7

Eğer iyilik ederseniz, kendinize iyilik etmiş olursunuz. Kötülük ederseniz, kendi (aleyhi)nize. Artık diğerinin vakti gelince kederiniz yüzünüzden belli olsun, Mescid'e ilk defa girdikleri gibi girsinler ve üstünlük sağlayıp da ele geçirdikleri her şeyi mahvettikçe etsinler diye.

"Eğer iyilik ederseniz kendinize iyilik etmiş olursunuz." İyiliğinizin faydası size ait olacaktır.

"Kötülük ederseniz kendinize" Kendi aleyhinize demektir. Bu, bir kimsenin: Selam sana deyip de; Selâm üzerine" anlamına gelmesi gibidir. Şair de buna benzer olarak şöyle demiştir:

"Ve sonra da elleri ve ağzı üzerine yıkılmış olarak düştü."

Görüldüğü gibi burada "lâm" harfi: “Üzerine" anlamında kullanılmıştır.

et-Taberî şöyle demektedir: Buradaki "lâm"; anlamındadır. Yani, Eğer kötülük işlerseniz onadır." Bu da; kötülük ona döner, demektir. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmuştur:

"Çünkü Rabbin ona vahyetmiştir." (ez-Zilzal, 99/5) Burada da "lâm" harlı...e, a anlamındadır.

Şöyle de açıklanmıştır: Amelinin karşılığı ve cezası ona aittir, demektir, el-Hüseyn b. el-Fadl da şöyle demektedir: Onun, kötülükleri bağışlayan bir Rabbi vardır.

Diğer taraftan bunun, İşin ilk başında İsrailoğullarına yöneltilmiş bir hitap olma ihtimali de vardır. Yani siz, önce kötülük ettiniz, o bakımdan öldürüldünüz, çoluk çocuğunuz esir alındı, yurdunuz tahrib olundu. Sonra iyilikte bulundunuz, o bakımdan tekrar hükmünüz, üstünlüğünüz size geri döndü ve haliniz de düzeldi.

Bu hitabın, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) dönemindeki İsrailoğullarına yöneltilmiş olma ihtimali de vardır: Yani siz, geçmişlerinizin isyanları karşılığında cezayı hak etmiş olduklarını biliyorsunuz. O bakımdan (aynı şeyi yaparsanız) o cezanın bir benzerini siz de beklemelisiniz.

Ya da bu anlamda Kureyş müşriklerine yönelik bir hitap olma ihtimali de vardır. .

"Artık diğerinin" yanı, ikinci fesat çıkartmanızın

"vakti gelince..." Bu, onların ikinci defada Hazret-i Zekeriya'nın oğlu Hazret-i Yahya'yı öldürmeleri sırasında olmuştu. Hazret-i Yahya'yı, İsrailoğullarından Lâhet diye bilinen bir hükümdar öldürmüştü. Bu açıklama el-Kutebî'ye attir, et-Taberi ise adının Hircdos olduğunu söylemektedir ki, Tarih'inde bunu zikretmektedir. Bu hükümdarı Hazret-i Yahya'yı öldürmeye, Ezbil adındaki bir kadın zorlamıştı.

