153

Şüphesiz ki bu, Benim dosdoğru yolumdur. O halde ona uyun. Başka yollara uymayın. Sonra sizi O'nun yolundan ayırırlar. İşte, sakınasınız diye Allah size bunları tavsiye etti.

14. Uymamız Gereken Dosdoğru Yol:

Yüce Allah'ın:

"Şüphesizki bu, Benim dosdoğru yolumdur. O halde ona uyun" âyeti büyük bir âyettir, yüce Allah bunu, önce geçen âyetlere atfetmiştir. Yüce Rabbimiz, bir takım emir ve nehiyler verdikten sonra, burada da onun yolundan başkasına uymaktan sakındırmaktadır. Bu âyet-i kerimede, ileride sahih hadisler ile selefin sözleriyle açıklayacağımız üzere kendi yoluna uymayı emretmektedir.

Ayet-i kerimenin başında yer alan; nasb mahallindedir. Yani

" Ve: Şüphesiz ki bu Benim.., yolumdur diye oku!" takdirindedir. Bu açıktama, el-Ferrâ' ve el-Kisaî'den nakledilmiştir. el-Ferrâ' der ki: Cer mahallinde olması da mümkündür. Yani, " Size bunları ve bu benim yolumdur, diye tavsiye etti," takdirindedir. el-Halil ve Sîbeveyh'e göre takdiri ise; "Çünkü bu Benim... yolumdur" şeklindedir. Nitekim yüce Allah bir başka yerde:

"Muhakkak mescidler de Allah'a mahsustur." (el-Cinn, 72/18) diye buyurmaktadır.

el-A'meş, Hamza ve el-Kisâî de: "şüphesiz ki bu" şeklinde esreli olarak ve istinaf (yeni bir cümle başı) olmak üzere okumuşlardır. Yani, bu âyet-i kerimelerde sözü geçen hususlar Benim dosdoğru yolumdur, demek olur.

İbn Ebi İshâk ve Yakub ise, "nun" harfini şeddesiz olarak; diye okumuştur ki, burada şeddesiz okuyuş, şeddeli okuyuş gibidir. Şu kadar var ki, bunda zamiri şan diye bilinen bir zamirin hazfı sözkonusudur. Yani Ve işte bu..." takdirindedir. Buna göre ref mahallindedir. Nasb olması da caizdir, te'kid için fazladan gelmiş olması da mümkündür. Nitekim yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır:

"Müjdeci gelip de..." (Yûsuf, 12/96)

Sırat ise, İslâm dininin kendisi demek olan yol demektir, "Dosdoğru" kelimesi de hal olarak nasbedilmiştir. Dosdoğru, hiçbir eğriliği büyrülüğü olmayan anlamındadır.

Bununla yüce Allah, Peygamberi Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) vasıtası ile açıklamış ve açmış olduğu geniş bir yol olarak teşri buyurduğu, sonu da cennete ulaşan yoluna tabi olmayı emretmektedir. Bu yoldan bir çok yollar ayrılmıştır. Kim o doğru yolu izlerse kurtulur, kim bu ayrılan yollara koyulacak olursa, bu yollar kendisini cehenneme götürür. İşte yüce Allah:

"Başka yollara uymayın. Sonra sizi O'nun yolundan ayırırlar" uzaklaştırır, kaydırırlar diye buyurmaktadır.

Dârimî Ebû Muhammed Müsned'inde sahih bir îsnadla şöyle bir rivâyet kaydetmektedir: Bize AtVan haber verdi, bize Hammâd b. Zeyd anlattı, bize, Âsım b. Behdele, Ebû Vâil'den anlattı. Ebû Vâil, Abdullah b. Mes'ûd'dan dedi ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir gün bize bir çizgi çizdi, sonra şöyle buyurdu: "İşte bu, Allah'ın yoludur." Daha sonra onun sağında bir takım çizgiler, solunda da bir takım çizgiler çizdi. Sonra da şöyle buyurdu: "Bunlar da her birisinin başında ona çağıran bir şeytanın bulunduğu bir takım yollardır." Sonra da bu âyet-i kerimeyi okudu. Dârimî, Mukaddime 23; Müsned, I, 435, 465.

