34

Ey Îman edenler! Doğrusu hahamların ve rahiplerin birçoğa insanların mallarını batıl yollarla yerler ve Allah yolundan alıkoyarlar. Altın ve gümüşü yığıp biriktiren ve onları Allah yolunda infak etmeyenlere gelince, onlara acıklı bir azâbı müjdele!

Bu âyete dair açıklamalarımızı onbir başlık halinde sunacağız:

1. İnsanların Mallarını Haksız Yollarla Yiyenler ve Allah'ın Yolundan Alıkoyanlar:

"...doğrusu... insanların mallarını batıl yollarla yerler" âyetinde yer alan; " Doğrusu yerler" âyetinin başında "lâm"; veznindeki fiilin başına (te'kid için) gelmiştir. Bu "lâm"; mazi fiillerin başına girmez. Çünkü, şeklindeki rauzari fiilin başına gelince, fiilin anlamını hale tahsis eder. Bk. el'Mu'cemu'l-Vasît, II, 809.

(Hahamlar diye meali verilen): Ahbâr, yahudi âlimlerinin adıdır. Rahipler ise hristiyanlar arasında kendilerini ibadete çokça veren, ibadette gayretkeş kimseler demektir.

"Batıl yollarla" da şöyle açıklanmıştır: Bunlar kendilerine tabi olanların mallarından kilise, havra ve buna benzer şeyler adına birtakım vergiler ve miktarı belli ödemeler tahsil ederlerdi. Onlar, bu gibi şeylere harcamalarda bulunmanın şeriatın bir parçası ve yüce Allah'a yakınlaştırıcı bir iş olduğu vehmini veriyorlardı. Oysa, bu arada onlar bu malları kendilerine alıkoyarlardı. Selman-ı Farisî'nin hazinesini (ölümünden sonra) çıkartmış olduğu rahibe dair anlattıkları buna örnektir. Hazret-i Selman’ın bu anlattıklarını İbn İshak, "Siyerimde nakletmektedir. Bu uzunca kıssayı Ahmed b. Hanbel Müsned, V, 441 vd. nakletmektedir.

Bir diğer görüşe göre rahipler ve hahamlar kendilerine uyanların gelirlerinden ve mallarından, dini korumak ve şeriatın gereklerini yerine getirmek ismi altında birtakım vergiler tahsil ederlerdi. Bir başka görüşe göre -bugün pekçok yönetici ve hakimin de yaptığı gibi- insanlar arasında hüküm verirken rüşvet aldıkları kastedilmektedir. Esasen "batıl yollarla" İfadesi bütün bu hususları ihtiva etmektedir.

"Ve Allah yolundan alıkoyarlar." Yani, kendi dinlerine mensup olan kimselerin İslâm dinine girmelerine, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'a tabi olmalarına engel olurlar.

2. Yığıp Biriktirmenin (Kem) Mahiyeti:

"Altın ve gümüş'ii yığıp biriktiren...lere gelince" âyetinde geçen (ye yığıp biriktirmek anlamına gelen) kenz: Sözlükte altın ve gümüşe has olmamak üzere yığıp biriktirmek, toplamak anlamına gelir. Nitekim Hazret-i Peygamber de şöyle buyurmaktadır: "Ben size, kişinin alıp saklayacağı (kenz yapacağı) en hayırlı şeyi bildireyim mi? O, saliha kadındır." Bu hadîs, 7. başlıkta tamamiyle kaydedilecektir. Kaynakları için oraya bakılabilir. Burada; "kişinin kendisine katacağı ve yanında alıkoyacağı" manasınadır. Şair de der ki;

"Bütün hazineden azık diye bir şey vermedi.

Birkaç iplik ve eski püskü kumaş dışında."

Bir başka şair de şöyle demektedir:

"Ben onların aç olanlarına yanımda buğday yığını bulunuyorken (kenz edilmişken)

Onlara ak günlük bitkisinin ununu dahi yedirecek olursam bir hayır görmeyeyim."

Şair burada şunu görmek istiyor: Kendisi misafir olarak konakladığı bir kavim ona bu ak günlük denen bitki ununu ikram etmişlerdi. Aynı kimseler ona misafir olunca, yukarda geçen beyitini söyledi.