es-Süddî der ki: İsrailoğullarının, Hazret-i Zekeriya'nın oğlu Hazret-i Yahya'ya çok ikramda bulunan ve her hususla onunla istişare eden bir hükümdarları vardı. Bu hükümdar Hazret-i Yahya ile, bir karısının başka bir kocadan olma kızıyla evlenmek istediği hususunda danışınca, Hazret-i Yahya bu işi yapmaması gerektiğini söyledi ve ona: Bu kız ile evlenmek sana helal değildir, dedi. Ancak, annesi Yahya (aleyhisselâm)'a bundan dolayı kinlendi. Bilahare kızına ince ve kırmızı renkli elbiseler giydirdi. Ona güzel kokular sürdü ve İçki içmekte iken onu hükümdarın yanına gönderdi. Kızına, hükümdara görünmesini ve eğer yanına gelmesini isteyecek olursa, isteğini yerine getirmedikçe ona karşı koymasını telkin etti. Hükümdar, onun bu isteğini kabul etmesi halinde ise, Zekeriya'nın oğlu Yahya'nın başını altından bir leğende getirmesini istemesini söyledi. Kız, annesinin dediklerini yaptı ve nihayet hükümdar, Hazret-i Zekeriya'nın oğlu Hazret-i Yahya'nın başını getirdi. Aîtın tepsi içerisinde getirilen baş, onun önüne konulduğunda da hâlâ baş: O kız sana helal olmaz, o kız sana helal olmaz, diye konuşuyordu. Sabahı ettiğinde "kan kaynayıp coşuyordu. Üzerine toprak attı, yine kan toprağın üstünde kaynamaya devam etti. Kanın üzerine toprak koydurmaya devam edip durdu ve nihayet bu kanın üzerine konulan toprak şehrin surunun yüksekliğine erişti, yine kaynayıp duruyordu. Bunu es-Sa'lebî ve başkaları nakletmektedir.

Hafız İbn Asâkir de "(Dimaşk) Tarihlinde, el-Hüseyn b. Ali'den şöyle dediğini nakletmektedir: Bu hükümdarlardan birisi ölmüş, geriye hanımını ve kızını bırakmıştı. Onun kaidesi de kırallığını miras almıştı. Kardeşinin hanımı ile evlenmek istedi. Bu hususta Hazret-i Zekeriya'nın oğlu Hazret-i Yahya ile danıştı. O dönemde hükümdarlar peygamberlerin emri gereğince uygulama yapıyorlardı. Hazret-i Yahya ona: Sen o kadınla evlenme. Çünkü o, bir fahişedir, dedi. Kadın, kendisiyle evlenmekten söz ettiğini, ancak o kimseyi kendisiyle evlenmesinden vazgeçirdiğini anlayınca, bu kanaat sana nereden geldi, diye sordu. Nihayet bu telkinin Hazret-i Yahya tarafından yapıldığını öğrenince şöyle dedi: Ya Yahya'yı öldürür yahut da hükümdarlıktan vazgeçer. Bunun üzerine kızını süsleyip püsledikten sonra: Herkesin huzurunda amcanın yanına git. O seni görünce seni çağıracak ve seni yanında oturtacak. Sana, dile benden ne dilersen; benden ne istersen mutlaka onu sana vereceğim, diyecek. Bu sözleri sana söyledi mi, sen de ona: Yahya'nın başından başka bir şey istemiyorum, diyeceksin.

(el-Hüseyn b. Ali) devamla dedi ki: Hükümdarlardan herhangi bir kimse ileri gelen kimselerin önünde herhangi bir şey söyleyip de onu yerine getirmeyecek olursa, onun hükümdarlığı elinden alınırdı. Kız, annesinin dediklerini yerine getirdi. O bakımdan, bir taraftan Yahya'yı öldürmek isteğinden dolayı ölür gibi oluyordu, diğer taraftan hükümdarlığından vazgeçmeyi düşünürken de ölür gibi oluyordu. Nihayet, hükümdarlığını tercih ederek onu öldürdü. O kızın annesi yerin dibine geçti. İbn Cüd'an dedi ki: Ben bunu, İbnü'l-Müseyyeb'e anlattım. O da bana şöyle dedi: Peki, sana Zekeriya'nın nasıl öldürüldüğünü haber vermedi mi? Ben hayır deyince, şöyle dedi: Zekeriya da oğlu öldürülünce onlardan kaçıp kurtulmak istedi. Onu takip ettiler. Uzunca gövdeli bir ağacın yanından geçti, ağaç kendisine doğru gelmesini istedi ve rüzgârın sallallahü aleyhi ve sellemurduğu elbisesinin bir parçası da dışarıda kaldı. Ağaca doğru geldiklerinde, ondan sonra Hazret-i Zekeriya'nın izini bulamadılar. O elbise parçası dikkatlerini çekince, testere getirilmesini istediler, ağacı biçince, onu da ağaçla birlikte biçmiş oldular.

