20

Onu düşük bir fiyata, sayılı bir kaç dirheme sattılar. Bunların ona rağbetleri yoktu.

Bu âyete dair açıklamalarımızı da altı başlık halinde sunacağız:

1- Hazret-i Yûsuf’un Satılması:

Allah'ın:

"Onu... sattılar" âyeti ile aynı kökten hem "satın aldım" hem ne "sattım" anlamında olmak üzere sözlükte; kullanılır. Şair der ki:

"Ve ben Burd'u sattım, keşke Burd'u sattıktan sonra

Geceleyin kabirlere tüneyen bir kuş olsaydım."

Burada "satmak" anlamında kullanılmıştır. Bir başka şair de şöyle demekte:

“Onu (yayını) satınca, gözlerinden yaşlar taştı, kalbinde de bu işi

Kınamaktan dolayı oldukça yakıcı bir elem olduğu halde."

"Düşük bir fiyata" eksik bir fiyata sattılar, demektir, kelimesi bu mastar olup isim yerine kullanılmıştır. Yani onu düşük bir değere, eksik bir pahaya sattılar.

Kardeşleri onun bedelinden faydalanmak maksadında değildi. Onların asıl maksadı babalarının yalnızca kendilerine teveccüh edecek (sevecek) hale gelmesini sağlamaktı.

Denildiğine göre Yehudâ uzak bir yerden Yûsuf'un kuyudan çıkarıldığını görünce, kardeşlerine haber verdi. Onlar da, gelip geçen yolcu kafilesine onu sattılar.

Bir diğer görüşe göre durum böyle değildir. Aksine onlar üç gün sonra durumu öğrenmek üzere kuyuya geldiler, orada yolcu kafilesinin izlerini görünce onları takib ettiler ve: Bu bizim kaçmış bir kölemizdir, diyerek onu yolcu kafilesine sattılar.

Katâde der ki: "Düşük fîyat'dan kasıt zulüm ile sattılar demektir. ed-Dehhâk, Mukâtil , es-Süddî ve İbn Atâ ise "düşük flyaftan kasıt, onu haram bir bedel karşılığında sattıklarıdır, demişlerdir.

İbnu'l-Arabî der ki: Bu tefsirlerin açıklanabilir bir tarafı yoktur. Bununla sadece Yûsuf'a karşılık verilen fiyatın gerçek değeri olmadığına işaret edilmektedir. Çünkü kardeşleri her ne kadar onu sattı iseler de, onlar onun karşılığında alacakları bedelden yararlanmak maksadını gütmüyorlardı. Onların bütün maksatları Yûsuf’un uzaklaşması suretiyle babalarının yalnızca kendilerine teveccüh etmesi suretiyle elde edecekleri faydadan ibaretti. Şayet onu "satın alanlar" (çünkü kelime, hem satmak hem satın almak anlamındadır) gelen kafile idiyse, onu diğer arkadaşlarından gizleyerek yalnız kendilerinin olsun istediklerinden böyle yapmışlardı, demektir. Ya da (aynı maksatla): Bu bizimle birlikte bir ticaret malı olarak gönderildi, demişlerdi. Böylelikle kendilerine göre, karşılığında herhangi bir bedel ödemiş olmuyor, bedelleri karşılığında aldıklarının bütünüyle kâr olduğunu anlatmış oluyorlardı.

Derim ki: İbnu'l-Arabî'nin: "Bununla ona karşılık alınan bedelin onun gerçek kıymeti olmadığına işaret edilmektedir" şeklindeki ifadesi şuna delildir: Şayet kardeşleri onun tam değerini almış olsalardı, bu da câiz olurdu. Ancak durum böyle değildir. O halde bu, es-Süddî'nin ve diğerlerinin söylediklerinin doğruluğuna delildir. Çünkü kardeşleri satılması câiz olmayan bir kişi üzerinde satış akdi yaptılar. Bundan dolayı kardeşlerinin onun bedelini yemeleri helâl olmazdı.

İkrime ve en-Nehaî ise az, bir pahaya sattılar, diye açıklamışlardır. İbn Hayyân ise bozuk ve kalp paraya sattılar, diye açıklamıştır.

