8Hem binmeniz için, hem de süs olmak üzere atları, katırları ve merkepleri de (yarattı). Ve bilemeyeceğiniz daha nice şeyleri de yaratır. Bu âyete dair açıklamalarımızı sekiz başlık halinde sunacağız: 1. Atlar, Katırlar ve Merkepler, Davarlardan Farklıdır: Yüce Allah'ın; "Atları" âyeti, nasb ile atfedilmiş bir kelimedir. Atları da yarattı, demektir. İbn Ebî Able ise, Atlar, katırlar ve merkepler kelimelerinin tümünü ref ile okumuştur. (Onlara binmeniz içindirler, anlamına gelir). Atlara "hayl" anlamının verilmesi, yürüyüşü ile böbürlenmesinden dolayıdır. Bunun tekili ise; şeklindedir. Tıpkı; Koyun" kelimesinin; tekili oluşu gibi. Bunun tekilinin olmadığı da söylenmiştir. Buna dair açıklamalar, bundan önce Âl-i İmrân Sûresi'nde (3/14. âyet, 6. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır, ilgili hadisleri de orada zikretmiş bulunuyoruz,. Şanı yüce Allah'ın, burada atları, katırları ve merkepleri ayrıca zikretmiş olması bunların, en'âm (davarlar) lâfzının kapsamına girmediğinin delilidir. Bir görüşe göre ise bunlar da "davarlar" lâfzının kapsamına girmekle birlikte, yüce Allah bunları binmek özellikleri dolayısıyla ayrıca zikretmiştir. Çünkü at, katır ve merkeplerin ağırlıklı özelliği, binmek kastıyla kullanılmalarıdır. 2. Bineklerin Kiraya Verilmesi: Yüce Allah, davarları ve binekleri bizim mülkiyetimize vermiş, onları bizim emrimize uyacak hale getirmiş ve bizlere onları müsahhar kılmayı, onlardan yararlanmayı -kendinden bize bir rahmet olmak üzere- vermiştir. İnsanın mülk edinip de emri altında kullanması (teshir'i.) câiz olan hayvanların kiraya verilmesi de ilim ehlinin icmaı ile caizdir ve bu konuda ilim adamları arasında görüş ayrılığı yoktur. Yük taşıyan ve binek olarak kullanılan hayvanların kiraya verilmesine dair hükümler fıkıh kitaplarında geçmektedir. Aynı şekilde, binek ve yük hayvanlarının gerek üzerlerine yük vurmak, gerekse de yolculuk yapmak kastıyla kiraya verilebileceği hususunda ilim adamları arasında görüş ayrılığı yoktur. Çünkü yüce Allah: "Ağırlıklarınızı yüklenir götürürler" (en-Nahl, 16/7) diye buyurmaktadır. Yine İlim adamları bir kimsenin yük ve binek hayvanını hayvanın sırtından nerelerde ineceğini ve hangi su başlarında konaklayacağını, yol alışının keyfiyet ve niteliklerini, yolda kaç defa konaklayacağını belirtmese dahi, muayyen birçelüre gitmek üzere yük ve binek hayvanını kiraya vermesinin câiz olduğunu kabul etmişler ve bütün bu hususlarda insanlar arasında örf en kabul edilen hususları ölçü olarak almayı yeterli görmüşlerdir. (Maliki mezhebine mensup) ilim adamlarımız derler ki: Kiraya verme, helal ve haram olan hususlarda aynen alış-veriş gibidir. İbnü’l-Kasım da, kumaşın ölçülerini ve boyunu nitelendirmeksizin Merv kumaşı karşılığında, belli bir yere kadar bir binek kiralamanın câiz olmadığını söylemiştir. Çünkü Malik, böyle bir alış-verişi câiz kabul etmez. Ancak alış-veriş bedeli olarak verilmesi câiz olan şeylerin kira ücreti olarak verilebilir. Derim ki: -İnşaallah- bu hususta görüş ayrılığı yoktur. Çünkü bu bir icaredir. İbnü'l-Münzir der ki: Kendisinden ilim bellenen bütün ilim ehlinin icma ile kabul ettiklerine göre, bir kimse 10 kafîz Bir kafiz 24.432 gramdır. Bkz. Şer'i Ölçü Birimleri ve Fıkkî Hükümleri, Sh. 162 buğday taşımak üzere bir binek kiralayacak olsa ve şart koştuğu miktarı bu bineğe yükleyecek olup da bu hayvan telef olursa, kiralayanın herhangi bir sorumluluğu yoktur. Eğer 10 kafiz arpa yükleyecek olsa da durum böyledir. Fakat bir kimse, 10 kafiz yüklemek üzere bir binek kiraladığı halde ona 11 kafiz yükleyecek olması halinde görüş ayrılıkları vardır. Şâfiî ve Ebû Sevr, böyle bir kimse