Bu hadisi, İbn Mâce de Sünen'inde rivâyet etmiştir. Cabir b. Abdullah'tan dedi ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın yanında idik. Bir çizgi çizdi. Sonra da onun sağında iki çizgi çizdi, solunda da iki çizgi çizdi. Daha sonra elini ortadaki çizgi üzerine koyup şöyle buyurdu: "İşte bu, Allah'ın yoludur." Sonra da şu:

"Şüphesiz ki, bu benim dosdoğru yolumdur. O halde ona uyun. Başka yollara uymayın. Sonra sîzi onun yolundan ayırırlar" âyetini okudu. İbn Mâce, Mukaddime 1; Müsned, III, .197.

Bu ayrı yollar, yahudilîği, Hıristiyanlığı, mecusiliği, diğer din mensuplarını fer'i meselelerde hevâlarının arkasından giden istisna olan bid'at ve dalâlet sahiplerini de; bunların dışında kalan, tartışmalarda işi aşırıya götüren ve kelamı meselelerde olmadık şekilde dalıp gidenleri de kapsamına alır. Çünkü, bütün bunlar, ayaklarının kaymasına maruzdurlar ve yanlış inanışlara sapmaları zannolunur. Bu açıklamaları ibn Atiyye yapmıştır.

Derim ki: Doğrusu da budur Taberî, "Kitabu Âdâbı'n-Nüfus"da şunu nakletmektedir: Bize Muhammed b. Abdulâlâ es-San'anî anlattı, dedi ki: Bize Muhammed b. Sevr anlatti: Ma'mer'den, o, Eban'dan naklettiğine göre, adamın birisi İbn Mes'ûd'a şöyle sormuş: Sırat-ı müstakim (dosdoğru yol) hangisidir?

İbn Mes'ûd şu cevabı verdi: Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) bizi onun başında bıraktı, onun bir ucu da cennetledir. Sağında bir takım yollar, solunda bir takım yollar vardır. O yolların başında oralardan geçenleri davet eden bir takım kimseler vardır Her kim bu yollara koyulacak olursa, o yollar sonunda onu cehenneme götürür. Her kim de dosdoğru yola koyulacak olursa, o da onu sonunda cennete ulaştırır. Daha sonra İbn Mes'ûd: "Şüphesiz ki, bu Benim dosdoğru yolumdur" âyetini okudu. Abdullah b. Mes'ûd ayrıca dedi ki; Kabzolunmadan önce ilmi öğreniniz. Kabzedilmcsi ise ilim ehlinin geçip gitmesidir. Gereksiz yere ince eleyip sık dokunmaya kalkışmaktan, gereksiz yere işi derinliğine kavramaya kalkışmaktan ve bid'atlerden çokça sakınınız. Size tâ İlkinden gelen kadim şeylere sarılmanızı tavsiye ediyorum. Bunu da Dârimî rivâyet etmiştir. Dârimî, Mukaddime 19, Hadis No: 15.

Mücahid de yüce Allah'ın:

"Başka yollara uymayın" âyetini, bid'atlere uymayın diye açıklamıştır.

İbn Şihab da der ki; Bu da yüce Allah'ın:

"Dinlerini parça parça edip fırka fırka ayrılanlar varya..." (el-En'âm, 6/159) âyetine benzemektedir. Bunlardan kaçmak gerekir, kaçmak. Kurtulmak gerekir, kurtulmak. Selet'-i salibin izlediği o sırat-ı müştekime, o dosdoğru yola yapışmak gerekir. İşte kârlı ticaret ondadır.

Hadis İmâmları Ebû Hüreyre'den şöyle dediğini rivâyet ederler: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Size neyi emrettiysem onu alınız. Ve size neyi yasaktadıysam ondan da uzak durunuz." el-Heysemî, Mecmau'z-Zevâîd, I, 158. Ayrıca bk. Müslim, Hacc 412; Nesâî, Menasik 1; İbn Mâce, Mukaddime 1; Müsned, II, 196, 247, 258, 31$, 355, 428, 448, 457, 482, 495, 508.

