80Artık ondan ümidlerini kesince, fısıldanarak bir kenara çekildiler. Büyükleri dedi ki: "Babanızın sizden Allah adına teminat almış olduğunu, daha evvel de Yûsuf hakkında işlediğiniz kusuru bilmez misiniz? Artık ya babam İzin verinceye yahut benim İçin Allah hükmedinceye kadar katiyyen bu yerden ayrılmam. O, hükmedicilerin en hayırlısıdır." Allah'ın: "Artık ondan ümidlerini kesince" âyetindeki; " Ümidlerini kestiler" ifadesi, ile aynı anlamdadır. Nitekim ile "Hayret etti" anlamında; in: Alay etti, eğlendi anlamına gelmeleri gibi. "Fısıldanarak bir kenara çekildiler." Bir kenara çekilip kendi aralarında fısıldaştılar, demektir. "Fısıldanarak" kelimesi İse; " Kenara çekildiler" ifadesindeki zamirden haldir. Bu kelime (hal olan kelime) tekil olmakta birlikte, -âyette de olduğu gibi- çoğul için de kullanılır. Yüce Allah'ın şu âyetinde olduğu gibi "Onunla özel olarak konuşmak üzere onu yaklaştırdık" (Meryem, 19/52) âyetinde olduğu gibi, tekil için de kullanılır. Çoğulu ise; "Özel olarak kendi aralarında fısıldaşarak konuşanlar," anlamındadır. Şair de şöyle demektedir: "Ben öyle bir kimseyim ki, diğerleri başbaşa fısıldaştıklarında, Ve yine onlar kuyuya sarkıtılan ip gibi sallanıp durduklarında, İşte orada sen bana tavsiyede bulun, fakat benim hakkımda kimseye tavsiyede bulunma!" İbn Kesîr buradaki "ümitlerini kestiler..." anlamındaki âyeti şeklinde; 87. âyetteki "Ümid kesmeyin" âyetini şeklinde; yine aynı âyetteki "çünkü... ümid kesmez" anlamındaki âyeti; şeklinde; (er-Ra'd, 13/31) "Şu gerçeği bilmediler mi ki" anlamındaki âyeti da; şeklinde kalbetmek suretiyle hemzesiz ve "elif ile okumuştur. Bu okuyuşa göre hemze öne alınmış, "ye" harfi sonraya bırakılmıştır. Daha sonra ise hemze "elife kalbedilmiştir. Çünkü elif de öncesi fetha olan sakin bir eliftir. Ancak aslolan cemaatin okuyuş şeklidir. Çünkü bu kelimenin mastarı ancak "ya" harfinin başa alınması suretiyle; "Ümid kesmek" şeklinde gelmiştir. kelimesi ise "ümid kesti" anlamındaki; mastarı değildir. Aksine bu: Ona verdim anlamındaki; nun mastarıdır ki bu kelimenin mastarı; " Vermek" şekillerinde gelir. Bazıları da şöyle demiştir: ile aynı kelimenin iki ayrı söyleyişidir. Buna göre; onlar kardeşlerinin kendilerine geri verileceğinden ümitlerini kestiklerinde kendi aralarında başka hiçbir kimse de bulunmaksızın danıştılar ve karşı karşıya kaldıkları bu durum ile İlgili olarak birbirleriyle fısıltı halinde konuştular, "Fısıldaşan" kelimesi ise; ism-i faili anlamında "faîl" veznindedir. "Büyükleri dedi ki" Katide'nin dediğine göre; bu Rûbîl idi, yaşça en büyükleriydi. Mücahid ise, bu kişi Şem'ûn idî, görüş itibariyle en ileri derecede olanları oydu. el-Kelbî ise bu kişi Yehudâ idi, o aralarında en akıllı kişi idi, demektedir. Muhammed b. Ka'b ile İbn İshak İse; o Lavı idi ve Lavî (İsrailoğullarından gelen) peygamberlerin babasıdır. "Babanızın sizden Allah adına" oğlunu koruyup onu kendisine geri götürmenize dair "teminat almış" Allah adına söz almış "olduğunu daha evvel de Yûsuf hakkında işlediğiniz kusuru bilmez misiniz?" Yani siz babanızın sizden Allah adına bir söz almış olduğunu bilmiyor musunuz? Yûsuf hakkındaki kusurunuzu da bilmektesiniz. Bu açıklamayı en-Nehhâs ve başkaları nakletmektedir. Daha evvel, Önceden" âyetindeki; "...den, dan" edatı; " Bilme...nize" taalluk etmektedir. ın fazladan gelmiş olması mümkündür. O takdirde; " Daha evvel, önceden" âyeti