hem bineğin değerini tazminat olarak Öder, hem de kirayı öder, derler. İbn Ebi Leyla ise şöyle der: Bu durumda kişi bineğin kıymetini öder ama, ayrıca ücret ödemez. Bu hususta üçüncü bir görüş daha vardır. Bu görüşe göre de o kimse, kira ücretini öder. Ayrıca hem kira ücretinin bir bölümü, hem de bineğin kıymetinin bir bölümünü öder Fazla olarak ödeyeceği bu bölüm de hayvana şart koştuğundan fazla olarak yüklediği miktar kadardır. Bu en-Nuvman (b. Sâbit, yani Ebû Hanîfe), Yakub (Ebû Yûsuf) ve Muhammed'in görüşüdür. Malik'in arkadaşı İbnu’l-Kasım der ki: Eğer fazladan konulan bu kafîz miktarı hayvanı telef edecek boyutlara ulaşmıyorsa ve benzeri bir yük dolayısıyla hayvanın telef olmayacağı biliniyorsa, kiralayanın tazminat ödeme sorumluluğu yoktur. Bununla birlikte binek sahibinin ilk kira ücreti ile birlikte fazladan konulan kafîz'in ücretini alma hakkı da vardır. Çünkü bu durumda o bineğin telef olması, ona vurulan fazla yük miktarı dolayısıyla değildir. Bu, mesafenin aşılıp aşılmamasından farklı bir husustur Çünkü mesafenin aşılması tamamıyla bir haddi aşmaktır, haksızlıktır. O bakımdan az ya da çok miktarda mesafe aşılacak olursa, kiralayan tazminat öder. Şart koşulan miktardan fazla yük vurmakta ise hem bir İzin, hem de bir haksızlık (şartı aşmak) söz kon usudur. Eğer bu fazlalık normal şartlarda hayvanı telef etmiyor ise, bu durumda hayvanın kiralayana izin verilen hususlar çerçevesinde telef olduğu anlaşılır. 4. Belli Bir Mesafeye Kadar Yük Taşımak Üzere Kiralanan Bineğin Hükmü: İlim ehli, belli ücret karşılığında belli bir yere kadar binek kiralayan ve bu mesafeyi aşıp daha sonra da kendisine izin verilen yere geri dönen kişinin hükmü hakkında farklı görüşlere sahiptirler. Bir grup ilim adamı, şöyle demektedir; Eğer, belirlenen yeri aşacak olursa, tazminat ödemesi sözkonusudur. Belirlenen sının aştığından dolayı ayrıca kira ödemesi sözkonusu olmaz. es-Sevrî böyle demiştir. Ebû Hanîfe şöyle demektedir: Ücret, belirlenen mesafe hakkında sözkünusudur. Belirlenmeyen mesafe hakkında ücret sözkonusu olmaz, çünkü o, şarta muhalefet etmişti-, o bakımdan, tazminat ödeyecektir. Yakub (Ebû Yûsuf) da böyle demiştir. Şâfiî ise şöyle demektedir: Bu durumda belirlediği mesafenin ücretim de, bu mesafenin dışında aştığı miktarın mislinin ücretini de öder. Eğer binek telef olursa, o takdirde kıymetini ödemesi gerekir. Medinelilerin hocaları olan fukahâ-i seb'a da buna benzer bir kanaat belirterek şöyle demişlerdir: Eğer belirlenen mesafeye ulaştıktan sonra daha ileriye gidecek olursa, hayvan herhangi bir zarar görmezse, fazla mesafenin kirasını öder. Eğer hayvan teler olursa tazminatım öder. Ahmed, İshak ve Ebû Sevr derler ki; Böyle bir durumda hem kira, hem tazminat ödemesi sözkonusudur. İbnü’l-Munzir der ki: Biz bu görüşü benimsiyoruz. İbnü'l-Kasım der ki: Kiralayan kimse, kiraladığı mesafeye ulaşacak olup da daha sonra bir mil ve o civarda bir mesafe yahut birkaç mil veya oldukça fazla sayılacak bir mesafe daha giderse ve hayvan bu durumda telef olursa bu takdirde hayvan sahibi ilk mesafenin kirasını alır ve isterse neye varırsa varsın, fazla mesafenin kirasını, isterse de o mesafeyi aştığı günde bineğinin kıymetini alır, İbnü'l-Mevvâz der ki: Belirlenen mesafeden fazla bir adım daha gidecek olsa bile tazminat ödemesinin sözkonusu olduğu rivâyet edilmiştir. Belirlenen mesafeden bir mil ve daha fazla bir mesafe gidilmesi halinde İbnü'l-Kasım, Malik'ten şöyle dediğini nakletmektedir: İnsanların belirlenen mesafede üzerinde durmadığı miktarlar dolayısıyla tazminat sözkonusu değildir. İbn Habîb, İbn el-Mârişûn ile Esbağdan şöyle dediklerini nakletmektedir: Eğer