99Gökten bir su İndiren de O'dur. Biz bununla her türlü bitkiyi çıkardık. Ondan da taze ve yeşil bitkider) çıkardık. Ondan da bir birinin üstüne binmiş taneler meydana getirdik. Hurma tomurcuğundan birbirine yakın salkımlar, birbirine hem benzeyen, hem benzemeyen üzüm bağları, zeytin ve nar bahçeleri de (bitiririz). Her birinin meyvesine bir (ham) meyve verdiği zaman, bir de olgunlaştığı zaman bakıverin. Şüphe yok ki bunlarda îman edenler için birçok âyetler vardır. Bu âyete dair açıklamalarımızı yedi başlık halinde sunacağız: Yüce Allah'ın: "Gökten bir su indiren" âyetindeki "su" yağmur demektir. "İndiren de O’dur. Biz, onunla hertürlü bitkiyi çıkardık." Bütün bitki çeşitlerini onunla çıkardık. Her hayvanın rızkı diye de açıklanmıştır. "Ondan da birbirinin üstüne binmiş" yani, başak gibi biri diğerinin üstünde bulunan "taneler meydana getirdik." Âyet-i kerimedeki âyetini el-Ahfeş yeşil diye açıklamıştır. Nitekim Araplar (bu kelimeyle aynı vezinde olmak üzere): Sen bana parça parça bulutu göster, ben de sana onun yağmur yağdıracağını söyleyeyim" derler. (Buradaki ikinci ve dördüncü kelimeler, "feil" veznindedirler. Müfessir bu vezne örnek vermek için bu deyimi zikretmiştir). Yeşil ise, yaş baklagiller, sebzeler demektir. İbn Abbâs ise, yüce Allah bununla buğday, arpa, yulaf, mısır, pirinç ve sair taneli yiyecekleri kast etmektedir, demiştir. Yüce Allah'ın: "Hurma tomurcuğundan birbirine yakın salkımlar... vardır" âyeti, mübtedâ ve haberdir. el-Ferrâ' ise, Kur'ân’ın dışında; Yakın salkımlar" âyetinin şeklinde bir öncesine atf ile okunmasını da uygun görmüştür. Sîbeveyh-der ki: Araplar arasında; ) şeklinde (kaf harfini esreli değil de ötreli olarak) söyleyenler vardır. el-Ferrâ' da der ki: Bu, Kayslıların şivesidir. Hicazlılar İse "kâr harfi esreli olarak derken, Temimliler derler. Ancak, hepsi de tekil olarak; diye kullanırlar. “Tomurcuk" ise, henüz çiçek açmamış olan hali ifade eder. Çiçeğe de bu isim verildiği gibi, hurma ağacı salkımının görünen bölümüne de bu isim verilir, Salkımlar" lâfzı, çoğuludur. Bunun tesniyesi de "nün" harfi esreli olarak, şeklinde gelir. kelimesi gibi. Bu kelimenin çoğulu tesniye lâfzı gibi gelmiştir. el-Cevherî ve başkaları derler ki: Tesniye olunca denilir ama, çoğul olarak "nün" harfi ötreli olarak şeklinde kullanılır. Tekil olan; , salkım" demektir. Çoğulu ise, şeklinde gelir. Şair şöyle demiş: "Salkımları da salkımlarının sapları da uzundur." el-Cevherî’den başkalarına göre ise; (.........) çoğulu cem-i kıllet'dir. el-Mehdevî de der ki: İbn Hürmüz bu kelimeyi "kaf" harfini üstün olarak' (.......) diye okumuştur. Ötreli olarak okuduğu da rivâyet edilmiştir. Üstün okuyuşa göre bu, mükesser olmayan bir çoğula isimdir. Çünkü fa'lân vezni çoğula örnek teşkil eden vezinlerden değildir. "Kaf' harfinin ötreli okunuşu, bunun; 'in çoğulu oluşuna göredir. Bu ise, hurma salkımı anlamındadır. "Ayn" harfi üstün olarak bizzat hurma ağacının kendisine denilir. (........)'in hurma ağacı göbeği anlamına geldiği de söylenmiştir. Yakın" oturanın da ayakta olanın da ele geçirebileceği yüksekte olmayan yakın demektir. Bu açıklama İbn Abbâs, el-Berâ b. Âzib ve diğerlerinden nakledilmiştir. ez-Zeccâc der ki: Âyet, kimi salkımlar yakındır, kimi de uzaktır takdirindedir. Fakat ikincisi hazfedilmiştir. Bunun bir benzeri de yüce Allah'ın şu âyetidir: "Sizi sıcaktan koruyacak elbiseler... yaptı." (en-Nahl, 16/81) Ancak, özellikle yakın olanı zikretti. Çünkü, âyet-i kerimeden maksat, nimette Allah'ın kudreti ve nimetini, lütuf olarak hatırlatmaktır. Yakın olduğu için kolaylıkla alınabilende lütuf daha büyüktür. 