Derim ki; Taberî'nin "et-Tari,hü'l-Kebîr"mde şöyle denilmektedir: Bana Ebû Said anlattı, dedi ki: Bize Ebû Muaviye, el-A'meş'ten anlattı. O, el-Minhâl'den, o, Saîd b. Cübeyr'den, o, İbn Abbâs'tan dedi ki: Meryem oğlu Îsa, Zekeriya oğlu Yahya'yı, havarilerden on iki kişi ile birlikte insanlara (dini) öğretmek üzere gönderdi. Bunların yasak olduğunu bildirdikleri şeyler arasında, erkek kardeşin kızı ile evlenmek de vardı. Hükümdarlarının ise, kendisinden hoşlandığı kızkardeşinin bir kızı vardı... dedikten sonra bu haberi bu anlamda olmak üzere nakletti.

İbn Abbâs'tan da şöyle dediğini nakletmektedir: Zekeriya oğlu Yahya, insanlara (dini) öğretmek üzere, havarilerden on iki kişi ile birlikte gönderildi. İnsanlara öğrettikleri şeyler arasında kız kardeşin kızı ile evlenmemek de vardı. Hükümdarlarının ise, bu şekilde hoşlandığı bir kız kardeşinin kızı vardı, onunla evlenmek isterdi. Her gün mutlaka yerine getirdiği bir isteği olurdu, Bu kızın annesi, bunların kız kardeşin kızını nikâhlamayı yasakladıklarını haber alınca, kızına şöyle dedi: Hükümdarın yanına girdiğinde, o sana: Bir ihtiyacın var mı, diye soracak olursa sen de, ihtiyacım Zekeriya'nın oğlu Yahya'yı boğazlamandır, diyeceksin. Hükümdar ona: Benden başka bir şey iste deyince, kız: Hayır, senden başka birşey İstemiyorum, dedi. Başka bir istekte bulunmaması üzerine, o da bir leğen getirilmesini istedi. Hazret-i Yahya'yı da getirtti ve boğazını kesti. Kanından bir damla yere düştü. Bu kan kaynayıp durdu ve yüce Allah üzerlerine Bulıtnassar'ı gönderinceye kadar kaynaması devam etti. Buhtnassar da, içten içe bu kan üzerinde, bu kan duruluncaya kadar onlardan pek çok kimseyi öldürmeyi kararlaştırdı. Bu kanın üzerinde onlardan yetmiş bin kişi, bir rivâyete göre ise yetmiş beş bin kişi öldürdü.

Said b. el-Müseyyeb dedi ki: İşte bu, her bir peygamberin diyetidir. İbn Abbâs'tan da şöyle dediği nakledilmiştir: Yüce Allah, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'a şunu vahyetti: Ben, Zekeriya oğlu Yahya karşılığında yetmiş bin kişi Öldürdüm. Ben, senin kızının oğlu dolayısıyla da yetmiş bin kişiden aya, yetmiş bin kişi daha öldüreceğim.

Semîr b. Atiye'den de şöyle dediği nakledilmiştir: Beytü'l-Makdis'teki kaya üzerinde yetmiş peygamber öldürülmüştür ki, Yahya b. Zekeriya onlardan birisidir.

Zeyd b. Vâkid'den de şöyle dediği nakledilmektedir: Ben, Yahya (aleyhisselâm)’ın başını, Dimaşk mescidini yapmak istedikleri sırada gördüm. Onun başı, doğu tarafından mihraba bitişik kubbenin temellerinden birisinin altında idi. Teni ve saçları hiç değişikliğe uğramaksızın olduğu gibi duruyordu.

Kurre t>. Halid'den de şöyle dediği nakledilmektedir: Sema, Yahya b. Zekeriya ile el-Hüseyn b. Ali dışındaki kimse için ağlamamıştır. Sema'nın kızıllaşması onun ağlamasıdır.

