38Sen o kâfirlere de ki: "Eğer vazgeçerlerse onlara geçmiş (günahları) mağfiret olunur. Eğer yine (şirke) dönerlerse, kendilerinden öncekilerin sünneti muhakkak devam etmiş olur." Bu âyete dair açıklamalarımızı beş başlık halinde sunacağız: 1. Îman, Küfrün Bağışlanmasına Sebeptir: Yüce Allah: "Sen, o kâfirlere de ki..." âyetiyle Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)a, kâfirlere bu anlamda sözler söylemesini emr etmektedir. Onlara, bu manayı bizzat bu sözlerle söylemiş olmasıyla başka ifadelerle dile getirmiş olması arasında bir fark yoktur. İbn Atiyye der ki: Eğer bu âyet, el-Kisaî'nin naklettiği şekilde Abdullah b. Mes'ûd'un Mushafında; "Sen o kâfirlere de ki: Eğer vazgeçerseniz size mağfiret olunur" şeklinde ise, hiç şüphesiz risalet görevini ancak muayyen olarak bu lâfızları onlara söylemekle yerine getirmiş olurdu. Bu lâfızların gerektirdiği budur. 2. Küfürden Mutlaka Vazgeçilmelidir: "Eğer vazgeçerlerse" âyeti ile küfürden vazgeçerlerse demek istemektedir. İbn Atîyye der ki: Zaten küfürden mutlaka vazgeçmek gerekir. Bunun böyle olmasını gerektiren ise, bu şartın cevabım teşkil eden: "Onlara, geçmiş mağfiret olunur" âyetidir. Geçmişin mağfiret olması ise, ancak küfürden vazgeçen, küfrünü sona erdiren kişi hakkında sözkonusu olur. Şair Ebû Said Ahmed b. Muhammed ez-Zübeyri ne güzel söylemiş: "Genç itiraf etti mi, artık affedilmeyi hakeder Sonra da yapıp ettiklerinden vazgeçerse. Çünkü şanı yüce Allah günahını itiraf eden kişi hakkında şöyle buyurmuş: 'Eğer vazgeçerlerse, onlara geçmiş mağfiret olunur.' Müslim, Ebû Şumâse el-Mehrîfden şöyle dediğini rivâyet eder: Biz, ölüm döşeğinde Amr b. el-As'ın yanında bulunuyorduk. Uzunca ağladı... deyip hadisi nakletti. Sözü geçen bu hadiste şunlar da yer almaktadır: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Bilmezmisin ki İslâm kendisinden öncekileri yıkar, hicret de kendisinden öncekileri yıkar, hac da kendisinden öncekileri yıkar... " Müslim, Îman 192; Müsned, IV, 199. İbnü'l-Arabî der ki: Bu, şanı yüce Allah'ın, insanlara lütfedip ihsan buyurduğu bir rahmettir. Çünkü kâfirler küfrü, çeşitli cürümleri işliyorlar, masiyet ve günahları irtikâb ediyorlar. Eğer bu onların sorgulanmalarını gerektirecek olsaydı (tevbelerine rağmen)ebediyen tevbe etmezler ve hiçbir şekilde mağfirete dahil olamazlardı. Yüce Allah, yoluna dönmeleri halinde onların tevbelerini kolaylaştırmakta ve İslâm'a girmeleri sayesinde onlara mağfiretini bol bol ihsan etmekte, geçmişte yaptıklarını yıkıp yok etmektedir. Tâ ki bu onların dine girmelerine bir sebep teşkil etsin, müslümanların söyledikleri sözü kabul etmelerine teşvik edici olsun. Eğer onlar herhangi bir şekilde sorgulanacaklarını görecek olsalar, hiçbir zaman ne tevbe ederler, ne de İslâm'a girerler. Müslim'in Sahihinde şöyle denilmektedir: Sizden öncekilerden birisi doksan dokuz kişi öldürmüş idi. Daha sonra tevbe etmesinin mümkün olup olmadığını sordu. Âbid birisinin yanına vardı, ona, tevbesinin mümkün olup olmadığını sordu. Hayır, senin