İSRÂ' SÛRESİRahmân ve Rahîm Allah'ın İsmi ile (Mekke'de İnmiştir, Yüzonbir Âyettir) Bu sûre, üç ayet müstesna Mekke'de inmiştir: Birisi; "Yakında seni bu yerden çıkarmak için mutlaka rahatsız edecekler" (76. âyet) âyeti olup Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a, Sakif heyeti gelip yahudiler: Burası peygamberlerin geldikleri diyar değildir, dedikleri vakit inmişti. İkinci âyet yüce Allah'ın: "Ve de ki: Rabbim, beni doğruluk girişi ile girdir, doğruluk çıkarışı ile çıkar" (80. âyet) âyetidir. Üçüncüsü ise: "Hani sana, şüphesiz Rabbin insanları çepeçevre kuşatmıştır..." (60.) âyetidir. Mukâtil der ki; Yüce Allah'ın: "...Çünkü bundan önce kendilerine ilim verilmiş olanlara,,," (107. âyet) âyeti da Medine'de inmiştir. İbn Mes'ûd (radıyallahü anh) da, Beni İsrail (İsra) Kehf ve Meryem Sûreleri hakkında şunları söylemiştir: Bu sureler, kimi erken dönemlerde ilk nazil olan sûrelerdendir hem de benini ilk öğrendiğim sûreler arasında yer alırlar. Buhâri, Tefsir 17. SÛRE 1Kulunu geceleyin Mescid-i Haram'dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya götüren münezzehtir. Ona, âyetlerimizden bazısını gösterelim diye. Şüphesiz ki O, İşitendir, görendir. Bu âyete dair açıklamalarımızı sekiz 1, 2, 3, 4. başlıklar zikredildikten sonra, tekrar "1. taşlık" diye yeni başlık sırası verilmekte, ancak 3. başlıktan sonra 4. başlık yerine. 5. başlık denilmektedir. Böylelikle ilk başlıktan itibaren müteselsilen sayılsa toplam başlık sayısı dokuz olmaktadır. başlık halinde sunacağız: Yüce Allah'ın: "Münezzehtir" âyeti, mastar yerinde kullanılan bir isimdir. Ancak bu, isim olarak mütemekkin (ismin bütün özelliklerine haiz) değildir. Çünkü, i'rab şekillerine göre harekelerinde değişiklik olmamaktadır. Başına "elif" ve "lâm" gelmez. Aynı şekilde bundan fiil türetilmez. Sonunda zâid iki harf bulunduğundan dolayı da munsarıf değildir. " Tesbih ettim, tesbih etmek" denilir. Tıpkı Yemin keffaretini ödedim, ödemek gibi. Bu ismin anlamı, yüce Allah'ın her türlü eksikliklerden tenzih edilmesi ve uzak olduğunun ifade edilmesidir. Bu, yüce Allah'ın büyük bir zikridir. Başkası hakkında bunun kullanılması uygun değildir. Şairin: "Bana onun övülmesi(ne dair ifadeler) ulaşınca derim ki: Övülmeye değer olan Alkame bundan uzaktır." beyitinde bu kelimenin kullanılması oldukça nadiren görülen bir ifadedir. Cennetle müjdelenmiş on kişiden birisi olan Talha b. Ubeydillah el-Feyyâd'dan rivâyete göre o, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a şöyle sormuş: Subhanallah'ın anlamı ne demektir? Hazret-i Peygamber de: "Allah'ı her bir kötülükten tenzih etmektir" diye cevap vermiştir. Suyûtî, ed-Durru’l-Mensûr, V. 182'de belirtildiğine göre, bu açıklama Nafi' b. el-Ezrak’ın sorması üzerine, Abdullah b. Abbas'a aittir. Sîbeveyh'in görüşüne göre, bu kelimede âmil olan, lâfzından değil de onun manasındaki bir fiildir. Çünkü bu lâfızdan fiil kullanılmaz. Bu da; Kalçalan üzerine oturup, bacakları dirseklerinden bükerek diktikten sonra, ellerinin de bacaklarının etrafından birbirine kavuşturmak şeklindeki oturuş" ile, Arapların örtüye bürünürken örtünün, bir ucunu sağ kolunun üzerinden sol omuzuna, öbür ucunu da sol kolu üzerinden sağ omuzu üzerine atarak örtünmesi ifadelerine benzer. Sîbeveyh'e göre âyetin takdiri; Allah'ı mutlak olarak tenzih ederim" şeklindedir. Buna göre "Subhanallah" ifadesi, mutlak olarak tenzih etmek, yerine geçmektedir. Yüce Allah'ın: "Kulunu geceleyin... götüren" âyetindeki; "Geceleyin götürdü" fiili iki şekilde kullanılır: (.........) ile (.........) şeklinde. Tıpkı ile, Su içirdi" kelimelerinin kullanışı gibi. Nitekim bundan önce de (el-Bakara, 2/60. âyet, 1. