174İşte biz âyetleri böyle açıklarız. Belki dönerler diye. Bu âyete dair açıklamalarımızı altı başlık halinde sunacağız: 1. Âdem Oğullarından Alınan Söz: Yüce Allah'ın: "Hani Rabbin... almış" yani sen, onlara daha önce sözü geçen indirilen kitaplarında yer alan sözleri hatırlatmakla birlikte, Âdem oğullarının zürriyetlerini çıkardığı gün kullardan almış olduğu sözleri de hatırlat... Bu âyet-i kerîme müşkil bir âyet-i kerimedir, ilim adamları bu âyetin te'vili ve ahkâmına dair açıklamalarda bulunmuşlardır. Biz de bu hususta tesbit edebildiklerimize uygun olarak onların söylediklerini aktaracağız. Kimisi şöyle demiştir: Âyetin anlamı şudur: Yüce Allah, Âdem oğullarının biri birlerinden gelecek olan zürriyetlerini onların sırtlarından çıkartmıştır. Bunlar, "onları kendilerine şahid tutup, ben sizin Rabbiniz değil miyim" âyetinin anlamı, onları yaratmakla kendi tevhidini onlara göstermiştir, derler. Çünkü, baliğ olan her bir kişi zorunlu olarak kendisinin bir tek Rabbinin olduğunu bilir. "Ben sizin Rabbiniz değil miyim" yani, onlara böyle dedi, demektir. Bu ise, onlara karşı şahid tutmak ve onların bunu ikrar etmeleri yerine geçmiştir. Yüce Allah gökler ve yer hakkında onların: "İsteyerek itaatle geldik, dediler" (Fussilet, 41/11) âyetinde olduğu gibi. el-Kaffal bu görüşü benimsemiş ve bu konuda uzun uzun açıklamalarda bulunmuştur. Şöyle de açıklanmıştır: Şanı yüce Allah bedenleri yaratmadan Önce ruhları çıkartmış ve bu ruhlarda kendisine hitap olunanı bilip öğreneceği marifeti de takdir buyurmuştu. Derim ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan nakledilen hadislerde dile getirilen, bu iki görüşten farklıdır. Buna göre yüce Allah, Âdem (aleyhisselâm)'ın sırtından ruhları da içinde olmak üzere bedenleri çıkartmıştır. Mâlik'in Muvatta’''ındaki rivâyetine göre Ömer b. el-Hattâb (radıyallahü anh)'a şu: "Hani Rabbin Âdem oğullarının sırtlarından zürriyetlerini almış ve onları kendilerine şahid tutup: Ben sizin Rabbiniz değil miyim (diye buyurmuştu). Onlar da: Evet, şahid olduk demişlerdi. Kıyâmet günü: Bizim bundan haberimiz yoktu demeyesiniz diye" âyeti hakkında soru sorulmuş, Ömer (radıyallahü anh) da şöyle demiş: Ben, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a bu âyet hakkında soru sorulurken işittim. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Yüce Allah Âdem'i yarattı. Sonra sağıyla sırtını sıvazladı, ondan bir zürriyet çıkardı ve Ben bunları cennet için yarattım ve cennetliklerin ameliyle amel edecekler, diye buyurdu. Sonra bir daha sırtını sıvazladı, ondan bir zürriyet çıkardı ve şöyle buyurdu: Bunları da cehennem için yarattım ve bunlar da cehennemliklerin ameliyle amel edecekler," Bir adam kalkıp: O halde amelin faydası nedir? diye sorunca, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Allah bir kulu cennet için yarattı mı, onun cennet ehlinin ameliyle amel etmesini ister. Sonunda o da cennet ehlinin amellerinden bir amel üzere