(Âyet-i kerimede) özel olarak altın ve gümüşün anılmasına sebep, diğer mallardan farklı olarak görünmeyen ve muttali olunmayan mallar olduğundan dolayıdır.

Taberî der ki: Kenz, üst üste yığılıp toplanmış herşey demektir. İster yerin altında olsun, ister üstünde olsun farketmez. Altına, (gitmek) kökünden türeyen: Zeheb denilmesinin sebebi, geçip gitmesinden dolayıdır. Gümüş'e (ayrılıp dağılan anlamındaki fiil kökünden gelen) Ftdda denilmesinin sebebi ise, birbirinden ayrılıp dağılmasıdır. Nitekim yüce Allah'ın şu âyetinde de aynı kökten gelen fiiller kullanılmıştır:

"Ona doğru dağıldılar" (el-Cuma, 62/11); " Elbette onlarda etrafından dağılırlardı." (Âl-i İmrân, 3/159) Bu anlamdaki açıklamalar daha önce Âl-i İmrân Sûresi'nde (az önce değinilen âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır:

3. Altın ve Gümüşü Yığanlarla Kastedilenler:

Ashâbı-ı Kiram, bu âyet-i kerîme ile kimlerin kastedildiği hususunda farklı görüşlere sahiptirler. Muaviye, bu âyet ile kastedilenlerin kitab ehli olduğu görüşündedir. el-Hasan da bu kanaattedir. Çünkü yüce Allah'ın:

"Altın ve gümüşü yığıp biriktirenler" âyeti: "Doğrusu hahamların ve rahiplerin bir çoğu İnsanların mallarını batıl yollarla yerler" âyetinden sonra zikredilmiştir.

Ebû Zer ve başkaları ise şöyle demektedir: Bu âyet-i kerîme ile maksat hem kitap ehlidir, hem de onlar gibi olan onların dışındaki müslümanlardır.

Doğrusu olan da budur. Çünkü özel olarak kitab ehlini kastetseydi sadece; Ve yığar ve biriktirirler der, ayrıca bundan önce; -lar, ler demezdi. Burada yüce Allah bu şekilde cümle başına getirdiğine göre cümlenin cümleye atıf olduğunu beyan eden bir başka hususu açıklamaya başlamış olmaktadır. Buna göre "altın ve gümüşü yığıp biriktirenler" anlamındaki ifade yeni bir cümledir ve mübtedâ olarak merfu'dur.

es-Süddî der ki: Bununla yüce Allah ehl-i kıbleyi kastetmektedir. İşte bunlar bu husustaki üç görüştür.

Ashâb-ı kiramın kabul ettikleri görüşe göre, onlar kâfirlerin şeriatın fer'î hükümlerine de muhatap oldukları kanaatinde idiler. Buhârî, Zeyd b. Vehb'den şöyle dediğini rivâyet etmektedir: (Medine yakınlarında bir yer olan) Rebeze'den geçtim. Ebû Zer ile karşılaştım. Ona; Seni buraya gelip konaklamaya iten ne? diye sordum, şöyle dedi: Ben Şam'da bulunuyordum. Ben ile Muâviye "Altın ve gömüşü yığıp biriktiren ve onları Allah yolunda infak etmeyenlere gelince" âyeti hakkında görüş ayrılığına düştük. Muaviye: Bu kitab ehli hakkında inmiştir dedi. Ben: Hem bizim hem onlar hakkında inmiştir dedim. Bu hususta benimle onun arasında (bazı) tatsızlıklar ortaya çıktı. Osman'a mektup yazarak beni şikayet etti. Osman da bana: Medine'ye gel diye mektup yazdı. Medine'ye geldim. İnsanlar bundan önce âdeta beni hiç görmemişler gibi etrafımda çokça toplandı. Bundan Osman'a söz edince o, istersen bir kenara çekilebilir, Medine'ye yakın bir yerde yerleşebilirsin, dedi. İşte beni buraya gelip konaklamaya iten sebep budur. Ve eğer bana Habeşli birisi emir tayin edilecek olsa dahi elbette dinler ve itaat Buhârî, Zekat 4, Tefsir 9. sûre 6. ederim.