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır. Şair der ki: "İkizler burcundan yürüdü üzerine bir yürüyen Şimal onun üzerine doluyu yağdırarak." Bir başka şair de şöyle demektedir: "Örtüsünün arkasında olan o güzel yüzlüyü selamla! Geceleyin yürüdü sana; önceden gelmiyorken." Böylelikle şairler her iki beyitte de her iki söyleyişi bir arada kullanmış bulunmaktadırlar. İsrâ; geceleyin yürümek demektir. Geceleyin yürüdü ve yürümek" denilir. Şair de şöyle demektedir: "Ve çiğin yağdığı bir gece yürüdüm, Ve o gece yürümekten hiç bir şey de beni alıkoymadı." (.........)'ın, gecenin ilk saatlerinde yürümek, (.........)'ın ise, son demlerinde yürümek, anlamında olduğu da söylenmiş ise de, birincisi daha çok bilinen bir anlamdır. Yüce Allah'ın: "Kulunu" âyeti ile ilgili olarak İlim adamları şöyle demişlerdir: Şayet Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın bundan daha şerefli bir ismi olsaydı, o üstün haldeki durumunu anlatmak İçin o İsmi ile anardı. Bu anlamda olmak üzere şu beyitler söylenmiştir; "Ey kavm, kalbim, Zehra'nın yanındadır İşiten de, gören de bunu bilir. Beni ancak; ey Onun kulu diye çağırınız, Çünkü o, isimlerimin en şereflisidir." Bu beyitler de daha önceden (el-Bakara, 2/23 âyetini açıklarken) geçmiş bulunmakladır. el-Kuşeyrî der ki: Yüce Allah onu yüce huzuruna yükseltip de en yüksek yıldızların da üstüne çıkardığında, ümmeti için tevazu olmak üzere kulluk isminden ayırmadı. 4, İsra ve Bu Konudaki Rivâyetler: İsrâ, bütün hadis eserlerinde sabit olmuştur. Sahabeden gelen bu hadisler İslâm diyarının her bir yerinde rivâyet olunmuştur. Bu yönüyle İsra hadisleri mütevâtir hadislerdendir. en-Nekkaş bu hadisleri rivâyet eden yirmi sahabiyi zikretmektedir. Sahih(-i Müslim)'in Enes b. Malikten rivâyetine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Bana, Burak getirildi. O beyaz, uzunca, eşekten daha yüksek, katırdan daha alçak boylu, ön ayaklarını gözünün gördüğü son noktaya koyan bir binektir. Ona bindim ve nihayet Beytü’l-Makdis'e vardım. Onu, peygamberlerin bineklerini bağladığı halkaya bağladım. Sonra, Mescide girdim, orada iki rek'at namaz kıldım. Daha sonra çıktım. Cibril (aleyhisselâm) bana, birisi şarap, diğeri süt dolu iki kap getirdi. Ben, süt bulunan kabı tercih ettim. Cibril bana: Fıtratı tercih ettin, dedi. Sonra semaya doğru yükseldik..." diye hadisin geri kalan bölümünü zikretmektedir. Müslim, Îman 259: Müsned, III, 148. Buhârî ile Müslim'de bulunmayan rivâyetlerden birisi de, el-Âcurrî ve Semerkandî'nin kaydettikleri rivâyetlerdir. el-Acurrî, Ebû Said el-Hudri'den, yüce Allah'ın: "Kulunu geceleyin, Mescid-i Haram'dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya götüren münezzehtir" âyeti ile ilgili olarak şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) İsra'ya yürütüldüğü geceyi bize anlattı. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Bana, hayvanlar arasında en çok katıra benzeyen bir binek getirildi. Durmayıp oynayan kulakları vardı. Bu önceden peygamberlerin bindiği Burak idi. Ben de buna bindim. Yola koyuldu. Ön ayaklarını gözünün gördüğü son noktaya koyarak koşardı. Sağ tarafımdan, ey Muhammed, biraz yavaş ol ki sana birşeyler sorayım diye bir ses işittim. Ancak, ben ona iltifat etmeden yoluma devam ettim. Sonra, sol tarafımdan ey Muhammed, yavaş ol diye bir ses işittim. Ben de ona iltifat etmeksizin yoluma devam ettim. Sonra da üzerinde dünya zinetlerinin her türlüsü bulunan, ellerini yukarı doğru kaldırmış, yavaş ol ki sana birşeyler sorayım, diyen bir kadın karşıma çıktı. Yine ona iltifat etmeksizin yoluma devam ettim. Sonra, Beytü'l-Makdis'e, Mescid-i Aksa'ya geldim. Binekten indim, peygamberlerin daha önceden (bineklerini) bağladıkları halkaya Burağı bağladım, arkasından Mescide girdim, içinde namaz kıldım. Cebrâîl bana: Ey Muhammed, neler işittin, diye sordu. Ben ona: Sağımdan, ey Muhammed, yavaş ol sana bazı şeyler soracağım diye bir ses işittim. Ancak ben ona iltifat etmeksizin