ölür, Allah da onu cennete koyar. Bir kulu da cehennem için yarattı mı, onun da cehennem ehlinin ameliyle amel etmesini ister. Sonunda o da cehennemliklerin amellerinden bir amel Üzere ölür. Allah da onu cehenneme koyar. " Muvatta’'', Kader 2: Ebû Dâvûd, Sünne 16; Tirmizî, Tefsir 7. sûre 2; Müsned, I, 44-45; Ayrıca bk. I, 272, V, 135. Ebû Ömer(b. Abdi’l-Berr) der ki: Bu, isnadı munkatı' bir hadistir. Çünkü Müslim b. Yesar, Hazret-i Ömer ile karşılaşmamıştır. Yahya b. Maîm onun hakkında şöyle demiştir: Müslim b. Yesar kim olduğu bilinmeyen bir ravidir. Onunla Ömer (radıyallahü anh) arasında Nuaym b. Rabia vardır. Bunu da Nesâî zikretmiştir. Nuaym ise, ilim taşıdığı bilinen bir kimse değildir. Şu kadar var ki, bu hadisin anlamı çerçevesinde Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan Ömer b. el-Hattâb (radıyallahü anh), Abdullah b. Mes'ûd, Ali b. Ebî Tâlib, Ebû Hüreyre -Allah onlardan ve diğerlerinden razı olsun- yoluyla gelen rivâyet, pek çok sabit (sağlam) yolla sahih olarak gelmiştir. İbn Abdi’l-Berr, el-İstizkâr, XXVI, 90-91. Tirmizî sahih olduğunu belirterek Ebû Hüreyre'den şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Allah Âdem'i yaratıp da onun sırtını sıvazlayınca sırtından kıyâmet gününe kadar onun zürriyetinden yaratacağı her bir can döküldü. Onlardan her birisinin gözleri arasında nurdan bir parlaklık yarattı. Sonra bunları Âdem'e arzetti. Dedi ki: Rabbim bunlar kimlerdir? Yüce Allah, bunlar zürriyetinden gelecek olanlardır diye buyurdu. Aralarından birisini gördü, gözleri arasındaki parlaklık hoşuna gitti. Rabbim bu kimdir? diye sorunca, bu adam, senin zürriyetinden gelecek sonraki ümmetlerden bir adamdır. Ona Davud denilir diye buyurdu. Hazret-i Âdem: Rabbim ömrünü kaç yıl olarak takdir buyurdun, diye sorunca; altmış yıl diye buyurdu. Hazret-i Âdem: Rabbim, ona benim ömrümden kırk yıl artır dedi. Âdem (aleyhisselâm)'ın ömrü sona erince, ona ölüm meleği geldi. Âdem: Henüz benim ömrümden daha kırk yıl kalmadı mı diye sorunca, melek: Sen bu kırk yılını oğlun Davud'a vermemiş miydin diye sordu. Ancak, Âdem böyle bir şeyi reddetti. Bunun üzerine zürriyetinden gelenler de inkâr eder oldular. Âdem'e de unutturuldu, bu sebepten zürriyeti de unutur kılındı." Tirminî, Tefsir 7. sûre 3; Müsned, I, 251-252, 299, 371. Tirmizî'den başkasında da şöyle denmektedir: İşte o vakit yazıcılar tutulmasını, şahid tutulmasını emretti. Bir başka rivâyette de şöyle denmektedir: Âdem, aralarında zayıf, zengin, fakir, zelil, müptela ve sağlıklı kimseler olduğunu görünce, ona dedi ki: Rabbim bu niye böyle, neden onların arasında eşitlik sağlamadın? Yüce Allah, bana şükredilsin istedim, diye buyurdu. Abdullah b. Amr da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan şöyle buyurduğunu rivâyet etmektedir: "Tarak ile nasıl başın saçları alınıyor (taranıyor) ise onlar da (Hazret-i Âdem'in zürriyeti de) sırtından böylece alındılar." Allah onlara Hazret-i Süleyman'ın gelişini