İbn Mâce ve başkaları da el-Irbad b. Sâriye'den şöyle dediğini naklederler: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bize öyle bir vaazda bulundu ki, ondan dolayı gözler yaşardı, ondan dolayı kalpler korkuyla titredi. Ey Allah'ın Rasulü dedik. Bu, âdeta bir veda edenin öğüdüne benzemektedir. Bize neyi tavsiye edersin? Şöyle buyurdu: "Ben, sizi (hiç bir şüphe ve tereddüt gerektirmeyen) apaydınlık yol üzerinde bıraktım. Onun gecesi de gündüzü gibidir. Benden sonra bu yoldan helâk olandan başkası sapmaz. Aranızdan yaşayacak olanlar, pek çok ayrılıklar göreceklerdir. Size, benim sünnetimden ve benden sonra hidâyet bulmuş raşit halifelerin sünnetinden bildiğinize bağlı kalmanızı tavsiye ediyorum. Onlara dişlerinizle kavrarcasına sımsıkı sarılınız. Sonradan uydurma işlerden (bid'atlerden) de sakınınız. Çünkü, şüphesiz her bir bid'at bir sapıklıktır. Size itaat etmenizi tavsiye ediyorum. İsterse başınızdaki Habeşli bir köle olsun. Şüphesiz ki mü’min, burnuna halka takılmış deveye benzer. Nereye çekilirse oraya gider." Bu hadisi Tirmizî de bu manada rivâyet etmiş ve sahih olduğunu irade etmiştir. İbn Mâce, Mukaddime 6; Tirmizî, İlm 16; Ebû Dâvûd, Sünne 5, Dârimî, Mukaddime 16, Müsned, IV, 126, 127.

Ebû Dâvûd da şöyle bir rivâyet kaydetmektedir: Bize İbn Kesîr anlattı, dedi ki: Bize Sül'yan haber verdi, dedi ki: Adamın birisi, Ömer b. Abdülaziz'e mektup yazarak kader hakkında soru sordu. Ona şu cevabı yazdı: İmdi, ben sana Allah'a karşı takvalı olmayı, O'nun emrinde orta yolu izlemeyi, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın sünnetine tabi olmayı, O'nun sünnetinin uygulanagelişinden sonra bid'atçilerin ortaya çıkardıkları şeyleri -ki, onların bu gibi şeylerle uğraşmalarına gerek yoktur. Ümmet buna ihtiyaç bırakmamıştır- terk etmeni tavsiye ediyorum.

Sana cemaate bağlı kalmanı tavsiye ediyorum. Çünkü, cemaat Allah'ın izniyle senin için bir koruyucudur. Hem şunu bil ki, insanlar ne kadar bid'at ortaya çıkarmışlarsa mutlaka ondan önce, ya onun aleyhine delil olacak bir şey geçmiştir veya o hususta ibret teşkil edecek bir durum. Şunu bil ki sünneti, ona muhalefet etmekte ne kadar hata, ne kadar yanlışlık, ne kadar ahmaklık, ne kadar gereksiz yere derinlere dalmak istemenin miktarını bilen bir kimse ortaya koymuştur. O bakımdan sen de kendin için, başkalarının kendileri için razı olup beğendiği şeye razı ol. Onlar, bilerek durmuşlardır. İşin özüne nüfuz eden bir basiretle de bu gibi işlere dalmaktan kurtulmuşlardır.

Üstelik onlar işleri açığa çıkarabilmekte daha güçlü idiler. Sahip oldukları lütuf ve fazilet dolayısıyla da buna onlar daha lâyıktılar.

Eğer, hidâyet sizin Üzerinde bulunduğunuz yol olsaydı, o takdirde siz bu hususta onları geride bırakmışsınız demektir. Şayet sizler, bu gibi şeyler onlardan sonra ortaya çıkmıştır diyorsanız, şunu bilin ki, bunları ortaya çıkartanlar ancak onların yolundan başkasına tabi olup onlara uymaktan yüz çevirerek nefsine uyan kimselerdir. Şüphe yok ki onlar önde gidenlerdir. Bu hususta yeteri kadar konuşmuşlardır ve rahatlatacak kadarını anlatmışlardır. Onlar bu hususta, her hangi bir kusur eksik bırakmadıkları gibi, daha da açıklanması gereken bir şey de bırakmış değillerdir. Bazıları bu hususta onlardan geri kaldılar, o bakımdan hakka uzak düştüler. Bazıları da onlardan ileri geçmeye çalsştılar, fakat aşırıya gittiler. Onlar İse, bu ikisinin arasında ve dosdoğru bir yol üzere idiler... diyerek bundan sonra hadisin geri kalan bö-Kimünü nakletti. Ebû Dâvûd, Sünne 6.