yoluma devam ettim. O: Bu, yahudilerin davetçisi idi. Eğer durmuş olsaydın, ümmetin yahudileşirdi. (Hazret-i Peygamber devamla) buyurdu ki: Sonra solumdan bir ses işittim. Yavaş ol, sana bazı şeyler sorayım, dedi. Yine ben ona iltifat etmeksizin yoluma devam ettim. (Cebrâîl) dedi ki: O da hıristiyanların davet çişi idi. Eğer durmuş olsaydın, senin ümmetin hıristiyanlaşırdı. (Devamla Hazret-i Peygamber) buyurdu ki: Sonra karşıma dünya zinetlerinin her türlüsünü üzerine takınmış, ellerini yukarı doğru kaldırmış bir kadın karşıma çıktı. Yavaş ol, diyordu. Ben de ona İltifat etmeksizin yoluma devam ettim. (Cebrâîl) dedi ki: O da dünyadır. Eğer durmuş olsaydın, hiç şüphesiz dünyayı âhirete tercih etmiş olurdun. (Hazret-i Peygamber devamla) buyurdu ki: Sonra bana birisinde süt, diğerinde ise şarap bulunan iki kap getirildi. Bana, al ve iç, hangisini istersen alabilirsin denildi. Ben de sütü aldım ve içtim. Cebrâîl bana: Fıtrata İsabet ettin. Eğer şarabı almış olsaydın, ümmetin azgınlaşmış olurdu, dedi. Daha sonra, Âdemoğullarının ruhlarının üzerinde yükseldikleri Mi'rac geldi. Gördüğüm şeylerin en güzeli o idi. Sizler, Ölen bir kimsenin gözünü ona doğru nasıl diktiğine hiç dikkat etmediniz mi? Bizi yukarı doğru çıkardılar. Nihayet dünya semâsının kapısına geldik. Cebrâîl, kapının açılmasını istedi. Bu kim, diye soruldu o, Cebrâîl dedi. Beraberinde kim var, diye sordular o, Muhammed dedi. Peki, ona risalet verildi mi, diye soruldu o, evet dedi. Bana kapıyı açtılar, bana selam verdiler. Beraberinde yetmiş bin melek ve her biriyle yüz bin melek bulunan, İsmail diye tanınan bir meleğin semayı korumakta olduğunu gördüm: "Rabbinin ordularını O'ndan başka kimse bilmez" (el-Müddesir, 74/31) âyetini okudu ve hadisin geri kalan bölümlerini zikrederek, daha sonra şöyle dedi: "Sonra, beşinci semaya gittik. Orada kavmi arasında sevilen bir kişi olan İmrân oğlu Harun ile karşılaştım. Etrafında ümmetinden ona tabi pek çok kimse vardı. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onun niteliklerini belirterek şöyle dedi: Sakalı uzundu. Nerdeyse göbeğine kadar ulaşacaktı. Sonra, altıncı semaya gittik. Orada Mûsa ile karşılaştım. Bana selam verdi ve beni çok güzel karşıladı. -Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onu da vaslederek şöyle buyurdu-: Saçı fazla bir adamdı, üzerinde iki gömlek olsa dahi yine onun saçları aralarından çıkardı..." Suyûtî, ed-Durru'l-Mensür, V, 195 el-Bezzâr'ın rivâyetine göre de, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a bir at getirildi ve onun sırtına bindi. Onun attığı her bir adım, gözünün değdiği en uzak noktada idi... diye hadisin geri kalan bölümlerini anlattı. Suyûtî, a.g.e., V. 199. Burak'ın nitelikleri ile ilgili olarak İbn Abbâs yoluyla gelen hadisde şöyle denilmektedir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Ben, Hicr'de uyumakta iken bana birisi geldi. Ayağı ile beni harekete getirmek istedi. Ben, o kişinin arkasından gittim, bir de baktım ki, Cebrâîl (aleyhisselâm)'in beraberinde katırdan daha aşağı ve eşekten daha yukarı, yüzü insan yüzüne benzeyen, ayağı tek tırnaklı, kuyruğu öküz kuyruğu, yelesi at yelesine benzeyen bir binek ile birlikte Mescid'in kapısında ayakta dikildiğini gördüm. Cibril (aleyhisselâm) bu bineği bana yaklaştırınca, hayvan ürktü ve yelesi kabardı. Cibril (aleyhisselâm) sırtını sıvazlayarak: Ey Burak, Muhammed'den ürkme, dedi. Allah'a yemin ederim ki, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)’dan daha faziletli ve Allah nezdinde ondan daha değerli mukarreb bir melek yahut gönderilmiş bir peygamber (radıyallahü anhsul) sırtına binmiş değildir. Bunun üzerine Burak şöyle dedi: Ben onun böyle olduğunu bildim. O büyük şefaatin sahibinin o olduğunu da biliyorum. Bununla birlikte ben, onun şefaati kapsamında olmayı arzu