bildirerek, diğer karıncalan uyaran karınca gibi akıllar verdi ve onlardan kendisinin Rableri olduğuna, kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmadığına dair söz aldı. Onlar da bunu ikrar edip kabul ettiler. Yüce Allah kendilerine Peygamber göndereceğini bildirdi, böylelikle biri diğerine şahidlik etti. Ubey b. Kâ'b der ki: Onlara karşı yedi semavatı da şahid tuttu. Kıyâmet gününe kadar doğacak kim varsa, mutlaka ondan ahid alınmıştır. Âdem'in sırtından çıkartıldıkları vakit kendilerinden sözün alındığı yerin neresi olduğu hususunda dört farklı görüş vardır. İbn Abbâs der ki: Burası, Arefe yakınlarında bir vadi olan Na'man denilen"yerin iç tarafıdır. Müsned, 1, 272. Yine İbn Abbâs'tan bu yerin Hindistan'da bir bölge olan ve Hazret-i Âdem'in yere indiği yer olan Berahba olduğu da söylenmiştir. Yahya b. Selam ise der ki: İbn Abbâs bu âyet-i kerîme hakkında şöyle demişti: Allah, Âdem'i Hindistan'a indirdi. Sonra sırtını sıvazlayıp ondan kıyâmet gününe kadar yaratacağı her bir canı çıkartıp şöyle buyurdu: "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" Onlar da: "Evet, şahid olduk" dediler. Yahya b. el-Hasen der ki: Sonra onları tekrar Âdem (aleyhisselâm)'in sulbüne geri iade etti. el-Kelbî ise, bu ahdin Mekke ile Taif arasında alındığını söylerken, es-Süddî de şöyle demiştir: Bu ahid, Âdem cennetten dünya semasına indirildiği vakit kendisinden alınmış idi. Yüce Allah onun sırtını sıvazlamış ve sırtının sağ tarafından inci gibi parıldayan beyaz bir zürriyet çıkartmıştı. Onlara "rahmetim üzere cennete giriniz" diye buyurmuştu. Sırtının sol tarafından da siyah bir zürriyet çıkartmış ve onlara; "siz de ateşe giriniz. Aldırış etmiyorum" diye buyurmuştu. İbn Cüreyc der ki: Cennet için yaratılmış her bir nefs, beyaz (ak.) çıktı, cehennem için yaratılmış her bir nefs ise siyah çıktı. İbnü'l-Arabî -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- der ki: İnsanlar günah işlememiş oldukları halde azâb edilmeleri nasıl uygun düşer, yahut yüce Allah yapmalarını irade buyurduğu, haklarında yazdığı ve kendilerini ona sürüklediği şeyler sebebiyle onları nasıl cezalandırabilir denilecek olursa, biz de şöyle cevap veririz: Bunun imkânsız olduğu nereden anlaşılmaktadır. Aklen mi, şer'an mı? Çünkü, Rahîm ve hakim olan birimizin böyle bir şeyi yapması mümkün değildir denilse; biz de şöyle deriz: Çünkü, onun da üstünde ona emir veren bir amir, ona yasak koyan birisi vardır. Yüce Rabbimiz ise yaptıklarından dolayı sorumlu değildir. Asıl onlar sorulurlar. Diğer taraftan, yaratıkların yaratıcıya kıyas edilmeleri câiz değildir. Kullarının fiillerinin mutlak ilahın fiillerine göre yorumlanması da doğru değildir. Gerçekte bütün fiiller yüce Allah'ındır. Ve bütün yaratıklar yalnız O'nundur. O, onları nasıl dilerse öyle yöneltir. Ve aralarında dilediği şekilde hüküm vermiştir. Âdem oğlunu içinde hissettiği bu duyguya iten ise, fıtratındaki incelik, hemcinsine karşı duyduğu şefkat ile övülmekten ve methedilmekten hoşlanmasıdır. Zira, bundan dolayı bir takım menfaatler sağlayacağını umar. Şanı yüce Allah ise bütün bunlardan mukaddes ve münezzehtir. O bakımdan bu gibi şeyler kıyas alınarak O'nun hakkında kanaat belirtmek câiz olamaz. 