3. Birbirine Benzeyen Ve Benzemeyen Bağlar, Bahçeler: Yüce Allah'ın: "Üzüm bağları:" âyeti Biz onlara üzüm bağları... da bitiririz, anlamındadır. Muhammed b. Abdurrahman b. Ebi Leylâ ve el-A'meş -aynı zamanda Âsım'in kıraatinden sahih olan rivâyete göre şeklinde ref ile okumuşlardır. Ebû Ubeyd ile Ebû Hatim bu kıraati kabul etmemişlerdir. O kadar ki, Ebû Hatim bu kıraatin imkânsız olduğunu söylemiştir. Çünkü, bağların, bahçelerin hurmadan olması sözkonusu değildir. en-Nehhâs ise şöyle demektedir: Bu kıraat de caizdir. Kıraatin tevili de bu şekilde yapılmaz. Bu kelimenin burada merfu okunması, mübtedâ olması dolayısıyladır. Haberi de hazfedilmiştir. yani: "Onlar için üzüm bağları...vardır" demektir. Nitekim kurradan bir grup; "İri gözlü huriler de vardır" (el-Vakıa, 56/22) diye okumuşlar ve böyle bir şeyi Sibevyeh, el-Kisâî ve el-Ferrâ' câiz kabul etmişlerdir ki, bunun benzerleri de pek çoktur. Yine buna göre aynı âyeti İri gözlü huriler (de var ettik)" şeklinde okumak da mümkündür. Bunu da Sîbeveyh nakletmiş olup, örnek olmak üzere şu beyiti zikretmektedir: "Sen bana kavimlerine karşı Bedroğulları gibi (yararlı) kimseler getir Yahut da Manzur b. Seyyar'ın ailesi gibisini." Şöyle de açıklanmıştır: İfadenin takdiri: Ve bir takim üzüm bağları ki, onları bitirdik" şeklindedir. Bu da konuşma esnasında: Abdullah'a ikram ettim ve kardeşine de" yani, bu ifade Kardeşine de aynı şekilde ikramda bulundum," ifadesine benzer. Zeytin ve nar anlamındaki kelimelerine gelince, bu iki kelimenin, bu husustaki icma dolayısıyla nasb'dan başka okunması sözkonusu değildir. Şöyle de açıklanmıştır. Bağlar, bahçeler"in meri'u' olarak okunuşu lâfız itibariyle Salkımlar" kelimesine atf yoluyladır. Anlam itibariyle onun türünden olmasa bile. "Birbirine hem benzeyen, hem benzemeyen üzüm bağları, zeytin ve nar bahçeleri de (bitiririz)." Yani yaprakları itibariyle birbirine benzeyen ve benzemeyen demektir. Çünkü, zeytin ağacmın yaprağı, bütün dalı kapsaması ve yapraklarının hacmi itibariyle nara benzemekle birlikte meyvelerinin tİsimleri birbirine benzememektedir. Bu şekildeki açıklama Katade ve başkalarından nakledilmiştir. İbn Cüreyc der ki: Görünüş itibariyle birbirine benzeyen, tadı itibariyle birbirine benzemeyen demektir. Meselâ iki tane narın rengi bir olmakla beraber tİsimleri farklı farklıdır. Özellikle nar ve zeytinin söz konusu edilmesi ise, bu meyvelerin Arapların yakınlarında yetişmeleri ve onlar nezdinde meyveler arasında iyi bir yer sahibi olmalarındandır. Bu da (bu bakımdan) yüce Allah'ın: "Onlar devenin nasıl yaratıldığına bakmazlar mı?" (el-Gaşiye, 88/17) âyetine benzemektedir. Burada onların deveye bakmalarını söz konusu etmesi, daha çok tanıdıkları varlık o olmasından dolayıdır. Yüce Allah'ın: "(Her birinin) meyvesine bir meyve verdiği zaman... bakıverin" âyeti, tefekkürden uzak, sadece gözle gören bir bakışla değil, ibretli bir bakışla bakıverin, demektir. Meyve, sözlükte ağaçtan toplanan