ederim. Bunun üzerine şöyle dedim: Yüce Allah'ın izniyle sen de benim şefaatimin kapsamında olacaksın..." Gerek Buhârî ve Müslim'in kaydettikleri rivâyetleri ve gerek onların dışındaki kaynaklarda yer alan diğer rivâyetlerin önemli bir bölümünü bir arada görmek üzere özellikle bk. el-Heysemî. Mecmau'z-Zevâid, I. 64-78: İbn Kesîr, Tefsiru'l-Kur’âni'l-Azîm, V. 4-39: Suyûtî, ed-Durru'l-Mensûr, V. 182-234. Ebû Said Abdulmelik b. Muhammed en-Neysaburî de, Ebû Said el-Hudrî'den şöyle dediğini nakleder: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), dördüncü semada İdris (aleyhisselâm)'ın yanından geçince, şöyle dedi: Kendisini göreceğimiz bize va'dolunan ve ancak bu gece görebildiğimiz salih kardeşe, salih peygambere merhaba! Hazret-i (Peygamber devamla) buyurdu ki: Orada İmrân'ın kızı Meryem de vardı. İnciden yetmiş köşkü vardı. Yine İmrân'ın kızı, Mûsa'nın annesinin de kapıları inci ile süslenmiş tahtları, tek bir parçadan yapılmış kırmızı mercandan yetmiş köşkü vardı. Mi'rac, beşinci semaya çıkınca, oradakilerin de teşbihi: Karı ve ateşi bir arada bulunduranın şanı ne yücedir! şeklinde idi. -Bunu bir defa dahi söyleyen bir kimse, onların sevabı gibi sevap alır.- Cibril (aleyhisselâm) kapının açılmasını istedi. Ona kapı açıldı. Aniden, olgunluk yaşında bir adam ile karşılaştım. Ondan güzel bu yaşta bir adam görülmüş değildir. Gözleri iri, sakalı nerdeyse göbeğine ulaşıyordu. Hemen hemen sakalı yarı yarıya siyah beyaz karışımı idi. Etrafında oturmuş kimseler vardı. Onlara birşeyler anlatıyordu. Ey Cebrâîl, bu kimdir? diye sordum; o, kavmi arasında sevilen kişi Harun'dur, dedi..." ve hadisin geri kalan bölümünü zikretti. İşte Buhârî ile Müslim'in dışında kalan, îsra ile ilgili hadislerden kısaltılarak sunduğumuz bir nebze. Bu hadisleri, Ebû'r-Rabi Süleyman b. Seb' eksiksiz olarak "Şifâü"s-Sadûr" adlı eserinde zikretmiştir, ilim ehli ile siyer bilginleri arasında namazın, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a Mekke'de îsra gecesi semaya urucu (çıkışı) esnasında farz kılındığında görüş ayrılığı olmamakla birlikte, İsra'nın tarihi ile namazın şekli hususunda farklı görüşlere sahiptirler. İsra, Hazret-i Peygamber'in ruhu veya bedeni ile mi olmuştur? İşte bunlar, âyet-i kerîme ile ilgili üç ayrı meseledir. Bunlar üzerinde durulması ve gerekli araştırmaların yapılması gerekir. Ayrıca bunlar, bu husustaki hadislerin nakledilmesinden daha ehemmiyetlidir. Ben bu hususlar ile ilgili olarak, tesbil edebildiğim kadarıyla ilim adamlarının görüşlerini ve fukahânın farklı kanaatlerini -Allah'ın yardımı ile- zikretmeye gayret edeceğim. 5, Birinci Mesele: İsrâ, Hazret-i Peygamber'in Ruhu İle mi, Bedeni İle mi Olmuştur: İsrânın, Hazret-i Peygamber'in ruhu ile mi, cesedi ile mi olduğu hususunda, selefin de halefin de görüş ayrılığı vardır. Bir kesim, İsranın ruh ile gerçekleştiği, bedenin ise yattığı yerden ayrılmadığı ve îsra'nın hakikatleri ihtiva eden bir rüya olduğu görüşündedir. Çünkü, esasen peygamberlerin rüyaları da bir haktır, Muaviye ile Hazret-i Âişe bu kanaatte olduğu gibi, bu görüş el-Hasen ve İbn İshak'tan da nakledilmiştir. Bir diğer kesim de şöyle demiştir: İsrâ, beden ile uyanık olarak Beytü'l-Makdis'e kadar ve oradan da ruh ile olmuştur. Bunlar, yüce Allah'ın: "Kulunu geceleyin Mescid-i Haram'dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa'ya götüren münezzehtir" âyetini delil göstermişlerdir. Bu âyette yüce Allah, Mescid-i Aksa'yı İsrânın son noktası olarak zikretmektedir. Bu görüş sahipleri derler ki: Eğer îsrâ, Hazret-i Peygamber'in bedeni ile birlikte Mescid-i Aksa'dan daha ileriye olmuş olsaydı, hiç şüphesiz bu da sözkonusu edilirdi. Çünkü böyle bir işin, beden ile olması övgü olarak daha ileri derecededir. Selefin ve müslümanların büyük çoğunluğu ise İsrânın, beden ile ve uyanıkken