3. Bu Âyetin Kapsamı Umumi mi, Hususi mi? Bu âyet-i kerîme hakkında hususi mi, yoksa umumi mi olduğu noktasında farklı görüşler vardır. Âyetin has olduğu söylenmiştir. Çünkü yüce Allah: "Âdem oğullarının sırtlarından" diye buyurmuştur. Böylelikle Hazret-i Âdem'in sulben çocuğu olanlar bu kapsamın dışına çıkmaktadır. Yüce Allah’ın: "Yahut daha önce sadece atalarımız Allah'a ortak koşmuşlardı" âyeti ile de müşrik ataları olmayan herkes bu kapsamın dışına çıkmaktadır. Şöyle de denilmiştir: Âyet-i kerîme, peygamberler vasıtasıyla kendilerinden ahid alınmış kimseler hakkında hastır. Bir başka görüşe göre de; hayır bu âyet-i kerîme bütün insanlar hakkında umumidir. Çünkü, herkes kendisinin önceleri küçük bir çocuk olduğunu, sonradan gıda ile beslenip büyütüldüğünü, yetiştirildiğini, kendisinin işlerini düzenleyen ve bir yaratıcısı olduğunu bilir. İşte: "Onları kendilerine şahid tutup..." âyetinin anlamı da budur. "Evet... demişlerdi" âyetinin anlamı ise, evet böyle bir şey onların bir görevidir; (yani, Allah'ın rububiyetînî kabul etmeleri gerekir) demektir. İnsanlar, şanı yüce Allah'ın Rabb olduğunu İtiraf edip de bunu unutmaları üzerine, peygamberleriyle onlara bu hususu hatırlattı ve bu hatırlatmayı da son olarak seçkin kullarının en faziletlisi ile gerçekleştirdi. Böylelikle onlara karşı delil gereği gibi ortaya konmuş olsun. Son peygamberine de şöyle emir buyurdu: "O halde sen onlara hatırlat. Sen ancak bir hatırlatıcısın. Üzerlerine musallat bir zorba değilsin." (el-Gâşiye, 88/21-22) Daha sonra da ona, üzerlerine otorite kurma imkânını verdi, ona saltanat bahşetti, yeryüzünde O'nun dinini hakim kıldı. et-Tartuşî der ki: İnsanlar dünya hayatlarında bu hususu hatırlamasalar dahî bu ahid insanlar için bağlayıcıdır. Tıpkı hanımını boşadığına dair tanıklık edildiği halde bunu unutan kimsenin bu talakının o kimse hakkında geçerli oluşu gibi. Küçükken ölen, ilk ahiddeki ikrarı dolayısıyla cennete girer, diyenler bu âyet-i kerimeyi delil göstermişlerdir. Ancak, akil baliğ olan kimseye bu ilk ahdin bir faydası olmaz. Bu görüşü benimseyen kimseler, müşriklerin çocukları da cennettedir, derler. Bu hususta sahih olan görüş de budur. Bununla birlikte konu ile ilgili rivâyetlerin farklılığı dolayısıyla mesele hakkında farklı görüşler ortaya atılmıştır. Sahih olan da bizim zikrettiğimizdir. İleride bu hususa dair açıklamalar yüce Allah'ın izniyle Rum Sûresi'nde (30/30. âyet, 3. başlıkta) gelecektir. "et-Tezkire" adlı eserde de ele aldık. Allah'a hamd olsun. 