fazla gidilen mesafe az ise, yahut kira ile tuttuğu uzaklıktan az miktar ileri gittikten sonra kiraladığı mesafeye kadar hayvanı sağ salim geri getirecek olup hayvan orada, yahut da kiraladığı yere dönerken yolda ölecek olursa, bu durumda fazla mesafenin kira ücretini almaktan başka bir hakkı yoktur. Bu, tıpkı yanında vedîa olarak bırakılan maldan borç aldığı şeyi geri vermesine benzer. Şayet benzeri süre zarfında eğer piyasa fiyatlarının değişebileceği kadar pekçok gün hayvanı alıkoymasını gerektirecek şekilde uzun bir mesafeyifazladan götürecek olursa, o takdirde tazminat öder. Tıpki belirlenen mesafe ya da zamanın aşılması halinde o aşılan mesafe ve süre içerisinde hayvanın ölmesi gibidir. Eğer bu fazlalık hayvanın ölümünü kolaylaştıracak türden olduğu bilinen bir fazlalık değil ise, izîn verilen yere geri döndürülmesinden sonra hayvanın ölmesi, bir kimsenin yanındaki vediadan borç aldığı miktarı geri vermesinden sonra telef olması gibidir. Eğer sözkonusu Fazlalık çok miktarda ise, o takdirde hayvanın ölümüne bu fazlalık sebep teşkil etmiş kabul edilin. 5. At, Katır ve Merkep Etlerini Yemenin Hükmü: İbnü'l-Kasım ve İbn Vehb derler ki: Malik dedi ki: Yüce Allah: "Hem binmeniz için, hem de süs olmak üzere atları, katırları ve merkepleri de (yarattı)" diye buyurarak, bunları hem binmek hem de süs olmak üzere yarattığını, etleri yenilsin diye yaratmadığını belirtmektedir. Buna benzer bir rivâyet, Eşheb'den de nakledilmiştir. Bundan dolayı bizim (mezhebimize mensup) ilim adamlarımız şöyle demişlerdir: At, katır ve eşeklerin etlerinin yenilmesi câiz değildir. Çünkü yüce Allah'ın, bunlar hakkında binmek ve süslenmek için yaratıldıklarını nass ile belirtmesi, bunun dışındaki özelliklerinin böyle olmadığının delilidir, Davarlar hakkında ise: "Onlardan yersiniz de" (en-Nahl, 16/5) diye buyurmaktadır. Bu da, yüce Allah'ın lütuf" ve ihsan ettiği, belirttiği ısıtmaları ve başka menfeatleri ile birliktedir. Yüce Allah, böylelikle onlar hakkında meşru olan kesimin gerçekleşmesi suretiyle yemeyi bize mubah kılmıştır. İbn Abbâs ve el-Hakem b. Uyeyne de bu âyeti delil göstermişlerdir. el-Hakem der ki: At etinin yenilmesi, Allah'ın Kitabı gereğince haram kılınmıştır. Sonra da bu âyeti kerimeyi ve bundan önceki âyeti okuyarak şöyle demiştir: İşte bunlar etleri yenilsin diyedir, bunlar da binilsin diyedir. İbn Abbâs'a at etini yemeye dair soru sorulunca, bunu mekruh gördüğünü belirterek, bu âyeti okuduktan sonra: İşte bunlar binilsin diye yaratılmış olanlardır, demiştir. Daha sonra bundan önceki: "Davarları da yarattı ki, bunlarda sizi ısıtacak şeyler ve birçok menfaatler vardır" (en-Nahl, 16/5.) âyetini okuyup: İşte bunlar da yenilsin diye yaratılmıştır, demiştir. Malik, Ebû Hanîfe, onların mezheplerine mensup ilim adamları, el-Evzaî, Mücahid, Ebû Ubeyd ve başkaları da böyle demiştir. Bunlar, Ebû Dâvûd'un, Nesâî ve Dârakutnî ile başkalarının rivâyet ettikleri şu hadisi delil gösterirler: Salih b. Yahya b. el-Mikdâm b. Ma'dikerib babasından, o dedesinden, o Halid b. el-Velid'den rivâyetine göre, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hayber günü atların, katırların ve eşeklerin; yırtıcı hayvanlardan parçalayıcı azı dişi olan yahut da kuşlardan,pençesi olan hayvanların etlerini yemeyi yasaklamıştır. Dârakutnî'nin lâfzı bu şekildedir. Ebû Dâvûd, Et'ime 32; Nesâî, Sayd 30; Dârakutnî, IV, 287 Yine en-Nesâî, Halid b. el-Velid'den rivâyete göre o, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'i: "Atların, katırların ve merkeplerin etlerinin yenilmesi helal değildir" derken dinlemiştir. Nesâî, Sayd 30. Fukaha ve hadis âlimlerinin Cumhûru ise söyle demektedir: Bunların etlerinin yenilmesi mubahtır. Ebû Hanîfe'den de bu görüş rivâyet edilmiştir. Bir kesim İse, istisna teşkil ederek bunların etlerinin yenilmesinin haram olduğunu belirtmişlerdir. Önceden belirttiğimiz gibi el-Hakem b. Uyeyne bunlar arasındadır Bu görüş Ebû Hanîfe'den de rivâyet edilmiştir. Ebû Hanîfe'den bu üç ayrı rivâyeti de er-Rûyânî, "Bahru'l-Mezheb alâ Mezhebi'ş-Şâfiî" adlı eserinde nakletmektedir. Derim ki: Hem nazarın (kıyasın) hem de haberin delil teşkil ettiği sahih görüş, at etlerinin yenilmesinin câiz olduğu ve âyet ile hadisin bu konuda bağlayıcı bir delil ihtiva etmediğidir. Âyet-i kerimede at etlerinin haram oluşuna delil yoktur. Çünkü âyet-i kerîme eğer buna delil teşkil etmiş olsaydı, aynı zamanda eşek etlerinin yenilmesinin haram olduğuna da delil teşkil etmesi gerekirdi. Bu sûre ise Mekke'de inmiştir. Peki, Hayber yılı eşeklerin ellerinin yeniden haram kılınmasına ihtiyaç doğuran sebep nedir? Çünkü, -ileride de geleceği gibi- at etinin helal kılındığına dair haberler de sabit olmuştur. Aynı şekilde, şanı yüce Allah, davarları sözkonusu ettiğinde onların çoğunlukla görülen ve en önemli menfaatlerini sözkonusu etmiştir. Bunlar ise, yük taşımaları ve etlerinin yenilmelidir. Bunların sırtına binmeyi, bunlarla çift sürmeyi ve buna benzer diğer menfaatlerini sayı olarak zikretmemiştir. Halbuki, bunların sırtına hem binilir, hem de bunlarla çift sürülür. Yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: "Allah, davarları bazısına bitlesiniz, bazısını da yiyesiniz diye sizin için yaratandır." (el-Mu'min, 40/79) Yüce Allah, allar hakkında da: "Hem binmeniz için hem de süs olmak üzere" diye buyurarak, yine çoğunlukla bunların sağladığı menfaatleri ve kullanılış maksatlarını zikretmekte, bunların sırtına yük vurmayı sözkonusu etmemektedir. Halbuki, görüldüğü gibi adarın sırtında da yük taşınabilmektedir. İşte bundan dolayı yüce Allah atların yenilmesini sözkonusu etmemiştir. Bunu ise yüce Allah, kendisine indirilenleri -ileride de geleceği üzere- açıklama görevini vermiş olduğu peygamberi açıklamış bulunmaktadır. Bu atların binilmek ve süs olmak üzere yaratılmış olmaları, yenilmemelerini gerektirmez. İşte herşeyi konuşturan yüce Yaratıcının konuşturduğu ineğin çift sürmek için yaratıldığını söylediğini görüyoruz. Buna göre adarın binmek için yaratıldığı illetinden hareketle etlerinin yenilmeyeceğini söyleyen kimsenin, ineğin de çift sürmek için yaratılmış olduğundan dolayı etinin yenmemesini söylemesi gerekmektedir. Oysa bütün müslümanlar ineğin etinin yenilmesinin câiz olduğunu icma ile kabul etmiştir. İşte bü hususta sabit olan sünnet gereğince atta da aynı hüküm sozkonusudur. Müslim, Câbir'den şöyle dediğini rivâyet eder: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hayber günü ehlî merkeplerin etlerini yemeyi yasakladı ve at etlerini yeme iznini verdi. Buhârî, Meğâzi 38, Zebüîl» 27; Müslim, Sayd 36; Ebû Dâvûd, Et ime 25. Nesâînin de Hazret-i Câbir'den rivâyeti şu şekildedir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hayber günü bize at etlerini yedirdi (yemeyi mubah kıldı) ve merkep ellerini yememizi yasakladı . Nesâi, Sayd 29 Yine Hazret-i Câbir'den gelen bir rivâyette de şöyle dediği kaydedilmektedir: Biz, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) döneminde at etini yerdik. Nesâî, Sayd 20 Eğer; Hazret-i Câbir'den gelen Hayber'de at etini yediklerine dair rivâyet, bir durumun nakledilmesi ve belli bir husustaki bir meseledir. O bakımdan onların, herhangi bir zaruret dolayısıyla atları kesmiş olmaları ihtimali vardır. Bu gibi hallerin gerektirdiği davranışlar, delil teşkil etmez; denilecek olursa, biz