gerçekleştiği görüşündedir. Hazret-i Peygamber, Mekke'de Burak'a binmiş, Beytü'l-Makdis'e ulaşmış, orada namaz kıldıktan sonra da yine bedeniyle İsrâ devam etmiştir. İşaret ettiğimiz haberler ile âyet-i kerîme de buna delâlet etmektedir. Hazret-i Peygamber'in bedeniyle ve uyanık olarak İsrasının gerçekleşmesinde imkânsız ve olmayacak bir taraf yoktur. Zahir ve hakikat terkedilerek tevil yoluna ise, ancak nassın zahir ve hakikati üzere kabut edilmesinin imkânsız olması halinde söz konusudur. Eğer İsrâ uykuda gerçekleşmiş olsaydı, burada "kulunun ruhuyla" denilerek "kulunu" diye buyurmazdı. Yine yüce Allah'ın; "Göz, başka yöne kaymadı ve aşmadı da" (en-Necm, 53/7) âyeti da buna delildir. Eğer bu olay uykuda iken gerçekleşmiş olsaydı, bunda bir alâmet ve bir mucize olacak taraf olmazdı. Um Hâni Hazret-i Peygamber'e: Sen insanlara bunu anlatma, seni yalanlarlar, demezlerdi. Ebû Bekr es-Siddîk (bunu tasdik etmesi dolayısıyla) üstün bir fazilete sahip olmazdı, Kureyşlilerin de ileri geri konuşmalarına, onu yalanlamalarına da imkân bulunmazdı. Çünkü Kureyşliler, Hazret-i Peygamber'in verdiği bu haberi yalanlamış, hatta îman etmiş birtakım kimseler irtidat dahi etmişlerdi. Eğer bu rüya ile olmuş olsaydı, hiçbir şekilde buna tepki gösterilmezdi. Hatta müşrikler ona şöyle demişlerdi: Eğer sen doğru söylüyor isen, haydi bize kervanımızla nerede karşılaştığını bildir, demişler, o da şu cevabı vermişti: "Kervanınız, filan filan yerde idi. Ben oradan geçtim, filan kişi korktu. Bunun üzerine o kimseye: Ne gördün ey filan, denildiğinde o, ben birşey görmedim ancak develer gerçekten ürktüler diye cevap vermişti." Bu sefer Hazret-i Peygamber'e: Peki kervanın bize ne zaman ulaşacağını haber ver, demeleri üzerine, Hazret-i Peygamber: "Kervanınız size şu, şu günü gelecektir" dediğinde onlar, hangi saatte diye sordular. Bu sefer Hazret-i Peygamber: "Bilemiyorum, acaba güneşin bu taraftan doğuşu mu daha erken gerçekleşecek, yoksa kervanın bu taraftan görünüşü mü daha erken olacak." O gün gelince bir kişi: İşte güneş doğdu demiş, diğeri ise: İşte sizin kervanınız da göründü, demişti. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan, Beytü’l-Makdis'in nitelikleri hakkında soru sormuşlardı. Hazret-i Peygamber de önceden Beytü'l-Makdis'i hiç görmediği halde onlara niteliklerini söyleyivermişti. Sahih'de Ebû Hüreyre'nîn şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Ben, Hicr'de bulunuyorken Kureyş bana İsrâ'ma dair soru soruyorlardı. Beytü’l-Makdis hakkında iyice tesbît edemediğim bazı hususlara dair bana soru sordular. Bundan dolayı daha önce benzeri görülmedik bir 'sıkıntıya düştüm. Yüce Allah, Beytü'l-Makdis'i kaldırıp gözlerimin önüne getirdi. Her ne hakkında bana soru sordularsa, ben de onlara cevaplarını verdim. " Müslim, îman 278 Hazret-i Âişe ile Muaviye'nin: "İsrâ, ancak Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)in ruhu ile gerçekleşmiştir" şeklindeki sözlerine de şöylece itiraz edilmiştir. O sırada Hazret-i Âişe'nin yaşı küçüktü ve bu olaya şahit olmamıştı. Bu konuda o, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan hadis de rivâyet etmiş değildir. Muaviye ise, o dönemde olaya şahit olmamış kâfir bir kimse idi. Bu konuda o, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan da badis rivâyet etmiş değildir. Bu konuda söylediklerimizden daha fazla bilgi sahibi olmak isteyenler, Kâdı Iyâd'ın "eş-Şifa" adlı kitabından olayı takib etmelidirler. Orada bu konuda kalbe şifa verici bilgiler elde edeceklerdir. Hazret-i Âişe'nin, kanaatinin lehine, yüce Allah'ın: "Sana gösterdiğimiz o rüyayı... ancak İnsanlara bir fitne kıldık." (el-İsra, 17/60) âyetini delil göstermişler ve burada yüce Allah'ın buna "rüya" ismini verdiğini söylemişlerdir. Ancak, yüce Allah'ın: "Kulunu geceleyin... götüren münezzehtir" âyeti bunu reddetmektedir. Uykuda gerçekleşen bir olay hakkında "geceleyin yürüten" tabiri kullanılmaz. Aynı şekilde gözle görmeye de ileride bu sûrede açıklaması geleceği üzere "rüya" denilir. Konu ile ilgili sabit haberlerde İsrânın, beden ile gerçekleştiğine açık bir delâlet vardır. Eğer, aklen yüce Allah'ın kudreti çerçevesinde câiz (mümkün) görülen herhangi bir hususa dair haber varid olacak olursa, -özellikle de harikulade olayların gerçekleştiği dönemde bu söz konusu ise- onu inkâra kalkışmanın bir yolu yoktur. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın bir çok mi'racları vardır. Bunlardan bazılarının rüya ile olma ihtimali uzak değildir. O bakımdan, Hazret-i Peygamberin, sahih hadiste yer alan: "Beyt'in yanında uyku ile uyanıklık arasında bulunduğum bir sırada..." Buhârî, Bed'u'l-Halk 6: Müslim, Îman 264, Nesâî, Salât 1; Müsned, IV. 207 hadisi de buna göre yorumlanır. Diğer taraftan, İsrânin gerçekleşmesinden sonra tekrar uykuya geri döndürülmesi ihtimali de vardır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. 6. İkinci Mesele: İsrâ'nın Gerçekleştiği Tarih: İlim adamlarının, bu hususta da görüş ayrılığı vardır. Bu hususta İbn Şihab'dan farklı rivâyetler gelmiştir. Mûsa b. Ukbe'nin O'ndan rivâyef elliğine göre, Hazret-i Peygamber'in Beylü'l-Makdis'e İsra hadisesi, hicret İçin Medine'ye çıkışından bir sene önce gerçekleşmiştir. Yûnus'un, ondan (İbn Şihab'dan), onun Urve'den, onun Âişe'den rivâyetine göre İse Hazret-i Âişe şöyle demiştir: Hadice (radıyallahü anha) namaz farz kılınmadan önce vefat etmiştir. İbn Şihab da der ki: Bu, peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a peygamberlik görevinin verilişinden yedi yîl sonra olmuştur. el-Vakkasî'nin, İbn Şîhab'dan rivâyetine göre o şöyle demiştir: Hazret-i Peygambere, peygamberliğin verilişinden beş yıl sonra İsrâ gerçekleşmiştir. İbn Şihab der ki: Oruç, Bedir'den önce, Medine'de farz kılındı. Zekât ve hac yine Medine'de farz kılındı. Şarap içmek ise Uhud'dan sonra haram kılındı. İbn İshak der ki: Hazret-i Peygamber'in, Mcscid-i Haram'dan, Mescid-i Aksâ'ya ki o aynı zamanda Beytü'l-Makdis'tir- İsra hadisesi İslâm'ın Mekke'de kabileler arasında yaygınlık kazandığı dönemde gerçekleşmiştir. Yûnus b. Bukeyr ise ondan şöyle dediğini rivâyet etmektedir. Hadice (radıyallahü anha) Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte namaz kılmıştır. İleride bu rivâyet gelecektir. Ebû Ömer (b. Abdi’l-Berr) der ki: İşte bu da İsrâ'nın hicretten birkaç yıl önce gerçekleştiğini göstermektedir. Çünkü Hazret-i Hadice, hicretten beş yıl önce vefat etmiştir. Üç ve dört yıl önce vefat ettiği de söylenmiştir. İbn İshak'ın kanaati ise, İbn Şîhab'ın kanaatinden farklıdır Bununla birlikte -az önce geçtiği üzere- İbn Şihab'dan konu ile ilgili farklı rivâyetler de gelmiş bulunmaktadır. el-Harbî şöyle der: isra, hicretten bir sene Önce Rebiülahir ayının 27. gecesi gerçekleşmiştir. Ebû Bekr Muhammed b. Alî b. el-Kasım ez-Zehebî ise "Tarihinde şöyle demektedir: İsra, Mekke'den Beytü'l-Makdis'e olmuştur. Oradan da semaya uruc tahakkuk etmiştir ve bu Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın peygamber olarak gönderilişinden onsekiz ay sonra gerçekleşmiştir. Ebû Ömer der ki: Ben, siyer bilginlerinden ez-Zehebî'nin naklettiği bu görüşü belirtmiş bir kimse olduğunu bilmiyorum. O, bu sözünü siyer bilginleri arasından, bu ilmin kendisine izafe edildiği kişilerden her hangi bir kimseye isnad etmediği gibi, bu konuda görüşü öbürlerinin kanaatine karşı delil gösterilebilecek bir kimseye de ref etmiş (senediyle zikretmiş) değildir. 