İbn Abbâs ve İbn Mes'ûd'dan nakledildiğine göre Yûsuf’u yirmi dirhem karşılığında sattılar. Kardeşlerinden herbirisi iki dirhem aldı, (çünkü) on kardeş idiler. Katâde ve es-Süddî de böyle demişlerdir.

Ebû'l-Âl-iyye ve Mukâtil der ki: Yirmüki dirheme sattılar, onlar onbir kişi idiler. Herbirisi İkişer dirhem aldı. Mücahid de böyle demiştir.

İkrime de kırk dirheme sattılar demektedir. Ancak sahabiden gelen rivâyet daha uygundur.

"Düşük" anlamındaki kelime

"fiyat" anlamındaki kelimenin sıfatıdır,

"Dirhem(ler)" ise onun bedeli ve açıklaması (tefsiri yani temyiz)dir. "Dirhemler" şeklindeki çoğulu tekilinin, olmasına göredir. Bu Sîbeveyh'e göre çoğul isim de olabilir, aynı şekilde "he"nin esresinin uzatılması sonucu "ya "ya dönüşmesi de olabilir. Buradaki med, maksur elifin meddi türünden değildir. Çünkü maksur elifin meddi Basratılara göre şiirde olsun, başka şekilde olsun câiz değildir. Nahivciler şu beyiti naklederler:

"Onun (devenin) ön ayakları bütün öğle sıcaklarında çakıl taşlarını (çok hızlı yürüdüğünden dolayı)

Sarrafların dirhemleri sayıp ödedikleri gibi uzaklaştırır."

"Sayılı" anlamındaki kelime de dirhemlerin sıfatıdır. Bu da şuna delildir: Paralar onlar nezdinde ağırlık ile değil, sayı ile kullanılıyordu.

Bunun, verilen bedelin azlığını anlatmak için kullanılan bir ifade olduğu da söylenmiştir. Çünkü verilen bu dirhemler azlığından dolayı tartılacak miktan bulamamıştı. Çünkü onlar bir ukiyeden daha aşağı miktardaki bedelleri tartmazdı ki, bir ukiye de kırk dirhemdir.

2- Altın ve Gümüş Paralarda Aslolan Tartı mıdır? Sayı mıdır?

Kadı İbnu'l-Arabî der ki: İki nakitte (altın ve gümüş paralarda) aslolan tartıdır. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Altını altına karşılık, gümüşü gümüşe karşılık ancak eşit tartılarda satınız. Kim daha fazla verir veya daha fazlasını isterse o kimse faize düşmüş olur." Kimi lâfzan, kimi mana ile olmak üzere: Müslim, Müsâkaat 77, 80, 82-84, 91, 101; Ebû Dâvûd, Buyu 12; Tirmizî, Buyu 23; Nesâî, Buyu 43, 44, 46; Dârimî, Buyu 41; Müsned, II, 2Ö2, III, 9, 93, V, 200, 271, 314, 320, VI, 22.

Tartının faydası, ancak miktarın tesbitinde ortaya çıkar. Aynî olmasının bir faydası yoktur, Şu kadar var ki, işlemlerin çokluğu dolayısıyla tartı zor ve ağır geleceğinden insanların yükünü hafifletmek kastı ile bu vakitlerde sayı itibar edilegelmiştir. Öyle ki eğer herhangi bir eksiklikleri veya fazlalıkları söz konusu olmadan mıskal veya dirhemler sikke olarak vurulacak olursa, sayı ile bunların biribirleriyle değiştirilmeleri (satımları) câiz olur. Eğer bunların ağırlıkları eksilecek olursa, yine durum tartıya avdet eder. İşte bundan dolayı -önceden de geçtiği gibi- kullanılan paraların kırılmaları veya kenarlarının kırpılması yeryüzünde fesat çıkartmaktan sayılmıştır.

3- Dinar ve Dirhemlerin Muayyen Olmaları Şart mıdır?