mahsul demektir. Hamza ve el-Kisâî, peltek "se" ve "mim" harflerini ötreli olarak; Meyvesine diye okumuşlardır. Bir İnek inekler, bir ağaç-ağaçlar gibi. Diğerleri 'in çoğulu olarak her iki harfi de üstün ile okumuşlardır. Mücahid der ki: Çeşitli mallar" anlamındadır ise, sadece hurma ağacının meyvesi (hurma) demektir. Mücahid'in bu açıklamasına göre âyet: Çeşitli mahsullerin elde edildiği mallara bir bakınız, demektir. Peltek "se" ile "mim" harflerinin ötreli okunuşu ise, nemâlandınlmış mal demek olan Yin çoğulu olur. Aynı kelimenin, el-A'meş'den; şeklinde peltek "se" ötreli ve "mim" harfi de sakin olarak okunduğu da rivâyet edilmiştir. Bu kıraatte "mim" harfinin ötresinin hazfı ise hafif olsun diyedir. Bununla birlikteMeyve kelimesinin çoğulu olması da mümkündür. İki harfin ötreli okunuşunun cem'u'l cem (çoğulun çoğulu) olması da mümkündür. Çoğulun çoğulu değil de, şeklinde peltek "se" ve "mim" harfleri üstün olan tekil meyve, mahsul kelimesinin çoğulu olması da mümkündür. 5. Meyvelerin Olgunlaşma Zamanına İbretle Bakış: Yüce Allah'ın: "Bir de olgunlaştığı zaman..." âyetini, Muhammed bt es-Semeykâ: diye de okumuştur. İbn Muhaysın ve İbn Ebi İshâk ise "ya" harfini ötreli olarak diye okumuşlardır. el-Ferrâ' der ki: Bu, Necid halkının bir bölümünün şivesinde böyledüvtçid Meyve olgunlaştı, olgunlaşır şeklinde fiilleri kullanılır, olgunlaşmış meyveye de (ismi fail olarak) denilir. Bununla birlikte; şeklinde de kullanılır. Burada meyvenin olgunlaşması zamanı demektir. Mahsul ve meyve olgunlaştı mı, bunu ifade etmek üzere; ' şeklinde fiil kullanılır. el-Haccâc irad ettiği hutbesinde: "Olgunlaşmış ve toplanma zamanı gelmiş bir takım kelleler görüyorum" demiştir. İbnü’l-Enbarî der ki: -Âyet-i kerimedeki şekliyle- 'ın çoğuludur. Bu da olgunlaşmış, yetişmiş anlamındadır. el-Ferrâ' ise der ki: Şekli, 'den daha çok kullanılır. Bunun anlamı kızarmış demektir. Nitekim Mülane hadisinde rivâyet edilen: . Eğer onu kırmızı renkli bir boncuk gibi kırmızı doğuracak olursa" ifadesi de buradan gelmektedir. Burada geçen , akik, yahut da bir çeşit akik olduğu söylenmiştir. Âyet-i kerîme basiretiyle, kalbiyle görüp düşünen kimseye şunu göstermektedir: Değişip duran şeyleri mutlaka değiştiren birisi vardır. Çünkü yüce Allah: "(Her birinin) meyvesine bir meyve verdiği zaman, bir de olgunlaştığı zaman bakıverin" diye buyurmuştur. Önce bir tomurcuk olarak ortaya çıkar, sonra da bu tomurcuk açılıp ham bir meyve haline gelir. (Hurma) tomurcuk olduktan sonra beih (henüz tadı gelmemiş sarı hurma), sonra "seyâb, sonra yeşerip olgunlaşmadan önce yuvarlak bir hal almaya başladığı vakit de cedâl, irileşmeye başladığı vakit de busr, kızarmaya başladığı vakit zeh ismini alır. Kızardıktan sonra, yer yer sarı benekler de varsa buna muvekket ismi verilir. Eğer bu benekler hurmanın baş tarafında ise buna müzennebe denilir. et-Teznüb da denir. Yumuşamaya başladımı se'd denilir. Kızarması yarısına kadar gelince, mücezzea ismini alır. Üçte ikisine geldimi, hulkâne denilir. Her bir tarafını kapatınca, artık mülsibite ismini alır. Bundan sonra kuruyunca, artık ona temr ismi verilir. İşte şanı yüce Allah bu meyvenin halden hale intikalini değişip durmasını ve daha önceleri yokken var oluşunu, vahdaniyetine, kudretinin kemaline ve onu yaratan kadir