TEVBE (BERÂE) SÛRESİ

(Medine'de İnmiştir. Yûzyirmidokuz Âyettir)

Sûre'nin Medine'de indiği hususunda görüş birliği vardır.

1

Müşriklerden antlaşma Yaptıklarınıza Allah ve Rasûlü tarafından ilişkilerin kesildiğine dair bir uyarıdır (bu).

Bu âyete dair açıklamalarımızı beş başlık halinde sunacağız:

1. Bu Sûrenin İsimleri:

Bu sûrenin isimleri hakkında Saîd b. Cübeyr dedi ki: İbn Abbâs (radıyallahü anh)'a Berae Sûresi'ne dair soru sordum, şöyle dedi: O, el-Fâdiha (iç yüzleri açıklayıp rezîl eden) dır. (Rezil etmedik) kimse bırakmayacak diye korkuya kapılacağımız derecede: "Onlardan,., onlardan..." diye âyetler inip durdu.

el-Kuşeyrî Ebû Nasr Abdurrahim der ki: Bu sûre Tebuk gazvesi hakkında ve bu gazveden sonra inmiştir. Onun baş tarafında kâfirlerin ahidleri onlara geri atılmaktadır (bozulmaktadır). Yine bu sûrede münafıkların sırlan açığa çıkartılmaktadır. O bakımdan bu sûre el-Fâdiha ve el-Buhûs diye adlandırılır. Çünkü bu, münafıkların sırlarını ve gizliliklerini açığa çıkarmaktadır. Ayrıca bu sûre el-Müba'sıre diye de adlandırılır. Ba'sere ise araştırmak, ortaya çıkarmak anlamına gelir.

2. Bu Sürenin Baş Tarafında Besmelenin Bulunmayış Sebebi:

İlim adamları, bu sûrenin baş tarafında besmelenin bulunmayış sebebi hususunda beş ayrı görüş ileri sürmüşlerdir:

1- Araplar cahiliyye döneminde, eğer kendileriyle bir kavim arasında bir antlaşma bulunup da onlar bu antlaşmayı bozmak İstediklerinde kavme, besmele yazmaksızın bir mektup yazımlan adetleri idi. İşte et-Tevbe Sûresi de Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile müşrikler arasındaki antlaşmayı bozmak üzere nâzil olunca, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu sûreyi Ali b. Ebî Tâlib (radıyallahü anh) ile birlikte gönderdi. O da bu sûreyi hac mevsiminde Araplara okudu. Arapların ahdî bozarken besmele okumamak şeklindeki uygulanagelen adetlerine uygun olarak o da besmele okumadı.

2- Nesâî rivâyetle der ki: Bize Ahmed anlattı dedi ki, bize Muhammed b. el-Müsenna, Yahya b. Said'den anlattı, Yahya dedi ki: Bize Avf anlattı dedi ki: Bize Yezid el-Rukaşi Bu râvî'nin Yezîd er-Rukaşî değil de Yezîd el-Fârisî olması gerekliğine dair Tirmizî, Tefsir 9. sûre 1. başlığın sonunda gerekli açıklamaları yapmış bulunmaktadır anlattı dedi ki: Bize İbn Abbâs dedi ki: Ben, Osman'a şöyle dedim: el-Enfal Sûresi Mesânî'den Berae (Tevbe) Sûresi de Miûndan olduğu halde onları arka arkaya yazmaya; Bismillahirrahmanirrahim satırını da yazmayarak bu sûreyi yedi uzun SÛRE.(es-Sebu't-Tivâl) arasına yazmaya sizi iten sebep nedir? Osman dedi ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a birşey nâzil oldu mu, nezdinde bulunan yazıcılardan birisini çağırır ve: "Siz bunu şu şu hususun sözkonusu edildiği sûreye koyunuz" diye buyururdu. Ona, birden çok âyet-i kerîme nâzil de olur ve yine: "Bu âyetleri içinde şu şu hususların sözkonusu edildiği sûreye koyun" derdi. el-Enfal Sûresi de (Medine'de hicretten sonra) ilk nâzil olanlardandı. Berae (et-Tevbe) ise Kur'ânın son nâzil olan sûrelerindendir. Bunun sözkonusu ettiği hususlar, öbürünün sözkonusu ettiği hususları andırıyordu. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ise bize, onun Ötekinden olduğunu açıklamaksızın vefat etti. Ben de onun (Tevbe'nin) ondan (el-Enfal'den) olduğunu zannettim. İşte bundan dolayı her iki sureyi yan yana getirdim ve aralarına Bismillahirrahmanirrahim satırını yazmadım. Bu hadisi, Ebû Îsa et-Tirmizî de rivâyet etmiş olup: Bu hasen bir hadistir, demiştir. Tirmizî, Tefsir 9. sûre 1.