4. Altın ve Gümüşün Zekâtı:

İbn Huveyzimendad der ki: Bu âyet-i kerîme ayn (nakit olmayan külçe) altın ve gümüşün zekâtını ihtiva etmektedir. Bunlarda zekâtın vacib olması için hür olmak, müslüman olmak, havi (nisab üzerinden sene geçmiş olmak) ve borçlar çıktıktan sonra nisab miktarını bulmak şeklinde dört şart aranır.

Nisab ya ikiyüz dirhem yahut yirmi dinardır. Yahut da bunlardan birisinin nisabı diğerinden tamamlanabilir. O takdirde de her birinden kırkta bir (rubu’l-uşr) zekât verir. Hür olmayı da şart koşmamızın sebebi, kölenin mülkiyetinin nakıs olmasından dolayıdır.

Müslüman olmanın şart olduğunu söylememize gelince, zekâtın bir temizlik olmasından dolayıdır. Kâfir İse (kâfir olarak) temizlenmez.

Ayrıca yüce Allah da:

"Namazı kılın zekâtı verin" (el-Bakara, 2/43) diye buyurmaktadır. Bununla da namaz kılma emrine muhatap olan kimseler zekât verme emrine muhatap alınmıştır.

Sene geçmesi (havi) şartına gelince, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın: "Üzerinden bir sene geçmedikçe hiçbir malda zekât yoktur" Ebû Dâvûd, Zekât 5; Tirmizî, Zekât 10; İbn Mâce, Zekât 5; Müsned. I, 148. diye buyurmuş olmasından ötürüdür.

Nisabın şart olarak tesbit edilmesinin sebebine gelince, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın: "îkiyüz dirhemden daha azında zekât yoktur, yirmi dinardan daha azında zekât yoktur" Kurtubî'nin kaydettiği şekliyle tek bir rivâyet halinde olmayıp altının zekâtına dair bölümü ile gümüşün zekâtına dair böKlınti ayrı rivâyetler halinde olmak üzere: Ebû Dâvûd, Zekât 5; Tirmizî, Zekât 3; İbn Mâce, Zeküt 4; Nesâî, Zekât 18. diye buyurmuş olmasıdır.

Senenin başında nisabın tam olması yeterli olmayıp, sene sonunda da nisabın bulunması gözönünde bulundurulur. Çünkü fukahâ, karın da asıl mal hükmünde olduğunu ittifakla kabul etmişlerdir. Ayrıca bir kimsenin ikiyüz dirhemi bulunup da onlarla ticaret yapar, sene sonunda bin dirheme ulaşacak olursa o, bin dirhemin zekâtını öder. Ayrıca elde ettiği kârın başladığı tarihten itibaren yeni bir yıl hesabına girmez. Durum böyle olduğuna göre, kârın hükmü de (ana sermayenin hükmünden) farklı olmaz. Bu kâr ister nisab miktarı olan bir sermayeden elde edilmiş olsun, ister nisabdan daha aşağı bir miktardan elde edilmiş olsun fark etmez.

Yine fukahâ, bir kimsenin (kırk koyunu bulunup da) sene başında koyunlar yavrulamaya başladıktan sonra birisi müstesna anneler öldüğü halde, eğer kuzular nisabı tamamlayabiliyor iseler bunların zekâtının verileceğini ittifakla kabul etmişlerdir.

5. Zekatı Verilen Mala Kem Denilebilir mi:

İlim adamları, zekâtı eda edilen mala kenz denilip denilmeyeceği hususunda farklı görüşlere sahiptirler. Bir grup denilir demişlerdir. Bu görüşü, Ebû'd-Duhâ, Ca'de b. Hubeyre'den, o, Ali (radıyallahü anh)'dan rivâyet etmiştir. Hazret-i Ali söyle den Dört bin ve daha aşağısı (ihtiyaç olan) nafakadır. Bundan yukarısı ise zekâtı ödenmiş olsa dahi bir kenzdir. Ancak, Hazret-i Ali'den bu rivâyet sahih değildir.

Bir başka kesim de şöyle demektedir: İster kendisinden ister bir başka maldan zekâtım ödemiş olduğun herbir şey kenz değildir. İbn Ömer der ki: Zekâtı verilen şey, yedi kat yerin dibinde olsa dahi kenz sayılmaz. Zekâtı ödenmeyen bir şey ise, yerin üstünde dahi olsa kenzdir. Benzer bir ifade Cabir'den de rivâyet edilmiştir, sahih olan görüş budur.