ve âlim yüce zatın varlığına dikkat çekmektedir. Ayrıca bu, öldükten sonra dirilişin mümkün olduğuna da delildir. Çünkü, bitki daha önce kuru iken tekrar yaratılıp var edilmektedir. el-Cevherî der ki: "Meyve olgunlaştı, olgunlaşır" anlamındadır. İbnü’l-Arabî der ki: Mâlik dedi ki: Meyvenin olgunlaşması, çürüklük ve bozukluk ile herhangi bir nakşın sözkonusu olmaksızın, olgunlaşması demektir. Mâlik der ki: Nakış ise, Basralıların meyve nemlenip olgunlaşmaya başlasın diye meyveyi havanın içerisine daha çabuk girmesini sağlayacak şekilde delmek demektir. Ancak, Kur'ân-ı Kerîm'de kastedilen olgunlaşma bu olmadığı gibi, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın satışın kendisine bağlı olarak câiz olacağını söylediği olgunlaşma da bu değildir. Kur'ân'ın ve Resûlüllah'ın kastettiği olgunluk, herhangi bir müdahale olmaksızın kendiliğinden meydana gelen olgunlaşmadır. İncir yetişen kimi soğuk bölgelerde incir ağız tarafına zeytin yağı sürülmüş bir çubuk sokulmadıkça olgunlaşmaz. Meyve olgunlaştı mı artık satışı helal olur. Bunun böyle yapılması ise, orda havanın bunu zorunlu kılması ve o beldede bunun adet edilmesidir. Böyle bir işlem yapılmayacak olursa meyve, olgunlaşması gereken zamanda olgunlaşmaz. Derim ki: Hurmanın satışının câiz oluşunun güzel bir şekilde yenilmesinin ve artık gelecek musibetlerden etkileneceğinden yana emin olunmasının kendisine bağlı kılındığı olgunluk, şanı yüce Allah'ın cereyan eden sünneti ve ilim ve kudreti gereğince koymuş olduğu sağlam hükmüne uygun olarak Süreyya (Ülker) yıldızının doğuşuna tesadüf eder. el-Muallâ b. Esed, Vuheyb'den, o, İsi b. Süfyan'dan, o, Atâ'dan, o da Ebû Hüreyre (radıyallahü anh)'dan şöyle dediğini nakletmektedir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Süreyya yıldızı sabah vakti doğunca, artık o belde halkı üzerinden musibetler kaldırılır." Vuheyb'den itibaren senedi aynen olmak tizere, Müsned, II, 341. Ayrıca bk. Müsned, II, 388. Süreyya'nın bir yıldız olduğunda ise hiçbir görüş ayrılığı yoktur. Sabahleyin doğuşu ise, Mayısın 12. gününe tesadüf eder. Buhârî’de de şöyle bir rivâyet vardır: Bana Harice b. Zeyd b. Sabit'in naklettiğine göre Zeyd b. Sabit, Süreyya yıldızı doğup, meyvenin sarısı kırmızısından seçilinceye kadar bağının meyvelerini satmazdı. Buhârî, Buyû'’ 85; Muvatta’', Buyû’ 13. 7. Toplanmadan Önce Satılan Mahsullere İsabet Eden Afetlerin Hükmü: Mahsullerde afetleri düşüren kimseler, bu rivâyetleri ve bunlara benzer Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in, olgunlaştığı ortaya çıkıncaya ve musibet ihtimali ortadan kalkıncaya kadar meyvenin satışını yasaklayan rivâyetleri delil gösterirler. Bk. Buhârî, Buyû’ 85, Müslim, Buyû’ 49 vd.; Ebû Dâvûd, Buyu' 22; Tirmizî, Buyû’ 15; Nesâî, Buyû' 28; Muvatta’'; Buyû’ 10; Müsned, 11, 7, 46, 56." Osman b. Süraka der ki: Ben, İbn Ömer'e bunun ne zaman sözkonusu olacağını sordum, o da: Süreyya yıldızının çıkışı vakti diye cevap verdi. Şâfiî ise şöyle demektedir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın mahsullere isabet eden afetlerin dürüleceğine dair herhangi bir hadisi benim nezdimde sabit olmuş değildir. Eğer bana göre bu konuda bir rivâyet sabit olmuş olsaydı, ona muhalif kanaat ifade etmezdim. İcma ile kabul olunan asıl kaide şu ki, herhangi