3- Üçüncü görüş, yine Osman (radıyallahü anh)'dan rivâyet edilmiştir. Mâlik de, İbn Vehb, İbnü'l-Kasım ve İbn Abdi'l Hakem'in rivâyetine göre şöyle demiştir: Bu sûrenin baş tarafları (vahiyle) kaldırılınca, Bismillahirrahmanirrahim de onlarla birlikte kaldırıldı. Bu görüş, ayrıca İbn Aclân'dan rivâyet edilmiştir. Ona göre Tevbe Sûresi, Bakara Sûresi kadar veya ona yakındı. Onun bir bölümü gittiğinden dolayı, her iki sûre arasına Bismillahirrahmanirrahim yazılmadı. Saîd b. Cübeyr de der ki: Tevbe Sûresi, Bakara Sûresi gibi idi.

4- Hârice, Ebû İsmet ve başkalarının görüşü olup şöyle demişlerdir: Hazret-i Osman'ın halifeliği döneminde mushafı yazdıklarında Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın ashâbı arasında görüş ayrılığı ortaya çıktı. Kimileri, Berae ve Enfal tek bir sûredir derken, kimileri bunlar iki ayrı sûredir dedi. Bunlar iki ayrı sûredir, diyenlerin görüşü dolayısıyla iki SÛRE arasında bir boşluk bırakıldı ve bunlar tek bir sûredir diyenlerin görüşü dolayısıyla da Bismillahirrahmanirrahim yazılmadı. Böylelikle her iki kesim de buna razı oldu ve her iki kesimin de mushafta delilleri tesbit edilmiş oldu.

5- Abdullah b. Abbas dedi ki: Ali b. Ebî Tâlib'e: Niçin Tevbe Sûresi'nde Bismillahirrahmanirrahim yazılmadı diye sordum, şu cevabı verdi: Çünkü, Bismillahirrahmanirrahim bir emandır. Tevbe ise kılıç (Savaş emri) ile nâzil olmuştur. Onda eman diye birşey yoktur. Bu manada bir açıklama el-Müberred'den rivâyet edilmiştir. O da şöyle der: Bundan dolayı ikisi bir arada olmaz, Çünkü "Bismillahirrahmanirrahim" bir rahmettir. Tevbe Sûresi ise gazab olarak nâzil olmuştur. Süfyan'dan da benzeri bir görüş rivâyet edilmiştir. Süfyan b. Uyeyne der ki: Bu sûrenin baş tarafına Bismillahirrahmanirrahim'in yazılmayış sebebi, besmelenin rahmet oluşundan dolayıdır. Rahmet ise bir emandır. Bu sûre ise münafıklar hakkında ve kılıç ile inmiştir. Münafıkların ise emanı yoktur.