ile; " Yûsuf hakkında" ibarelerindeki iki zarf da;"İşlediğiniz kusur" fiiline taalluk etmektedir. Bununla birlikte; mastar buna karşılık; Daha evvel" ibaresinin de hazfedilmiş bir fiile müteallak olması da mümkündür. İfadenin takdiri de şöyle olur: Yûsuf hakkındaki kusurunuz ise önceden olmuş bir işti. Buna göre bu edat ile fiil, mübtedâ olarak ref mahallinde (yeni bir cümle başı) olur. Haberi ise; "Daha evvel" ifadesinin kendisine taalluk ettiği (ye olmuş anlamı verilen) hazfedilmiş fiildir. "Artık, ya babam" dönüşüm İçin "izin verinceye" çünkü ben ondan utanıyorum "yahut benim için Allah" kardeşim ile birlikte gidişim hususunda "hükmedinceye" ve böylelikle onunla beraber babamın yanına gidinceye kadar "katiyyen bu yerden ayrılmam." Burada kalmaya devam edeceğim ve burada ikametimi sürdüreceğim. " Ayrıldı, ayrılmak" ifadesi zail olmak, göçmek demektir. Bunun başına nefy edatı gelecek olursa müsbet (olumlu anlam) ifade eder. Âyetin anlamının şu olduğu da söylenmiştir: Ya Allah benim lehime kılıç kullanıcağıma dair hüküm verir, ben de Savaşarak kardeşimi alırım yahut bu konuda acze düşerek mazereti olan birisi suretiyle geri dönerim. Çünkü Hazret-i Ya'kub: "Etrafınız kuşatılmadıkça onu bana kesin olarak getireceğinize dair Allah'tan sağlam bir taahhüd vermediğiniz sürece..." (Yûsuf, 12/66) demişti. Savaşıp acze düşen bir kimsenin ise etrafı kuşatılmış demektir. İbn Abbâs der ki; Yehudâ gazablandığı ve kılıcı aldığı vakit, yüzbin kişi onu geri çeviremezdi. Göğsündeki kılları çuvaldız gibi dikilir, elbisesinden dışarı fırlardı. Haberde nakledildiğine göre Bu haberin sağlıklı ve güvenilir bir kaynağa dayalı olmadığı, merhum Kurtubî'nin bu ifadesinden de anlaşılmaktadır. Yehudâ -aralarında en ileri derecede kızan ve öfkelenen birisi idi- kardeşlerine şöyle demişti; Ya hükümdar ve beraberindekilere siz karşı koyarsınız, ben de bütün Mısır halkına karşı koyarım. Yahut da siz Mısır halkına karşı koyarsınız, ben de hükümdara ve Mısır halkına karşı koyarım. Kardeşleri şu cevabı verdiler: Sen hükümdara ve onunla birlikte olanlara karşı koy, biz de Mısır halkına karşı koyarız. Bunun üzerine kardeşlerinden birisini gönderdi. Mısır'ın çarşılarını saydılar, dokuz çarşı bulunduğunu gördüler. Onlardan herbirisi bir çarşıyı üstlendi. Daha sonra Yehudâ, Yûsuf (aleyhisselâm)in yanına girip şöyle dedi: Ey Hükümdar! Şayet kardeşimizi bizimle beraber bırakmayacak olursan, öyle bir feryat ederim ki, senin bu şehrinde karnındaki bebeği düşürmedik hiçbir gebe kadın kalmayacaktır. Bu, kızmaları esnasında onların bir özelliği idi. Hazret-i Yûsuf onu kızdırdı ve hoşuna gitmeyecek bir söz söyledi. Yehudâ kızdı ve gittikçe kızgınlığı arttı. Tüyleri kabardı, diken diken oldu. Ya'kuboğullarının herbirîsi böyle oluyordu. Kızıp, köpürdü mü tüyleri diken diken olur, cesedi şişer, sırtındaki kıllar elbisenin altından görülür. Hatta herbir kıldan bir damla kan damlardı. Ayağını yere vuracak oldu mu yer sarsılır ve binalar yıkılırdı. Feryat edip bağıracak olursa, kadın olsun, hayvan olsun, uçan kuş olsun mutlaka karnında ne varsa onu ya hilkati tam veya eksik olarak bırakıverirdi. Kan dökmedikçe yahut Ya'kub neslinden bir el onu yakalamadıkça gazabı dinmezdi. Hazret-i Yûsuf kardeşi Yehudâ'nın gazabının son noktasına vardığını görünce, küçük bir çocuğuna Kıptice konuşarak elini görmeyeceği bir yerden Yahudâ'nın omuzları arasına koymasını emretti. Bu çocuk