17Rabbinden apaçık bir delil üzerinde bulunup da onu yine kendinden bir şahid takib eden, daha önce Mûsa'nın bir önder ve rahmet olan kitabı (ile tasdik edilmiş) bulunan kimse (gibi) İşte bunlar ona îman ederler. Artık bu gruplardan kim onu tanımazsa bilsin ki ona vaadedilen yer ateştir. O halde bundan asla şüphen olmasın. Çünkü o, Rabbinden gelen haktır. Fakat insanların çoğu îman etmezler. Yüce Allah'ın: "Rabbinden apaçık bir delil üzerinde bulunup da..." anlamındaki âyet mübtedâdır, haberi ise hazfedilmiştir. Yani Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)e uymak hususunda Rabbinden gelen apaçık bir delil üzerinde olan ve beraberinde hakkı apaçık kendisi vasıtasıyla görebileceği üstünlük de bulunan kimse, dünya hayatını ve süsünü isteyen kimse gibi midir? Bu şekildeki açıklama Ali b. el-Hüseyn ile el-Hasen b. Ebi'l-Hasen'den nakledilmiştir. Aynı şekilde İbn Zeyd de şöyle demektedir: Apaçık delil üzere bulunan kişi Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)e tabi olan kişidir. "Onu da yine kendinden bir şahid takip eden" âyeti ise Allah'tan bir şahit... demek olup, bu da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)dir. Yüce Allah'ın: "Rabbinden apaçık bir delil üzerinde bulunup da" âyeti ile kastedilenin Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) olduğu söylenmiştir. Buradaki ifade, yüce Allah'ın: "... ve bundan dolayı göğsün daralacak mı?" (Hûd, 11/12) âyeti ile alakalıdır. Yani beraberinde Allah'tan gelmiş bir beyan, Kur'ân gibi bir'mucize -ileride geleceği üzere- Cebrâîl gibi bir şahit bulunup da bundan önceki kitapların kendisini müjdelediği bir kimsenin -Allah'ın kendisini düşmanına teslim etmeyeceğini kesin olarak biliyorken- tebliğden ötürü hiç kalbinde darlık olur mu? Bu durumda "Rabbinden" âyetindeki zamir de; "Onu yine kendinden bir şahid takip eden" âyetindeki zamirler de Hazret-i Peygamber'e ait olur. İkrime ise İbn Abbâs'tan burada kastedilenin Cebrâîl olduğunu rivâyet etmektedir. Mücâhid ve en-Nehaî'nin görüşü de budur. Buna karşılık 'kendinden"deki zamir yüce Allah'a aittir. Yani yüce Allah'tan gelen bir şahidin takip ettiği o delil ve beyan..., demektir. Mücahîd de der ki: Şahit'len kasıt Hazret-i Peygamber'i koruyan ve onu doğrultan, Allah taralından görevlendirilmiş melektir. Hasan-ı Basrî ve Katâde ise derler ki: Şahit Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)ın dilidir. Muhammed b. Ali b. el-Hanefiyye der ki: Ben babama şahit sen misin? diye sordum. O, o şahid ben olayım diye çok arzu ederdim, fakat o Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)ın dilidir. Şahidin Ali b. Ebî Tâlib olduğu da söylenmiştir. İbn Abbâs'tan şöyle dediği rivâyet edilmektedir; Şahit Ali b. Ebî Tâlib'dir. Yine Hazret-i Ali'den şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Hakkında bir ya da iki âyetin inmediği Kureyşli hiçbir adam yoktur. Birisi ona ya senin hakkında ne nazil oldu? diye sorunca, Hazret-i Ali: "Onu yine kendinden bir şahit takip eden" âyeti indi, dedi. Buraya kadar kaydedilen rivâyetler ve diğerleri için bk. Suyûtî, ed-Durru'l Mensur, IV, 409 vd. Şahidin, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)ın suretinin, yüzünün ve güzel özelliklerinin olduğu da söylenmiştir. Çünkü fazilet ve akıl sahibi bir kimse Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)e baktı mı onun Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) olduğunu bilirdi. Buna göre buradaki "o" zamiri -İbn Zeyd ve diğerlerinin görüşüne göre- Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)e raci'dir. Şahidin, söz dizisi (nazmı) ve belağati, tekbir lafızda bir çok anlamları ihva etmesi bakımından Kur'ân-ı Kerîm olduğu da söylenmiştir. Bu görüş de Huseyn b. el-Fadl'a aittir. Buna göre "kendinden" deki zamir Kur'ân-ı Kerîm'e aittir. el-Ferrâ' da