7. Üçüncü Mesele: Namazın Farz Kılınması ve Farz Kılındığı Sıradaki Namaz Şekli: Namazın farz kılınışı ile farz kılındığı esnadaki namaz şekline gelince, bunun, Mekke'de, Hazret-i Peygamber'in semaya mi'rac'a yükselişi esnasında, İsrânın gerçekleştiği gece farz kılındığı hususunda ilim ehli ile siyer bilginleri arasında görüş ayrılığı yoktur. Bu husus, Sahih (i Buhârî ve Müslim) de ve başkalarında açıkça ifade edilmiştir. Ancak, namazın farz kılındığı esnadaki şekli hususunda görüş ayrılığı vardır. Âişe (radıyallahü anha)'den gelen rivâyete göre, namaz ikişer rekat olarak farz kılınmıştîr. Daha sonra ikâmet halindeki namaza İki rekat daha ilave edilerek dörde tamamlandı, yolculuk halindeki namaz da İki rekat olarak olduğu gibi bırakıldı. en-Nehaî, Meymun b. Mehran Muhammed b. İshak da böyle demişlerdir. en-Nehaî, akşam namazı bundan müstesnadır derken, Yûnus b. Bukeyr de şöyle demektedir: İbn İshak dedi ki: Daha sonra Cibril (aleyhisselâm), Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’a İsrâ gecesi namaz Hazret-i Peygambere farz kılındığında Hazret-i Peygamber'in yanına geldi ve vadinin bir tarafına ayak topuğunu vurdu, oradan bir su fışkırdı. Cibril, abdest alırken, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'da ona bakıyordu. Yüzünü yıkadı, burnuna su verdi, ağzına su alarak çalkaladı. Başına, kulaklarına mesh ettikten sonra topuklarına kadar da ayaklarını (yıkadı) ve ön tarafına da su serpti. Daha sonra kalktı, iki rekat namaz kıldı ve bu iki rekatte de dört defa secde etti. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) geri döndüğünde, Allah gözüne aydınlık vermiş, ruhu hoşnut olmuş ve yüce Allah'ın emrinden sevdiği bir husus kendisine gelmiş halde döndü. Hazret-i Hadice'nin elinden tutarak bu pınara geldi. Tıpkı Hazret-i Cebrâîl'in abdest aldığı gibi o da abdest akit. Sonra iki rekat ve iki rekatte de (toplam) dört secde yapmak üzere -Hazret-i Hadice ile birlikte- namaz kıldı. Daha sonra Hazret-i Hadice ile birlikte namaz kılıyorlardı. Yine İbn Abbâs'tan rivâyet edildiğine göre namaz, ikamet halinde dört rekat, yolculuk halinde de iki rekat olarak farz kılındı. Nâfi' b. Cübeyr ile el-Hasen b. Ebi'l-Hasen el-Basrî de böyle demişlerdir İbn Cüreyc'in görüşü de budur. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan da buna uygun rivâyetler nakledilmiştir. Bu konuda rivâyette bulunanlar, Cebrâîl (aleyhisselâm)'in, İsrâ’nın gerçekleştiği gecenin sabahında zevale doğru İndiği ve Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a namazı ve vakitleri öğrettiği hususunda görüş ayrılıkları yoktur. Yûnus b. Bukeyr de Ebû'l-Muhacir'in azadlısı Salim'den şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Meymun b. Mehran'ı şöyle derken dinledim: Namaz, ilkin ikişer rekât farz kılındı. Daha sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) dört rekât kıldı ve bu bir sünnet oldu. Böylelikle namaz, misafire (iki rekât) olarak karar oldu ve bu haliyle de namaz tamamdır. Ebû Ömer (b. Abdi'l-Ber) der ki: Bu delil olarak gösterilemeyecek türden bir isnaddır. Onun; "Bu böylece bir sünnet oldu sözü" münker bir ifadedir. Aynı şekilde eş-Şa'binin yalnızca akşam namazını istisna edip sabahı söz konusu etmemesinin de bir anlamı yoktur. Müslümanlar akşam namazı ile sabah namazı müstesna olmak üzere, ikâmet halindeki namazların farzlarının dört rekât olduğunu icma ile kabul etmişlerdir. Onlar bunu ancak amelî olarak ve oldukça yaygın bir nakil ile bilmişlerdir. Bu konuda ilk ve asıl farzın kaç rekât olduğu hususundaki görüş ayrılıklarının kendilerine hiçbir zararı olmaz. 