Dinar ve dirhemlerin tayin ile belirlenip belirlenmeyecekleri hususunda ilim adamlarının farklı görüşleri vardır. Bu hususta Malik'ten gelen rivâyet de farklıdır. Eşheb bunlar için tayin söz konusu olmayacağı görüşündedir. Malik'in kuvvetli olan görüşü de budur, Ebû Hanîfe de böyle demiştir. Ancak İbnu'l-Kasım bunların tayin edileceği kanaatindedir. el-Kerhî'den de bu görüş nakledilmiştir, Şâfiî de böyle demiştir.

Bu konudaki görüş ayrılığının sonucu şu şekilde ortaya çıkar: Bizler dinar ve dirhemlerin tayin edilmeyeceği görüşünü kabul edecek olursak, birisi: Ben sana bu dinarları, şu dirhemlere karşılık satıyorum, diyecek olursa (ve bu arada bunlar telef olursa) dinarlar o miktarda dinar sahibinin zimmetine, dirhemler de o miktarda dirhem sahibinin zimmetine taalluk eder. Şayet (tayin edileceğini kabul edersek) bu dirhemler tayin edildikten sonra, telef olurlarsa sahiplerinin zimmetine herhangi bir şey taalluk etmez ve akit batıl olur. Tıpkı ticaret malları ve buna benzer sair aynların satışında olduğu gibi.

4- Buluntu Çocuk Hür Müdür Değil Midir?

el-Hasen b. Ali (radıyallahü anh)dan buluntu çocuğun hür olduğuna hükmettiği rivâyet edilmiştir. Buna delil olarak da: "Onu düşük bir fiyata, sayılı bir kaç dirheme sattılar" âyetini okumuştur. Bu husustaki açıklamalar daha önceden geçmiş bulunmaktadır.

5- Hazret-i Yûsuf’a Rağbet Edilmeyişin Sebebi:

"Bunların ona rağbetleri yoktu" âyeti ile ilgili olarak rağbet etmeyenlerin kardeşleri olduğu, yolcu kafilesinin olduğu, yolcu kafilesinden su almak üzere kuyuya gidenlerin olduğu söylenmiştir. Durum ne olursa olsun, Yûsuf onların nazarında değer verilmesi gereken birisi değildi.

Kardeşlerinin nazarında değerli değildi. Çünkü onların maksadı karşılığında alınacak olan mal değil, babalarından uzaklaşmasıydi. Kafile nezdinde değerli değildi. Çünkü kardeşleri onun kaçkın bir köle olduğunu söylemişlerdi. Su almaya gelenlerin nezdinde rağbet edilen bir şey değildi. Çünkü arkadaşlarının da kendilerine onda ortak olacaklarından korktular ve karşılığında verilecek az bir bedelin yalnız kendileri tarafından verilmesinin daha uygun olduğunu gördüler.

6- Değerli Şeyi Az Bir Bedele Satın Almak:

Bu âyet-i kerîmede değerli bir şeyi az bir bedele satın almanın câiz olduğuna ve satışın bağlayıcı olduğuna açık bir delil vardır. Bundan dolayı Malik şöyle demiştir: Bir kimse oldukça değerli bir inciyi bir tek dirheme satacak olsa, sonra da kişi: Ben onun inci olduğunu bilmiyordum, onu inciye benzeyen beyaz boncuk sanmıştım, dese bu satışı onun için bağlayıcı olur ve bu sözüne bakılmaz.

"Bunların ona rağbetleri yoktu" âyetinin, güzelliğine rağbetleri yoktu, anlamına geldiği de söylenmiştir. Çünkü yüce Allah, Hazret-i Yûsuf'a her ne kadar güzelliğin yarısını vermiş idi ise de ona ikram ve lütuf olmak üzere onu satın alanların nefislerinin onu arzulamalarını gerektirecek sebepleri de bertaraf etmişti.

"Bunların ona rağbetleri yoktu" âyetinin, Allah nezdindeki yüksek makamını bilmiyorlardı, demek olduğu da söylenmiştir.

Sîbeveyh ve el-Kisaî "rağbet etmedim" anlamında; şeklinde "he" harfinin esreli ve üstün okunuşu ile kullanıldığını nakletmişlerdir.

20 ﴿