Buhârî de Ebû Hüreyre'den şöyle dediğini rivâyet eder: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Allah bir kimseye bir mal verip de onun zekâtını ödemeyecek olursa, kıyâmet günü o mal kendisine gözleri üzerinde iki siyah ben bulunan çıplak başlı bir ejderha suretinde gösterilir ve bu ejderha onun boynuna dolanır. Sonra onu iki çenesiyle yakalar, sonra da: Ben senin malınım, ben senin hazinenim, der." Daha sonra da (Hazret-i Peygamber):

"Allah'ın lütfundan kendilerine verdiği şeylerde cimrilik gösterenler... sanmasınlar" (Âl-i İmrân, 3/180) âyetini okudu. Buhârî, Zekât 3, Telsîr 3. sîıre 14; Nesâî, Zekat 20; Müsned, II, 355- Aynı hadisin Abdullah b. Mes'ûd'dan rivâyeti: Nesâî, Zekât 2; İbn Mâce, Zekât 2; Müsned, I, 377; yakın lâfızlarla İbn Ömer'den rivâyeti: Nesâî, Zekât 20; Müsned, II, 98, 137, 156.

Yine Buhârî'de Ebû Zer'den şöyle dediği nakledilmektedir: Ben, onun -Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı kastediyor- yanına vardım, şöyle buyurdu: "Nefsim elinde olana yemin ederim -ya da kendisinden başka ilâh olmayan hakkı için dedi, yahut da yemin ettiği şekilde yemin ettikten sonra (şöyle buyurdu)-: Herhangi bir kimsenin (zekâtı ve vermesi gereken) develeri yahut ineği, ya da koyunu bulunur da bunların hakkını ödemeyecek olursa, mutlaka bunlar kıyâmet günü olabildiğince büyük ve olabildiğince semiz olarak getirilir ve bu hayvanlar onu ayaklarıyla çiğner, boynuzlarıyla toslar. Onların sonuncuları da geçip gittikten sonra tekrar birincileri ona geri getirilir. Ve bu, insanlar arasında hükmedilinceye kadar böylece devam eder." Buhârî, Zekât 43; Müslim, Zekât 30; Nesâî, Zekât 2, 11; İbn Mâce, Zekât 29, Başka saha bilerden gelen benzer rivâyetler: Buhârî, Zekât 3; Müslim, Zekat 26, 27; Ebû Dâvûd, Zekât 32; Nesâî, Zekât 9; Dârimî, Zekât 3.

İşte bu iki hadisin de hitab delili, söylediğimizin doğruluğuna delâlet etmektedir. İbn Ömer de Buhârî'nin Sahih'inde bu manayı açıkça ifade etmiştir. Bir bedevi Arap ona: Bana yüce Allah'ın:

"Altın ve gümüşü yığıp biriktirenlere..." âyeti hakkında haber ver deyince, İbn Ömer şöyle der: Her kim bunları yığıp biriktirir ve zekâtını ödemeyecek olursa vay onun haline! Bu husus, zekât emri indirilmeden Önce idi. Zekât emri indirildikten sonra Allah zekâtı mallar için bir temizleme aracı kıldı. Buhârî, Zekât 4. Tefsir 9. sûre 7.

Kenzin, ihtiyaçtan arta kalan olduğu da söylenmiştir, bu görüş de Ebû Zer'den rivâyet edilmiştir. Onun görüşü olarak nakledilen hususlardan birisi budur ve bu onun, işi oldukça sıkı tutan görüşlerinden birisi olup tek başına benimsediği görüşler arasında yer alır. Allah ondan razı olsun.