bir kimse satışı ve kabzedilmesi câiz olan bir şeyi satın alacak olursa, ona isabet eden afet onun hesabından gider. Yine Şâfiî der ki: Eğer ben, afetlerin düşürüleceği görüşünü kabul etseydim, azını da çoğunu da indirirdim. Bu ise, es-Sevrî ve Kûfelilerin görüşüdür. Mâlik ile Medine ahalisinin çoğunluğu, afetlerin düşürüleceği görüşündedirler. Çünkü, Hazret-i Cabir yoluyla rivâyet edilen hadise göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) musibetlerin (miktarının) İndirilmesini emretmiştir. Bu hadisi Müslim rivâyet etmiştir. Müslim, Musâkaat 17; Ebû Dâvûd, Buyû’ 23, 58; Nesâî, Buyû’ 30; İbn Mâce, Ticarât 33; Müsned, 111, 309. Ömer b. Abdulaziz de bu şekilde hüküm verirdi, Muvatta’', Buyû 16. Ahmed b. Hanbel ile sair hadis ehlinin görüşü de budur. Zâhirîler ise, hadisin umumundan yola çıkarak az olsun, çok olsun musibelleri satın alanın hesabından düşmüşlerdir. Şu kadar var ki, Mâlik ve arkadaşları, musibetin mahsulün üçtebir ve daha fazla miktarda olmasını nazarı itibara almışlardır. Üçtebirden daha aşağı olan miktarım nazarı itibara almamış ve bunu alışverişe tabi bir zarar olarak değerlendirmişlerdir. Zira, mahsullerin az bir bölümünün olgunlaşmaması ve onun az bir bölümünün bozulmaması mümkün değildir. Esbağ ve Eşheb, mahsulü değil de kıymeti nazarı itibara alırlardı. Eğer bu musibetin kıymeti üçtebiri ve daha fazlasını bulacak olursa ondan düşürülür. İbnü'l-Kasım'a göre musibet, önlenmesi mümkün olmayan şeydir. Buna göre hırsızlık musibet değildir. Muhammed'in Kitab'ında da böyledir. el-Kitab'da ise bunun musibet olduğu kaydedilmektedir. İbnü'l-Kasım'dan da bu görüş rivâyet edilmekle birlikte arkadaşları ve diğerleri bu hususta ona muhalefet etmişlerdir. Mutarrif ve Înü'l-Macişun derler ki: Mahsule semadan isabet eden küflenme, soğuk, kuraklık, sıcaklık ve ağacın kırılması gibi Âdem oğlunun yaptığı bir iş sonucu meydana gelmeyen şeyler bir musibettir. Kuraklık hususunda ihtilaf edilmiştir. İbnü'l-Kasım'ın rivâyetine göre bu bir musibettir. Sahih olan bunun sebzelerde de tıpkı diğer meyvelerde olduğu gibi musibet olacağı şeklindedir. Bir kimse olgunlaşıp olgunlaşmayacağı belli 'olmadan meyve dalında kalmak şartıyla satacak olursa, bu satış feshedilir ve geri çevrilir. Çünkü bu hususta açık bir nehiy vardır. Diğer taraftan böyle bir alış veriş malın batıl yollarla yenilmesi kapsamına girmektedir. Zira Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Allah, mahsulü vermeyecek olursa, sizden herhangi bir kimse kardeşinin haksızca aldığı malını neyin karşılığında alacaktır." Buhârî, Zekat; Müslim, Musâkaat 51: Ebû Dâvûd Buyû'' 58; Nesâî, Buyû' 29: Muvalta, Buyû' 11. Cumhûrun görşü budur. Ebû Hanîfe ve arkadaşları da bu görüşün sahih olduğunu kabul etmişler ve buradaki nehyin kerahet ifade ettiği şeklinde açıklamışlardır. Yine Cumhûr, meyvenin olgunlaşıp olgunlaşmayacağı ortaya çıkmadan önce hemen kesilip toplanması şartıyla satışını câiz kabul etmişlerdir. es-Sevrî ve İbn Ebi Leyla ise bu hususta varid olan nehyi esas alarak kabul etmemişlerdir. Cumhûr ise bunu celî kıyasa istinadan tahsis etmişlerdir. Çünkü, bu şekilde bir mahsulün satışı, akid esnasında kabzedilmesi mümkün olan ve belli bir şeyin satışıdır. O halde bunun da diğer satılan şeyler gibi satışı sahih olmalıdır. |
﴾ 99 ﴿