5. Âdem Oğullarının Zürriyeti: Yüce Allah'ın: "Sırtlarından" kelimesi, yüce Allah'ın: "Âdem oğulları" âyetinden bedeliyu’l-İştimal'dir. Âyetin lâfızları zürriyet almanın Âdem oğullarından olmasını gerektirmektedir. Çünkü âyet-i kerimede lâfız itibariyle Hazret-i Âdem'den söz edilmemektedir. Buna göre bu söz dizisinin açıklaması şöyle olur: Hani Rabbin Âdem oğullarının sırtlarından zürriyetlerini almıştı. Âyet-i kerimede "Âdem'in sırtı"ndan söz edilmeyişi, hepsinin onun evlatları olduğunun ve ahid alındığı gün sırtından çıkartılmış olduklarının bilinmesinden dolayıdır. O bakımdan "Âdem oğullarından" ifadesi dolayısıyla ayrıca "Âdem"den söz etmeye gerek kalmamıştır. “Zürriyetlerini" kelimesini Kûfeliler ve İbn Kesîr, (zürriyet kelimesini) tekil olarak ve "te" harfini de üstün olarak okumuşlardır. "Zürriyet" kelimesi tek kişi hakkında da çoğul hakkında da kullanılabilir. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Rabbim bana nezdinden çok temiz bir zürriyet bağışla." (Âl-i İmrân, 3/38) Burada "zürriyet" kelimesi tekil için kullanılmıştır. Çünkü o, yüce Allah'tan kendisine bir çocuk bağışlanmasını dilemiş, Hazret-i Yahya'nın doğumu müjdesi kendisine verilmişti. Diğer taraftan kıraat âlimleri yüce Allah'ın: "Âdem'in zürriyetinden..." (Meryem, 19/58) âyetindeki "zürriyet" kelimesini icma ile tekil olarak okumuşlardır. Halbuki, Âdem'in zürriyetinden daha çok zürriyeti olan kimse yoktur. "Biz de onlardan sonra gelen bir kuşaktık (zürriyet idik)" (el-A'raf, 7/173.) âyetindeki "zürriyet" kelimesi ise çoğul için kullanılmıştır. Diğerleri ise çoğul olarak; diye okumuşlardır. Çünkü zürriyet tekil hakkında da kullanıldığından dolayı tekil için kullanılmayacak bir lâfız getirilmiş ve böylelikle kelimenin herhangi bir şekilde müşterek lâfız olmaktan kurtulup maksat olarak gözetilen manayı katıksız bir şekilde ifade edecek bir lâfız kullanılmıştır ki, bu da "zürriyet" kelimesinin çoğul olarak gelmesi ile olur. Çünkü Âdem oğullarının sırtlarından birbiriyle müntenasip birbirinin ardı arkasına ve sayılarını Allah'tan başka hiçbir kimsenin bilemediği pek çok zürriyetler çıkartmıştır. İşte bu özelliği dolayısıyla buradaki "zürriyet" kelimesini çoğul olarak okumuşlardır. 6. Allah'ın Rububiyetini İkrar: el-Bakara Sûresi'nde yüce Allah'ın: "Evet, kim bir kötülük işler de..." (el-Bakara, 2/81) âyetini açıklarken "Evet" âyeti ile ilgili yeterli izahlar verilmişti. Oradaki açıklamalara başvurulabilir. ile şekillerinde "Demeyesiniz diye" ile "Yahut... demeyesiniz diye" âyetlerini Ebû Amr her iki yerde de (te yerine) "ya" ile (demesinler diye anlamında) ve böylelikle bu iki fiildeki zamirleri de daha önce sözü geçen gaip lâfzı ile okumuştur. Daha önce sözü edilen lâfız ise, yüce Allah'ın: "Rabbin Âdem oğullarının sırtlarından zürriyetlerîni almış ve onları kendilerine şahid tutup..." âyetidir. Aynı şekilde "onlar da: Evet... demişlerdi" âyeti de gaib lâfzı ile gelmişlerdir. Daha sonra gelen: "Biz de onlardan sonra gelen bir kuşak (zürriyet) idik" âyeti de: "Belki... diye" âyeti de bu şekilde zaid olarak gelmiştir. O bakımdan Ebû Amr, buradaki iki fiili (demek