de şöyle cevap veririz: Hazret-i Câbir'den gelen ve onun, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) döneminde at etini yediklerine dair bildirdiği haber, böyle bir ihtimali ortadan kaldırmaktadır. Eğer biz, böyle bir itirazı kabul edecek olursak ayrıca bu konuda Hazret-i Esmâ'dart gelen şu badis de bizi desteklemektedir; O, şöyle demektedir: Biz, Medine'de iken Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) döneminde bir at kestik ve onu yedik. Bu hadisi de Müslim rivâyet etmiştir. Müslim, Sayd 38 Nassın karşısında herhangi bir tercih edici sebep olmaksızın yapılan hertürlü te'vil, ancak mücerred bir iddia olabilir. Ona hiçbir şekilde iltifat edilmez ve dayanak alınmaz. Dârakutnî de Esma yoluyla gelen hadiste, hiçbir te'vile yer bırakmayacak şekilde güzel bir fazlalık da rivâyet etmektedir. Esma der ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) döneminde bir atımız vardı. Bu at, ölmek durumuna geldi, biz de onu kestik ve yedik. Dârakutnî, IV, 290. Aynen bk. Ebû Dâvûd, Elime 25- 32, 33; Nesâî, &ıyd 29, 30, 32; Tirmizî, Et'ime 5; İbn Mâce, Zebntîı 14. Görüldüğü gibi bu atın kesilmesi, öleceğinden korkulması sebebiyledir. Bunun dışında başka herhangi bir durum dolayısıyla değildir. Başarı Allah'tandır. Eğer at da eşek gibi tek tırnaklılardandır, o bakımdan yenilmez, denilecek olursa, şu cevabı veririz: Bu, kıyas-ı şebeh Kıyâs-ı Şebek: Nass ile hükmü belirtilen asla başvurularak, hükmü bulunmak istenen ferin (kıyasa esas olan) nsiHnrd.fi çeşitti benzerlerinin bulunması dolayısıyla, müaehitlirt feı'L en yakın bulduğu asla göre kıyas ederek hükmünü çıkarmaya çalışması demektir... (M. Ebû Zehra. Usulu'l-Fıkh, Kahire tarihsiz, s. 248, vd. eş-Şeyh Muhn mineci el-Hııdarî. Usuli'l-Fıkh, Kahire 1389/1969, s. 328 vd.) diye bilinen bir kıyastır. Usul bilginleri bunu kabul edip etmemek konusunda farklı kanaatlere sahiptir. Eğer biz bunu kabul edecek olsak domuz etinin haramlığı bu görüşü reddetmektedir. Çünkü, bilindiği gibi domuz, çift tırnaklıdır ve diğer çift tırnaklılardan farklı hükme sahiptir. Şayet, kıyas nassa karşı bir hüküm getiriyor ise, o takdirde bu kıyasın yapılması fasittir, görüşünden hareket edecek olursak, böyle bir itiraza da hiç bir önem atfedilmez, Taberî der ki: Yenilmek için kendilerinden söz edilen hayvanlara binmenin câiz olduğunu ilim adamlarının icma ile kabul etmiş olmalarında, binilsinler diye yaratıldıklarından sözedilenlerin etlerinin yenilmesinin câiz olduğuna da aynı şekilde delil bulunmaktadır. Katırlar da eşekler ile aynı hükümde kabul edilir. Eğer atların etinin yenilmeyeceğini kabul edersek, o takdirde katırlar eti yenmeyen iki canlıdan türemiş bir türdür. Eğer, at eti yenilir kabul edersek, o takdirde katır, eti yenen ve yenmeyen iki hayvandan doğan bir hayvan demektir. O takdirde de usulde kabul edilen ilkeye göre haram hükmü galip ve baskın kabul edilir. Aynı şekilde birisi kestiği yenilen, diğeri ise kestiği yenilmeyen kâfir ebeveynden doğanın kestiğinin hükmü de böyledir. Böyle bir ebeveynden doğanın kestiği, çer'i kesim olmaz ve onun kesimi ile kesilen hayvan da helal olmaz. el-En'âm Sûresi'nde (6/145- âyet 2. başlıkta) eşeklerin etlerinin haram kılınmasına dair açıklamalar geçmiş bulunduğundan bunu tekrarlamanın anlamı yoktur. Eşek etinin haram kılınış illetinin erkek bir hayvan ile Lut kavminin amelini yapması suretiyle kötü mayasını ortaya çıkarmak olduğu da söylenmiştir, o bakımdan ona da rics (murdar) ismi verilmiştir. et-Tirmizî el-Hakîm, Nevâdiru’l-Usûl, I. 543-544, Âyet-i kerimede atlara zekât düşmediğine deh'l vardır. Çünkü, Şanı yüce Allah bize, yararlanmayı mubah kıldığı ve onlardan