Derim ki: Bu hususta Ebû Zer'den rivâyet edilen görüşlerin toplamı bu âyet-i kerimenin ihtiyacın ileri derecede olduğu, muhacirlerin zayıf, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’ın da onlara yardım elini uzatarak ihtiyaçlarını yeteri kadar karşılamak imkânını bulamadığı, beytülmalde ihtiyaçlarını karşılayacak kadar malın olmadığı, sıkıntılı kıtlık yıllarının ardı arkasına üzerlerine hücum ettiği zamanlardaki durumu dile getiriyor olabilir. İşte bu durumda ihtiyaçları dışındaki malları alıkoymaları yasaklandı. Böyle bir zamanda ise altın ve gümüşün saklanması câiz değildir. Yüce Allah, müslümanlara fetihleri müyesser kılıp, onlara maddi imkânlar açısından genişlik verince, Hazret-i Peygamber ikiyüz dirhemde beş dirhem, yirmi dinarda yarım dinarın zekât olarak verilmesini emretti, hepsinin verilmesini emretmedi. Bu hususta da malın nernâ bulabileceği süreyi nazarı itibara aldı. Böylelikle Hazret-i Peygamber bu hususta gerekli beyanı yapmış oldu.

Kenz'in, esirin kurtarılması, açın yedirilmesi ve benzeri haklar gibi arizî hakları ödenmeyen mal olduğu da söylenmiştir. Kenz, sözlükte altın ve gümüş türünden toplanan şeylerdir. Onların dışında kalan mallar ise kıyasen onlara hamledilir diye de açıklanmıştır. Bir diğer açıklamaya göre süs eşyası olmamak şartıyla toplanan altın ve gümüşe denilir. Çünkü süs eşyasının edinilmesinde izin vardır ve bunda hak (zekât) yoktur.-Doğrusu ise bizim baş tarafta yaptığımız açıklamalardır ve sözlükte de şer'an de bütün bunlara kenz adının verileceğidir. Doğrsunu en iyi bilen Allah'tır.

6. Süs Eşyasının Zekâtı:

İlim adamları süs eşyasının zekâtı hususunda farklı görüşlere sahiptirler. Mâlik, arkadaşları, Ahmed, İshak, Ebû Sevr ve Ebû Ubeyd, süs eşyasında zekât olmadığı görüşündedirler. Irakta bulunduğu sırada Şâfiî de bu görüşteydi. Fakat daha sonra Mısır'a geldiğinde bu konuda hüküm vermekten kaçınarak: Bu hususta Allah'tan istiharede bulunacağım, demişti.

es-Sevrî, Ebû Hanîfe, arkadaşları ve el-Evzaî derler ki: Bütün bunlarda zekât vardır. Birinci görüşün sahipleri şu sözleriyle delil getirirler: Ticaret mallarında nema maksadı zekâtın farz olmasına sebeptir. Yoksa mal olarak bunlar zekâtın farz kılınmasına konu değildir. Altın ve gümüşün, süs eşyası ve ticaret maksadıyla değil de kişinin kendisi için alıp saklaması altın ve gümüşteki nema kastını ortadan kaldırır ve bu da zekâtı düşürür.

Ebû Hanîfe ise, altın ve gümüşte zekâtın farz olduğunu belirten umumî lâfızları delil göstererek, süs eşyası olarak kullanılması ile başka türlü kullanılması arasında fark gözetmemiştir,

el-Leys b. Sa'd ise bu hususta ayrım gözeterek bu yolla zekâttan kaçmak kastıyla süs eşyası olarak yapılan altın ve gümüşün zekâtının ödenmesini farz kabul etmiş, süs eşyası olarak fiilen ve başkasına da ariyet olarak verilenlerin zekâtının verilmeyeceğini kabul etmiştir.

Mâliki mezhebinde süs eşyası ile ilgili etraflı açıklamalar vardır, bu husustaki açıklamalar furu'a (fıkıha) dair kitaplarda yer almaktadır.

7. Maldan da Hayırlı Olanlar:

Ebû Dâvûd, İbn Abbâs'tan şöyle dediğini rivâyet eder: Şu: "Altın ve gümüşü yığıp biriktirenler..." âyeti nâzil olunca, müslümanlara ağır geldi, Ömer, bu sıkıntınızı ben gidereceğim, diyerek kalkıp gitti. Ey Allah'ın Peygamberi dedi, bu âyet-i kerîme (nin ihtiva ettiği hüküm) ashâbına ağır geldi. Hazret-i Peygamber şöyle buyurdu: "Şüphesiz Allah, zekâtı ancak mallarınızın geri kalan bölümleri temizlensin, diye farz kılmıştır. Mirası da mallarınız sizden sonrakilere kalsın diye farz kılmıştır." Bunun üzerine Ömer tekbir getirdi. Daha sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona şöyle buyurdu: "Sana kişinin alıkoyacağı en hayırlı şeyin ne olduğunu haber vereyim mi? O, saliha bir kadındır. Ona baktığı vakit onu sürura garkeder. Ona emrederse kendisine itaat eder. Yanında bulunmazsa onun namusunu korur," Ebû Dâvûd, Zekât 32.