Süfyan b. Uyeyne'den dedi ki: Âdemoğlunun en çok yalnızlık çekeceği Üç yer vardır: Dünyaya geldiği gün. O, bir üzüntü ve keder yurduna çıkıp gelir. Ölülerle beraber ilk gecesini geçireceği vakit. O, hiç benzerlerini görmediği kimselere komşu olur. Bir de öldükten sonra diriltileceği gün. O vakit de benzerini görmediği bir tablo ile karşı karşıya kalacaktır. İşte yüce Allah, Hazret-i Yahya ile ilgili olarak bu üç yerde de şöyle buyurmaktadır;

"Doğduğu günde, vefatı gününde ve diri olarak kaldırılacağı günde selâm olsun ona." (Meryem, 18/15) Bütün bu bilgiler sözü geçen "Tarih"ten nakledilmiştir.

Son defada üzerlerine gönderilen kişinin kim olduğu hususunda görüş ayrılığı vardır. Bunun, Buhtnassar olduğu söylenmiştir.

el-Kuşeyrî Ebû Nasr böyle demiş ve başka bir kimseden de söz etmemiştir. es-Süheylî bu sahih değildir, demektedir. Çünkü, Hazret-i Yahya, Hazret-i Îsa'nın göğe kaldırılmasından sonra öldürülmüştür. Buhtnassar ise, Meryem oğlu Îsa (ikisine de selam olsun)'dan uzun bir süre önce yaşamıştır. İskender'den de önce yaşamıştır. İskender ile Îsa arasında üçyüz yıla yakın bir süre vardır. Ancak burada, ikinci defa ile Hazret-i Şi'ya’yı öldürmeleri kastedilmiştir.

Buhtnassar o sırada hayatta idi. İşte İsrailoğullarım öldüren, Beytü'l-Makdis'i yıkan, Mısır'a kadar onları takip ederek oradan da çıkartan odur.

es-Sa'lebî der ki: Zekeriya oğlu Yahya'yı öldürdükleri vakit, İsrailoğullarının üzerine giden Buhtnassar'dır diyen kimseler, hem siyer hem de ahbar bilginlerine göre yanlış söylemiş olur. Çünkü, bunların hepsi de Buhtnassar'ın İsrailoğulları üzerine İrmiya döneminde Şi'ya'yı öldürmeleri üzerine gittiğini icma ile kabul etmişler ve şöyle demişlerdir: İrmiya ve Buhtnassar'ın, Beytü’l-Makdis'i tahrip ettiği dönemden, Zekeriya oğlu Yahya'nın (ikisine de selam olsun) doğumuna kadar, 461 yıl geçmiştir. Çiinkü onlar, Beytü’l-Makdis'in yıkılmasından, Kusek (Kiruş, Kuruş) döneminde imar edildiği zamana kadar, yetmiş yıl geçtiğini tesbit etmişlerdir. Mescid'in imar edilişinden, İskender'in Beytü'l-Makdis'i ele geçirdiği tarihe kadar ise 88 yıl geçtiğini kabul ederler. Daha sonra İskender'in hükümdarlığından Yahya'nın doğuşuna kadar da 330 yıl geçtiğini kabul ederler.

Derim ki: Bütün bunları da, et-Taberî, "Tarih"inde -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- zikretmektedir. es-Sa'lebî der ki: Bunlar arasında sahih olan, Muhammed b. İshak'ın şu naklettikleridir: Allah, Îsa'yı aralarından kaldırıp onların da Yahya'yı -bazıları ise Zekeriya'yı derler- öldürmeleri üzerine Allah, Babil hükümdarlarından birisini üzerlerine gönderdi. Bu hükümdarın ismi Hiredos idi. O, Babilliler ile birlikte üzerlerine yürüdü ve Şam'da onlara karşı zafer kazandı. Ordularının kumandanına da şöyle dedi: Eğer Allah bana zafer verip Beytü'l-Makdis’i elime geçirecek olursam, kanları askerlerimin arasında akıncaya kadar onları öldürmeye devam edeceğim. Bunun üzerine, bu şekilde kanları akıncaya kadar İsrailoğullarının öldürülmesini emretti. Başkanları Beytü'l-Makdis’e girdi ve orada kaynamakla bulunan kanlar gördü. Onlara, bu nedir diye sorunca, şu cevabı verdiler: Bu, takdim edip de kabul olunmayan bir kurbanın kanıdır. Seksen yıldır bizden hâlâ kabul edilmedi.

