin, Kavmini, onların üçteikisini gördüm, demek gibidir. Arzu edilecek olursa, Bir mübtedâ takdiri dolayısıyla da merfu' olduğu kabul edilebilir. Yani: ya da Körler ve sağırlar aralarında pek çoktur, takdirinde de olabilir. Dördüncü bir cevap da bunu Beni pireler yediler, şeklinde söyleyenlerin söyleyişine göre olabilir. Nitekim şairin şu beyiti de bu kabildendir: "Ama onun annesi de babası da Diyarıdırlar Havran'da onun akrabaları zeytin yağı sıkarlar." Yüce Allah'ın şu âyeti de bu kabildendir: " Zulmedenler, aralarında gizlice danıştılar..." (el-Enbiyâ, 21/3) Kur'ân'dan başka yerlerde, Bir çok kelimesinin (benzer cümle kuruluşlarında) hazf edilmiş bir mastarın sıfatı olmak üzere mansûb gelmesi de mümkündür. |
﴾ 71 ﴿