Tirmizî ve başkalarının da Sevban'dan rivâyetine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın ashâbı (kendi aralarında) şöyle dediler: Yüce Allah altını ve gümüşü yermiş bulunuyor. Hangi malın hayırlı olduğunu bîlsek de onu kazanıp edinsek. Bunun üzerine Ömer şöyle dedi: Sizin için Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a ben sorayım dedi ve sordu. Hazret-i Peygamber de şöyle buyurdu: "Zikreden bir dil, şükreden bir kalp ve kişiye dini hususunda yardımcı olan bir zevce," Tirmizî dedi ki: Bu, hasen bir Tirmizî, Tefsir 9. sûre 9; İbn Mâce, Nikâh 5. hadistir.

8. Allah Yolunda İnfak Edilmeyen:

"Ve onları Allah yolunda infak etmeyenlere..." âyetinde (kullanılan zamir tekil olup) o ikisini infak etmeyenler diye buyurulmaması ile ilgili olarak altı türlü cevap verilmiştir:

1- İbnü'l-Enbarî der ki: Yüce Allah bu âyette tekil zamir kullanmakla, daha çok kullanılan ve daha genel bir şekilde tedavülde bulunan gümüşü kastetmektedir. Yüce Allah'ın şu âyetinde de zamir böyledir:

"Sabır ile ve namazla yardım isteyin. Muhakki O... pek büyüktür." (el-Bakara, 2/45) Burada zamir namaza aittir. Çünkü namaz daha umumîdir. Yüce Allah'ın:

"Onlar bir ticaret veya bir eğlence gördükleri zaman seni ayakta bırakıp ona doğru yöneldiler." (el-Cuma, 62/14.) Burada da zamir, daha önemli olduğundan dolayı ticarete aittir ve eğlenceye zamir gönderilmemiştir. Birçok müfessir bu görüştedir. Bazıları ise bu görüşü kabul etmeyerek şöyle der: Bu âyet-i kerîme buna benzememektedir. Çünkü burdaki "veya" ticareti eğlenceden ayırmış bulunmaktadır. Dolayısıyla sonradan gelen zamirin bunlardan birisine raci olması güzel düşmektedir.

2- Birinci görüşün tam aksi kanaat. O da

"ve onu infak etmeyenler" anlamındaki âyette yer alan zamirin altına gitmesi, ikincisinin de ona atfedilmiş olması şeklindedir. "Altın" anlamındaki kelimeyi Araplar müennes olarak kullanır ve;" O kırmızı altındır," derler. Araplar müzekker olarak kullandığı gibi, müennes olarak kullanmaları daha yaygındır.

3- Zamir, kenze aittir görüşü,

4- Zamir, biriktirilip yığılan mallara aittir görüşü,

5- Zamirin zekâta ait olduğunu kabul eden görüş. Buna göre ifadenin takdirî anlamı: Ve yığıp biriktirdikleri malların zekâtını vermeyenler, şeklinde olur.

6- Mana anlaşıldığı takdirde diğerine zamir gönderilmeksizin bunların yalnızca bir tanesine ait olan zamirle yetinildiğine dair görüş. Arapların konuşmasında bu şekilde kullanım pek çoktur. Sîbeveyh, (buna örnek olmak üzere) şu beyiti nakletmektedir:

"Biz, yanımızda bulunandan sen de yanında bulunandan razısın

Görüş(lerimiz ise) farklı farklıdır."

Burada görüldüğü gibi "razıyız" dememiştir. Bir başka şair de şöyle demektedir:

"Benim de babamın da uzak olduğum bir hususta bana iftirada bulundu.

O bana (anlaşmazlığımıza konu olan) kuyudan dolayı iftira etti."

Burada şair, "ikimizin uzak olduğu" demiyerek tekil kullanmakla yetinmiştir. Hassan b. Sabit (radıyallahü anh)'ın şu beyiti de bu türdendir:

"Şüphesiz ki delikanlılık çağı ile siyah saçlıların

Yerini bir başkası (ağırbaşlılık) tutmadıkça delilik olur."