Sehl b. Abdullah et-Tüsterî de der ki: Size, ashâbın yoluna ve sünnete uymanızı tavsiye ediyorum. Çünkü, kısa bir süre sonra Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan ve onun bütün hallerinde ona uymaktan söz edecek bir kişi ortaya çıkarsa, (diğerlerinin) onu yereceklerinden, ondan uzaklaşıp gideceklerinden, onunla ilişkilerini keseceklerinden, onu zelil edeceklerinden, küçük düşüreceklerinden korkuyorum.

Yine Sehl der ki: Şunu bilin ki bid'at, ancak ve ancak ehl-i sünnetin elleriyle ortaya çıkmış üstünlük kazanmıştır. Çünkü onlar, bid'at ehline karşı çıktılar, onlarla konuşup tartıştılar. Böylelikle bid'atçilerin görüşleri de ortaya çıktı ve herkes arasında yaygınlık kazandı. Bunun sonucunda onları işitmedik kimseler de işitti. Eğer onları bırakıp onlarla konuşmamış olsalardı, onların her birisi kalbinde sahip olduğu inançlarıyla birlikte ölür gider, ondan hiçbir şey onaya çıkmaz ve o bid'atini beraberinde kabrine taşıyıp götürmüş olurdu.

Yine Sehl der ki: Sizden her hangi birinize, İblis, bir ibadet uydurup onunla kendisine ibadet ettirmedikçe, bir bid'at ortaya koymaz. Ancak ondan sonradır ki, İblis o kimseye bir bid'at çıkartır. Bu kişi de bid'at sözü söyleyip insanları ona çağırmaya başladı mı, İblis de o hususta o zilleti ondan çeker.

Yine Sehl der ki: Ben, bid'atçiler hakkında şu hadisten daha ağır bir hadis geldiğini bilmiyorum: "Allah, cenneti bid'at sahibine karşı perdelemiştir." Sehl der ki; Buna göre, yahudi de hristiyan da bid'atçilerden daha çok ümitvar olabilirler.

Yine Sehl der ki: Her kim dinîne ikramda bulunmak istiyor ise, sultanın huzuruna girmesin. Kadınlarla başbaşa kalmasın, heva ehli kimselerle de tartışmasın. Dârimî, Mukaddime 29; (Abdullah b. Mesudun sözü olarak). no: 307.

Yine Sehl şöyle demiştir: Tabi olun, bid'at çıkartmayın. Çünkü ona ihtiyacınız yoktur.

Dârimî'nin Müsned'inde nakledildiğine göre Ebû Mûsa el-Eş'arî, Abdullah b. Mes'ûd'a gelip şöyle demiş: Ey Abdurrahma'nın babası, ben az önce mescidde birşeyler gördüm. Fakat, onu yeni görüyorum. Bununla birlikte Allah'a yemin olsun ki, hayırdan başka bir şey de görmüş değilim. Abdullah, o da neymiş diye sorunca, Ebû Mûsa, ömrün yeterse göreceksin diyerek şunları anlattı: Ben, mescidde oturarak halka halka olmuş ve namazı bekleyen topluluklar gördüm. Ellerinde çakıl taşlan olduğu halde, her halkada bir kişi onlara yüz defa tekbir getirin diyor, onlar da yüz defa tekbir getiriyorlar. Yüz defa tehlil getirin diyor, onlar da tehlil getiriyorlar. Yüz defa teşbih getirin diyor, onlar da: Yüz defa teşbih ediyorlar.

Abdullah b. Mes'ûd: Peki onlara ne dedin diye sorunca, Ebû Mûsa, onlara bir şey demedim, senin görüşünü bekledim, senin vereceğin emri bekledim, dedi. Abdullah dedi ki: Sen bunun yerine ne diye günahlarını saymalarını emretmedin ve hasenatlarının hiçbir şekilde zayi olmayacaklarına dair teminat vermedin? Sonra o da kalkıp gitti ve biz de onunla birlikte gittik. Nihayet bu halkalardan birisine vardı, başlarında durdu ve şöyle dedi: Şu yaptığınızı gördüğüm şey nedir? Onlar: Abdurrahman'ın babası, tekbir, tehlil ve teşbihi kendileriyle saydığımız çakıl taşlandır, dediler. Bunun üzerine Abdullah b. Mes'ûd şöyle dedi: Siz kötülüklerinizi sayınız. Ben hasenatınızdan hiçbir şeyin zayi olmayacağına dair size teminat veriyorum. Ey Muhammed ümmeti, ne oldu size, ne kadar da çabuk helâka koştunuz? Yoksa siz, sapıklık kapılarını mı açanlarsınız? Onlar: Allah'a yemin olsun Ey Abdurıahman'ın babası, hayırdan başka bir isteğimiz yoktu dediler. Abdullah şöyle dedi: Nice hayır isteyen vardır ki, onu bir türlü isabel ettiremez. Dârimî, Mukaddime 23. I, no: 210.