faydalanmak suretiyle bize ikramda bulunduğu lütuflan zikretmektedir. O bakımdan atlar dolayısıyla herhangi bir mükellefiyet -delil olmaksızın- sözkonusu olamaz. Malik, Abdullah b. Dinar'dan, o, Süleyman b. Yesar'dan, o, İrak b. Malik'den, o, Ebû Hüreyre'den rivâyet ettiğine göre, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Müslümana kölesi dolayısıyla da, atı dolayısıyla da sadaka (zekât) düşmez." Buhârî, Zekât 46; Müslim, Zekât 8; Ebû Dâvûd, Zekâî 11; Tirmizî, Zekât 8; Nesâi, Zekiît 16, 17; İbn Mâce, Zekât 15; Muvatta’, Zekât 37: Dârimî, Zekât 10; Müsned, II. 242. 249, 254, 410, 432, 469, 477. Ebû Dâvûd'un da, Ebû Hüreyre'den rivâyetine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Atlarda ve kölelerde -kölelerin fıtır sadakası müstesna- zekât yoktur. " Ebû Dâvûd, Zekat 11. Malik, Şâfiî, Evzaî, Leys, Ebû Yûsuf ve Muhammed de bu görüştedirler. Ebû Hanîfe ise der ki: Hepsi dişi, yahut erkek ve dişi karışık olup sâıme (odaklarda yayılıyor) iseler her bir ata karşılık, bir dinar zekât vardır. Arzu ederse de bunların kıymetlerini tesbit eder ve her ikiyüz dirheme karşılık beş dirhem zekât verir. O, bu hususta Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan nakledilen böyle bir rivâyeti delil göstermektedir: "Sâime olan atlarda herbirisi için bir dinar vardır." Dârakutıî, ll, 126 Yine Hazret-i Peygamberin şu hadîsini de delil gösterir: "At üç türlüdür..." Bu hadiste şu ifadeler de geçmektedir: "Gerek bu atların rakabelerinde, gerekse de -bineklerinde Allah'ın hakkını unutmaz-" Buhâri, Menakıb 28. Tefsir 99. sûre 1. Şirb U, İ'îisânı 24: Müslim, Zekât 24, Nesâî, Hnyl 1; İbn Mâce, Cîhâd 14; Muvatta’, Cîhüd 3: Müsned, II, 262. (Delil olarak gösterdiği) birinci hadise verilecek cevap şudur; Bu, ancak Gavrek es-Sa'dî'nin, Cafer b. Muhammed'den, onun, babasından, onun da Hazret-i Cabir'den diye rivâyet ettiği bir hadistir. Dârakutnî ise der ki: Bu hadisi Cafer'den, sadece Gavrek münferiden rivâyet etmiştir ve bu oldukça zayıftır. Ondan öncekiler de zayıf ravilerdir. Dârakutni, II. 126. Diğer hadise gelince Bu başlıktaki bilgiler ve buradan itibaren başlığın sonuna kadarki bölümler çoğunlukla İbn Abdi’l-Berr, et-Temhid, IV, 213-218 sahifeler arasında yer almaktadır. hadiste sözü edilen hak, eğer Savaş çağrısı yapılacak ve düşmanla Savaşmak İçin atına muayyen olarak ihtiyaç hasıl olursa, onunla Savaşa çıkması, ihtiyaç duymaları halinde, yolda kalmışları ve bineksizleri sırtında taşımasıdır. Böyle bir şey, taalluk ettiğî takdirde o kimse için vacip olur, Tıpkı zaruret halinde muhtaç, olanların yiyecek ihtiyaçlarım karşılamasının onun için muayyen bir hal alması gibi. İşte bunlar, atların rakabelerindeki Allah'ın hakkıdır. Şâyet; bu, atların sırtlarındaki haktır, geriye onların rakabelerindeki hak kalmaktadır denilecek olursa, şu şekilde cevap verilir: Hadis, "onlardaki Allah'ın hakkını unutmaz" şeklinde de rivâyet edilmiştir. Dolayısı ile "Allah'ın onlardaki hakkı" ibaresi ile "onların rakabelerinde ve sırtlarında ki hakkı" ibaresi arasında herhangi bir fark yoktur. Her ikisinin de İhtiva ettiği mana aynı şeye racidir. Çünkü hak, onların tümüne taalluk eder. İlim ehlinden bir topluluk da şöyle demektedir: Burada sözü edilen hak, bunlara güzel bir şekilde malik olmak, onların tokluk-açhklarını güzel bir şekilde kontrol etmek, onlara güzel davranmak, onlara ağır gelmeyecek şekilde binmektir. Nitekim Hadîs-i şerîfte: "Siz bu hayvanların sırtlarını kurulacağınız koltuklar bellemeyiniz" Dârimi, liii'zSr 39; Müsned, Mi 430-441. IV, 234, diye buyurulmaktadır Hadiste özellikle onların "rakabe"lerinden sözedilmesi, rakabe ve boyunların, yerine getirilmesi haklar ve görev olarak ifa edilmesi gereken vacipler, farzlar ile ilgili çokça kullanılmasından dolayıdır Nitekim yüce Allah'ın: "O zaman mü’min bir rakabe (köle) azad etmelidir" (en-Nisa, 4/92) âyetin da bu kabildendir. Yine, Arapların "rakabe"yi taşınır ve taşınma?