Buradaki: yuâsu" kelimesi, beyitin Lisanu'l-Arab, III, 29’daki şekli olan: "yuadu" (yani "sâd" yerine “dâd” harfi) imlasına göre tercüme edilmiştir. Görüldüğü gibi şair burada Fiili İkisinin yerini,., tutmadıkça şeklinde Dolayısıyla burada sondaki eliften önce "ye" harfi olmamalı, "sâd" harfi de “dad" olmalıdır. tesniye olarak kullanmamıştır.

9. Mal Biriktirmeden Masiyet Uğrunda Malını Harcayan Kimsenin Hükmü:

Malını yığıp biriktirmemekle birlikte Allah yolunda infak etmeyerek masiyetler uğrunda harcayan kimsenin azap tehdidi bakımından hükmü, biriktirip Allah yolunda infak etmeyenin hükmü gibi midir diye sorulacak olursa, sorana şöyle cevap verilir:

Böylesinin tehdidi daha ağırdır. Çünkü malını masiyet yolunda saçıp sallallahü aleyhi ve sellemuran bir kimse bu yolda harcaması bir de o haramı işlemesi bakımından iki cihetten isyan etmiş olur. İçki satın alıp içmek gibi. Eğer işlediği masiyet kendisini aşıp başkasına da zarar veriyorsa, birçok yönden isyan olur. Bir müslümanın öldürülmesi, yahut malının alınması ve bunun dışında herhangi bir yolla zulme uğramasına yardımcı olmak gibi. Malını yığıp biriktiren ise iki bakımdan Allah'a isyan eder. Bunların biri zekâtı vermemek, diğeri ise malını alıkoymaktan ibarettir. Kimi zaman sadece malın alıkonulması bile nazarı itibara alınabilir. Doğrusunu en iyi bilen Allahtır.

10. Malını Allah Yolunda İnfak Etmeyenlerin Cezası:

"... Onlara acıklı bir azâbı müjdele" âyetinin anlamı daha önceden geçmiş bulunmaktadır. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) da bu azâbı şu hadisiyle açıklamaktadır: "Mallarını biriktirenlere böğürlerinden çıkacak şekilde sırtlarının dağlanacağı, alınlarından da çıkacak şekilde kafalarının arka taraflarının da dağlanacağı müjdesini ver." Bu hadisi Müslim rivâyet etmiştir. Bunu, Ebû Zer şöylece rivâyet etmektedir: "Mal yığıp biriktirenlere, onlardan herhangi birisinin memesi ucuna konulup ve sonunda omuzlarının başından çıkacak, yine onlardan herhangi birisinin omuzlan başına konulup da nihayet memelerinin ucundan çıkacak ve bunun sonunda kişiyi alabildiğine sarsacak cehennem ateşinde kızdırılmış taşların müjdesini ver..." Buhârî, Zekât 4; Müslim, Zekât 34,35; Müsned, V, 169 (az farkta).

İlim adamlarımız derler ki: Kızdırılmış taşların meme ucundan girip omuz başlarından çıkması, onun kalbini ve içini de azaplandırmak içindir. Çünkü o, dünyada iken çok maldan dolayı seviç ve neşe ile dolup taşmıştı. Âhirette de buna karşılık keder ve azap ile cezalandırılacaktır.

11. Asıl Tehdit, Allah Yolunda Malın înfak Edilmemesine Yöneliktir:

İlim adamlarımız derler ki: Âyetin zahiri malını yığıp biriktirmekle birlikte Allah yolunda infak etmeyenin tehdidi ile ilgilidir. Ve bu infak etmemek farz olan infakı da onun dışındaki infakları da kapsar. Şu kadar var ki, yığıp biriktirme niteliğinin nazarı itibara alınmaması gerekir. Çünkü malını yığıp biriktirmemekle birlikte Allah yolunda infakı engelleyenin de böyle olması kaçınılmazdır. Şu kadar var ki, malını yerin altında saklayıp gizleyen kimse, örfen farz olan infakları engelleyen kimse olduğundan dolayı, burada da tehdit Özellikle böylesine yöneltilmiştir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

34 ﴿