8. Mescid-i Haram'a, Mescidi Nebevî'ye ve Beytü'l-Makdis'e Yolculuk Yapmak Ezan'a dair açıklamalar -yüce Allah'a hamd olsun- el-Mâide Sûresi'nde (5/58. âyet, 2. başlık ve devamında) geçmiş bulunmaktadır. Ali İmrân Sûresi'nde (3/97. ayet, 1. başlıkta) ise, yeryüzünde (Allah'a ibadet için) yapılmış ilk mescidin Mescid-i Haram olduğu, ondan sonra da Mescid-i Aksa olduğu geçmiş bulunmaktadır. Bu iki mescid arasında da kırk yıllık bir süre bulunduğu ise, Ebû Zerr yoluyla gelen hadisten anlaşılmaktadır. Hazret-i Süleyman'ın Mescid-i Aksâ'yı bina edip ona dua etmesi ile ilgili rivâyet de, Abdullah b. Amr yoluyla gelen hadiste zikredilmektedir. Bu iki hadisin bir arada nasıl anlaşılacağına dair açıklamalar da orada geçmiş bulunduğundan, bu konu için oraya başvurulabilir, burada o bilgileri bir daha tekrarlamanın bir anlamı yoktur. Burada, Hazret-i Peygamberin: "Üç mescid dışındaki (mescidlere) yükler bağlanmaz: Mescid-i Haram'a, Benim bu mescidime ve İlyâ mescidine yahut Beytü'l-Makdis'e." Muvatta’, Cumua 16 (ancak, "la tuşeddu'r-rihalu; yükler bağlanmaz, vurulmaz" yerine: "la tu'melu'l-Matiyy: binekler yola konulmaz..." lâfzıyla); Buhâri, Fadlu's-Salâti fî Mescid-i Mekke ve'l-Medine 1, 6. Savm 67. Cezâu's-Sayd 26; Müslim, Hacc 415, 511; Ebû Dâvûd, Menâsik 94: Tirmizî, Salât 126: Nesâî, Mesacid 10; Dârimî, Salât 132; Müsned, II. 234, 238,,.. III, 7. 34, 93, VI, 7, 397 Bu hadisi İmâm Mâlik, Ebû Hüreyre yoluyla rivâyet etmiştir. Bu hadiste bu üç mescidin sair mescidlerden daha faziletli olduğuna delil teşkil eden ifadeler vardır. Bundan dolayı ilim adamları şöyle demişlerdir: Bir kimse, ancak yolculukla veya binek sırtında ulaşabileceği bir mescidde namaz kılmayı adayacak olursa, böyle bir adağı yerine getirmesin, kendisine yakın olan mescidde namaz kılsın. Bundan tek istisna, sözü edilen üç mesciddir. Bunlardan herhangi birisinde namaz kılmayı adayan bir kimse, bu mescidlerde namaz kılmak üzere yolculuğa çıkar. İmâm Mâlik ve ilim ehlinden bir topluluk da, düşmana karşı bir serhad karakolunda (ribatıa) ribat yapmayı adayan bir kimsenin, böyle bir ribatın bulunduğu yerde bu adağını yerine getirmesi gerekir. Çünkü böyle bir iş, yüce Allah'a bir itaattir. Ebû'l-Bahterî ise, bu hadisin rivâyetinde "el-Cened mescidini" de İlave etmiştir. Ancak bu ifade sahih değildir ve uydurmadır. Buna dair açıklamalar, bundan önce Kitabımızın Mukaddime bölümünde geçmiş bulunmaktadır. Yüce Allah'ın: "Mescid-i Aksâ'ya" âyetinde bu mescide "el-Aksâ" niteliğinin veriliş sebebi, onun İle Mescid-i Haram arasındaki uzaklıktır, O gün ziyaret ile tazim olunan yeryüzünde Mekkelilere en uzak mescid o idi. Daha sonra yüce Allah: "Çevresini mübarek kıldığınız" diye onu nitelemektedir. Denildiğine göre bu mübarek kılış, mahsullerle ve akan ırmaklarla idi. Bir diğer görüşe göre ise, etrafında defnedilmiş bulunan peygamber ve salihlerle mübarek kılınmıştır. Mukaddes kılınması da bundan dolayıdır. Muâz b. Cebel de Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan şöyle buyurduğunu rivâyet etmektedir: "Yüce Allah buyuruyor ki: Ey Şam, sen Benim ülkelerimin en seçkinisin. Ve Ben, sana doğru kullarımın en seçkinlerini gönderiyorum." Elimizin altındaki kaynaklarda hadis olarak tesbit edemedik. "Ona âyetlerimizden bazısını gösterelim diye" âyeti hitabın çeşitlendirilmesi Telvinu'l-Hitab (hitabın çeşitlendirilmesi): Diğer İsmi ile "iltifat" diye bilinen edebî bir sanattır. "Gaibten muhataba geçiş, ya da onun aksine geçiş" (Dr. İn'âm Fevvâl Akkavî, el-Mu'cemu'l-Mufassal fi Ulumi'l-Belâğa,.., Beyrut 141.V1992, s. 209) diye tarif edilir. Burada cenabı Allah önce: "Yürüttü" diye buyurup kendi zatından gaib şahıs olarak söz ederken, "ona gösterilim diye" âyetinde de mütekellim kipi ile söz etmektedir. kabilindendir. Yüce Allah'ın, ona göstermiş olduğu ve insanlara bildirdiği hayret verici âyetler ile Mekke'den Mescid-i Aksâ'ya -bir aylık mesafe olmasına rağmen- bir gecede geceleyin yürütülmesi, semaya urucu (yükselişi) -Müslim'in Sahihi'nde ve diğerlerinde sabit olduğu üzere- bütün peygamberleri teker teker nitelikleriyle anlatması, işte bu âyetler arasındadır. "Şüphesiz ki O, işitendir, görendir." Buna dair açıklamalar daha önceden (en-Nisâ, 4/58. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır. |
﴾ 1 ﴿