- mallar hakkında istiare yoluyla kullandıkları çokça görülmüştür. Nitekim Küseyyir şöyle demektedir: "O, çok iyilik yapan, cömert bir kimsedir. Güle Tcesinp tebessüm ettiğinde O gülmesinden ötürü malların rakabeleri kilitlenir." Aynı şekilde, zekâi düşen hayvanların, kendi cinslerinden belli nisablan vardır. Atlar İçin böyle birşey sözkonusu olmadığına göre, onlar hakkında zekâtın da sozkonusu olmadığı ortaya çıkar. Diğer taraftan, zekâtın yalnızca atların dişilerinde vacip olduğunu söyleyip erkeklerinde sozkonusu olmadığını söylemek de onun (Ebû Hanîfe'nin) bir çelişkisidir. Çünkü Hadîs-i şerîfte bunlar arasında bir ayırım da gözetilmemektedir. Biz, atlara zekâtın düşmediğini söylerken, alın geliri için değil de, nesli için saklanan bir hayvan olduğunu ileri sürerek dişilerini de erkeklerine kıyas ederiz. Ürkeklerine ise zekât düşmemektedir. O halde, tıpkı katır ile eşeklerde olduğu gibi, atların dişilerinde (kısraklarda) da zekât vacip değildir. Yine, Ebû Hanîfe'den, tek başına erkeklerine zekât düşmediği gibi, tek başına kısraklarda da zekât düşmediği şeklinde bir görüşü de rivâyet edilmiştir. Cumhûrun kabul ettiği görüş de budur. İbn Abdi'l-Berr der ki: Atların zekâtı ile ilgili Hazret-i Ömer yoluyla gelen haber, ez-Zuhrî ve başkalarının rivâyetiyle sahihtir. Bu, aynı zamanda Mâlik’ten de rivâyet edilmiştir. Ondan, Cüveyriye'nin ez-Zührîden rivâyetine göre es-Sâib b. Yezid dedi ki: Ben babamın, atların kıymetlerini tesbit ettiğini sonra da bunların zekâtını Ömer'e verdiğini gördüm. Bu ise, Ebû Hanîfe'nin ve onun hocası Hammâd b. Ebû Süleyman'ın lehine bir delildir. Bununla birlikte İslam âleminin çeşitli bölgelerindeki rukahâdan herhangi bir kimsenin atlarda ve diğerlerinde zekâtı vacip kabul ettiğini bilmiyoruz. Bunu yalnızca Cüveyriye Malik'ten rivâyet etmiş olup, Cüveyriye sika bir ravidir. 8. Süs Olmak Üzere Yaratılanlar ve Daha Bilmediğimiz Nice Varlıklar: Yüce Allah'ın: "Süs olmak üzere" kelimesi, takdirî bir fiil ile nasb edilmiştir. Yani, Ve o, onları süs kılmıştır" takdirindedir. Bunun, mef'ûlün leh olduğu da söylenmiştir. Süs (zinçt)- kendisiyle süslenilen şeydir. Bu güzellik ve süslenme eğer dünya metaından ise, şanr yüce Allah, dünya metaından yararlanma hususunda kullarına izin vermiş demektir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) da şöyle buyurmuştur: "Develer, sahipleri için bir İzzel kaynağıdır, koyunlar berekettir. Atların perçemlerinde ise hayır vardır. " İbn Mâce, Sünen 69, Bu hadisi el-Berkânî ve Sünen'inde İbn Mâce rivâyet etmişlerdir. Bundan önce de el-En'âm Sûresi'nde geçmiş bulunmaktadır. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın izzeti develerde sozkonusu etmesi, develerden giyecek, yiyecek, süt, binek, onların sırtında -her nekadar ileri doğru hücumları, geri doğru kaçışları sözkonusu olmasa dahi- gaza yapmak suretiyle yararlanılabilmesindendir. Bereketin koyunlarda bulunması İse, yiyecek, giyecek, içecek ve çokça yavrulama özellikleri dolayısıyladır. Çünkü koyunlar, bir yılda üç defa yavrulayabilmektedir. Buna bağlı olarak koyunlar sakin mahluklardır. Kendilerine sahiplik edenleri de alçak gönüllülük ve yumuşak davranmaya İterler. Oysaki, çölde yaşayan ve binlerce deve sahibi olan kimselerin huyu bunun tam aksinedir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in hayrın, ebediyyen atın perçemlerinde düğümlenmiş olduğunu