Ömer b. Abdülaziz'den rivâyete göre, adamın birisi kendisine hevâ ve bid'at ehli hakkında bir husus sormuş, o da şu cevabı vermiş: Sen, bedevî Araplar gibi küttaba giden (ilk okuma yazma öğrenmeye çalışan) küçük çocuk gibi dinine bağlan ve bunun dışında kalan şeylerle oyalanma.

el-Evzaî de der ki: İblis, dostlarına sordu: Siz, Âdemoğullarını hangi yollarla yaklaşıp kandırıyorsunuz? Onlar: Her yoldan, dediler. Peki, istiğfar yönünden onlara yaklaşabiliyor musunuz? Onlar, heyhat! Bu tevhid ile birlikte olan bir şeydir, dediler, iblis şöyle dedi: Aralarında Öyle bir şey yaygınlaştıracağım ki, ondan dolayı Allah'tan mağfiret dilemeyecekler. Evzaî dedi ki: O da aralarına bevaların arkasından gitmeyi yaygınlaştırdı. Dârimî, Mukaddime 30, H. no: 314.

Mücahid de der ki: Bilemiyorum, mazhar olduğum şu iki nimetin hangisi daha büyüktür: Allah'ın beni İslâm'a hidâyet etmesi mi, yoksa bu heva ve bid'atlerden beni esenliğe kavuşturmuş olması mı? Dârimî, Mukaddime 30, h. no: 515.

Şa'bî de der ki: Bu kimselere "hevfı sahipleri" deniliş sebebi, onların cehennemde uzun süre yuvarlanacak olmalarından Ötürüdür. (Hevâ ile yuvarlanma kelimelerinin aynı kökten geldiklerine işaret ediyor). Bu rivâyetlerin hepsi Dârimî'den nakledilmiştir.

Sehl b. Abdullah'a, Mu'tezile'ye mensup kimseler arkasında namaz kılmaya, onlardan kız almaya, onlara kız vermeye dair soru soruldu, şu cevabı verdi: Hayır, bunun iyi bir taralı olamaz. Onlar kâfirdir. Kur'ân mahluktur, el'an yaratılmış bir cennet yoktur, yaratılmış bir ateş yoktur, Allah'ın sıratı yoktur, şefaat yoktur, mü’minlerden hiçbir kimse cehenneme girmeyecektir ve Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)’in günahkârlarından hiç kimse cehennemden çıkmayacaktır, kabir azâbı yoktur, münker yoktur, nekir yoktur, âhirette Rabbimizin görünmesi de, fazladan ikramda bulunması da yoktur, Allah'ın ilmi mahluktur, İmâm tayin etmeye gerek yoktur, cum'a yoktur diyen, buna karşılık bütün bunlara îman edenleri tekfir edenler nasıl mü’min olabilir?

Fudayl b. İyad dedi ki: Bid'at sahibi birisini sevenin Allah, amelini boşa çıkartır, İslâm'ın nurunu da kalbinden alır.

Onun bu kabilden sözleri ve fazlası da geçmiş bulunmaktadır.

Süfyan es-Sevrî der ki; Bid'atı İblis masiyetten daha çok sever. Çünkü, masiyetten tevbe sözkonusu olur. Fakat bid'atten tevbe sözkonusu olmaz.

İbn Abbâs da der ki: Sünnet ehlinden olup sünnete çağıran, bid'atten de uzaklaştırmaya gayret eden bir kimseye bakmak dahi ibadettir.

Ebû'l-Âl-iyye der ki: Siz, ayrılığa düşmeden önce izlemekte oldukları o ilk işe yapışınız.

Âsım el-Ahvel der ki: Ben bunu el-Hasen'e naklettim, o da, o gerçekten sana güzel bir öğüt vermiştir. Allah'a yemin olsun ki, sana doğruyu söylemiştir, dedi.