tevben kabul olunamaz deyince, onu da öldürdü, böylelikle öldürdüğü kimselerin sayısı yüze tamamlamış oldu.,. Hadisin geri kaîan kısmı oradadır. Müslim, Tevbe 46; Buhârî, Enbiyâ 54. Şimdi âbidin şu sözüne bakınız: Hayır senin tevben kabul olmaz Artık tevbesinin kabulünden ümidini kesmesine sebep teşkil edince, âbidi öldürdü. İşte bu, rahmetten ümit kesenin bir davranışıdır. O bakımdan nefret ettirmek, insanlar için ifsad edicidir. Kolaylaştırmak onlar için bir maslahattır. İbn Abbâs (radıyallahü anh)'dan rivâyet olunduğuna göre ona, adam öldürmemiş bir kişi gelip de katilin tevbesi kabul olur mu diye sorarsa, hayır tevbesi kabul olunmaz, diyerek onu korkutmaya ve bu işten sakındırmaya çalışıyordu. Buna karşılık birisini öldürmüş bir kişi yanına gelip de katil kimsenin tevbesi kabul olur mu diye soracak olursa, ona kolaylık sağlamak ve onu ısındırmak için: Tevben kabul olunur derdi. Bu husus daha önceden geçmişti. 3. İslâm'a Giren Bir Kâfirin Kâfirken Yaptığı Tasarrufların Hükmü: İbnü'l-Kasım ve İbn Vehb, Mâlikten, müşrik iken hanımını boşadıktan sonra İslâm'a giren kimsenin bu boşamasının hükümsüz olduğunu ifade ettiğini nakletmişlerdir. Aynı şekilde yemin edip yemininde durmayan ve sonra da İslâm'a girenin de bundan dolayı keftarette bulunması sözkonusu değildir. İşte bu gibi hususları yerine getirmesi gereken kimsenin günahı bağışlanır. Ama, bir müslümana iftira ettikten, yahut hırsızlık yaptıktan sonra İslâm'a girecek olsa, iftira ve hırsızlığı dolayısıyla ona had uygulanır. Şayet zina edip sonra İslâm'a girse, yahut müslüman bir kadına zorla tecavüz ettikten sonra İslâm'a girse, haddi sakıt olur. Eşheb, Mâlik'ten şöyle dediğini rivâyet eder: Yüce Allah'ın önem verdiği İslâm'dan önce işlenen mal, kan veya benzeri herhangi bir hakka dair olandır. İbnü'l-Arabî der ki: İşte doğru olan da budur. Çünkü daha önce belirttiğimiz gibi, yüce Allah'ın: "Sen, o kâfirlere de ki: Eğer vazgeçerlerse, onlara geçmiş mağfiret olunur" âyeti ile, Hazret-i Peygamber'in: "İslâm kendisinden önceki şeyleri yıkar" âyeti ve buna dair açıkladığımız kolaylaştırma ve nefret ettirmeme hikmetleri bunun gerekçesidir. Derim ki: Harbî olan kâfirin, kâfir iken ve daru'l-harpte yaptıklarının (cezasının) kaldırılacağı hususunda görüş ayrılığı yoktur. Ama, bizim yurdumuza (dar-ı İslâm'a) eman ile girip müslüman bir kimseye iftirada bulunacak olursa, ona had uygulanır. Hırsızlık yapıp çalarsa, eli kesilir. Zımmi bir kimse de aynı şekilde iftirada bulunacak olursa, had olarak ona seksen sopa vurulur. Hırsızlık yaparsa eli kesilir, öldürürse, öldürülür. İslâm'a girmek İbnü’l-Kasım ve başkalarının rivâyetine göre- kâfir iken ahdi bozduğundan dolayı onun hiçbir cezasını kaldırmaz. İbnü'l-Münzir der ki: Hıristiyan iken zina edip de müslümanların kabul ettiği şekilde hakkında şahidlik edilir de sonra İslâm'a giren hıristiyanın hükmü hususunda fukahânın farklı görüşleri vardır. Şâfiî'den, Irak'ta iken, rivâyet olunduğuna göre böyle bir hıristiyana had da uygulanmaz, sürgüne de gönderilmez. Çünkü, yüce Allah: "Sen o kâfirlere deki: Eğer vazgeçerlerse, onlara geçmiş mağfitet olunur" diye buyurmaktadır. İbnü'l-Münzir der ki: Bu, Mâlik'ten gelen rivâyete de uygun düşmektedir. Ebû Sevr de şöyle demektedir: Müslümanken, kâfir olduğu dönemde zina etmiş olduğunu ikrar edecek olursa, ona had uygulanır. el-Kûfî'den ise ona had uygulanmayacağı dediği nakledilmiştir. 