fiillerini.) kendilerinden önceki lâfızlara da sonraki lâfızlara da uygun olarak gaib lâfzıyla okumuştur. Diğerleri ise bu iki fiili "te" harfi ile (demeyesiniz anlamında) okumuşlardır. Bunlar da daha önce yüce Allah'ın: "Ben sizin Rabbiniz değil miyim" âyetindeki hitap lâfzına uygun okumuşlardır. Bu durumda "şahid olduk" ifadesi, meleklerin söylediği bir söz olur. İnsanlar: "Evet" deyince, melekler de: "şahid olduk...demeyesiniz diye" ile "yahut... demeyesiniz diye" demişlerdi. Şöyle de açıklanmıştır: Bunun anlamı şudur: Âdem oğullarının zürriyetleri "evet" demekle yüce Allah'ın Rububiyetini ikrar etmiş oldular. Bunun üzerine yüce Allah meleklere: Şahid olun diye buyurmuş, melekler de: Biz de sizin yüce Allah'ın Rububiyetini ikrar ettiğinize dair şahidlik ediyoruz, demeyesiniz diye... yahut demeyesiniz diye demişler. Bu açıklama, Mücahid, ed-Dahhak ve es-Süddî'nîn görüşüdür. İbn Abbâs ile Ubey b. Kâ'b da şöyle demişlerdir: "Şahid olduk" âyeti de Âdem oğullarının sözlerindendir. İfadenin anlamı şöyle olur: Biz, Senin Rabbîmiz ve ilahımız olduğuna şahidlik ediyoruz. Yine İbn Abbâs der ki: Yüce Allah, onların bir kısmını diğer bir kısmına karşı şahid tuttu. Buna göre; evet, biz birbirimize karşı şahidlik ettik dediler, demektir. Eğer "şahid olduk" ifadesi meleklerin söylediği söz ise, bu durumda; "Evet" kelimesi üzerinde vakıf yapılır. Şayet Âdem oğullarının sözlerinden ise, üzerinde vakıf yapmak güzel olmaz. Çünkü o takdirde; "... me..."; "Evef'den önce gelen; "Onları kendilerine şahid tutup..." âyetine tealluk eder ki, "bunu demesinler diye" anlamını verir. Mücahid, İbn Ömer'den, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın şöyle buyurduğunu rivâyet etmektedir: "Rabbin, Âdem oğullarının sırtlarından zürriyetferini tarağın baştan alınması gibi aldı ve onlara: Ben sizin Rabbiniz değil miyim diye sordu. Onlar da: Evet (radıyallahü anhbbimizsin) dediler. Bunun üzerine melekler: Biz de... demeyesiniz diye şahidlik ettik, dediler." Suyûtî, ed-Dürru’l-Mensur, III, 60. Yani, biz.., demeyesiniz diye size karşı yüce Allah'ın Rububiyetini ikrar ettiğinize dair şahidlik ettik demektir. İşte bu açıklama, "demek" fiillerinin "te" harfi ile (yani muhatap sigasıyla) okunmalarına delil teşkil etmektedir. Mekkî der ki: Anlamının doğruluğu dolayısıyla tercih edilen görüş de budur. Çünkü cemaat (büyük çoğunluk) bu şekilde okumuştur. Yüce Allah'ın: "Şahid olduk" âyetinin, Allah'ın da meleklerin de birlikte söyledikleri söz olduğu söylenmiştir. Yani, biz sizin Allah'ın rububiyetini ikrar ettiğinize şahidlik ettik. Bu açıklamayı Ebû Mâlik yapmıştır. Ayrıca es-Süddî'den de rivâyet edilmiştir. "Biz de onlardan sonra gelen bir kuşaktık" yani, onlara uyduk demektir. "Şimdi o batıla sapanların işledikleri yüzünden bizi helâk mı edeceksin" ifadesi ise, sen böyle yapmamalısın demek isteyeceklerdir, demektir. Şu kadar var ki, tevhid hususunda mukallid'in ileri sürebileceği bir mazereti olmaz. |
﴾ 174 ﴿