der ki: Kimi ilim adamı şöyle demiştir: "Onu yine kendinden bir şahit takip eden" İncil demektir, her ne kadar İnciî, Kur'ân'dan önce ise de tasdik hususunda o Kur'ân'ı takib etmektedir. "Kendinden"deki zamir ise yüce Allah'a aittir. Şöyle de denilmiştir: Apaçık delil (beyyine) kalpleri aydınlatan Allah'ın marifetidir. Onu takib eden şahit ise insanın dimağında yerleştirilmiş ve nuru ile insanın kalbine aydınlık veren akıldır. "Daha önce" ise İncil'den önce demektir. "Mûsa'nın bir önder ve rahmet olan kitabı" anlamındaki âyette yer alan; "Mûsa'nın kitabı," mübtedâ olarak ref edilmiştir. Ebû İshak ez-Zeccâc der ki: Âyetin anlamı şudur: Onu da, ondan önce gelen Mûsa’nın kitabı takib eder. Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in nitelikleri Hazret-i Mûsa'nın kitabında da belirtilmiştir: "Onlar ki yanlarındaki Tevrat'ta ve İncil'de yazılı bulacakları... ümmî peygamber olan o Rasûle uyarlar." (el-A'râf, 7/157) Ebû Halim ise yüce Allah'ın: "Daha önce Mûsa'nın... kitabı" anlamındaki âyetini, kimi ilim adamının: "şeklinde "kitab" kelimesini nasb ile okuduğunu nakletmektedir. el-Mehdevî ise bunu el-Kelbî'den nakleder. Buna göre "kitab" kelimesi; "Onu... takib edendeki zamire atfedilmiş olur. Yani: Mûsa'nın kitabını da Cebrâîl (aleyhisselâm) okumuş idi. İbn Abbâs (radıyallahü anh) da böyle demiştir. Bu da ondan önce Cebrâîl, Mûsa'nın kitabını, Mûsa'ya okumuştu demek olur. Yine İbn Abbâs'ın bu görüşüne göre; "Kitab" kelimesinin mertü okunması da mümkündür, o takdirde mana da şöyle olur: Ondan önce ise Mûsa'nın kitabı da böyle idi. Yani Cebrâîl, Kur'ân'ı Muhammed'e okuduğu gibi, Mûsa'ya da (Tevrat'ı) okumuştu, "Bir önder" kelimesi hal olarak nasb edilmiştir, "Ve rahmet" de ona atfedilmiştir. "İşte bunlar ona îman ederler" âyetinde işaret İsrailoğullarınadır. Yani İsrailoğulları Tevrat'ta yer alan senin peygamberliğinle ilgili müjdeye îman ederler. Seni ancak bu sonrakiler inkâr ederler, İşte kendilerine cehennem vaadedilenler bunlardır. Bu açıklamayı da el-Kuşeyrî nakletmiştir. "Ona'daki zamirin Kur'ân'a ait olması da, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)e ait, olması da mümkündür. "Artık bu gruplardan" yani -Katâde'den rivâyete göre- bütün din mensublarından "kim onu" Kur'ân-ı Kerîm'i veya Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) "tanımazsa bilsin ki ona vaadedilen yer ateştir." Saîd b. Cübeyr de aynı şekilde "gruplar (el-ahzâb)" ile bütün din mensublarının kastedildiğini söylemiştir. Çünkü bunlar kendi aralarında gruplaşanı k Laraftadık ederler. Burada "gruplar'dan kastın Kureyş ve onların antlaşmakları olduğu da söylenmiştir. " Ona vaadedilen yer ateştir" âyeti, böyleleri cehennem ehlindendir, demektir. Şair Hassan (b. Sabit) der ki: "Kuşluk vakti siz onları ölüm havuzlarına doğru götürdünüz, Onlara vaadedilen yer ateştir, ölüm de karşılarındadır onların." Müslim'in, Sahih'inde Ebû Yûnus yoluyla gelen hadiste Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)in şöyle buyurduğu kaydedilmektedir: "Muhammed'in nefsi elinde olana yemin ederim ki, bu ümmetten (tebliğe muhatab olan ümmetten) herhangi bir kimse; yahudi veya hristiyan olsun, beni (peygamberliğimi) işitip de sonra benimle gönderilene îman etmeksizin ölürse, hiç şüphesiz cehennemliklerden olur." Müslim, Îman 240. "O halde bundan" yani Kur'ân'dan "asla şüphen olmasın" tereddüt içerisinde olmayasın. "Çünkü o Rabbinden gelen haktır.” Yani Kur'ân-ı Kerîm Allah'tan gelmiştir. Bu açıklamayı Mukâtil yapmıştır. el-Kelbî de der ki: Yani sen kâfirin cehennemde olacağından yana hiçbir şüphe ve tereddüt içerisinde olmayasın. "Çünkü o... haktır" yani söylenen bu hak söz; mutlaka gerçekleşecek olandır. Hitab her ne kadar Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)e ise de maksat bütün mükelleflerdir. |
﴾ 17 ﴿