Besmelenin yazılmayış sebebi hususunda sahih olan Hazret-i Cebrâîl'in bu sûre ile birlikte besmeleyi indirmemiş olmasıdır. Bunu da el-Kuşeyrî söylemiştir. Hazret-i Osman'ın, "Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bize, bunun ondan olduğunu beyan etmeden vefat etti" sözleri ise, bütün sûrelerin Hazret-i Peygamberin sözleri ve açıklamaları ile düzenlenmiş olduğunu, sadece Berae (Tevbe) Sûresi'nin ise, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın bu husustaki açık âyeti olmaksızın Enfal'e katıldığını göstermektedir. Buna sebep ise bu hususu açıklayamadan vefat etmesidir. Ayrıca bu İki sûre, iki yakın arkadaş diye adlandırılırdı. O bakımdan, bu iki sûrenin bir arada zikredilmeleri ve birinin diğerinden sonra gelmesi icabetmektedir. Çünkü, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) daha ayakta İken bu iki sûre bir arada ve birbirinden ayrılmamak niteliğine sahipti.

3. Enfâl ile Tevbe Sûresi Hakkındaki Bu Uygulama Kıyasa da Bir Delildir:

İbn Arabî der ki: İşte bu, kıyasın dinde aslî bir delil olduğunun delilidir, Nitekim Hazret-i Osman ile ashâbın ileri gelenlerinin, nassın bulunmaması esnasında benzerliği esas alarak kıyasa başvurduklarını ve Tevbe Sûresi'nin konusu ile Enfal Sûresi'nin konusunun benzer olduğunu gördüklerinden, Tevbe Sûresi'ni Enfal'den sonra koymayı uygun gördüklerini görüyoruz. Yüce Allah Kur'ân-ı Kerîm'in tertibinde bile kıyasın dahlinin bulunduğunu açıklamış olduğuna göre, sair ahkâma dair başka ne düşünülebilir?

4. Berae: İlişkilerin Kesilmesi:

Yüce Allah'ın:

": İlişkilerin kesildiği" âyeti, şu hallerde kullanılır: Bir kimse birşeyi kendisinden izale edip uzaklaştıracak ve onunla kendisi arasındaki sebep ve bağlantıları koparacak -olursa, şeyden beri oldum, ben ondan uzağım," denilir.

Bu kelime burada gizli bir mübtedânın haberi olmak üzere ref mahallindedir. Bunun da takdiri: Bu... ilişkilerin kesildiği... dir" şeklindedir. Mübtedâ olarak merfu' kabul edilmesi de mümkündür. Haberi de, yüce Allah'ın: ... larınıza(dır)" buyruğundadır.

Nekire (belirtisiz.) bir ismin mübtedâ olarak gelmesi, bunun vasfedilmiş olmasından dolayıdır. Böylelikle bu kelime de bir dereceye kadar marıfe olmuş olur ve ona dair haber vermek mümkün olur. Îsa b. Ömer ise bu kelimeyi, şeklinde nasb ile ve; ": İlişkilerin kopuşuna riayet ediniz" takdiri üzere okumuştur ve bunda İğrâ (teşvik) manası vardır. "Berâe" kelimesi, "şenâe ve denâe" kelimeleri gibi "feâle" veznindedir.

5. Hazret-i Peygamber, Kamuyu İlgilendiren Tasarruflarda Ashâbın Tümünü Temsil Ediyordu:

"Müşriklerden antlaşma yaptıklarınıza..." âyeti, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın kendileriyle antlaşma yaptığı kimseler demektir. Çünkü, antlaşma akidlerini yapan kendisi idi. Ashâbının tümü de buna razı idiler. Böylelikle bizzat kendileri akid yapmış ve antlaşmış gibi oluyorlardı. O bakımdan bu antlaşma akdi de onlara nisbet edilmiştir. Aynı şekilde kâfirlerin ileri gelenlerinin kavimleri hakkında ve onlar adına yaptıkları akidler de onlara nisbet edilir, onlara mahsub edilir ve bu akid gereğince sorumlu tutulurlar. Zira başka türlüsü de mümkün değildir. Çünkü, bu hususta ayrı ayrı hepsinin rızasının alınmasına imkân yoktur. Buna göre İmâm (devlet başkanı), uygun göreceği bir maslahat dolayısıyla herhangi bir hususta akid yapacak olursa, bu bütün reâyâ için bağlayıcı olur.

1 ﴿