Hazret-i Yûsuf’un dediğini yapınca, gazabı dindi, elindeki kılıcı bıraktı. Kardeşlerinden kimseyi görür ihtimaliyle sağına soluna baktı fakat kimseyi göremedi. Çabucak kardeşlerinin yanına çıkarak dedi ki: Sizden kimse benimle beraber bulundu mu? Onlar: Hayır deyince, peki Şem'ûn nereye gitti? diye sordu. Dağa gitti dediler, o da arkasından çıkıp onunla karşılaştığında büyükçe bir kaya yüklenmiş olduğunu gördü. Bunu ne yapacaksın? diye sordu. O da payıma düşen çarşıya gideceğim ve o çarşıda kim varsa bu kaya parçasıyla kafasını yaracağım. Bu sefer Yehudâ ona: Dön kayayı geri götür yahut denize at dedi, hiçbir iş yapma. İbrahim'i dostu edinen hakkı için yemin ederim, Ya'kub neslinden bir el bana dokundu, dedi. Sonra da Hazret-i Yûsuf'un huzuruna girdi. Hazret-i Yûsuf da aralarında en güçlü ve yakalayışı en çetin olanları idi. Şöyle dedi: Ey İbraniler! Sizler, sizden daha çetin ve güçlü kimse olmadığını mı zannediyorsunuz? Sonra da büyükçe bir değirmen taşına ayağıyla bir tekme vurdu ve bu değirmen taşı duvarın arkasından yuvarlanıverdi. Sonra da tek eliyle Yehudâ'yı yakalayıp onu yanı üzere yıktı ve dedi ki: Haydi demirciler gelsin, bunların ellerini ayaklarını keseceğim, boyunlarını vuracağım, dedi. Daha sonra Hazret-i Yûsuf tahtına çıktı ve minderi üzerinde oturdu. Su kabının getirilmesini emretti, kabı getirilip önüne konuldu. Daha sonra ona bir vuruş vurdu, bu su kabından bir ses çıktı. Kardeşlerine dönerek şöyle dedi: Bu kabın ne dediğini biliyor musunuz? Onlar: Hayır dediler. Dedi ki: Bu kap şöyle diyor: Bu kimselerin babalarının kalbinde ne kadar gam, keder ve sıkıntı varsa hepsine bunlar sebeb olmuştur. Sonra su kabına bir daha vurdu ve dedi ki: Bunun bana haber verdiğine göre bunlar küçük bir kardeşlerini almışlardı, onu kıskandılar, babalarından uzaklaştılar, sonra da onu telef ettiler. Kardeşleri: Ey Aziz! Allah senin kusurlarını setretsin, sen bizim kusurlarımızı setret. Allah sana lütfetsin, sen de bize lütfet. Su kabına üçüncü bir defa daha vurdu ve dedi ki: Kab diyor ki: Bunlar küçük kardeşlerini kuyuya attılar, sonra onu köleler gibi değersiz bir fiyata sattılar, babalarına da kurdun onu yediğini söylediler. Dördüncü bir defa daha kaba vurdu ve dedi ki: Bana haber verdiğine göre sizler seksen sene öncesinden bir günah işlemişsiniz ve hala o günahınızdan ötürü Allah'tan mağfiret dilememişsiniz, tevbe de etmemişsiniz. Beşinci bir defa daha kaba vurdu ve dedi ki: Kab şöyle diyor: Öldüğünü zannettikleri kardeşleri zamanın sonu gelmeden mutlaka geri dönecek ve insanlara yaptıklarını haber verecektir. Altıncı bir defa daha kaba vurdu ve dedi ki: Kab diyor ki: Şayet sizler gerçekten peygamber olsaydınız, yahut peygamberlerin evlatları olsaydınız yalan söylemezdiniz, babanıza itaatsizlik etmez, kötü davranmazdınız. Yemin olsun sizleri bütün âlemlere ibret olacak şekilde cezalandıracağım. Bana demircileri çağırın, bunların el ve ayaklarını keseceğim. Bu sefer yalvarıp, yakarmaya, ağlaşmaya kovuldular. Tevbe ettiklerini İzhar ederek şöyle dediler: Gerçekten hayatta ise Yûsuf kardeşimizi bulabilsek, onun elinin altında itaatkâr bir hizmetkâr oluruz. Ayağıyla bizi çiğneyecek toprağı oluruz. Yûsuf kardeşlerinin bu durumunu görünce ağladı ve onlara: Haydi yanımdan çıkıp gidiniz, babanıza İhsan olmak üzere sizi serbest bırakıyorum, o olmasaydı gerçekten sizi ibretli bir şekilde cezalandıracaktım, dedi. |
﴾ 80 ﴿