Bu sefer; Hayır bana doğruyu söylemediniz dedi. O kanın üzerine, ileri gelenlerinden 77 kişi öldürdü, Fakat kan bir türlü dinmedi. Yetişkin çocuklarından 700 kişi getirip o kanın üzerinde kestirdi, yine kan dinmedi. Bir daha çocuklarından ve eşlerinden 7000 kişi getirilmesini emretti. Onları da o kanın üzerine kestiği halde yine kan dinmedi. Ey İsrailoğulları dedi. Sizden erkek, dişi öldürmedik kimse bırakmazdan önce bana doğruyu söyleyiniz. Bundan dolayı uğradıktan sıkıntıyı görünce, şöyle dediler: Bu, bizden bir peygamberin kanıdır. O, Allah'ı gazaplandıran pek çok işi yapmaktan vazgeçmemizi istiyordu. Biz de onu öldürdük. İşte bu onun kanıdır. İsmi da Yahya b. Zekeriya idi. Bir göz kırpacak kadarlık bir süre dahi Allah'a isyan etmediği gibi, bir masiyet işlemeyi de içinden geçilmemişti.

Bu sefer: İşte şimdi bana doğruyu söylediniz dedi, secdeye kapanarak söyle dedi: İşte böyle İşler yaptığınız için sizden intikam alınıyor. Bunun üzerine kapıların kapatılmasını emredip şöyle dedi: Burada, Hiredos'un askerlerinden kim varsa onları dışarı çıkartınız, israiloğullarıyla baş başa kalıp şöyle dedi: Ey Allah'ın Peygamberi, Ey Zekeriya oğlu Yahya! Rabbim de, Rabbin de senden dolayı kavminin başına gelen bu musibeti biliyor. Onların hepsini yok etmeden önce, Allah'ın izniyle artık kaynaman dursun. Bunun üzerine, yüce Allah'ın izniyle Yahya b. Zekeriya'nın kanı durdu, o da onları öldürmeye son vererek şöyle dedi: Rabbim, gerçekten ben de İsrailoğullarının îman ettiğine îman ettim ve onu tasdik ettim.

Yüce Allah, Peygamberlerin ileri gelenlerinden birisine, bu başkan gerçekten samimi bir mü’mindir, diye vahyetti. Daha sonra bu başkan şöyle dedi: Allah'ın düşmanı Hiredos bana, kanlarınız askerlerinin arasında akıncaya kadar sizden pek çok kimseyi öldürmemi emretti. Ben ona isyan etmem. Bunun üzerine bir hendek kazmalarını ve deve, at, kalır, eşek, inek, koyun gibi her türlü davarlarını getirmelerini emretti. Bunları da, kan askerin bulunduğu yere akıncaya kadar kesti. Arkasından önceden öldürülmüş olanların getirilmesini emretti ve öldürülen davarların üzerlerine atıldılar. Sonra da onları bu halde bırakıp Babil'e geri döndüler. İsrailoğulları, neredeyse tamamiyle yok olup gideceklerdi.

Derim ki: Bu hususta nîsbeten uzun, merfu bir hadis de varid olmuştur ki, bu hadis Huzeyfe yoluyla rivâyet edilmiştir ve biz bunu "et-Tezkire" adlı eserimizde Mehdi'nin haberleri ile ilgili bölümlerde kısım kısım kaydettik. Burada da âyetin anlamını açıklayacak ve tefsir edecek bazı bölümleri zikredeceğiz. Ta ki, bununla birlikte ek bir açıklamaya ihtiyaç kalmasın.