Âl-i İmrân Sûresi'nde Hazret-i Peygamberin: "İsrailoğulları yetmiş iki fırkaya ayrıldı. Bu ümmet ise yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır" şeklindeki hadis ve bunun anlamı geçmiş bulunmaktadır. (Âl-i İmrân, 3/102. âyet, 2. başlıkta)

Aril ilim adamlarından kimisi şöyle demiştir: Muhammed ümmetine fazladan ilave edilen bu fırka, ulemaya düşmanlık eden, fukahaya buğzeden bir fırkadır. Böylesi bir fırka geçmiş ümmetlerde hiçbir şekilde görülmüş değildir.

Rafi b. Hadic'in rivâyetine göre o, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı şöyle buyururken dinlemiş: "Ümmetim arasında farkında olmadıkları halde, yahudi ve hıristiyanların kâfir oldukları gibi, Allah'a ve Kur'ân'a kâfir olacak bir topluluk olacaktır." Ben, Ey Allah'ın Rasulü, canım sana feda, bu nasıl olacak, diye sordum. Şöyle buyurdu: "Bir bölümünü kabul edecekler, bir bölümünü inkâr edeceklerdir." Canım sana feda Ey Allah'ın Rasulü dedim. Nasıl bunu söyleyecekler? Şöyle buyurdu: "Yaratmasında, kuvvetinde, rızkında, İblis'i Allah'a denk koşacaklar ve diyecekler ki: Hayır Allah'tan, şer İblistendir." Ebû Rafi’ dedi ki: Peki, hem Allah'ı inkâr edecekler, hem de bunun üzerine kalkıp Allah'ın Kitabını okuyacaklar, imandan ve marifetten sonra da Kur'ânı inkâr mı edecekler? Hazret-i Peygamber şöyle buyurdu: "Ümmetimin böylelerinden göreceği düşmanlık, kin ve tartışma (çok büyük olacaktır), işte bunlar, bu ümmetin zındıklarıdır" deyip hadisin geri kalan bölümünü zikretti.

en-Nisa Sûresi'nde bid'at ehli ve hevalarının arkasından giden kimselerle oturup kalkma yasağı, onlarla oturup kalkanların hükmünün de onlarla aynı olduğuna dair açıklamalar geçmiş bulunmaktadır. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Âyetlerimize dalanları gördüğün zaman... kendilerinden yüz çevir" (el-En'âm, 6/68, âyet).

Daha sonra yüce Allah, Medine'de inmiş bulunan en-Nisa Sûresi'nde bu şekilde davranıp Allah'ın verdiği emre muhalefet edenlerin cezasını açıklayıp şöyle buyurmaktadır:

"O, size Kur'ân'da şunu indirdi...O zaman siz de onlar gibi olursunuz." (en-Nisa, 4/140) Böylelikle onlarla beraber oturup kalkanları da onlara katmış olmaktadır.

Bu ümmetin önder İmâmlarından bir grup da bu görüşte olup onlarla işret etmek ve onlarla içli dışlı olmak maksadıyla bid'at ehliyle beraber oturup kalkan kimse hakkında bu âyetler gereğince hüküm vermişlerdir ki, bunlar arasında Ahmed b. Hanbel, el-Evzaî ve İbn Mübarek gibileri vardır. Onlar, işi bid'at ehliyle oturup kalkmak olan bir kimse hakkında şöyle demişlerdir: Böyle birisine onlarla beraber oturup kalkmaktan vazgeçmesi söylenir. Vazgeçerse mesele yok. Aksi takdirde onlar gibi değerlendirilir. Bununla hüküm bakımından onlar gibi değerlendirilir, demek istemektedirler.

Ömer b. Abdulaziz, içki içenlerle oturan kimselere de haddi uygulamış ve görüşüne de:

"Çünkü o zaman siz de onlar gibi olursunuz" (en-Nisa, 4/140) âyetini okumuştur. Kendisine: Şöyle denildi: Bu adam, ben onlarla birlikte meseleyi onlara açıklamak ve onların yaptıklarını reddetmek için oturuyorum, diyor denilince, o da şu cevabı vermiş: Onlarla oturup kalkması yasaklanır. Eğer vazgeçmeyecek olursa, o da onlara katılır.

153 ﴿