ifade etmiş olması, atlar vasıtasıyla kazanç ve geçim İçin elde edilecek ganimet ve yine atlar vasıtasıyla düşmanların kahredilmedi, kâfirlerin yenik düşürülmesi ve yüce Allah'ın adının yüceltilmesi dolayısıyladır. "Ve bilemeyeceğiniz daha nice şeyleri de yaratır." Cumhûr: Nice yaratıkları yaratır, diye açıklamıştır. Yerin, karanın ve denizin derinliklerinde insanların görmedikleri ve onlara dair birşeyler işitmedikleri pekçok haşeral ve türlü zehirli hayvanları yaratmasıdır, diye de açıklanmıştır. Yüce Allah'ın: "Ve bilemeyeceğiniz daha nice şeyleri de yaratır" âyeti ile; Allah'ın, cennette cennetlikler için, cehennemde cehennemlikler için yarattığı ve hiç bir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği, hiç bir insanın da hatırına getirmediği şeyler olduğu da söylenmiştir. Katade ve es-Süddî derler ki: Bus elbiselerde güve, meyvelerde de kurtların yaratılmasıdır İbn Abbâs ise bu, Arşın altında bir pınardır, demiştir. Bunu, el-Maverdî nakletmektedir. es-Sa'lebî der ki: İbn Abbâs dedi ki: Arş'ın sağında yedi gök ve yedi arz ile yedi denizin yetmiş kat büyüğü nurdan bir nehir vardır. Cebrâîl, her seher vakti o nehre girer, onunla yıkanır Nuruna nûr, güzelliğine de güzellik, büyüklüğüne büyüklük katar. Daha sonra bu yıkanmadan dolayı silkinir. Allah, herbir tüyden yetmişbin damla çıkartır. Her bir damladan da yedibin melek çıkar. Hergün onlardan yetmiş bin melek Beyt-i Ma'mur'a girerler, Kâ'be'ye de yetmişbin melek girer ve kıyâmet gününe kadar bir daha dönmezler. Beşinci bir görüşe göre de, -Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan rivâyet edildiğine göre- bu, beyaz bir arz parçasıdır. Bu, güneşin otuz günlük sürede aldığı mesafe kadardır. Şanı yüce Allah'a, yeryüzünde isyan edildiğini bilmeyen yaratıklarla doludur. Ashab, Hazret-i Peygamber'e: Ey Allah'ın Rasûlü, bunlar Âdemoğullarından mıdırlar diye sordu. Hazret-i Peygamber: "Allah'ın, Âdem'i yarattığını dahi bilmezler" diye buyurdu. Bu sefer, peki ey Allah'ın Rasulü, İblis'in bunlara karşı durumu nedir diye sordular, Hazret-i Peygamber: "Allah'ın, İblis'i yarattığını dahi bilmezler" dedi ve daha sonra yüce Allah'ın: "Ve bilemeyeceğiniz daha nice şeyleri de yaratır" âyetini okudu. Bunu da el-Maverdî nakletmektedir. el-Mâverdî, III, 181'de rivâyetin pek güvenilir olmadığına işaret etmek üzere-, 'ruviye; rivâyet edildiğine göre" şeklinde sîga kullanıldığı gibi, merhum Kurtubî de aynı ifadeyi kullanmıştır. Derim ki: Beyhakî'nin en-Nehaî’den naklettiği şu rivâyet de bu anlamdadır. en-Nehaî dedi ki: Şüphesiz yüce Allah'ın, Endülüs'ün ötesinde, bizimle Endülüs arasındaki mesafe kadar uzaklıkta birtakım kulları vardır. Bunların görüşüne göre, hiçbir yaratık Allah'a isyan etmiş değildir. Bunların çakıl taşları, inci ve yakuttur. Dağlan altın ve gümüştür. Bunlar, ne tarla sürerler, ne ekin ekerler, ne de bir iş yaparlar. Kapılarının önünde meyveler veren birtakım ağaçları vardır. Bunlardan yerler. Yine, enli yaprakları bulunan ağaçları da vardır. Bunlar da onların elbiseleridirler." Beyhaki bunu, "Kitabu'l-Esma ve's-Sıfat" adlı eserinin "Bed'ül-Halk" adlı bölümünde nakletmektedir. es-Suyûti, ed-Durru'l-Mensûr, V, 113-114. Mûsa b. Ukbe Muhammed b. el-Munkedîr'den, o, Cabir b. Abdullah el-Ensarîden rivâyetine göre, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Bana, Arş'ı taşıyan meleklerden olan Allah’ın meleklerinden bir melek hakkında açıklama yapmama izin verildi. Bunun kulağının yumuşağı ile omuz başı arasındaki mesafe, yediyüz yıllık yolculuk mesafesidir." Ebû Dâvud, Sünne 18; ayrıca bk. Tabemnt. el-Evmt, II, A2% V, 212, VII, 2Ö0 ve el-Heysemî. Mecmau'z-Zevâid, I, 80. |
﴾ 8 ﴿