4. Tekrar İslâm'a Giren Mürted'in İrtidat Halindeki Tasarruflarının Hükmü: Mürted, İslâm'a girecek olursa, eğer bir takım namazları geçmiş, bir takım cinayetler işlemiş, bir takım mallar telef etmiş ise, denildiğine göre böyle birisinin hükmü, aslî kâfirin müslüman olması halindeki hükmü ile aynıdır. Mürtedken yapmış olduğu suçlardan herhangi birisi dolayısıyla sorumlu tutulmaz. Şâfiî, bu husustaki iki görüşünden birisinde şöyle der: İster Allah'ın, ister insanların bütün hakları ondan İstenir. Buna delil de, insanların haklarını ödemek zorunda olduğudur. O halde Allah'ın haklarını da yerine getirmesi icabeder. Ebû Hanîfe der ki: Allah'a ait olan haklar sakıt olur, fakat insanlara ait olan haklar sakıt olmaz. İbnü'l-Arabî der ki: Bizim mezhebimizin (Mâliki) ilim adamlarının görüşü de budur. Çünkü, yüce Allah kendi hakkından müstağnidir. Ona ihtiyacı yoktur. İnsanın ise hakkına ihtiyacı vardır. Nitekim çocuk, şanı yüce Allah'ın haklarını yerine getirmesi gerekli olmadığı halde insanların haklarını yerine getirmekte yükümlüdür. Yine bizim ilim adamlarımız derler ki: Yüce Allah'ın: "Sen, o kâfirlere de ki: Eğer vazgeçerlerse onlara geçmiş mağfiret olunur" âyeti, yüce Allah'ın bütün hakları hakkında umumîdir. 5. Müslümanlarla Savaşa Geri Dönmenin Cezası: Yüce Allah'ın: "Eğer yine dönerlerse" âyeti ile Savaşa dönmeleri kastedilmektedir. Çünkü Döndü fiilî, mutlak olarak kullanılacak olur ise, İnsanın bırakmış olduğu önceki haline tekrar geri dönüşünü ihtiva eder. İbn Atiyye der ki: Bu âyet-i kerimede sözü geçen kâfirlerin zikrettiğimiz hallerine benzer olarak Savaşa dönmekten başka bir hallerini bulamamaktayız. Bu dönüşün küfür diye te'vil edilmesi mümkün değildir. Çünkü onlar zaten küfürden ayrılmış değillerdir. Bizim "dönmek" hakkında mutlak olarak kullanıldığı takdirde bu şekilde açıklama yapmamız, şundan dolayıdır: Bu kelime Arapçada nıübteda ve haberin başına da getirilebilir. O takdirde bu; "Oldu ve bitti" anlamını verir. Nitekim "Zeyd hükümdar oldu," denilmek istenir. Şair Umeyye b. Ebi's-Salt'ın şu beyiti de bu kabildendir: "Bu üstün özellikler iki süt kabı değildir. Su katılıp da daha sonra sidiklere dönüşmüş." Bu beyitte kullanılan fiil, bundan Önce sözkonusu edilen bir duruma dönüşü ihtiva etmemektedir. O bakımdan bu fiil, haberi ile kayıtlıdır ve bundan başka türlü anlama gelmesi mümkün değildir. O halde bu fiilin anlamı, sonradan oldu, meydana geldi, şeklindedir. Yüce Allah'ın: "Öncekilerin sünneti muhakkak devam etmiş olur" âyeti geçmiş dönemlerde Allah'ın azâbı ile helâk edilmiş ümmetler örnek gösterilerek tehdidi ihtiva etmektedir. |
﴾ 38 ﴿