Huzeyfe dedi ki: Ey Allah'ın Rasulü, dedim. Beytü'l-Makdis, Allah nezdinde büyük, kadri kıymeti oldukça yüksektir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "O, en üstün ve değerli evlerdendir. Allah onu, Davud b. Süleyman (ikisine de selâm olsun) için altın, gümüş, inci, yakut ve zümrütten bina ettirmiştir," Şöyle ki: Davud oğlu Süleyman (aleyhisselâm) onu bina edince yüce Allah, cinleri ona müsahhar kıldı. Cinler de ona maden yataklarından altın ve gümüş getirdiler. Mücevheratı yakut ve zümrütü getirdiler. Yine yüce Allah ona, bu çeşitli maden ve taşlardan, Beyti bina edinceye kadar cinleri ona müsahhar kıldı. Huzeyfe dedi ki: Ben, ey Allah'ın Rasulü dedim. Peki, bu (değerli) eşya Beytü'l-Makdis'ten nasıl alındı? Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "İsrailoğulları, Allah'a asi olup peygamberleri öldürünce Allah da üzerlerine, Mecusilerden olan Buhtnassar'ı musallat etti. O, yedi yüz yıl hükümdarlık etmişti. İşte yüce Allah'ın:

"İşte o ikincisinden birincisinin vakti gelince, üzerinize çok güçlü kullarımızı gönderdik, onlar da evlerin aralarına kadar girip araştırdılar. Bu, yerine getirilmiş bir vaad idi" âyeti bunu anlatmaktadır. Beytü'l-Makdis'e girdiler. Erkekleri Öldürüp, kadınları ve çocukları esir aldılar. Kıymetli malları ve Beytü'l-Makdis'te bulunan bütün bu çeşitli şeyleri toplayıp aldılar ve yüz yetmiş bin arabaya yükleyerek bunları taşıdılar. Sonunda Babil topraklarına götürüp bunları bıraktılar, Babil topraklarında İsrailoğullarını hizmetlerinde kullandılar, alçatmışlar olarak, ceza ve ibretli eziyetler ile onları mülkiyetlerinde tuttular. Bu yüz yıl devam etti.

Daha sonra yüce Allah, onlara merhamet buyurarak, Fars krallarından birisine, Babil'deki Mecusîlerin üzerine yürümesini ve İsrailoğullarından ellerinde bulunanları kurtarmasını ilham etti, o hükümdar da, bunların üzerlerine yürüdü, Babil topraklarına girdi. İsrailoğullarından geri kalan kimseleri, Mecusîlerin ellerinden kurtardığı gibi, Beytü'l-Makdis'e ait bulunan süs eşyalarının da kurtarılmasını sağladı ve Allah bu eşyaları ilk seferinde olduğu gibi oraya geri döndürdü ve onlara şöyle dedi: Ey İsrailoğulları! Tekrar masiyetlere dönecek olursanız, biz de tekrar sizleri esir almaya ve öldürmeye avdet ederiz. Yüce Allah'ın;

"Rabbinizin size merhamet edeceğini umabilirsiniz. Eğer dönerseniz, biz de döneriz" (İsrâ, 17/8) âyeti işte buna işaret etmektedir. İsrailoğulları, Beytü'l-Makdis'e geri döndüklerinde yine masiyetlere döndüler. Allah da üzerlerine Rum hükümdan Kayser'î musallat etti. Yüce Allah'ın:

"Artık diğerinin vakti gelince, kederiniz yüzünüzden belli olsun; Mescide ilk defa girdikleri gibi girsinler ve üstünlük sağlayıp da ele geçirdikleri her şeyi mahvettikçe mahvetsinler diye" âyeti da bunu anlatmaktadır. Karada ve denizde onların üzerine hücum etti. Kadınlarını ve çocuklarını esir aldı. Onları öldürüp mallarını ve kadınlarını aldı. Beytü’l-Makdis'de ne kadar süs eşyası varsa hepsini alarak yüz yetmiş bin arabaya yükledi ve nihayet bunları Altın Kilisesi'ne bıraktı. İşte bunlar, şimdi oradadırlar. el-Mehdî, bunları oradan geri alıp Beytü'l-Makdîs'e geri götürünceye kadar orda kalacaktır. Bu mal ise, bin yediyüz gemi yüküdür. Bu gemiler, Yafa limanında demirleyecektir. Ve oradan Beytü'l-Makdis'e nakledilecek ve Allah, orada öncekileri de, sonrakileri de bir araya getirecektir..." diye hadisin geri kalan bölümlerini nakletmektedir.' Kurtubî, et-Tetkire, s. 704 vd. Bütün bu rivâyetlerin sıhhati su götürdüğü gibi; bu âyetlerin anlaşılmasına da bir kntkıları yoktur.

"Artık diğerinin" iki kerenin, ikincisinin "vakti gelince" âyetindeki (......) edetanın cevabı hazfedilmiştir ki, bunun takdiri de: "Onları gönderdik" şeklindedir. Buna daha önce geçen: "Üzerinize... gönderdik" ifadesi delil teşkil etmektedir.

"Kederiniz yüzünüzden belli olsun." Çoluk çocuğunuzun esir alınması ve öldürülmeniz sebebiyle, kederinizin, üzüntünüzün etkileri yüzlerinizde belli olsun diye, demektir. Buna göre; Belli olsun" fiili, hazfedilmiş bir müteallaka taalluk etmektedir. Kederinizin yüzünüzden okunmasını sağlayacak işleri sizlere yapacak kullar gönderdik, anlamındadır. Burada "yüzler"den kastın, ileri gelenler olduğu da söylenmiştir. Yani o ileri gelenleri zelil etsinler, alçaltsınlar diye.

el-Kisaî, bu kelimeyi: Kederinizin yüzünüzden belli olmasını sağlayayım" anlamında "nun" ile ve "hemze"yi üstün olarak okumuştur. Bu da yüce Allah'ın, kendi zatından ta'zim ile haber veren bir fiildir. Daha önce geçen: "Hükmettik, gönderdik, üstünlük verdik" fiillerini nazar-ı itibara alarak böyle okumuştur. Ali'den de buna yakın bir rivâyet nakledilmiştir. Bunu da Ubeyy'in, Mutlaka belli olmasını sağlayalım" anlamındaki "nun" ve te'kid harfi ile okuyuşu doğrulamaktadır. Ebû Bekr, el-A'meş, İbn Vessâb, Hamza ve İbn Âmir ise, şeklinde "ya" ile tekil ve hemzesini de üstün olarak okumuşlardır ki, bunu da iki türlü açıklamak mümkündür. Birincisine göre, Allah, kederinizin yüzünüzden okunmasını sağlasın diye anlamında, ikincisi ise, o vaad, sizin yüzünüzden kederin okunmasına sebep olsun diye, şeklinde olur. Diğerleri ise, şeklinde "ya" ile ve "hemze"yi de çoğul olmak üzere ötreli okumuşlardır. Yani, üzerinize göndereceğimiz güçlü, kuvvetli kullarımız, kederinizin yüzlerinizden okunmasını sağlasınlar diye...

"Mescid'e ilk defa girdikleri gibi girsinler ve üstünlük sağlayıp da, ele geçirdikleri her şeyi mahvettikçe etsinler diye" âyetindeki "(........) Herşeyi yıksınlar, mahvetsinler" demektir. Kutrub da yıksınlar diye açıklamıştır. Şair de şöyle demektedir:

"İnsanlar ancak iki türlü amel ederler.

Amel edenlerin birisi

Bina ettiğini tahrip edip yıkar, diğeri ise yükseltir."

"Üstünlük sağlayıp ele geçirdikleri" yani, topraklarınızdan ellerine geçirip galip oldukları

"her şeyi mahvettikçe etsinler diye."

7 ﴿